30 Aralık 2011 Cuma

POSTACI KAPIYI KAÇ KERE ÇALAR ?

Sahi postacı kapıyı kaç kere çalar?
Bizim postacı kapımızı hiç çalmıyor. Üstelik gelen zarfları posta kutusunun içine bırakmak da sanırım kendisine zor  geliyor. Apartmanın içinden zarfları toplar olduk artık.

Bence postacı ya  şaşkın, ya da beni kıskanıyor :)
 Herkesin birbirine yeni yıl kartı göndermek yerine mail atmasına alışmış olmalı, yeni yıl kartlarının bana gelmesini hazmedemiyor diye düşünüyorum !!!

Geçen haftadan beri bana gelen kartları hep apartmanın farklı yerlerinde buluyorum çünkü. Postacı amca kartları apartmana rastgele atıp gidiyor ...

Neyse, sıkı takiplerim sonunda zarflarıma, yeni yıl hediyelerime kavuştum.

Blog dostlarım; iyi ki varsınız.
Hayatımı renklendirdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Yeni yıl güzelliklerle gelsin hepimizin evine ve o güzellikleri paylaşalım yazılarımızda yine hep birlikte...


29 Aralık 2011 Perşembe

NERİMAN SULTAN


Sen gideli o kadar uzun zaman oldu ki ...

Tam da bu gün 21 yaşımı bitirmeme az zaman kala gitmiştin.

İyi ki ömrünün son üç gününü başabaşa geçirebildik.
Her şeye kıyısından kenarından yetişen ben; senin son üç gününde yanında olabildim iyi ki.

Sana yemeklerini yedirdim, ellerini, ayaklarını ovdum, öptüm kokladım ve sen, ben yanından ayrıldığım günün sabahında gittin.

Sen giderken değişmeye başlayan dünya artık iyice değişti, görsen tanıyamazsın !!!

Duvarlar yıkıldı, rejimler değişti; neyse sen sevmezsin insana zarar veren her şeyi anlatmayayım uzun uzun.

Aralık ayını halen sevmiyorum aslında.
Ara sıra içime yeni yıl coşkusu düşüyor elbet.
Hele evde bir çocuk varsa, o coşkuya kapılmamak mümkün değil sen de bilirsin.

Sahi sen onu da göremedin.
Bana çok benziyor. Seni anlattım ona, seni iyi tanıyor.
Yaz aylarını sizin evde geçirdiğimi, birlikte  aldığımız kitapları anlattım.
Boncuk gözleriyle dinliyor; bazen de şaşırıyor; " Benim anneannemden daha iyi bir anneanne olamaz" diyor, çocuk işte ...

Biliyor musun o da dün gece çok hastalandı, ateşler içinde yandı bu gün doktora gideceğiz.

Neden eski yıl giderken böyle oyun oynuyor ki bana ?


Bu gün evde seni konuşacağız, dualarımız seninle olacak. Bize kazandırdıklarını paylaşacağız her zaman olduğu gibi.
Acaba görür müsün oralardan bizi Neriman Sultan, duyar mısın sesimizi ?

26 Aralık 2011 Pazartesi

İKİ ŞEHRİN ÖZLEMLİ HİKAYESİ


 Çok fazla şehirde yaşamadım ben.
Şans mıdır şansızlık mıdır onu da bilmem.

Hayatımın uzunca bir dönemi İstanbul - Antalya arası günlük sefer yapmakla geçmiştir.

Bu iki şehir söz konusu olunca kendimi bukalemun gibi hissederim.

İstanbul'a gittiğim anda halen orada yaşayan bir İstanbullu gibi davranırım. Caddelerinden, sokaklarından her gün geçiyormuşum gibi.
Akşam olduğunda Moda'daki evimize dönecekmişim gibi...

