26 Ocak 2012 Perşembe

KÖŞE BAŞINDAKİ SİMİTÇİ



Bu sabah perdeleri açıp, yeni güne başlarken sokaktaki simitçi ilişti gözüme.

Simit tablasının önündeydi, üzerinde ince bir yağmurluk vardı.
Yüzü soğuktan kırmızı renge dönüşmüştü. Her halinden üşüdüğü belliydi.
Yine de sokaktan gelip geçenlere simit satma çabasındaydı, çünkü akşama evine, çocuklarına ekmek götürecekti.
Çünkü hava sıcak da olsa, soğuk da olsa hayat devam ediyordu.
***
Bu sabah ben, o simitçiyi görünce üşüyorum dediğim için kendimden utandım.
Bu sabah ben, başımı sokacak evim olduğu için bir kere daha şükrettim.
Bu sabah ben, içinde bulunduğu koşulların değerini bilmeyen insanları düşündüm.
Bu sabah ben, varlığımdan haberi bile olmayan köşe başındaki simitçi sayesinde hayattan  hayat dersi aldım !!!!

20 Ocak 2012 Cuma

İÇİMDEKİ KÜÇÜK AYI



Evimizdeki kaplumbağa küçük havuzunun içinde tıkır tıkır sesler çıkarırdı; bu onun hayat belirtisiydi.

Havalar soğuduğundan beri kaplumbağadan ses gelmez oldu. Öldü sandık, oğlumla üzüldük !!!
Meğer ölmemiş bizim kaplumbağa, kış uykusuna yatmış, babamızdan öğrendik, sevindik tabii :))

Düşündüm de şu kış uykusu biz insanlar için geçerli olsa, ben de kış uykusuna yatardım her halde.
Soğuktan mı bilmiyorum, gözüm hep yastıkta.

Sabahları oğlumu servise bindirdikten sonra deliler gibi en az bir saat yürüyüş yapan ben; bir aydır oğlumu servise bindirdikten sonra koşa koşa eve dönüp bir saat daha yatıyorum !!!
Akşamları da televizyon ile bağlantımı kestim, erkenden yatıp kitaplarım, gazetem eşliğinde yatak keyfi yapıyorum.

İçime küçük ama sevimli bir ayı girmiş gibi bu günlerde.

Antalya'da bu kadar soğuğa alışkın değiliz tabii; bir de en kötü dez avantajımız evlerde kalorifer olmaması.  Bu kadar soğukta içime ayıların en büyüğü kaçsa yeridir aslında !!!

Bu gün karne günü. Sevinçliyiz. İki hafta tatil var. Pazartesi oğlumla Çizmeli Kedi'ye gideceğiz, daha doğrusu o gidecek ben de hemen en yakın kitapçıda alacağım soluğu.

Kitap dedim de, şu on günde o kadar çok kitaba başlayıp yarım  bıraktım ki; neyse geçen seneden beri kitaplığımda bekleyen Çoluk Çocuk'ta karar kıldım.

Kitabı sevdim, Patti Smith'i sevdim. Bir  sanatçı olma  hikayesini anlatıyor Çoluk Çocuk, belki de bu yüzden kitabı sevdim; akşamları içimdeki küçük ayı, ben ve kitabım iyi bir üçlü oluşturduk.

Soğukla başım böyle bu aralar, Antalya'nın o vıcık vıcık sıcağını da sevmiyorum.
Daha önceki yazılarımdan birinde yazmıştım ya; ben bahar kadınıyım, havalar da hayatımın seyri de bahar tadında geçmeli ...

16 Ocak 2012 Pazartesi

İLK KOMŞULARIM

Her şey bir tülün arkasında saklı şimdi.
Bildiğimiz, pencerelerimize astığımız bembeyaz bir tül.

