29 Aralık 2010 Çarşamba

ISLAK KEDİ

Ne tuhaf şey şu hayat dedikleri.

Kendi başına gelmezmiş sandığın şeyleri bir bir yaşamaya başladığında yapacak çok fazla şey kalmıyor aslında.

 İnsan uzaktan bakıp seyirci kaldığı olayların merkezinde kendini bulunca,  ilk anda  yağmurdan kaçamamış ıslak kedi gibi hissediyor.

Sığınmak için bir merdiven altı arayan, bulamayınca bir köşeye sinip yağmurun dinmesini beklemeye razı olan bir kedi gibi !!

Şimdi yağmurun dinmesini bekliyorum ben de bu soğuk kış gecesinde.

Biliyorum her yağmurun ardından mutlaka güneş doğacağını.

Biliyorum, ıslak kedinin  bir kase ılık süt sıcaklığında huzuru  bulacağını ...

26 Aralık 2010 Pazar

2010 GİDERKEN



2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir?

2010 yılında mutlu olmam için çok neden vardı ama en çok benim ve sevdiklerimin sağlığımızın yerinde olması bile tek başına bir mutluluk nedeni bence .


2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı?

Güzel bir yıldı 2010. Ayrılırken dostça vedalaşacağız birbirimizle.

2011'e nasıl girmek istersiniz?

Her yeni yılda yaşanılanın aksine, illa ki bir yerlere giderek değil, evimde, sevdiklerimle ve oğlumla birlikte eğlenerek elbette. Haa bir de oğlumla beraber yapacağımız yılbaşı pastası eşliğinde.
Aslında lapa lapa kar yağarken girmek isterdim yeni yıla ama yaşadığım şehire kar 30 yılda bir yağıyor ne yazık ki:)




2010 yılında yapmayı isteyip yaptıklarınız ve yapamadıklarınız nelerdir?

Yıllardır görmek isteyip de gidemediğim yerler var benim.

En çok da bunu gerçekleştiremedim diye üzüldüm bu yıl.

Bol bol okudum ama okumak sadece 2010’a özgü bir eylem değildi benim için.


Sevgili Müge 'nin gönderdiği mim bu yılın son mimi olarak sayfalarıma eklendi.

Teşekkür ederim sevgili Müge, iyi ki varsınız hepiniz ...

24 Aralık 2010 Cuma

AH ELENİ NEDEN NAPOLİ ?



Uzun zamandır bazı geceler aynı rüyayı görüyordu.

Rüyasında sonu belli olmayan bir yolda hızlı adımlarla yürüyordu.
Yürüdüğü yolda yalnızdı.
Yolun iki tarafında doğup büyüdüğü yerlere ait görüntüler vardı.

Annesi, babası, sevdiği adam ve dostları yolun kenarında durmuş ona el sallıyorlardı.
Hepsinin yüzünde hüzünle karışık bir tebessüm vardı.
Kalın bir camın ardında gibiydiler; yürürken bir yandan da onlara dokunmak istiyor ama ulaşamıyordu.

Rüyasında yürüdüğü yolun sonunun nereye gideceğini bulmak istiyor, bunun için uyanmaktan korkuyor ama yol bitmeden uyanıyordu.

Eleni, rüyaların anlamlarına çocukluğundan beri meraklıydı. Bu rüyanın vereceği mesajı ise anlayamıyordu.

Bir gece yatmadan önce eski 45 liklerden birini koydu gramofona.
Grek müziği evin içini doldurdu. Müziğin ona huzur verdiğini düşündü.
Anılarına dönmüştü çalan müziğin etkisiyle.

Çocukluğu, genç kızlığı geçiyordu gözlerinin önünden.
Artık geçmişte kalmıştı hepsi. Geri dönüş yoktu.

Gitmekle iyi mi yapmıştı? Yanıtını bilemedi.

Pencereden dışarıya baktı. Napoli sokakları karanlıktı.

O an ; geçmişi unutmak için yaşadığı yerden uzaklaşsa da, geçmişinin kendini bırakmadığını fark etti.

 Başka ülkede, başka şehirde yaşasa bile geçmişin izlerini silmek için ilk önce belleğini silmesi gerekiyordu .

Bu düşüncelerle kendine sordu " Peki o zaman neden geldim buralara,  ah Eleni neden Napoli? "

21 Aralık 2010 Salı

BENİM SİLAHIM SENİN SİLAHINI DÖVER

Bir kaç yıl sonra belki de ilk okul çocukları arasında bu tarz konuşmalara tanık olacağız.

Çünkü bir kaç yıl sonra, böyle giderse çocuklara da silah kullanma ve bulundurma hakkı tanınacak.

Geçen gün okuldan eve gelip, üzerini değiştirirken " - Anne var ya arkadaşım E' nin babasının zilahı varmış ( silah diyemez hâlâ ) dedi.

Ürperdim duyunca bu cümleyi; demek  E' nin babası oğluna " zilahını" gösteriyor bunu anladım konuşmaya devam ederken anlattıklarından.

Sonra bebekliğinden beri yaptığım gibi silahın ve savaşın, hatta şiddetin ne kadar kötü bir şey olduğunu tekrar tekrar anlattım ona.

Belki büyüdüğünde aklına gelirim oğlumun, sözlerim etkili olur,  eline bile almaz silahı; belki de o büyüyene kadar her evde 5 - 10 tane silah olur kimbilir.

 Yeni yıla girerken ülkem için güzel şeyler düşünmek istesem de küçük bir çocuğun söylediği bir cümle bile kanımın donmasına ve umudumu kaybetmeme neden olabiliyor. Böyle giderse o lise çağlarına geldiğinde okula bile silahla gidecek bu çocuklar, çok yazık çok.

Elimde değil anne olarak endişeleniyorum !!!

http://www.kanaldhaber.com.tr/Haber/Gundem-32/Teksas-yasasi-geliyor-11928.aspx

 

20 Aralık 2010 Pazartesi

YENİ YILA ONBİR VAR ve ARI, BALON


Saati öğreniyor, çok heyecanlı.
Akrep kısa olan, yelkovan uzun olan.
Geçeler, varlar, buçuklar. . .
Keyif de alıyor bu işten.
Bir de aylara ve yıllara takmış durumda.
Bu gün ayın kaçıysa,   bir hafta sonra ayın kaçı olacak sayıp  söylüyor.

Küçük aklında, günler,saatler, dakikalar birbirine geçmiş durumda.
Bu sabah keyifsiz uyandı, dünden biraz hastaydı okula gitmedi.
Gözünü açar açmaz ayın kaçı olduğunu sordu.
Yirmisi deyince ben, biraz düşündü ve 
- " Yeni yıla onbir var o zaman anne " dedi.


****
Dün gece de  uyumadan önce ; - " Sence arılar balon patlatabilir mi anne?" diye sordu.
-"Yok oğlum olur mu hiç patlatamazlar " dedim doğal olarak.

Yüzüme baktı,
- " Çok safsın anne, patlatırlar, çünkü arıların iğneleri var " dedi.

Kıssadan hisse : Çocuk olmak istiyorum, yeniden.
Düz mantıklı, saf, temiz sahi  ne çabuk büyüdük biz.

17 Aralık 2010 Cuma

İyi ki ...

Dün gece, fırtına doğal afet kıvamında şehri vururken şükrettim ben .


İyi ki başımı sokacak bir evim var.

İyi ki evimde ısınmak için yakabileceğim ısıtıcılar var.

İyi ki üzerime örteceğim bir yorganım ve battaniyem var.

İyi ki oğlum, ailem yanımda.

Ve iyi ki yalnız değilim; iyi ki ...


Not: Umarım çok büyük hasarlar bırakmamıştır ardında bu doğal afet kıvamındaki fırtına !!!!!

16 Aralık 2010 Perşembe

DETOKS ve ZAYIFLAMA HAPLARI HAKKINDA !!!!


Bu gün evdeyim; planımda Av Mevsimi'ini izlemek vardı ama feci bir yağmur var buralarda, evden çıkmamaya karar verdim.

Televizyon açık ve sabah proglarından birini izliyorum bu yazıyı yazarken. ( İsim vermeyeyim de reklam olmasın:)))
Program konusu detoks !!!
Kendimi düşünüyorum sonra.
Hiç bir zaman zayıf bir bir çocuk, zayıf bir genç kız ve zayıf bir kadın ol-a-madım. 90 - 60 90 değildim yani :))))






Bir yaşımda bile 13- 14 kilo falanmışım.
Çocukluğumda aldığım bu kilolar belki de beni bu hale getirdi.

Çok şişman da değilim bu arada,  kendimi bildim bileli kilo almamak için yıllardır hep dikkatli olmaya özen göstermişimdir.

Fazla kilolarla barışık olmama nedenim özellikle anne tarafımda kalp ve tansiyon hastalarının  çok olması aslında.
Neyse genlerim de yüzüm gibi sevgili babacığıma benziyor da; şimdiye kadar böyle bir sorun yaşamadım çok şükür.

Bu yazıda uzun uzun detoksla ilgili bilgi verecek değilim.
Zaten ne olduğunu da tam bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum kaldı ki; meraklısı en iyi şartlarda internetten  bilgisini alır zaten...