Antalya'ya geldiğimde biraz yabancılık çekerim inanır mısınız?
Akdenizi severim; mavinin her tonunu görmek mümkündür Akdeniz'de. Ama denizde hareket ararım; şehir hatları vapurları misal, Antalya'ya  ilk geldiğimde ne çok özlüyordum:)
Antalya'ya döner dönmez;  Bey Dağları'nı görebileceğim bir yere koşarım; bu dağ merakımı beni tanıyanlar iyi bilir.

Dağların ardından güneşin doğuşu, batışı  etkiler beni.
Konu gün batımı olunca İstanbul da etkiler beni. Neyse konu bu değil zaten.

Konu ne biliyor musunuz?

İstanbul büyülü bir şehir. İçine karıştığınızda bir şekilde hayata devam edebildiğiniz şehir. Tam bir metropol olsa da, trafiği insanı canından bezdirse de, kalabalıktan şikayet etsek de,  yaşama gayreti içinde olduğumuz şehir. İnsanın koşturmaktan kendini dinleme fırsatı yok sanki.
Antalya da  birkaç yıldır büyük şehir konumunda, oysa sadece İstanbul' un  küçük kardeşi bence.

Dingin, huzur dolu. İnsanın kendini dinleme fırsatı bulabileceği şehir. Hayat hep tatil yapıyormuş gibi geçiyor.
Hangisi daha iyi acaba?
Bir metropolün içinde kaybolup yolunu bulmaya çalışmak mı, dingin olup kendini dinleyerek yaşamak mı?
İnsan kendiyle başbaşa kalmaktan da sıkılabilir, bir yere kadardır bu kendini dinleme halleri; bence tabii.

Beni sorarsanız adım gibiyim.
Hangi şehirde olsam özlemim bir diğerine oluyor.
Hani doğduğun şehir mi; doyduğun şehir mi derler ya; benim için ikisi de ayrı ayrı değerli ... Ne Antalya'dan vaz geçebiliyorum, ne İstanbul'dan ...

22 Aralık 2011 Perşembe

GÖK KUŞAĞI RENKLERİ GİBİ

Düşünüyorum da, bu bendeki yeni yıl telaşı ve sevinci yaşım kaç olursa olsun hiç bitmeyecek !!!
Günler önceden evin süslenmesi, ufak tefek hediyeler, yeni yıl evde karşılanacaksa herkesi biraraya toplama telaşı, yiyeceklerin hazırlanması bence hayatın renklerinden ...


Yeni yıl telaşımı gök kuşağı renklerine benzetiyorum. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert mor. Ne güzel hepsi bir arada ...

Biz bu yıl ailecek evde yılbaşı çekilişi yaptık.
Fikir oğlumdan çıktı.
Şimdi herkes birbirine hediye alacak.
Kimse kimin çıktığını inatla birbirine söylemiyor.
Fikir sahibi oğlum meraktan çatlıyor :)
Yeni yılı karşılarken hatırlanmak güzel.
Blog arkadaşları arasında da sevgili Zuzu bir çekiliş başlatmış .
Ayrıntılar için Zuzu'nun sayfasına bir tık yeterli.

Sağlığımız yerinde olduktan sonra, yaşlanmakta olduğumuzu bilsek de yeni gelen yılı karşılamak güzel.
Başımızı göğe kaldırdığımızda gök kuşağı görmek gibi ...

19 Aralık 2011 Pazartesi

YENİ YILI BEKLERKEN

Böyledir insanoğlu, yeni bir şey gördü mü, kullandığı, eskittiği her şeyi bir kenara atar

On iki gün sonra,bir yılı daha eski takvimlerin arasına gönderiyoruz.
Yeni yıl her zaman olduğu gibi yeni umutlar vaad ediyor bize, umut olmazsa yaşanmaz bunu da biliyoruz.

