31 Ekim 2013 Perşembe

ÜST ÜSTE ...

İki hafta önce şiddetli bir mide bulantısı ve karın ağrısı ile uyandım.
bir kaç saat içinde neredeyse hastanelik olmuştum; bu yazın ilk iki ayını hastanede geçirdiğim için hastane fobisine kapılan ben tabii ki soluğu doktorda aldım.

Yapılan tahlil sonuçlarına göre bağırsaklarımda amip kisti çıkmıştı ve hemen tedaviye başlandı. Verilen ilaçların yan etkisi olarak mide bulantısı devam etti ve yaklaşık iki hafta sürdü. Cidde biçimde beni sarstı. Bu arada hayat devam ediyor elbette, estek köstek ayakta kalmaya çalıştım; şimdi iyiyim.

İki gün önce aynı belirtilerle oğlumu hastaneye götürdük. Bu amip kisti denen şey tuvaletten ya da yiyeceklerden geçermiş.

Çocuğun halini görünce korktum tabii. Yapılan tahliller sonucunda oğlumun bulaşıcı bir virüse yakalandığını öğrendik. Okullarda çok yaygınmış. Şükür ki amip kisti ona geçmemiş. Tuvalet ve yiyecek yıkama konusunda " Steril Selami " konumunda olduğumdan, hastalığım süresince daha da dikkat etmiştim zaten.
Neyse doktorumuz ona da perhiz ve çeşitli ilaçlar verdi, o da iyileşti.

Derken iki gün önce babam, çalan kapıyı açmak için koltuğundan kalkmak isterken evde düşmüş. Hep söyledim, yine söylüyorum yaşlılık çok zor.
Onu yerde yatarken görünce halim tam panikti. İnsan ne yapması gerektiğini de bilemiyor. Neyse babamın durumunu da en az hasarla atlattık.
 

Tüm bu olayların arasında elimizde kalan tüm coşkumuzla cumhuriyetimizin 90. yılını kutladık. Muhteşem bir gök yüzü şöleni izledik. Akşam sokaklardaydık ...

Hastalığımdan dolayı elimde günlerce sürünen  Sibel K. Türker'in Hayatta Kalma Hastalığı'nı dün bitirdim. Sibel K. Türker favori yazarlarım arasına girdi. Keşif geç ama olsun ...

 Araya Yekta Kopan'ın son romanı Aile Çay Bahçesi ve Füruzan'ın Gül Mevsimidir' ini sıkıştırdım.

Bu gün D&R günüm yeni kitaplar alacağım. Aslında internetten sipariş versem çok daha ucuza gelecek biliyorum ama okumak için sabırsızlandığım kitaplarım var. Dayanamadım her zaman olduğu gibi...

Şimdi vücudundan küçük böcekleri atan ben; dışarıdan hiç bir şey yememeye özen gösteriyorum.  Yaşayarak öğreniyor insan; sağlık gitti mi gittiği yerden kolay gelmiyor !!!




13 Ekim 2013 Pazar

ORTAYA KARIŞIK, BİRAZ SİTEMLİ BİRAZ KEYİFLİ


Yahu tam tatil havasından çıkmaya, günlük hayata alışmaya başlamışken bu on günlük bayram tatili de neyin nesi?

Tabii  bu benim düşüncem, evde okulların açılmasına halen alışamayan tatil havasında bir ufaklık var ve hiç de benim gibi düşünmüyor.

Uzun bayram tatillerini sevmiyorum.
Hele Antalya, daha çok insanla  dolup taşıyor.
Sadece dolup taşsa iyi, mağazalar, alışveriş merkezleri tıklım. Ne aldığını, ne verdiğini bilmiyor insan. İnsanlar çılgınlar gibi alışveriş yapıyorlar, kıtlıktan çıkmış gibi.

Haaa bir de zayıflama hikayesi var; tam rejim, diyet gibi havalara girmişsin güzel güzel beş kilo kadar vermişsin, şıp diye bayram geliyor. Eeee, bayram tatlısı yapmak lazım ki ziyarete gelenlere ayıp olmasın. Ziyaretler sırasında ikram edilen çikolata ve tatlılara diren direnebilirsen. Sonuç; beş kilo verilmişse iki kilosu kesin geri alınacak !!!!

***
Bu gün ne kadar negatifim ya da gözüme her şey bir tuhaf geliyor.
Öğleden sonra sirk tanıtımı için bangır bangır sesle  bir kamyonet geçti. N'oluyor dememe kalmadan bir de ne göreyim; kamyonetin içinde küçük kafes, kafesin içine tıkıştırılmış bir ayı ve bir kaplan, hayvanlar sıcaktan bunalmış, bunlar reklam yapıyor ? Ayıp yahu !!!
***
Hafta sonum evde, mutfakta  ve pek tabii kitap okuyarak geçti; kışlık domates ve biber stoğumu tamamladım, haa bir de işkembe çorbası yaptım. Oldu valla. Benim gibi birinin işkembe çorbası yapması mucizenin ta kendisi bana göre ...