Benim derdim detoks  gibi ve bir de zayıflama ilaçları gibi ilaçlarla kilo vermek yöntemi hakkında.
Bu bana çok anlamsız geliyor !!

Yediğimiz her yiyeceği dozunda tüketirsek ve sağlıklı beslenirsek bir de buna hafif bir spor ilave edersek zaten kendiliğinde kilo vermemiz ya da en iyi şartlarla kilomuzu korumamız mümkün.

Birkaç haftadır 3 - 4 kilo fazlam için sevgili Mehtap 'ın diyetini uyguluyorum.
Şa ana kadar 1,5 kilo verdim.
Kendimi çok da sağlıklı ve iyi hissediyorum.

Ben yapabiliyorsam herkes yapabilir bunu, e o zaman detoksa, lavmana, zayıflama ilaçlarına ne gerek var ki?

Durduk yere neden bozalım sağlığımızı ?

Zaten pamuk ipliği ile bağlı değil miyiz şu hayata?

Feci halde  dip not : Ne zamandır bu konuyla igili bir şeyler yazmayı planlıyordum.
Kısmet bu günmüş :)))

15 Aralık 2010 Çarşamba

DOĞALIM DOĞAL !

Kış mevsimi buralara aniden geldiğinden midir bilmiyorum, doğal bitki çaylarına fena halde kafayı takmış durumdayım !!

Öyle  marka olup da poşet içinde satılanlardan değil ama, ben kendi karışımımı kendim yapmalıyım diye düşünerek aktar aktar geziyorum bu sene.





Ekinezyalar, çubuk tarçınlar, zencefiller, papatyalar, ıhlamurlar  alıyorum sonra da mevsim meyvelerinden birer parça da içine karıştırıp demleyip içiyorum. ( Mandalinayı özellikle tavsiye ederim bu arada içine koymak için  :))

Psikolojik mi bilmiyorum, kendimi cidden dinamik hissediyorum.

Bu kışın trendi benim için belli oldu sanırım yaşasın doğallık, yaşasın bitki çaylarım !!!

13 Aralık 2010 Pazartesi

ÇİZMELİ KEDİ

Okumakta olduğunuz satırlar, giydiği sihirli çizmelerle zengin olan çizmeli kedinin masalı değil; hemen her kış aldığı çizmelere verdiği para yüzünden fakir olmaya aday bir kadının hikayesidir.




Kadın herkesin yaz kış tatile gitmek için can attığı, kış mevsiminin arada bir uğradığı, baharın hiç gitmediği, sıcağının yaşayanları bunalttığı bir güney kentinde yaşamaktadır.

Hal böyleyken, hiç utanma ve sıkılma yaşamadan, Ekim ayından Nisan sonuna kadar çizme giyen bu kadın, her yıl kış sezonu açıldığında ayakkabıcıların vitrinlerinde, kedinin ciğere baktığı gibi çizmelere bakarken yakalar kendini.

Çizme tutkusunun nereden geldiğini kendi de bilmez.

Evet; çocukluğu, ilk gençlik günleri İstanbul ‘da geçmiştir.

Onca soğuğa, kara ve yağmura rağmen o dönemlerde hep bot giymiş, çizmeye hiç sıcak bakmamıştır. Demek ki bu durum çocukluk halleri ile ilgili değildir.

Bu kadının yıllar önce yaşadığı şehirde satılan hiçbir çizmeyi beğenmeyip; “ – Hadi len, bunlar getiremiyorlar doğru dürüst çizme, çizme kışın çetin geçtiği yerden alınır” diyerek, akrabalarını görme bahanesiyle İstanbul’a gidip bir sürü çizmeyle dönmüşlüğü vardır !!!

Aslında kadıncağıza haksızlık da etmemek gerekir çünkü aldığı çizmelerini uzun yıllar giyebilmektedir. Onları özenle koruyup saklar , rutin şekilde boyar bakımını yapar.

En acı olan da kadının çizme zaafının farkında olmamasıdır. Bu yüzden kendini normal bir kadınmış gibi görür.

Kadının yedi yaşında bir oğlu vardır. Çocuk bazen boyundan büyük laflar etmektedir. Mayasında biraz komiklik de vardır çocuğun.

Bir sabah kadın oğlunu okula göndermek için hazırlarken çocuk ayakkabılıktaki çizmelere bakarak annesine döner ve “ – Bizim evin de çizmeli kedisi sensin anne “ der.

Kadın önce kahkahalarla güler; güler ama sonra düşünür, küçücük çocuk bile durumun farkındaysa eyvahlar olsun der.

Bu kış çizme falan almayacağına dair kendine söz verir.

Aslında iradesi sağlam, sıkı bir kadındır. Verdiği sözü tutar, arkadaşları, yakın çevresi de bunu bilir.

Kendini bu çizmeli kedi benzetmesinden birkaç gün sonra yine bir ayakkabıcı vitrininde yeni sezon çizmelere bakarken yakalar.

Vitrinde  siyah bir çizme  görür  beğenir ve işte o andan itibaren sözünü tutacağından emin olamaz.

Eve gelir, vitrindeki siyah çizmeyi unutmak için bu yazıyı yazar …

Evet, okuduğunuz satırlar çizmeli kedinin o bildik masalı değil, çizmeli kadının hikayesidir…

9 Aralık 2010 Perşembe

ARABADAKİ ÖKÜZLER ve GECE YARISI TAVLASI


Diyelim ki gece oldu?
İşten eve yorgun geldiniz.
Bir an önce dinlenmek istiyorsunuz ve o kadar yorgunsunuz ki televizyon programları da açmadı sizi, yatağa uzanıp, baş ucunuzdaki abajuru açıp  biraz  kitap okumak sonra da uyumak istediniz.

Saat 23.30 civarı olmuş bile, çok erken bir saat de değil. Gecenin o vakti birden bir şarkı  gelse kulağınıza  en acılı arabesk türünden hem de...

Ne yaparsınız?

Doğal olarak,, kim ki bu  öküz gecenin bu vaktinde diye fırlarsınız  yataktan, ballkondan baktığınızda  arabanın içinde oturmuş bir değil  iki öküz görürsünüz.

Gördüğünüz öküzler insandan bozma oldukları için,  içki de içebildiklerinden    ellerinde bira şişeleri vardır.
Peki şimdi  ne yaparsınız?

Polise haber verseniz, onlar gelene kadar arabadaki öküzler gitmiş olabilir, ya da polis uyarsa bile, öküz öküz olmaktan vaz geçer mi? Geçmez tabii !!

Yorgunluğunuzun üzerine bir de sinir olursunuz.
 
Tekrar uyumaya çalışırken apartmanınızın karşısında yedi gün yirmi dört saat hizmet veren bakkalınızın  yanındaki arkadaşlarıyla tavla oynamakta olduğunu görürsünüz bu sefer de.

Ne yaparsınız?

Benim gibi  öce saate bakıp, saatin 02. 30 olduğunu gördükten sonra balkona çıkar adamlara
" kardeeeş, gel de tavlanı bizim evde oyna bari, mecbur muyum senin zar ve pul sesini dinlemeye, şak şak şak diye  saat kaç saat?" şeklinde bağırabilirsiniz.

Sonra ne mi olur?

Uykunuz kaçar, sabaha kadar oturursunuz .

Ertesi gün  de zombi gibi dolaşırsınız gün boyunca.

Tıpkı bu gün bu satırları yazarken  olduğum gibi !!!!

5 Aralık 2010 Pazar

ZAMANA SİTEM

Aklım zamana sitem eder bazen.

Yılların bu kadar hızlı geçmesini kabul edemiyorum galiba.
Geçmişi bize hatırlatan üç şey olduğuna inanırım hep.
Albümler dolusu fotoğraflar, anılar ve bir de eşyalar.

Bu satırları yazarken yılların içinden geçiyorum sanki.

Bir vazo, bir saat ve içinde gül olan kenarları kesik cam çerçeve.

İstanbul'daki evimizdeyim şimdi.
Anneannem anneme kırmızı çiçekli  bir vazo getiriyor.
Özel bir gün mü, içinden mi gelmiş de almış hatırlamıyorum.
Çocuğum o zamanlar, annem çok beğeniyor vazoyu.
Salondaki sehpanın üzerine koyuyor.
Yıllar geçiyor, büyüyorum, anneannem bu dünyadan gidiyor.
Vazoyu Antalya'ya getiriyorum.
Aman diyor annem arkamdan, kırılmasın o vazo kızım, anneannenden hatıra.
Sanki vazo kırılırsa annemin de benim de yüreğimizden bir parça kırılacakmış gibi geliyor ikimize de.
Saklıyorum vazoyu yıllarca özenle, vazo kırılmıyor.