Ben listemi yaptım, umutlarımı, dileklerimi yazdım. 31 aralık gecesi saatler on iki olduğunda, yeni yıla güzel bir hoş geldin partisi yapıp, sonra da bir kenara çekip sıralayacağım dileklerimi.
İlk günden çok bıktırmamak lazım yeni yılı biliyorum;
çok fazla bir şey istemiyorum aslında, her insanın dilekleri gibi benim dileklerim de :

1- Önce sağlık diliyorum yeni yıldan. Sağlık gidince geri gelmesi zor oluyor çünkü,


2- Sağlığın yanında huzur diliyorum. " Evdeki huzur, zenginlik budur " cümlesinin özellikle altını çiziyorum,

3- Biliyorum, sağlık ve huzur elele tutuşunca mutluluk da onları yalnız bırakmayacaktır, mutuluğun hiç gitmemesini diliyorum,

4- Arkadaşlarımdan, dostlarımdan hiç ayrılmamayı diliyorum,


5- Daha çok kitap okumak istiyorum. Şu günlerde elimdeki 2011 yılı kitaplarını yutarak okuyorum, 2012 için yeni listeler yapıyorum.

6- Ülkemde deprem sel gibi felaketlerin olmamasını, ya da en az hasarla atlatılacak alt yapıların oluşmasını diliyorum.

7- Barışın yer yüzündeki en anlamlı ve önemli değer olduğunun, ülkeleri yönetenlerin artık anlamasını diliyorum.

8- Daha çok üretmek, daha çok etrafımdakiler için faydalı olmak istiyorum,


9- Yeni yılda daha çok gezmek istiyorum, hoş ben her yılda gezmeyi isterim, neyse bu yıl daha çok gezeyim istiyorum,

10- İlkokul hayatında geçen yıllara göre kendini aşan oğlumun başarısının devamını diliyorum. - Beni tanıyanlar bilir özellikle 1. sınıf hallerimiz kabus gibiydi !!! -,

11- Mili piyangodan büyük ikramiye bana çıksın istiyorum, şaka tabii çıkmayacağını biliyorum, haa iyi ki geldi aklıma sahi bilet almadım daha :)),


12- Yazın aldığım kiloları aldığım yere iade etmek istiyorum ...

15 Aralık 2011 Perşembe

TATİL GÜNÜMDE ...

Dün tatil günümdü!!!

Kış aylarında, gündüz dersim olmadığında o günü kendime tatil ilan ederim de:)

Bir gün önceden arakadaşımla sözleştik sinemaya gidecektik.

Hava da çok güzeldi, günümün güzel geçmemesi için bir neden yoktu yani.

Saat 09.30'a doğru apartmandan gelen bir gürültü duydum. Öyle böyle değil ama sanki biri balkondan düşmüş gibi !!!

Sonra hiç ses, bağırış çığırış duyulmadı. Çok tadilat yapılan bir apartmanda yaşadığım için yine böyle bir şey sandım.

Sonra dışarı çıkmam gerekti, kapıyı açtım, bizim kapının karşısında bir karaltı gördüm.

Biri yerde yatıyordu !!!
Dikkatli bakınca üstkattaki komşumuz olduğunu fark ettim.
Kadıncağız merdivenlerden düşmüştü, yüzü gözü kan içindeydi, baygındı. Duyduğum gürültünün nedenini öğrenmiştim.

O an yaşadıklarımı hatırlamak istemiyorum.
Hemen ambulans çağırdık, komşumuzun yakınlarına haber verdik; bir de bizim apartman yaşlılar cenneti olduğundan diğer komşu teyzeleri sakinleştirmeye çalıştık.

Sonuçta kadıncağızın kafatasında çatlak varmış, hafif derecede beyin kanamsı geçirmiş.
Yoğun bakımda yatıyormuş.

Bir kere daha anladım ki yaşlılık çok zor. Yaşadığımız her anın değerini bilmeliyiz.

12 Aralık 2011 Pazartesi

HAFTA BAŞI MUTFAKTA


Kendi kendime inandığım bir şey vardır; haftaya nasıl başlarsam o hafta öyle devam eder.
Bu yüzden pazartesi günleri doktora falan gitmeyi sevmem ...