. . .
Onları tanıdığımda 3- 4 yaşlarımdaydım.
Moda’da ilk oturduğumuz Akasya Apartmanı’nda komşularımızdı onlar bizim.
Beş katlı apartmanın en üst katında otururduk, hemen bir alt katımızda da Onlar.
İkisi de uzun sayılabilecek bir yaşamı birlikte paylaşmışlar ve evliliklerinin üzerinden hatırı sayılır yıllar geçmişti.

Hiç çocukları olmamıştı . En büyük özlemleri buydu.
Şimdi, yaşlandıklarında,  çocuk özlemine hiç sahip olamayacaklarını bildikleri torun özlemi eklenmişti.

Yine de birbirlerine yetmeye çalışıyorlardı karı koca.

Zaman zaman annemden izin isteyip beni yanlarına alıyorlardı, ya da ben “ Aşağıdaki babaanne ve büyük babaya gidebilir miyim anne?” diyerek izin alıyordum annemden.

- Ben doğmadan uzun yıllar önce vefat ettiklerinden, hiç tanıyamadığım babaannem ve büyük babamın yerine koymuştum onları .
Evlerine gittiğimde, çocuk akımla ilk dikkatimi çeken, eski eşyalar ve temizlik kokusu olurdu. Bir de duvarda asılı duran, o zamanki gözlerime çok büyük gelen kocaman bir ut.
Büyük bir kitaplıkları vardı ve içinde ciltli kitaplar. - “ Bunları istiyorum” dediğimde, “ Okula git, biraz büyü, okuma yazma öğren o zaman” derdi, büyükbaba yerine koyduğum yaşlı amca.
“ Babaanne” ise, reçelli ekmekler ve taze sıkılmış portakal suyu getirirdi her seferinde.

Sonrasında annemle şu konuşmalarına tanık olurdum:
Aaa , içti mi portakal suyunu, bak ben evde içiremiyorum” .
“ Evet evet içti valla. Reçelli ekmek verdim, iki dilim de ondan yedi.”


Nasıl yemezdim o reçelli ekmekleri, baharda çilek reçeli, kışın ayva reçeli, kokusuna, tadına doyamadığım çeşit çeşit ev yapımı reçeller.
Bu yüzdendir, şimdi bile ev yapımı reçelleri, hazır reçellere tercih etmem.

Babam özellikle cumartesi günleri tatil olduğundan, beni alır Moda’daki çocuk parkına götürürdü, evden çıkınca o iki ihtiyar balkondan ya da pencereden bakar, bana sevgiyle el sallar - “Çabuk gel ama, geç kalma” derlerdi.

İkisinin, çoğu kere de “Büyük Baba” nın yaptıkları şey, sokak dondurmacısından bana dondurma almaktı.
Dondurmacının sesini duyduklarında, özellikle “ büyükbaba” üşenmeden aşağıya iner, dondurma alırdı.
Kendilerine ama mutlaka bana.

Bu yaşlı ve kimsesi olmayan komşularımla ilişkimiz biz o apartmandan taşınana kadar devam etti.

Yeni evimiz, yeni başlangıçlarımıza sahne olmuştu. Benim için en önemli başlangıç, hayatımı bundan sonra kardeşimle paylaşacak olmamdı.

Yeni eve taşınırken annem ve babam sevinç içindeydiler.

Ben, içten içe üzülüyordum o güzel yürekli insanlardan ayrılmaktan.
Eşyalarımız apartmanın önündeki kamyona yüklendiğinde, vedalaşmak için annemle evlerine gittiğimizde, ikisi de göz yaşları içinde sarıldılar bana.
- “Bizi unutma olur mu?” dediler.
- “ Tamam unutmam” dedim.

Unutmadım da.

Zaman zaman annem ya da babamın eşliğinde ziyaret ettim onları.
İlk okula başlarken, bu kez okul kıyafetlerimle gittim evlerine, ellerini öptüm ikisinin.
Saçlarımı okşadılar, gözleri dolu dolu.
Yalnız, bu sefer yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. “ Babaanne “ hastaydı.