Yine İstanbul'dayım. Annemle Kadıköy'de geziyoruz.
İkimiz de mağazanın birinde gördüğümüz saati çok beğeniyoruz.
Hemen alıyor eve getiriyoruz.
Şapkalı saat diyorum ona.
Saatin şapkasının içinde iki tane ampul var.
Akşamları herkes uyuyunca salona geçip o saatin ışıklarında okuyorum kitabımı.
Kızkardeşimle aynı odayı paylaşıyoruz o zamanlar, odada ışık yakıp kitap okumamdan rahatsız oluyor da bizim kız :)
Sonra benimle Antalya'ya geliyor saat.
Oğlum doğduktan sonra hem saat, hem okuma lambası olarak kullanıyorum evimde.
Annemle birlikte aldık ya, İstanbul kokuyor ya özenle saklıyorum saati.


İçinde gül olan kenarları kesik cam çerçeve.
Kardelen bir kadının bana doğum günü hediyesi.
Vefasız kocası yüzünden üç oğlu ile ortada kalan, her şeye rağmen çocuklarını yetiştiren, onları  iş güç sahibi yapan, yaşadıklarına meydan okuyan bir kadın o.
Az bulunur onun gibileri, bu yüzden kardelen diyorum ona.
Bu kenarları kırık çerçeve doğum günümde kardelen kadından hediye gelmiş bana, güzel bir dostluğun başlangıcı olmuş yıllar önce.
Üç çocuklu kadın, artık  iki gelin bir de torun sahibi şimdilerde.

Diyorum ya zamana sitemim var benim.
Bu kadar hızlı geçmesini aklım kabul etmiyor.
Biliyorum ki üç şey insanı ayakta tutuyor, albümler dolusu fotoğraflar, anılar ve bir de eşyalar...

1 Aralık 2010 Çarşamba

CALVİNO'LU MİM

Aydanatlayan kedi'ciğim  bana çok güzel bir mim göndermiş.

Konu kitap olunca çikolata ve şekere dayanamayan çocuklar gibi olduğumdan, mim yazılarımı da yazmak için hep bir engel çıktığından sıcağı sıcağına cevaplamak istedim.

İşte Calvino'nun soruları, işte cevaplarım işte mim :


Okumana gerek olmayan kitaplar: Yeni dönem vampir kitapları

Daha önce okuman gereken kitaplar olmasaydı okumak isteyeceğin kitaplar: Oooo o kadar çok ki yazmakla bitmez.

Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar:  Mesnevi, Savaş ve Barış,Diriliş.

Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar: İnternet sayesinde hepsini bulabiliyorum. Bulamayacağım bir kitap olursa da Leylak Dalı yetişir imdadıma biliyorum:)

Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar: Şu anda üzerinde çalıştığım konu ile ilgili kitapları Anadolu Üniversitesi öğrencilerine dağıtıyor zaten.:)

Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar: Erken kaybedenler, Yeşil Peri Gecesi, çok yeni okumama rağmen Firarperest.


Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar : Bunun planını yapmadım ama TİRZA’yı yaza saklayacağım galiba…

Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar: Okumak istediğim bütün klasiklerin aynı yayın evinden olmasını ve kitaplığımda  bir arada yer almasını isterim.

Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar: Çılgın Kalabalıktan Uzak, Teneke Trompet.

Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar: Anna Karenina, Ölü Erkek Kuşlar, Ruhlar Evi.

Hep okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar: Mesnevi, Binbir Gece Masalları

Aslında ikisi de bir başından, bir ortasından, bir sonundan okuduğum için hiç bitmediler.

Bu mimi okudukları kitapları beğenerek takip ettiğim Leylak Dalı ve Lale' ciğime bir de Mavi Anne Ye göndereyim, yazmak isterlerse elbette :)

30 Kasım 2010 Salı

NE KİTAPSIZ NE PARFÜMSÜZ!!

Benim gibi kaç kadın vardır acaba?
Parfümsüz ve kitapsız yaşayamayan!



Geçen gün sevgili arkadaşım F ile konuşurken fark ettim de, kadın kadına sohbetlerimiz ya parfüm ya kitap üzerine. Sonra düşündüm aslında parfüm ve kitap arasında o kadar çok benzerlik var ki.

- İkisini de hem internet üzerinden hem de dışarıda bir yerlerden satın alabiliriz.
- İkisinin de gerçeği kadar taklidi mevcut ve bu taklitler bazen o kadar iyi oluyor ki asıllarını aratmıyor.  ( Tabii gönlüm her zaman ikisi için de asıllardan yana )
- İkisinin de iç bayıltanı da var, çok beğenileni de.
- İkisi de insana özellikle kadına kendini iyi hissettirebillir.
- İkisini de satın almak keyiflidir.
- İkisi de hem yazma hem konuşma konusudur.

Kırk yıllık hayatımda vaz geçilmezim gerçekten kitaplarım ve parfümüm olmuş benim.

Eh hadi bakalım, bu kadar yazdıktan sonra alışverişe çıkınca kendine  bir parfüm ve bir kitap almaz mı insan?

28 Kasım 2010 Pazar

TEMBEL MİMCİ !!




Mim yazılarını seviyorum. Yazma konum azaldığında can simidim oluyorlar benim.

Nedense MİM yazıları ile ilgili bir sorun yaşıyorum, bu tesadüf mü değil mi bilmiyorum.
Ne zaman bir MİM gelse cevaplamaya zamanım olmuyor.
Şu an olduğu gibi.

Aydanatlayan kedi bana geçen günlerin birinde gönderdi az sonra yanıtlayacağım mimi.
Oturup da yazma fırsatım olmadı bir türlü. Şu anda üç işi bir arada yapıyorum; ocakta yemek var, ders notlarım yan masada ve mim yazıyorum.
Pazar günü ütüsünden falan hiç söz etmeyeyim. Yine iki ayağımı bir  papuça sokma günümdeyim:)
Neyse çok uzatmayayım işte mim soruları :

En sevdiğiniz kelime: Bahar

Nefret ettiğiniz kelime: Bilmiyorum veya bakarız !!!

Ne sizi heyecanlandırır: Yeni ve güzel olan her şey

Heyecanınızı ne öldürür: Yapmak istediklerimin engellenmesi veya engelenecek sözler söylenmesi.

En sevdiğiniz ses: Bülbül sesi

Nefret ettiğiniz ses: Her türlü alarm sesi otomobil veya iş yeri fark etmez !!

Hangi mesleği yapmak istemezsiniz: Ağır sanayi işlerini

Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz: Çok iyi resim yapmak isterdim.

Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz: Kendim olmaktan memnunum:)

Nerede yaşamak isterdiniz: İzmir

En önemli kusurunuz: Sakarlığım

Size en fazla keyif veren kötü huyunuz: Yine sakarlığım

Kahramanınız kim: Dayım

En çok kullandığınız kötü kelime: Başkasına değil kendime kullanırım “ aptal “

Şu anki ruh haliniz: Mutedil dalgalı

Hayat felsefenizi hangi slogan özetler: İyi yaşa ve giderken ardında iz bırak

Mutluluk rüyanız: Sevdiklerimin yanımda olması ve huzur

Sizce mutsuzluğun tanımı: Huzurun olmadığı her an mutsuzluktur.

Nasıl ölmek isterdiniz: Birden bire, hiç sağlık sorunu yaşamadan.

Öldüğün zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz: Sen de geldin sonunda, gel bak beraber bakalım biten hayatına, ne güzel yaşamışsın, ne güzel anılar bırakmışsın ardında.

Bu mim benim sayfamdan çıkıp ; Zuzuların Annesi Banu 'ya ve Çilekli Reçel 'e gitsin:)





26 Kasım 2010 Cuma

YAĞMUR VE FİRARPEREST

Bu gün sabahtan beri yağmur var Antalya'da.
Özlemişim yağmuru.

Yağmurlu havalarda ruhumun özgürleştiğine  inanırım hep.
Bunun için üçümüz; şemsiyem özgür ruhum ve ben uzun uzun yürürüz yağmurlu havalarda.
Şemsiyem neden sonra eşlik eder bize, önce birazcık ıslanmalıyım yağmur altında.

Az önce de böyle yaptım.
Uzun uzun yürüdüm. İri damlalar halinde yağıyordu yağmur, kendime getirdi beni.

Yarın oğlumun arkadaşlarından birinin doğum günü.
Bu bahaneyle kitapçıya attım kendimi.
İki tane çocuk kitabı aldım hediye olarak, içine ayraçlarını da koydurdum.
( Kitapları kıvırmasın çocuklar, şimdiden alışsınlar ayraç kullanmaya diye )

Kitapçıya gidip de kendime kitap almasam olur mu? Olmaz tabii.
Elif Şafak'ın yeni kitabı FİRARPEREST' i aldım.
Sanırım Firarperest dün akşam sıkıntıyla okuyup bitirdiğim LÜSYEN'in üzerine ilaç gibi gelecek.

Gözlüklerim yapılmış, provaya da gitmiştim zaten. Birazdan kavuşacağım onlara.

Eee, hafta sonuna girerken daha başka ne isterim?
Gözlüğüm, kitabım ve Antalya'da yağmur.
Küçük mutluluklar bunlar; bence zenginlik budur ...

MASA ÜSTÜ BİLGİSAYARIM DİZ ÜSTÜNE KARŞI



Bir kaç zamandır niyetim vardı. Bilgisayarımı yenilemek istiyordum.

Masa üstü bilgisayarım çok yorulmuştu ve onu emekli etme zamanım gelmişti.