Bu haftanın ilk günü de mutfakta başladı !!!

Önce kendi uydurmam olan pırtık böreğini yaptım.
Böreğin adını pırtık böreği diye kendim koydum.
Hikayesi de şöyle; buzlukta donmuş yufkalarım vardı, çukur büyük bir kabın içine 2 yumurta kırdım, sıvı yağ, süt ekledim; yufkaları da bölerek; hatta kopararak içine attım, sonra da bu karışıma peynir ekledim ortaya tepsi de gördüğünüz börek çıktı.

Pişince de lezzetli bir böreğe dönüştü .

Bugünümü bu saate kadar mutfakta geçirmemin asıl nedeni; gördüğünüz aşuredir.

40 yıllık hayatımın 3. aşure denemesidir. Her zaman söylerim; bir kere daha söylüyorum, sabır gerektiren işleri  denemek çok bana göre değil, ama öğrenmek de gerekli tabii:)).
Aşureyi yapınca çok hamarat gördüm kendimi:))

Aşureyi pişirme ve dağıtma faslı bitti, şimdi dağılan mutfağı toplamam lazım, sonra da kısa bir yürüyüş yapsam fena olmayacak.
Yaptığım aşureden yememek bana ayıp olacağı için yedim valla, aldığım kalorileri yakmam lazım :)

Merak ediyorum bakalım, bu hafta hep mutfakta mı geçecek ?

8 Aralık 2011 Perşembe

YENİ YIL KİTAP BİLANÇOSU 1

2011 yılı güzel kitap okuduğum bir yıl oldu.

Bende iz bırakan kitapları ayrıca yazacağım.

Sinek Isırıklarının Müellifi var şu an elimde. Kısacık İstanbul tatilimin sonunda gideceğim gün aldım. Barış Bıçakçı bu kitabı sayesinde yazarım oldu bile.
Kısacık roman içinde öyle güzel cümleler var ki; bir tanesini paylaşayım hemen : Aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır, huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. Kendi kendine sözler verirsin. Boşunadır.

Kitabı bitirdikten sonra sıra blog arkadaşlarımın hediyeleri olan kitaplara gelecek.
Aralık ayı bu kitapları okumakla geçecek, bunları da okudukça paylaşacağım.
Hepsini bir an önce okumak istiyorum.
Okumak ve kitaplar engin bir deniz gibi, en hızlı kulacı da atsan, en hızlı giden gemiye de binsen sonu hiç gelmiyor; öğreneceklerimiz hiç bitmiyor ...

6 Aralık 2011 Salı

NE KADAR SAKARSIN?


Çok sakarım,  anlatılamayacak kadar çok !!

En  fazla sakarlık mutfakta gelir başıma, misal yemek yaparken ya elimi  yakarım, ya keserim illa ki.
Bazen evde toz alırken bir iki biblo kırmışlığım olur,  temizlik yaparken, yerler silinirken kayıp düşme tehlikesi geçiririm çoğu kere.
Bunu temizliği bir an önce bitirme isteğime bağlıyorum; acele işe şeytan karşır derler ya öyle...

Şimdi anlatacaklarım ise sakarlık tarihime geçecek cinsten.

Bir kaç yıl önceydi; evi boyatıyorduk ve ciddi tadilata girmiştik, her yer her yerde yani.

Anneme bir cep telefonu almıştık, telefon lazım oldu; annem telefonu açma ve kapamayı henüz öğrenemediğinden  benden açmamı istedi, ben de telefonu annemden alıp evde bir yerlere koydum.

Neden sonra  açmak aklıma geldi telefonu açtım, pin kodunu girdim telefon açılmadı üç kere pin kodunu girdim açılmadı;  bu sefer de puk kodunu istedi telefon; e ben nereden bileyim puk kodunu, tuttuk telefon firmasını aradık puk kodunu öğrendik tekrar girdik yok numara tutmuyor !!!!