***

İskoçya sokağı 44 Numara'yı okuyorum. Bu sokağa çok alıştım.
İyi niyetli Pat, Şımarık yakışıklı Bruce, görmüş geçirmiş Domenica ve arkadaşı Agnus, Agnus'un altın dişli köpeği Cyril, hırslı anne Irene ve beş yaşındaki dahi oğlu Berdie, bizim mahallede yaşıyorlar sanki ... Bu arkadaşlarla bizim balkonda keyif de yaptım hafta sonu :)

***
Yarın arife, ertesi gün bayram. Offf ya yine tatile alışacağım, sonra yine pazartesi sendromu gibi tatil sendromu yaşayacağım.
Neyse bundan da keyif almak lazım di mi ama?
Şimdiden mutlu bayramlar dilerim herkese ...


6 Ekim 2013 Pazar

BİR ZAMANLAR ...

 
 

Bir zamanlar bu inşaat halindeki evde beş kişilik bir aile yaşardı.


Birbirini seven bireylerden oluşan bu aile senelerce bu evde oturdu.

Evin babasının sağlık sorunları vardı, şehir yerine köyde yaşamayı tercih ettiler, bunun için bir arsa alıp  evi yaptılar.

Evin ön ve arka  olmak üzere iki bahçesi vardı.
Evin sağlık sorunları yaşayan  babası ön bahçeye birbirinden güzel çiçekler dikti.


Ön bahçeye çıkılınca, hanım eli ve akşam sefalarının kokularına gül ağacındaki güllerin kokusu karışırdı.
Bu çiçekler arasında kocaman bir masa vardı.

Yaz aylarında sabah kahvaltıları, öğlen ve akşam yemekleri bu masada çiçekler arasında yenirdi.

O sofrada mutlaka fazladan bir tabak olurdu; yoldan gelen geçen komşular  illâ ki yemeğe davet edilirdi.

Evin arka bahçesinin orta yerinde bir minik havuz; havuzun içinde  ördekler vardı. Evin sağlık sorunları yaşayan babası, buraya da bir sürü ağaç dikmişti. Elma, erik  ve dut ağaçları çok fazlaydı.


Bu ev insanların mutlu yaşamasına neden oldu. Evin iki kızı ve küçük oğlu burada büyüdüler.

Aradan yıllar geçti, önce kızlar evlendiler; ardından  evin küçük oğlu evlendi.

Hepsinin ikişer çocuğu oldu. Sağlık sorunları yaşayan adam ve karısı bu evde anneanne, babaanne ve dede  oldular.


Torunlar başka şehirlerde yaşasalar da, yaz aylarını bu evde geçirdiler. Evin iki bahçesinde oyunlar oynadılar. Meyveleri ağaçların dallarından koparıp yediler. Sabahları sokak kapısının girişinde, kafeslerin içindeki  kanarya ve saka kuşlarının sesleriyle güne başladılar.

Onlar da mutlu oldular. Bu küçük ev herkesin huzur dolu yuvasıydı.

***
Önce sağlık sorunları yaşayan adamın karısı öldü. Bu ölüme kimse inanamadı, çünkü adam yıllardır peşini bırakmayan kalp hastalığı nedeniyle hep erken öleceğini düşünürdü ama giden kadın oldu.

Kadının gidişiyle ev yetim kaldı. Adam, kendine de hayata da küstü, çocuklarından hiç birinin yanına yerleşmek istemedi ve o evde altı sene daha yaşadı, bir mart ayında sevdiği kadının yanına gitti.


Adamın ölümünden sonra, çocuklar ve torunlar evdeki eşyaları topladılar.

Torunlar eşyalar toplanırken, çatı katında bir ut buldular.
Udu çalanın anneanneleri olduğunu o zaman öğrendiler.
Torunlardan biri, tahta bir kutunun içinde eski eşyaların arasına sıkışmış fotoğraflar buldu; fotoğraflar eskiydi ama birbirinden güzeldi.

Fotoğraflar arasında evin inşaatı sırasında çekilen hali vardı.  Bu fotoğrafı gören torun, o fotoğraf kutusunu kimseye söylemeden aldı.

Udu da almak istedi ama ut o kadar eskiydi ki, alsa da bir işe yaramayacaktı, udu  bırakmak zorunda kaldı.

Aradan on yıl geçti. Büyük Marmara depremi oldu, evin olduğu yerlerin coğrafyası değişti ama o ev tüm eskiliğine rağmen yıkılmadı.

Zaten; sağlık sorunları yaşayan adam, evin inşaatı sırasında çocuklarına evin zeminin çok sağlam olduğunu  o zamanlar söylemişti.

Deprem nedeniyle ev yola doğru kaymıştı. Bir süre sonra yıkılması gerekiyordu. Bu yüzden satılmak zorunda kaldı. Nedendir bilinmez ev yıllar geçmesine rağmen yıkılmadı.

Bu yaz, altı torun  ve onların çocukları toplanıp evi görmeye gittiler.
Ev evlikten çıkmış, viraneye dönmüştü.

Torunlar arasında ortaya kocaman bir hüzün bulutu çöktü, boğazlar düğümlendi, hepsinin gözlerinde yaşlar birikti.

Bütün torunlar,  gözlerindeki yaşları silerken,  birbirlerine evle ilgili  anılarını anlattı.

Yıllar önce eski fotoğrafları alan torun, evin son halinin fotoğraflarını çekti. Çünkü biliyordu; zaman hızla geçiyor ve her bir fotoğraf karesi aynı hızla anıya dönüşüyordu.
 


Artık her şey geçmişte  kalmıştı.

 Bir zamanlar bu evde beş kişilik bir aile ve onların çocukları, torunları  çok mutlu yaşadılar, belki de ev bu yüzden  yıkılmadı ...