Kısa bir süre sonra da öldüğünü öğrendim. Eski komşularımızla annem konuşurlarken duydum, benden sakladılar üzülmeyeyim diye. Oysa sakladıklarını sandılar sadece.
Kısa bir süre sonra “ büyükbaba” nın da ölüm haberi geldi. Dayanamamıştı hayat arkadaşının gidişine.

Kimseleri olmadığından, konu komşu cenazeyi kaldırmış, evlerine de öylece kilit vurmuşlardı.

Yeni taşındığımız ev, eski evimize çok yakın olmasına rağmen, uzun bir süre o sokaktan geçemedim.

İkisinin de ölümü üzerinden neredeyse beş yıl geçmişti, ilk okulu bitirmek üzereydim.

Evlerinin ne olduğunu merak ediyordum.

Onca yıldan sonra, kalbim o sokaktan geçmek istemese de, meraklı ayaklarım beni götürüverdi sokağa, meraklı gözlerim ise hemen onların oturduğu apartman katına takıldı.
Ev öylece duruyordu.

“ Babaanne” nin reçel ve temizlik kokan evi, o zamandan bu zamana kapalıydı.

Sakız gibi temiz olan tüller koyu gri bir renk almış, yavaş yavaş siyaha dönmeye başlamıştı.

Kitaplar, ut, eşyalar kimbilir ne hale gelmişti?
Gözümde yaşlarla uzaklaştım oradan.
Bir daha da o eve ne olduğunu, ne merak ettim, ne de kimseye sordum.

Bilmek istemedim.
Benim anılarımdaki haliyle kalması sanki daha iyi olacaktı.

Üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti ve ben çocukluğumun ilk komşularını hiç unutamadım.

Not: İstanbul'a gelişlerimden birinde bu  fotoğrafı çektim, Akasya Apartmanı yerinde duruyor hâlâ, ilk komşularımın evinde başkaları oturuyor ...

10 Ocak 2012 Salı

2012 ÇALIMI

Sizi bilmem ama bir geldi pir geldi bizim eve 2012.

Yılbaşı gecesinden beri ailecek hastayız !!!

Yeni yılın son günü ateşler içinde yanan oğlumdan ailecek grip kaptık. Ardından grip babamıza da bulaştı. Ben onlara hasta bakıcılık yaparken, bir de baktım ki kendim yataklara düşmüşüm !!!

Son nokta atışını babam yaptı. Şu aralar salgın olan bronşit ve grip geldi onu vurdu. Zaten kronik bronşit hastası olduğu için çok ağır geçiriyor bu süreci.

Geçen haftanın iki gününü acil serviste geçirdik, şimdi tedavisini yapıyoruz ama korkutuyor beni, yaşlıların bakımı yeni doğmuş bebek bebek bakımı kadar önemli, zor geçiyor çünkü.

Ben bu arada ayakta  kalmaya çalışıyorum. Gece babamın ilaçlarını vermek için defalarca uyandığımdan; ayakta kalmak için; gözlerimi açık tutmak için göz kapaklarıma nerdeyse mandal takacağım !!!

Bu arada inatla ve ısrarla okumaya devam ediyorum ya ben asıl buna şaşıyorum !!!

Bu kadar hengame ve hastalık arasında Sunay Akın'ın yeni kitabı " Bir Çift Ayakkabı" yı bitirdim.
Sunay Akın severlere önerebileceğim bir kitap bu. Ardından  epeydir okumak istediğim " OD" a başladım fakat ruh halim OD'u okumak için elverişli değil sanırım, okumaktan vaz geçtim bekletiyorum.

Şu anda 2011 de okumayı ertelediğim " Gurme'nin Son Yemeği'ni okuyorum ."

Kirpi'nin Zerafeti " kadar güzel bence. Çok keyif aldım okurken.