Blog arkadaşlarım bilir, yılda en az bir kez çöken bir masa üstü bilgisayarım var benim.
Böyle olunca, uzuuuun uzun araştırmalarım sonunda bir diz üstü bilgisayar aldım kendime.
( Uzun uzun araştırdım çünkü o kadar çok seçenek var ki, teknoloji konusunda kendimi geri kalmış bile hissettim yani, 2 GB, 3 GB, i500 işlemci falan yahu bunlar ne? )
Neyse diz üstünü aldık sonunda, internet bağlantısını da yaptık ve bilgisayarımı kullanmaya başladım.
İlk gün kullandıktan sonraki şahsi düşüncem şu oldu; Diz üstü bilgisayar kullanmak, Murat 124 marka otomobili kullanmayı bırakıp Mercedes kullanmak gibi bir duyguydu.

Hele oğlum yeni sürüm paintte resim yapmaya bayıldı.

Bir kaç gün sonra içinde bulunduğum diz üstü hallerinden çok memnun olsam da masa üstü bilgisayarımı özlediğimi hissettim ?????!!!!!!

Geçen gün oturdum onun başına, tıkkıdı tıkkıdı yazılaırmdan birini yazdım.
Sonuç mu?
İkisini de seviyorum galiba :))

Evet diz üstü gerçekten son model bir araba gibi ama ben sanırım eskileri de hemen atamıyorum.
Şimdi ikisi yanyana duruyorlar.

Çocukken oyuncaklarımın aralarında konuştuğuna inanırdım ben.
Belki de iki bilgisayar aralarında konuşuyorlardır.
Masa üstüm diz üstüne : - " Bak kardeş bu kadın bilgisayar başından hiç kalkmaz, dikkat et kendini fazla yorma " diyebilir.
Diz Üstü de altta kalır mı hiç?
- " N'apalım abi görevimiz bu bizim, hem ben senden daha gencim. "
diye cevaplayabilir onu.

Masa üstü duruma sinirlenerek ve yaşlandığının yüzüne vurulmasından rahatsız olarak;
- " Hıh şımarık n'olacak, senin yaşın kadar benim hayat tecrübem var !!! " diyebilir kıskançlıkla karışık bir hüzünle.

Neyse onlar böyle atışıp dursunlar benim söylemek istediğim tek bir cümle var :

- YAŞASIN TEKNOLOJİ !!! !!!! -

24 Kasım 2010 Çarşamba



" Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.

Öğretmenden eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kaabiliyetini kazanmamıştır.

Ona basit bir kitle denir, millet denemez.

bir kitle millet olabilmek için, mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır... "


Bu yaşıma kadar yoluma ışık tutarak hayatımda iz bırakan tüm öğretmenlerim gibi, öğretmenlik yaptığım yıllar içinde bir tek öğrencimin bile hayatında iz bırakabildiysem bundan onur duyarım.


Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.



22 Kasım 2010 Pazartesi

SEVGİLİ GÖZLÜĞÜM


Hiç aklıma gelmezdi gözlüğümü özleyeceğim, hatta onu bu kadar çok sevdiğimin bile farkında değilmişim.


Meğer sevgili gözlüğüm benim herhangi bir organım gibi ayrılmaz parçam olmuş da haberim yokmuş.


Bayram öncesi oğlumla göz doktoruna gitmiştik.


Muayene sonrası benim miyop ve astiğmat gözlerime bir de yakın gözlük numarası eklendiğini söyledi doktorum.


Yakın gözlüğünü erken takacaksınız demişti

zaten bir kaç yıl önce.


O zaman bu zamanmış, ben de hemen bayrma ertesi gözlükçüme gittim bu gün.


Meğer bu tür gözlükler özel yapıma giriyormuş ve yapımı uzun sürüyormuş.


Ben eski çerçevemden de ayrılmak istemediğim için sevgili gözlükçüm gözlüğüme bir hafta süreyle el koydu.


Ben şimdi, düz yolda yürürken tökezleyen, bırakın kitap okumayı gazete bile okuyamayan, bilgisayarın başında fazla zaman geçiremeyen ama bunun için direnen bir zavallı kadın oldum.


Bu yazıyı bile birkaç kere kontrol ederek yazıyorum.


Ömrüm uzun olursa yaşlılık hallerimi çok merak ediyorum...

Sevgili gözlüğüm seni çok seviyorum, çok özlüyorum...


21 Kasım 2010 Pazar

PİNOKYO MUTLU, ÇOCUKLAR MUTLU BİZ MUTLU ...



Aynı sınıfta okuyan çocukların okul dışında da görüşmesi gerektiğine inanan bir anne oldum ben.


Bunun çeşitli avantajları var bana göre ;
- Çocuklar dışarıda da birlikte bir şeyler paylaşmayı öğreniyorlar,

- Birlikte dışarıda da güzel vakit geçiriyorlar,

- En önemlisi bu durum okul hallerine yansıyor, birbirlerine karşı daha anlayışlı, daha paylaşımcı oluyorlar...


Yazdan kalma, sonbahar hallerinden bile uzak bir hava vardı bu gün Antalya'da.

Biz de oğlumun sınıfından bir kaç arkadaşı ve anneleri günü değerlendirelim istedik.

Çocukları önce Pinokyo adlı çocuk oyununa götürdük.

( Bu arada Antalya Devlet Tiyatrosu şahane oyunlar sergiliyor bu sezonda da )

Tiyatro zaten 55 dakika sürdüğü için çıktıktan sonra da açık havada, parkta dolaştırdık onları.
Oğlum gitmeden önce çok heyecanlıydı, arkadaşlarıyla buluşunca da çok mutlu oldu.
Meğer diğer arkadaşları da sabah aynı heyecanı yaşamışlar evlerinde.

Keyifli bir gün oldu hepimiz için.
Eve döndüğümüzde ertesi gün okul ve iş hayatı başlıyor olmasına rağmen hepimiz mutluyduk...









19 Kasım 2010 Cuma

SON BAYRAM GÜNÜ ANATOMİSİ


Dingin ve sakin geçen son bayram gününde evdeki kız penguenle erkek penguenin yoğun ısrarı üzerine Harry Potter'a gitmek durumunda kaldım.
Aslında amacım onları Harry ile başbaşa bırakıp Çağan Irmak'ın son filmi "Prensesin Uykusu"nu tek başıma izlemekti ama sinemadaki görevliler " Ebeveynsiz olmaz hanfendi" diye buyurunca mecburen Harry'nin sondan bir önceki filmini izledim işte.
Çocuklar pek keyif aldılar filmden.
Bana gelince;
1- Harry'nin gözlüklerine hayran oldum, o ne kırılmaz gözlük öyle arkadaş büyü mü yapıyordur nedir gözlüğe, bir şey olmadı.
2- Harry'nin kız arkadaşı Harmione'e sinir oldum, o ne soğuk kız öyle !!
3- En çok cin cüceyi sevdim zavallım helak oldu Harry'e yardım edebilmek için, sonu da kötü oldu zaten.
Filmin en hoş hikayesi alacakaranlıkta yürüyen üç erkek kardeşin hikayesiydi.
Ee bunu anlatırsam 2,5 saatlik filmi anlatmış olurum.
Meraklısı izleyecektir zaten.
Benim merakıma gelince, evet film güzeldi ama ben galiba Harry' ye falan pek meraklı değilim.
Kız penguenimle erkek penguenim mutlu oldular ya kısa günün kârı bu oldu bana:)
Bilmem keyif alıp almadığımı anlatabildim mi?

17 Kasım 2010 Çarşamba

MUTLU PENGUENLER GİBİ


Bu bayram resimdeki penguenler gibi hissediyorum kendimi.

Dingin, hafif, huzurlu.

Yavru penguenimle birlikte lunapark macerası yaptık bu gün.
O kadar çok eğlendi ki ben de onun sayesinde çocuk oldum yeniden.

Bayram zaten onlara geliyor.
Benim mutlu ve hafif hissetme nedenime gelince; bayram olmasına rağmen büyük bir kararlılıkla diyete başladım.
Mevsimlerden Roma Mehtap Hanım'ın şahane diyeti sayesinde huzurluyum gerçekten.
Gerçi listeye adımı yazdırmakta geciktim ama olsun uzaktan takip edeceğim, kararlıyım.
Galiba sadece diyet yaparken değil, her koşulda mutlu olmanın yolu kararlı olmaktan geçiyor. . .

15 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAM TATLISI KIVAMINDA !



Mutlu bir bayram olsun bu bayram.

Sokaklar kan gölüne dönüşmesin.

Trafik canavarı kara yollarından uzak olsun.

Kimsenin keyfi kaçmasın.

Bayram tatlısı kıvamında geçsin bayram tatilimiz.

Bayramınız kutlu olsun ...

















































14 Kasım 2010 Pazar

TEMBEL BİR TATİL GÜNÜ VE MİM


Bazı günler vardır, tatil günüdür ve siz o kadar yorgunsunuzdur ki, günün anlam ve önemine uygun bir şekilde tembelik yapıp evden hatta girdiğiniz battaniyenin altından çıkmak istemezsiniz.