Meğer ben sakarlar kraliçesi; ustalardan birinin telefonu ile annemin telefonunu karıştırmışım. Annemin telefonu sessiz sedasız açılmayı beklerken; olan ustanın telefonuna oldu.

Aynı gün bu yetmezmiş gibi, ustalara tüm iyi niyetimle karpuz ikram etmek istemiştim.
Boya kutularının arasından geçmeye kalkınca, elimdeki karpuz tabağını olduğu gibi boya kutusuna dökmüştüm.

Sonuç mu?
Ustalar  -" Yenge sen işimiz bitene kadar eve uğrama" diye TALİMAT verdiler.
Annem çocukluğumdan beri bu durumlarda benim için kurduğu cümleyi yineledi :
- " Offff kızım ne kadar sakarsın !!! "
Ben hiç akıllanmadım olan bitenden; sakarlık maceram devam ediyor; cidden, halen ...

2 Aralık 2011 Cuma

ESKİ EŞYA ATICISI

Eski eşyalarınızı kolay atabilenlerden misiniz?

Ben değilim...

Biliyorum, evde hepsi çok göze batıyor ama ben her şeyi kolayca atabilen biri olamadım hiç !!!!

İstanbul'dan döndüğümden beri, ev telaşı içindeyim. Ev halen pazar yeri gibi. Yazlıklar bir yerde, kışlıklar bir yerde. Atılmayı bekleyenler ayrı bir yerde benden ilgi bekliyorlar.

Benim ders notları, oğlumun kitapları. Hepsini teker teker elden geçirdim.
Oğlumun küçülmüşlerini ayırdım. Kendi giymediklerimi ayırdım. Tek tek ihtiyaç sahiplerine dağıtacağım.

Öte yandan bir yığın dosyanın arasında boğuluyorum günlerdir.

Oğlanın kreş zamanından karnelerini, yaptığı faaliyetleri, resimlerini bütün ders kitaplarını, defterlerini falan saklamışım.
Artık evde yer kalmadığından bazılarını atayım dedim.
İçlerinden değerli olanları ayırdım, diğerlerini de poşete doldurup kapıya koydum.

Aklım halen  poşetlerde ama; atamıyorum bir türlü.  ( Ben galiba babama benziyorum; babam da böyledir, 1974'de aldığı buzdolabının garanti belgesini bulmuştum iki ay önce dosyalarının içinde !! )
Poşetleri kapıya koyduktan yarım saat sonra kapı çaldı; açtım kapıcı gelmiş, bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor, yok dedim; baktım benim poşetleri aldı gidiyor adam .
Şöyle bir konuşma geçti aramızda :

- " Ne yapacaksın o poşetleri sen? "
Kapıcı şaşkın tabii;
- " Abla kapıya koymuşsun, alıp atıcam !!!"
- "Yok alma sen onları, dur ver bana ben bir kere daha gözden geçireyim"
- !!!!!
Gerçekten de geri aldım poşetlerin iki tanesini; güler misin ağlar mısın halime?  Şimdi onları bir kere daha ayıracağım, umarım akşama kadar biter bu işkence ...
Blog Not : Fotoğrafın yazıyla ne ilgisi var demeyin.
Az önce pişirdim bunları damla çikolatalı kurabiye.
Evin içi öyle güzel koktu ki; bence bir evi ev yapan mutfaktan gelen yemek ve kurabiye kokusudur. Asıl yazı konum bu olacaktı, poşetlerle kalakaldım, yazı konumu değiştirdim ben de :)))

1 Aralık 2011 Perşembe

PORTAKAL AĞAÇLARI, ANNEANNEMİN TORUNLARI, DEDEMİN İNSANLARI

İstanbul'dan döner dönmez, pazartesi ve salı temizliğe giriştim.
Bizim ailenin kadınlarında bir hastalıktır bu; tatilden dönünce dip temel temizlik yapılır.
Beni görseniz İstanbul'da iki gün değil; bir ay kaldığımı, evin de toza, kire büründüğünü düşünürdünüz.