Gurme dedim de akşam yemeği için Terbiyeli Tavuk çorbası, Fırın Tavuk ve Pirinç Pilavı yaptım, birazdan da derse gideceğim. Yok ama ben hiç bir zaman gurme  falan olamam :))

2012 böyle geçiyor işte, bazen hastanelerin acil servisinde, bazen mutfakta, bazen elimde kitapla bazen bizzat hasta olarak.

Ne diyeyim? Halimize şükür .
Daha kötüsü hepimizden uzak olsun !!!

6 Ocak 2012 Cuma

DOĞUM GÜNÜ ÇOCUĞU !!!

Bu gün benim doğum günüm. 
Yıllar önce, doğum günü  elbisesini gece uyurken bir hafta baş ucunda saklayan fotoğraftaki küçük kız ne çabuk büyüdü !!!
İyi ki doğdum, iyi ki geçiyorum bu dünyadan, iyi ki yaşıyorum...
Annemin albümünde bulduğum bu fotoğraf kendime doğum günü hediyem olsun :)))

2 Ocak 2012 Pazartesi

BENİM SİNEMALARIM !!

 Sinemayla tanışmam annemin sayesindedir.
Kadıköy Reks Sineması haftada bir gün annemle arşınladığımız sinemalardan biridir.
Yerli Türk Filmlerini o zamanlar sinemada izlemenin haklı gururunu halen taşırım:)))

Annem haliyle -o zamanlar klasik ev kadını tabii- aşk filmlerini çok severdi. Ben beş yaşımda aşktan falan anlamadığımdan, sinemaya aralarda koko, frigo yemek ve meyve suyu içmek için giderdim :))

Gırgıriye ve Hababam Sınıfı serilerini hep Reks Sineması'nda izledim. Reks Sineması'nın şimdiki hali hakkında hiç bir bilgim yok, hayatıma kattığı değer ise koko ve frigodan çok daha önemli.


Ortaokul sırasında ilk kez arkadaşlarımla gittiğim film Grease'di. John Travolta ve Olivia Newton John'un aşklarını kıskanmış, film şarkılarını evde bangır bangır dinlemiştim.
Grease'i ben beğenmiştim ya; bütün apartman şarkıları dinlemek zorundaydı !!!

Bu arada Grease'e dört kere gitmiştim, işim yokmuş o zamanlar. Kızıltoprak Kent Sineması az mı kahrımızı çekmişti ? Duydum ki şimdi yıkılmış yerine apartman dikmişler hep yaptıkları gibi ...

İlk erotik aşk filmim Brooke Shields'i Brooke Shields yapan  filmi Sonsuz Aşk ( Endless Love ) 'dı.


Kızın annesi, kızın sevgilisine aşık oluyordu, bu benim o yaşlarda  anlayabileceğim bir şey değildi, hoş halen anlayabileceğim bir şey değil ama neyse !!!

Filmin müziklerini çok beğenmiştim ama esas kızın annesi ben de hafif yollu travma yaratmıştı.

Salya sümük sinemadan çıktığım film ise Şampiyon'dur. Bir filme günlerce ağlanır mı? Vallahi ağlamıştım. Yine Kent Sineması, unutulmuyor işte...

Kadıköy Süreyya Sineması'nı da unutmam mümkün değil.
Bahariye Caddesi'nden Moda'ya çıkarken sol tarafta bütün görkemiyle yükselirdi ...
Evimize yakındı, kuruluş hikayesini, Süreyya Paşa''yı ezbere bildirdik tanıyormuş gibi .

Kramer Kramer'e karşı beni Merly Streep'le tanıştıran filmdir. Çok severek izlediğimi hatırlıyorum.

Eski filmler ve Kadıköy'ün sinemaları yeni yılın ikinci gününde nereden geldi aklıma acaba? Ya  İstanbul'u özledim yeni bir yıla girince, ya  da doğum günüm yaklaşınca aklıma anılar geldi :))