Sanki o gün, sizin tüm yorgunluklarınıza derman olacak ve gün bitip giderken de üzerinizden ayların, günlerin yorgunluğunu atmış olacaksınız gibi hissedersiniz kendinizi.

Eğer hava da biraz kapalıysa, gökyüzündeki bulutlar yağmura dönüp dönmemekte karar veremiyorsa bu tembellik durumu daha da kışkırtıcı hale gelebilir.

Bu gün tam da böyle bir gün oldu benim için.

Sanki bayram hazırlığı falan yapacak olan ben değilmişim gibi günümü tembelliğe ayırdım.

İyi de oldu, okumakta olduğum kitabımı yarıladım. Kitaplığımdaki diğer kitaplar bir an önce okunmak için sıraya dizilmiş beni bekliyorlar çünkü.


İşte böyle bir zamanda aydanatlayan kedi nin bana gönderdiği mimi gördüm.

Konu kitap olunca akan sular duracağı için battaniyenin altına benimle birlikte giren tembelliğimden izin istedim.

Mim kısaca şöyle : "Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.
Kuralları:
- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
- Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
- Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez."


Kitaplığımın önündeyim işte.

Gözlerimi kapattım, derin derin nefes aldım.

Seçtiğim kitaba baktım : KÜRK MANTOLU MADONNA
1996'da İstanbul'dan almışım.
Kız kardeşimin düğününe gittiğimiz zamandı.

"Düğün telaşı sırasında bile kitaptan vazgeçemiyorsun yani " diye annem ve teyzemden kınama cümleleri işitmiştim ama kimin umrunda?
Kadıköy'deki sahaflardan birinden almıştım.
Aynı sahaftan bir de " RÜZGAR GİBİ GEÇTİ" yi almıştım ama ne yazık ki mim için ellerim onu seçmedi.

Neyse çok fazla şey hatırladım galiba, biraz daha yazarsam düğün töreninin ayrıntılarını da vereceğim. Mim kuralını bozmayalım.

Veee, işte 55. sayfadan bir paragraf : "Resmi masanın üzerine bıraktım. Gözlerimi kapayarak sergideki tabloyu düşündüm.Orada tasvir edilen insanın hakikatte de mevcut olduğuancak bu anda aklıma geldi.
Öyle ya, ressam kendi resimini yapmış olduğuna göre bu harikulade kadın aramızda dolaşmakta, siyah ve derin gözlerini toprağa veya karşısınadakine çevirmekte, alt dudağı biraz büyükçe olan ağzını açarak konuşmakta, hulasa yaşamaktaydı. onu herhangi bir yerde görmek mümkün olabilirdi... Bu ihtimali düşününce ilk duyduğum his, büyük bir korku oldu.
Benim gibi hayatında hiç macerası olmayan bir erkeğin ilk defa böyle bir kadınla karşılaşması hakikaten korkunç olurdu. "

Eveet, şimdi sıra mimi postalamaya geldi.
Bu mim "Yaşamın Kıyısında" ya, "Mavi Anne" ye ve "Buğday Tanesi" ne gitsin ...

12 Kasım 2010 Cuma

SONBAHAR ŞIMARIĞI



Mevsim geçişlerinde, özellikle yazdan sonbahara geçerken şımarırım ben.

Hatta özellikle kendimi şımartırım.

Antalya gibi sıcağı saç tiplerinize kadar hissettiğiniz bir şehirde yazın bitmesi, son baharın gelmesi hem iyi gelir hem de insanı kışkırtır da ondan.

Dün kendimle başbaşaydım. Antalya kazan ben kepçe.

Sonbaharın hüznünü içime çeke çeke dolaştım sokaklarda.
Bulutların arasından muzipçe göz kırpan güneşle birbirimize gülümsedik.

Kimseler duymadan, “ Yaz aylarında sana kızsam da sen olmazsan olmuyor bilesin “
Diye fısıldadım kulağına …

Olmazsa olmaz kitapçılarıma gittim.

Yeni kitap almadım çünkü saydım tam 13 tane okumam gereken kitabım var evde.

Hafta sonu oğlumla gideceğimiz sinema organizasyonunu belirledim.

Eve dönerken gün bitmeye yüz tutmuş güneş çoktan gitmişti.

Sarı sonbahar yaprakları ve kendime kaçarak yaptığım sonbahar şımarıklığı birkaç gündür derbeder olan ruhuma iyi gelmişti…

10 Kasım 2010 Çarşamba

SEN YOKSUN

images1
images Sen yoksun ya özellikle bir kaç yıldır ürkek serçeler gibi hissediyorum kendimi.

Işığın ışığımdır yolumu aydınlatır biliyorum.
Gücün güç verir bunu da biliyorum.

Yine de yoksun ya yüreğimde buruk bir acı, gözlerim nemli.

Akşam oğlumla konuştuk seni.

O bıdık - " Neden seviyorum Atatürk'ü biliyor musun anne? Uçurumun kenarından alıp kurtarmış ülkemizi" dedi bana.

Bu sabah da kahvaltı yaparken ; " - Anne var ya alfabeyi de Atatürk getirmiş ülkemize, o olmasaydı ben eski harflerle hiiiç okuma yazma öğrenemezdim herhalde " dedi.

Gülümsedim ona gözlerim dolu dolu .

Güç verdi bana o küçük çocuğun kurduğu cümleler.

Küçük çocuklar daha iyi anlıyorlar seni büyüklerden. Belki bu biraz umutsuzluk bulutlarını kaldırıyor üzerimden.

Sen yoksun ya, bu gün dokunmasın kimse bana.

Her yıl olduğu gibi bu gün sessiz kendimle ve senle kalayım.

Seni, bu ülke için yaptıklarını, bize bıraktıklarını saygı, sevgi ve özlem ve minnetle anayım...

9 Kasım 2010 Salı

NEWYORK'TA BEŞ MİNARE

273365
Artık alışkanlık haline geldi.

Ne kadar eleştirsek de Mahsun Kırmızıgül yeni bir film yaptığında mutlaka izlemem gerekiyor duygusuna kapılıyorum.

Bu düşünceden hareketle pazar günümüzü bloğumun müdavimi sevgili yeğenim Melis'le birlikte Newyork'ta Beş Minare'ye ayırdık.

Çoğu izleyici benim gibi düşünüyor olmalı ki öğle saatleri olmasına rağmen salon hayli kalabalıktı.

Vizyonda yeni olduğu için filmin konusunu uzun uzun anlatmak istemiyorum.

Film İstanbul - Newyork arasında geçiyor. Ara ara elini Bitlis'e de uzatmış, aslında Bitlis belki de filmin konusunun çıkış kaynağı.

Oyuncuları başarılı buldum.
Özellikle Haluk Bilginer filmin lokomotifi gibiydi. Muhteşem oyunu ile filmi son karesine kadar götürdü.

Mustafa Sandal, Salih Kalyon, Zafer Ergin, Engin Altan Düzyatan' ı da ayrıca kutlamak gerek.

Filmin son sahnesinde Suna Selen gibi bir sanatçıyı görmek çok özeldi.
Suna Selen'in muhteşem oyunu da izleyiciye hediye olmuş sanki.

Aksiyon sahneleri biraz abartılı gibi geldi bana.

Sonu diğer filmlerinde olduğu gibi bitti. Mahsun Kırmızıgül izleyiciyi şaşırtmaktan keyif alıyor olmalı.
Bende ise filmden geriye kalan Haluk Bilginer'in muhteşem performansıyla sergilediği oyunda söylediği şu cümle oldu : Doğduğunda ezanın okunur ama namazın kılınmaz.
Ölünce de namazın kılınır ama ezanın okunmaz
Ve “Hayat ezan ile namaz arası kadar kısa” dır ...

7 Kasım 2010 Pazar

TÜRKÜM DOĞRUYUM ÇALIŞKANIM ...

148321_1569154081530_1615806184_1325274_7135343_sBirinci sınıflarla kavga etmişler.

Kendince haklı, gelmiş bana anlatıyor olanları.

Yeri geldiği zaman hakkını aramasını ama kavganın hiç de iyi bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyorum ona. Hem de kavga yaptıklarının kendinden küçük sınıflar olduğunu bu nedenle arkadaşlarını koruması gerektiğini söylüyorum.

Bana şöyle cevap veriyor :- - " Evet anne, biz her sabah andımızda söylüyoruz zaten - Türküm, doğruyum çalışkanım, ilkem küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak yurdumu milletimi özümden çok sevmektir ... " diye bir çırpıda ANDIMIZI okuyor.
Küçük aklıyla " Küçüklerini Korumak" la ilgili kurduğu bağlantı için seviniyorum.

O arada devam ediyor : - " Öğretmenlerime de saygılı davranmalıyım di mi anne - büyüklerimi saymak diyoruz ANDIMIZDA çünkü " diyor.

Anneyim ya mutlu oluyorum bu küçük sohbetten.

Cumhuriyet Bayramı'nda gün boyu elinde Atatürk Resmi ile dolaştığı için zaten gurur duymuştum oğlumla. Tabii kendimle de.

Çünkü ben bu çocuğa konuşmaya başladığı andan itibaren Atatürk'ü anlattım halen de anlatıyorum anlayabileceği şekilde.