Anneannem de böyleydi; genleri hepimize geçmiş işte. Torunu olarak bayrak elimde yani ...
Bu arada temizlik delisi olduğum düşünülmesin; her zaman öfleye püfleye yaparım bu işleri; mutfakta zaman geçirmeyi daha çok tercih ederim .
Neyse, iki gün ev kadını hallerinde gezdikten sonra dün arkadaşlarla buluştum.
Tuhaf şehir bu Antalya, bitmeyen baharıyla, kışa teslim olmuş pek çok şehire hınzırca göz kırparak meydan okuyor adeta.


Sonbahar geç geldiği için, gitmek bilmediğinden , sararan yaprakları gördükçe arkadaşlarla çocuklar gibi  sevindik.
Caddeler boyunca turunç, limon ve portakal ağaçlarını gördükçe  neşemiz arttı.

İşte bu güzelliklere dün, kasımın son gününde bir de Dedemin İnsanları eşlik etti.


Film için yazacak  fazla söz yok; Çağan Irmak yüreğinden geçenleri yine güzel anlatmış, tüm oyuncuları çok beğendim; Çetin Tekindor ve Hümeyra' ya bir kere daha hayran kaldım.

Filmin özeti bence, filmin  içinde geçen şu cümleydi : Noktayı koymak ne kadar zor olsa da; tamamlanmış cümleler daha az acı verir .

Zaman kaybetmeden izlemek lazım ...

29 Kasım 2011 Salı

BİR İSTANBUL MASALI

Hafta sonu İstanbul'daydım. Cuma günü saat üç gibi ulaştım İstanbul'a .
Önce ortaokuldan beri aynı sınıf ve sırada oturduğum, lise birde farklı sınıflara düştüğümüz için, aylarca ağladığımız, canım Tülay'ım ve Filiz'imle buluştum.



Tülay bizi Cafe London'a götürdü. Çok sıcak, insanın kendini evinde hissettiği bir  mekandı.

Tatilde diyet, rejim olur mu? Tabii ki olmaz. Açılışa, cafe latte eşliğinde,  aşağıda gördüğünüz kestaneli ve muzlu pastayla başladım. Bu  pastaların özelliği, yağsız ve unsuz yapılmasıymış. Tabii ben sadece kestaneli olanını yedim, muzlu olan Filiz'indi; o kadar obur değilim:))



 Akşam Kadıköy Kız Lisesi'nden arkadaşlarımla buluştum. Şahane bir gece oldu.
Üzerinden 27 yıl geçmiş ama kaldığımız yerden devam ettik eskisi gibi.
Bu kız lisesinde okumanın ayrıcalığı mı bilmiyorum? Arkadaşlarımı yıllar sonra yeniden görmek; o bir kaç saat bende doping etkisi yarattı.


İstanbul'a gelince blog arkadaşlarımı görmeden gitmem olmazdı.
Lale'nin Bahçesi, Yaşamın Kıyısında, Baykuş Gözüyle, Macera Kitabım yani Lale, Nur, Natali ve Özlem'le Alkım Kitapevi'nde Kahve Dünyası'nda buluştuk.

 Zamanım kısa olduğundan, bir de ulaşım sorunundan  görüşme de çok uzun olamadı. Yine de tadı damağımda kalan bir buluşma oldu. Tekrarını çok istiyorum; hatta Antalya'da bir buluşma gerçekleştirsek diyorum:)
Kitaplar arkadaşlarımın hediyeleriydi. Hepsi okunmak için sıraya girdiler. Okudukça tek tek paylaşacağım sayfamda ...
Bu arada Alkım Kitapevi'ne bayıldım. Sürekli İstanbul'da yaşasam çıkmam herhalde oradan ...

Pazar akşamı Antalya'ya döndüm, blog arkadaşlarımdan ayrıldıktan sonra kalan günümü de gördüğünüz Spider Man'lerin en güzeli şenlendirdi.

Antalya'ya döndüğümde mutluydum; yine bir sürü anı doldurmuştum yüreğimin ceplerine, İstanbul Masalı güzel bitmişti ...

24 Kasım 2011 Perşembe

TÜRKÇE ÖĞRETMENİM



Uzun yıllar önceydi.


On yaşını doldurmuş küçük kız, o yıl ortaokula başlamanın heyecanı içindeydi.
Uçsuz bucaksız bir alana kurulu olan, 6 yıl boyunca orta okul ve lise eğitimi göreceği okul hem tarihi binasıyla küçük kıza çok çekici geliyordu, hem de yeni bir çevreye girmekten ötürü çekingenlik yaşıyordu.

Beş yıl boyunca birlikte olduğu ilk okul öğretmeni ve arkadaşlarından ayrılıp, yeni bir hayata başlamanın tedirginliğini fazlasıyla hissettiği bir dönemdeydi.
Onun gibi ortaokul birinci sınıf öğrencileri, değişik dersler ve değişik öğretmenlerle yavaş yavaş tanışıyorlardı.
Öğretmenlerini sevmişti,
hele Türkçe öğretmeni, etkileyici ses tonu, öğrencilere yumuşak ve sevgi dolu yaklaşımı ve mükemmel Türkçe’si ile küçük kızın gönlünde taht kurmuştu.

Türkçe öğretmeninin değişik bir ders anlatış biçimi vardı.

Özellikle dilbilgisi derslerinde konuyu bir hafta önceden öğrencilerine verir, ertesi hafta konuya hazır olan bir öğrenciyi derse kaldırır, önce ona dersi anlattırır sonra da kendisi eklemeler yaparak derse devam ederdi.

Bir gün, yine ertesi haftanın ödevini verdi öğretmen öğrencilerine.
Konu, “ İnceltme İşareti ” idi.

 Kız, eve gidince dersine güzelce hazırlanmaya başladı.
Konuyu önce okudu,  sonra bir kaç kere annesine anlattı, ardından oyuncak bebeklerini karşısına alarak onlara da öğretmen edasıyla inceltme işaretini anlattı.

Ertesi hafta ders başladı; öğretmen her zamanki gibi : “Konuyu kim anlatmak istiyor?” diye sorduğunda, kız derse hazır olmasına rağmen yine de çekinerek parmağını kaldırdı.
Öğretmen arka sıralardan kalkan bu çekingen parmağı gördü ve kızı tahtaya çağırdı.
Küçük kızın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

Heyecan içinde tahtaya geldi ve konuyu anlatmaya başladı, anlatırken örnekler de verdi;
“ kar, kâr – hala, hâla – adet, âdet- kağıt, kâğıt ”.

Anlattıkça  öğretmen dahil bütün sınıfın onu dinlediğini fark etti; heyecanı geçti.

Sunum bittikten sonra öğretmenine baktı.
Öğretmen yüzüne memnuniyet ifadesi yerleşmiş bir tebessüm içinde şunları söyledi:
“ Evet çocuklar, arkadaşınız bu konuyu o kadar güzel anlattı ki, benim bir şey eklememe gerek kalmadı. Hepinizin önünde O’na teşekkür etmek istiyorum, arkadaşınıza kocaman bir aferin.,,
Kıza ismini ve okul numarasını sordu, kız da ismini ve okul numarasını söyledi...
O gün küçük kız hayatının dönüm noktalarından birini yaşamıştı.
Kendine daha çok güvenmiş, o ürkek serçe çekingenliği azalmış, okuluna, yeni arkadaşlarına daha da alışmıştı artık.
* * * *
Sevgili Öğretmenim;
Açık mektup nasıl yazılır bilmiyorum, tıpkı bu mektubun size ulaşıp ulaşmayacağını bilmediğim gibi.
30 yıl geçti aradan ama bazı şeyler unutulmuyor.
Siz yıllar önce o gün, belki de farkında olmadan, o çok bilinen “ deniz yıldızı ” hikayesindeki gibi okyanusa bir deniz yıldızı fırlattınız ve şimdi o deniz yıldızı da eğitim yolunda bir çok deniz yıldızını okyanusla buluşturmaya devam ediyor.