Bu gün okuduğum haberle yüreğim burkuldu, sustum, konuşamadım bir süre.

Sesimi klavyeme emanet ettim ve anladım ki çocuğu evde yetiştirmek yeterli değilmiş.

Onun kendine pay çıkarttığı, her sabah coşkuyla söylediği Andımız ve İstiklal Marşı'nın söylenmesi okullardan kaldırılacakmış.

Tanım çok tuhaf zaten.

Zorunluluk olmaktan çıkacak ifadesi kullanılyor.

Oysa o minik yürekler her gün aynı coşkuyla söylüyorlar

5 Kasım 2010 Cuma

SÜRPRİZ DÜĞÜN

11941570
Aslını ararsanız ne Deniz Akkaya ilgilendirir beni, ne 11 aylık kızı, ne de kızının babası.

"Eee o zaman bu yazıyı niye yazıyorsun?" diye sorabilirsiniz.

Sabah sabah elime aldığım gazetelerde Deniz Akkaya'nın kızının babasının başka biriyle sürpriz bir şekilde evlendiği ve düğünü de Deniz'e nispet olsun diye Deniz Akkaya'nın evinden görebileceği bir otelde yaptığı yazıyordu.

Haddim değil ama bazen yazılı basını mahalle aralarında dedikodu yapan teyzelere benzetiyorum.

Bu ne anlamsız bir durumdur ki insanların özel hayatı bu kadar deşifre oluyor. Üstelik ortada bir çocuk varken.

Belli ki sıkıntılar yaşanmış bu ilişkide.
Üç tane taraf var, biri çocuğu ile başbaşa kalmış bir kadın, biri çocuğun babası bir de yeni gelin.
Zaten mutlaka bir biçimde ortak karar verilmiştir, "nispet" li haber yapıp, "nispet" yapmaya ne gerek var ki?

İnsanlar birlikte olur, ayrılır, çocuk yapar veya yapmaz başkasıyla evlenir, ya da evlenmez çünkü hayattır bu ve yaşanmalıdır. Bunu tutup da amiyane bir biçimde haber yapmak hiç etik değil.

İnsan olduğumuzu unutmasak ya da hiç değilse zaman zaman hatırlasak hayat belki daha yaşanılası olurdu !!!

4 Kasım 2010 Perşembe

UZUNLAR KISALARIN KÖLESİDİR

wonder_woman_day_submission_1_by_fourpanelhero-d2z9d2pUzun boyum, güzel huyum :)

Boyumdan çektiğimi hiç bir şeyden çekmedim şu dünyada.

Kimi zaman avantaj ama kimi zaman da dert olmuştur uzun boyum bana.

İlkokul birinci sınıfa 5 yaşımı doldurduğum yıl başladım. -O zamanlar okula başlama yaşı 7 idi.- Annemle babam "elinden defter kalem düşmüyor boyu da uzun bu kesin ilk okulu kıvırır, becerir" diye düşünmüş olmalılar ki, erken okula vermişler beni.

Ne kötü bir şey sınıfın yaşça en küçüğü olduğum halde bütün sınıf bana abla derdi ve ben aslında o kadar küçüktüm ki öğretmenime abla derdim:)..

Babamla parka gitmeyi çok severdim, onun için hafta sonunu iple çekerdim.

Parka yaklaştığımızda koşa koşa salıncaklara giderdim önce.

Daha salıncağa binip beş dakika sallanmadan, teyzeler gelirdi yanıma, bilmiş bilmiş bakarladı yüzüme :- “ Kocaman kız olmuşsun utanmadan hâla salıncağa biniyorsun, in bakiiim salıncaktan da kardeş binsin birazcık. - Kardeş dediği de ilk okul 2’ye falan giden bir kardeş -, benden büyük yani.

Nereden bilsin kadınlar çocuğun boyu uzun işte.

Yıllar sonra oğlumla birlikte Moda’daki çocuk Parkına gidince burnumun direği sızlaması bundan mıdır acaba?

Annem perde ve tülleri yıkadığında bana astırırdı hep.
Dayıcığım bu durumu “ Uzunlar, kısaların kölesidir “ şeklinde özetlese de, perde ve tül yıkanan günler hep kabusum olmuştur.
Hoş yıllar sonra da değişen bir şey olmadı. Evde halen perdeleri ben asıyorum.

Sınıfın en arka sıralarında ben otururdum. Bayramlarda mutlaka törenlerde bayrak ya da flama taşırdım. Bu ben ve benim gibi bir iki arkadaşım için büyük sorumluluk ve değişmez görevdi. Gerçi bu görevi her zaman severek yerine getirmişimdir.

Annemin, anneannemin uzanamadığı raflara, dolap tepelerine uzanmak, dolap içinden eşya almak ya da eşya koymak sırasında aranılan tek kişiydim.

En çok da yaşımın büyük göstermesine içlenirdim.

İlk okul üçüncü sınıfa giden beni, ortaokul üçe gidiyorum zannederlerdi. O koca boyumla ilkokul 5. sınıfta siyah önlük beyaz yakalı okul giysilerimi giymek zor gelirdi bana.

Yıllar sonra boyumun avantajını da kullandım tabii.

Hamilelikten sonra 80 kiloya kadar çıktım.
Başka bir bedende obezden hallice görülebilecek bu durum bende sadece balık eti görünümü yarattı:)

Eee sorun bakalım ben bu yazıyı niye yazdım?

Az önce alışveriş yaparken çok güzel topuklu ve şık bir çizme gördüm.
Çizmeyi giydim boyum 10 santim daha uzadı kendimi leylek gibi hissettim ve almaktan vazgeçtim tabii çizmeyi.

Ne yapayım sağlık olsun.
Uzun boyum alınma sakın Seni hep sevdim aslında, sevmeye de devam edeceğim :)

Fotoğraf : www.deviantart.com

31 Ekim 2010 Pazar

REYTİNG MAKİNESİ

tpaojatxnjzknx0nllco Bizim evde yıllardır bir reyting makinesi var.

Küçük, fazla büyük bir şey değil.

Küçük olmasına rağmen tahminleri inanılmaz tutuyor.

Onun derecesini yüksek tuttuğu diziler kesinlikle birkaç sezon oynuyor.

İtiraf etmem gerekirse, başlangıçta beğenmesem bile, evdeki reyting makinesine göre sonradan beğendiğim diziler de oldu benim.

Bizim makinenin tahminleri ilk kez Avrupa Yakası ile başladı.

O zamanlar daha da küçüktü. Müziği onu çok etkilerdi.

Dizi başladığı zaman salonun ortasında müzik eşliğinde dans etmeye bayılırdı.

Ondaki bu hoş tepki Avrupa Yakası’nı izleme nedenimdir.

Kavak Yelleri’ nin ilk başladığı günü hatırlıyorum, kumanda elimdeydi ve kanal değiştirmeye hazırlanıyordum ki, minik makine engel oldu.

Yine dizi müziği eşliğinde dans etmeye başladı.

O gün bu gündür Kavak Yelleri birkaç sezondur devam ediyor.


Oğlumdan söz ediyorum, ciddi bir reyting ölçer o.

Özellikle, son iki yıl içindeki reyting tahminleri de muhteşem.

Akasya Durağı, Geniş Aile veee geçen sene de tahmininde yanılmadı Türk Malı.

Haa, bu arada, Adanalı ve Arka Sokaklar da var tabii ama bu iki dizi bizim evdeki RTÜK'ün hışmına uğradı. Evdeki RTÜK başkanı da ben oluyorum bu arada:)

Eğer Televizyonun karşısına geçip de bir diziyi gözünü kırpmadan izliyorsa ve asla kanal değiştirmiyorsa o dizi mutlaka tutuyor, reytingleri tavan yapıyor.

Ancak bazı eleştirileri de var dizilerle ilgili.

Paylaşayım da içimde kalmasın :

Akasya Durağı’ nı izliyoruz bir kelimeye takılıyor oğlum :
- “ ÇÜŞÜNÜZ ne demek anne? Ayıp bir şey mi? “
Aynı şey Türk Malı’nda oluyor :

- “ Annecim, ALLAH BELANI VERSİN ne demek, ALLAH BELANI VERMESİN ne demek? Hangisi daha kötü?"

- “ O HA” ayıp bir kelime mi anne? " ( Bu hangi dizideydi hatırlamıyorum )

Ayrıca;

- “ Aaa anne Bihter ölmemiş bak başka diziye geçmiş, Behlül de Ezel’de oynuyor zaten “

- “Aman anne şu Kavak Yelleri’nde Aslı ile Efe ne zaman karşılaşacak yaa, ben çok sıkıldım. “
- " Anne var ya şu Küçük Sırlar'ı sırf SU için izliyorum ":)
Eee, ben bu yazıyı niye yazdım?
1- Çocuk deyip geçmemek lazım, her şeyin farkındalar.
2- Argo veya argoya yakın kelimeler dizilerde daha az kullanılırsa televizyon gerçek amacına ulaşır mı?
3- Bir çocuğun anlayabileceği diziler bu kadar reyting rekoru kırabiliyorsa çocuklar mı çok akıllı, biz mi daha basit düşünür olduk?

27 Ekim 2010 Çarşamba

HAK VERİLMEZ ALINIR HEM DE SÖKE SÖKE !

57 Oğlumla yazın yaşadığımız bana Ağustos ayını zehir eden bir yüzme kursu maceramız vardı bizim.

Oğlum 4 haftalık yüzme kursuna sadece iki kez gidip havuzda 10'ar dakikadan fazla kalamadığı ve akabinde rahatsızlandığı için kursa devam edemediği halde, ücret iadesini istedim diye bana bir sürü olay çıkartan bir kuruma ağustostan beri savaş açtım ben.

Tek başıma !! Arkamda hiç bir tanıdık sırt, ya da torpil olmadan.

Bu gün de şikayetimi Tüketici Mahkemesi'ne taşıyorum.

Sıradan bir vatandaş olarak hakkımı arıyorum.

Kazanırsam ne ala, kazanamasam da önemli olan susmamak ve iyi savaşmaktır en azından karşı taraf mahkemelik olduğunda bunu anlayacaktır !!!

Bu yaşadıklarım susan ya da susturulduğu için hakkını arayamayan tüm tüketicilere emsal olsun.

Hadi bakalım rast gelsin, hakkımızı vermeseler bile biz arayıp bulalım.

25 Ekim 2010 Pazartesi

OLABİLİYOR!!

pinguin

Benim için birkaç gün önce önemli olan bir konunun birkaç gün sonra önemi kalmayabiliyor.

Yıllar önce büyük bir beğeni ile okuduğum bir kitabı yıllar sonra tekrar okuduğumda okuduklarım bir şey ifade etmeyebiliyor.

Büyük bir keyifle hazırlayıp beğenerek yediğim bir yemek birkaç tekrardan sonra aynı lezzeti vermeyebiliyor.

Eski iş yerimde arkamı döndüğüm anda kuyumu kazdığını bildiğim biriyle yıllar sonra karşılaştığımda, içimde ona karşı kin veya nefret gibi hiçbir duygu kalmayabiliyor.

Yaz aylarında beni bunalttığı için köşe bucak kaçtığım güneş, sonbahar bulutlarının arasından başını uzattığında beni mutlu edebiliyor.

Hiç ummadığım bir anda yediğim bir dilim çikolatalı pasta, kilo alma korkusuyla pişmanlık uyandıracağına çocuk gibi sevinmeme neden olabiliyor.

Uykusuz geçen bir gecenin ertesi gününde enerji içeceği içmiş gibi dinamik olabilirken, çok güzel uyuduğum bir gecenin ertesi günü tembellikle geçebiliyor.

Yazma tutkumun bana kazandırdığı blog arkadaşlarımla bu kazanımı ete kemiğe büründürdüğüm an, sadece yazılarından tanıdığım blog arkadaşlarım kırk yıllık dostum gibi olabiliyor.

Kırk yıllık dostum dediklerimin bazıları dost hanemde yıllar geçtikçe eksiye düşebiliyor.

Nedir bunun adı?

Hayat böyle bir şey mi?

Yoksa bunlar insanlık halleri mi?

20 Ekim 2010 Çarşamba

HEY GİDİ HALİT AMCA

antalya-15_buyk

Uzak denizlerin kaptanıydın sen benim çocukluğumda.

Çocukluk arkadaşlarım olan iki kızın için " iki kızım iki gözüm" derdin.

Kaptandın ya, dünyayı dolaşıp duruyordun ya, kahramandın gözümüzde her daim.

Dün seni yıllar sonra hasta yatağında gördüğümde bunları düşündüm.

Çok az zamanın kalmıştı.

Üstelik gideceğinin sen de farkındaydın.

Hey gidi Halit Amca sen de gideceksen eğer; hayata dair ne yapsak ne söylesek boş.

Dün üzüntüden hiç konuşamadım yanında sadece buruk bir tebessüm vardı dudaklarımda.

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir masal sanki hayatlarımız ve hepimiz kendi masallarımızın kahramanıyız.

18 Ekim 2010 Pazartesi

FATMAGÜL'ÜN SUÇU NE??

fatmagc3bclc3bcnsucuneizle1Bu günlerde en çok konuşulan konu bu.

En çok sorulan soru da bu.

Hatta facebook’da Fatmagül ve Bihter ile özdeşleşen geyik muhabbetleri bile var.

İşte aklımda kalan iki tanesi :

“ Fatmagül’ün suçu ne?
Eskiden Bihter olması !! “

* * * ** **
“ Hap içtik patladık,
Yolda Fatmagül’e rastladık,
Fatmagül’ün suçu yok,
Biz onu Bihter sandık !”
Malum olduğu üzere herkesin konuyla ilgili bir fikri var.

Yok evden o saatte çıkılmazmış, yok bir erkeğin peşinden bu kadar koşulmazmış, yok nişanlısını gece görmüş bir daha görmesine ne gerek varmış.

Ben de kendi fikrimi söylemek istedim.

Fatmagül’ün suçu yok, kesinlikle yok hem de.

Sevdiğine sadık, iyi niyetli seven ve sevildiğine inanan bir kız Fatmagül.

Gece sokağa çıkmış, sevgilisinin peşinden koşmuş hepsi hikaye.

Fatmagül’ün tek suçu “ Kadının adının olmadığı bir coğrafyada yaşıyor olması”.
Buna da suç denirse tabii !!

Fatmagül’ün suçu olmadığı gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da töre cinayetine kurban olan kızlarımızın da tek suçu bu bence.

Haa, Fatmagül demişken aklıma adının içinde “ GÜL” olan bir başka isim geldi.

Sahi, birkaç yıl önce acımasızca töre cinayetine kurban edilen Güldünya’nın suçu neydi?

13 Ekim 2010 Çarşamba

KİTAP KOLEKSİYONCUSU

ssa41625

1979 yılındayız.

Aylardan Aralık.

Kadıköy Kız Lisesi’nin deniz manzaralı “yeni” binasının en üst katındaki sınıflarından birindeyiz, Türkçe dersindeyiz.

Öğretmenimizin öyle etkileyici anlatış biçimi var ki, bir ay önce Üsküdar açıklarında batmış, Kadıköy’ü felaketin eşiğinden döndürmüş, denizin ortasında alev alev yanan “İndependenta” adlı gemiden yükselen alevler bile dikkatlerimizi dağıtmıyor.

Dersin bitimine on beş dakika kala öğretmen sınıfla sohbete başlıyor ve öğrencilere soruyor : “ – Çocuklar koleksiyon yapıyor musunuz?”
Sınıf olarak cevaplar vermeye başlıyoruz.

Kimimiz utana sıkıla hâlâ bebek koleksiyonu yaptığını söylüyor, kimimiz, peçete, kimimiz pul.

Ben ve birkaç arkadaşım kart koleksiyonumuzun güzelliğinden söz ediyoruz.

Öğretmenimiz her birimizi özenle dinledikten sonra konuşmaya başlıyor:

-“ Evet çocuklar bunların hepsi çok önemli ama siz mutlaka kitap koleksiyonu yapın. Emin olun ki en güzel koleksiyon budur. Bu koleksiyon sizi her zaman hayatın bir adım ötesine taşıyacaktır. “

Ders bitiyor; üzerinden otuz yıl geçiyor.

Bu anı yıllar sonra gözlerimin önüne bir kitap evinde kitaplar arasında kaybolmuşken geliyor.

Evde okunmak için onlarca kitap beni beklerken, sahaflardan, kitap evlerinden ellerimde kitaplarla çıkma sebebimi buluyorum.

Hızımı alamayıp internetten bulamadığım kitapları neden sipariş ettiğimi de anlıyorum.

Ben bir kitap koleksiyoncusuyum.

Kitaplar arasında kaybolmayı, onları edinip zamana yayarak mutlaka okumayı seviyorum.

Kitap satın alma konusundaki tutkumun “alışverişkolik” le ilgisi olmadığını bu anım sayesinde fark ediyorum.

Alış veriş konusunda kendimi bir biçimde kontrol edebilen biri olduğuma ve bunu kitaplara yapamadığıma göre iyice anlıyorum ki, söz konusu kitap ve okumak olduğunda ben gerçekten iyi bir koleksiyoncuyum.

Kitaplar arasında nefes alan, bundan mutluluk duyan bir kitap koleksiyoncusu…

8 Ekim 2010 Cuma

HAYATIN ELLERİNDEN TUT

  • 4Ne zaman seni düşünsem; yüreğimden küçük bir kız çıkıverir, gülen güzleriyle geçer oturur karşıma.

    Sonra ellerimden sıkıca tutar alır götürür beni çocukluğuma.

    Ne zaman seni düşünsem; aklıma bayram sabahları gelir ve ille de seninle gitmek istediğim lunapark maceraları.

    İlle de seninle birlikte binmek istediğim çarpışan otolar ve dönme dolaplar.

    Dönme dolabın en tepesinde korkup sıkı sıkı ellerinden tuttuğumda senin
    -“ Korkma, aşağı bakma, şehrin manzarasını izle bak ne güzel”
    deyişin.

    * * * *
    Bu sabah da bunları düşündüm.
    Senin için bu satırları yazarken, seni günlerdir yattığın yoğun bakım odasından ameliyathaneye götürmekte olduklarını biliyorum.

    Uzaktayım, yanına şimdilik gelemiyorum. Nefessiz kaldım güzel haberlerini bekliyorum.

    Yüreğimden çıkan o minik kız var ya, ellerimi sımsıkı tutuyor benim.
    Gülümseyerek “- Korkma diyor; korkma her şey yoluna girecek, eskisinden daha güzel olacak her şey. Senin ellerinden tuttuğum gibi O da hayatın ellerinden tutuyor çünkü, emin ol buna” diyor.

    İnanıyorum o küçük kıza. İnanmak zorundayım çünkü, başka çarem yok!

    Sıkı tut olur mu hayatın ellerinden, sakın, sakın bırakma…
  • 7 Ekim 2010 Perşembe

    BENDEN HABERLER

    22
    Birkaç haftadır internet ortamında yoktum.

    Ne yazı yazabildim ne blog okuyabildim.

    Hayatın tam da orta yerine bodoslama düştüm ve anladım ki , internet ortamı ile günlük hayat arasındaki ilişki ters orantılı.

    Eğer internete, bilgisayara, yazı yazmaya çok zaman ayırabiliyorsanız günlük hayattan uzaklaşıyorsunuz, tersi durumda sanal alemden uzaklaşmak mümkün. Belki de bu sadece benim için geçerli.

    Peki bu arada neler yaptım ?

    İşte madde madde anlatayım reel alemimde olup bitenleri :

    1- Okullar açıldı. Yeni ders yılı, kitap, defter, kalem silgi ve tabii ders çalışma süreci olanca hızıyla başladı. Bu yıl pek hevesliyiz bakalım Allah bozmasın :)
    2- Benim derslerin başlamasına da az kaldı, yeni dönem ders notları ve soru bankaları arasında sıkışıp kaldım, nefes almak istiyorum.
    3- Rutin sağlık kontrollerimi yaptırdım. Mamografi , ultrason vs. Neyse ki sonuçlar iyi.
    Düşündüm de bıçak sırtında yaşıyoruz aslında, çok dikkat etmeliyiz sağlığımıza çokkk.
    4- Annemin kansızlık problemine tam çözüm getirmişken bu sefer de katarakt ameliyatı olması gerektiğine karar verildi ancak sol gözünde retina kırışıklığı varmış doğuştan ( bunu da ilk kez duymuş olduk ) katarakt ameliyatı riskli olabilirmiş şimdi de bununla uğraşıyoruz. Umarım her şey yoluna girer.
    5- Bilgisayarım çöktü yine; bir sürü yazım ve www.hayatizlerim.com’a giriş şifrem silindi, her şey sil baştan oldu yani.
    6- Sanal alemden uzaklaşıp, reel aleme bodoslama dalan benim hayatımda olmazsa olmaz tek şey, kitap okumak olduğu için bu dönemde bana Ayfer Tunç’un Kapak kızı adlı romanı eşlik etti. Yazarın ilk romanı Kapak kızı ve bildiğim kadar ile son romanı Yeşil peri Gecesi ile bağlantısı olan bir roman. Bu vesile ile Ayfer Tunç severler duyurulur.
    7- Yazılarım silinince özellikle kitap tanıtımlarım ve naçizane yemek tariflerim için blog spotta bir sayfa açtım. Sayfamın adı; www.kitapseslerimutfakhalleri.blogspot.com
    Böylece www.hayatizlerim.com a kardeş gelmiş oldu?

    8- Bu arada sevgili dayıcığım by pas olacak. Eğer tüm tahlilleri olumlu sonuç verirse yarın ameliyat olacak. Ailecek nefesimizi tuttuk bekliyoruz. Bana İstanbul yolu gözüküyor galiba.

    Benden haberler şimdilik böyle.

    Bakalım işlerimi yoluna koyduktan sonra sanal alemle, gerçek alem arasında denge kurabilecek miyim?

    Yeni yazılarda buluşmak üzere :)

    18 Eylül 2010 Cumartesi

    ÖLÜRSEM YAZIKTIR

    untitled2

    Ben beyaz dut severdim, sen inadına ve illa ki kara duttan vazgeçmezdin.

    Dutları topladıktan sonra, kıtlıktan çıkmışçasına dut yerken, sana “ Yavaş ye biraz !! Senden kaçıran mı var? Bak karnın ağrır sonra!!! “ dedirtmek en büyük keyfimdi, sen hiç bilmedin.

    Şimdi düşünüyorum da, şairin sevgilisine yazdığı o şiiri sevme sebebim sen misin ve senin bahçendeki dut ağaçları mı acaba?

    “ Kara dutum çatal karam çingenem,
    Nar tanem nur tanem bir tanem… “


    * * * *

    Benim için bahar demek senin bahçen demekti.

    Dut ağacı, kiraz ağacı, elma ağacı demekti.

    Ortancalar, akşam sefaları, hanım elleri demekti.

    Dutun rengi değil de toplanış biçimi hoşuma giderdi en çok.

    Ağacın tepesine çıkıp aşağıya serilen kalın ve geniş bir örtünün üzerine dalları sallamak.
    Dutların pıtır pıtır örtünün üzerine dökülmesini ağacın tepesinden izlemek.

    Sana, “İn kızım aşağıya düşeceksin!!! Yok bu normal değil, bir kız çocuk bu kadar haylaz olamaz, bunda bir yanlışlık var “ dedirtene kadar ağaçta kalmak.

    Ne şanslı çocuklardık biz.

    Meyveyi dalından kopartıp yiyebildik.

    * * *

    Nereden nereye değil mi?

    Sana yazmayı hep çok istedim ben.

    Yazdım da üstelik. Hem de satırlar dolusu.

    Sonra beğenmedim yazdıklarımı, seni anlatmaya yetmeyeceklerini düşündüğümden klavyemin “ delete ” tuşuna kurban verdim o satırları .

    Biliyorum bu yazdıklarım da yetmeyecek de, yazdım yine de.

    “ O kadar cümleyi beğenmeyip, o- bilmem ne- tuşuna kurban etmişsin ya, şimdi nereden aklına geldi yazmak? “ diye sorduğunu duyar gibiyim.

    Buralarda dut zamanı şimdi.

    Bu şehrin sokaklarında o kadar çok dut ağacı var ki görsen inanamazsın.

    Dutların hepsi de yerlere, dökülmüş ve ezilmişler, yolda yürüyen insanlar tarafından acımasızca üzerlerine basılmış ama gel gör ki pazarda bir küçük kutusunu 2 TL’ye satıyorlar. ( Sen 2 TL’yi de bilmezsin şimdi. Sen gittikten çok zaman sonra o bol sıfırları attılar paraların üzerinden, sizin gençliğinizde olduğu gibi paraların sıfırları azaldı artık, hiçbir şey değişmedi ama, hayat hâlâ o zamanlardaki gibi senin deyişinle pahalı ).

    Sokaklarda ağaçlardan dökülerek ezilmiş, sahipsiz kalmış dutların pazarlarda bu fiyata satılması tuhaf geldi bana. Bunun için yazmak istedim sana.

    Ne alakası var diye sorma sakın. Çok alakası var.

    Sana teşekkür etmek istedim ben.
    Bize çok mutlu bir çocukluk yaşattığın için, meyveleri dalından kopartıp yememize sebep olduğun için.

    Ağaçlarını, çiçeklerini, bahçeni, herkese, gönlünü açtığın gibi bize de açmış olduğun için.

    Yıllar çok çabuk geçiyor. Geride sadece anılar kalıyor.

    Ben de seni o güzel bahçenle ve yaşadığın tüm acılarını göğüsleyen güzel yüreğinle hatırlıyorum.

    Haa bir de zaman zaman sesini özlüyorum.

    Sevdiğin kadının gözlerinin içine bakarak söylediğin o şarkıları, senin sesinden dinlemek istiyorum.

    Ölürsem yazıktır sana kanmadan
    Kollarım boynunda halkalanmadan
    Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan,
    Gönüller durulmaz dalgalanmadan


    * * * * * *

    Artık yaşlanmış olan kadının “ Amaaaan beeey, torunların yanında söylediğin şarkılara bak. “ demesine rağmen, inatla söylemeye devam ettiğin o güzel şarkıları dinlemek istiyorum senin sesinden.

    Öpüyorum ellerinden ve pamuk yanaklarından. Sevdiğin kadına da selam söyle benden.

    Torunlarının içinde haylazlıklarından bıkmış olduğun torunlarından kız olanı. :)

    Ne tuhaf değil mi?Artık bu dünya üzerinde olmasanız bile, bir biçimde bizimle yaşamaya devam ediyorsunuz her zaman.




    NOT : Çok eski bir yazımdır bu, dut zamannı yazmıştım yıllar önce.
    Dedem o kadar işlemiş ki yüreğime yayına veremedim bir türlü.
    Leylak Dalım sağol senin paylaşımın sayende yayınladım bu yazıyı, gözlerim nemli okuyarak kısaltmaya kıyamayarak...