ÖZLEM ÖZAD
1 - G 2449
KADIKÖY KIZ LİSESİ
*****
Not : Bir kaç ay önce, Sevgili Türkçe öğretmenim Nurdoğan Cabi'nin, vefat ettiğini öğrendim. Bu yazı yıllar önce yazdığım bir yazıydı, kendisine ulaşamayacağından emin olduğum için sayfamda, öğretmenler gününde paylaşmak istedim ...
Mekanı cennet olsun ...


22 Kasım 2011 Salı

ARABESK İTİRAF



Aslında çoktan itiraf etmeliydim.

Pazar günkü yazımda da yazmalıydım; o zaman da çok uzun bir yazı olacaktı, okuyanı düşünmek gerek :))

Ben eskiden; çok eskiden arabesk de dinlerdim.
Hem de orta okula giderken 11 - 12 yaşlarımda yani !!!

Yetmişli yılların sonlarına doğru Orhan Baba'nın şarkılarıyla tanıştım.

 " Yarabbim Sen büyüksün, Yarabbim Sen Gönülsün " diye bağıra bağıra şarkı söyler; Batsın Bu Dünya ile kahrolur; Uslan Artık Deli Gönül'le coşar; teybi sonuna kadar açıp bütün apartmana Orhan Gencebay dinletirdim.

O zamanlar dünyanın batmasından; deli gönülün uslanmasından ne anlıyordum halen bilmem !!!

Apartman sakinleri sayemde ayrıca Tülay'ın sesinden satır satır " İkimiz Bir Fidanın Güller Açan Dalıyız" ını da ezberlemişti.

O zamanlar zannederdim ki; benim sevdiğim müziği herkes seviyor, ya da sevmeli işte o kadar !!!! !!!
Orhan Baba'dan hemen sonra; bunu itiraf ederken halen çok gülüyorum ama Gülden Karaböcek dinlemeye başladım. Orta bire gidiyordum ve Dilek Taşı ile Sürünüyorum en favori şarkımlarımdı . Orta okula giden bir kız ne dileyebilir, ya da nasıl sürünür bunu da anlayabilmiş değilim !!!

Sonra İbrahim Tatlıses'le tanıştım. Yani şahsınla hiç bir zaman tanışmadım ama " Bir kulunu çok sevdim" , "Mutlu ol Yeter"  bayılırdım bunları dinlemeye.
Nebahat Çehre  o zamanlar  Firdevs Hanım ve Valide Sultan olacağını bilmiyordu; o Yılmaz Güney'in güzel ama eski eşiydi. Büklüm Büklüm'ü söylerdi, ben yine bangır bangır dinlerdim !!!

Sonra Nilüfer bir albüm çıkartmıştı. Tamamen arabeskti, bayıla bayıla onu da dinle-
dim.

O zamanlar herkes hem bana, hem Nilüfer'e kızıyordu.
Nilüfer'e kızma nedenleri, onun gibi bir sanatçının arabesk müziğe yenik düşmesiydi. Bana kızma nedenleri arabesk dinlememdi. Oysa ben arabesk yanında Beatles, Pink Floyd ha bir de canım Erol Evgin'i  falan da dinlemeye başlamıştım.

Nilüfer arabesk şarkıları yüzünden bana kızıldığını, hiç bir zaman bilemedi, kendine yapılan eleştiri ve sitemi de çok ciddiye aldığını sanmıyorum ...

Aradan yıllar geçti, dinlediğim müzikler de değişti. Arabesk müzik 15 yaşımdan itibaren beni terk etti, daha doğrusu ben onu terk ettim. Neyse; böyle tuhaf bir ayrılık oldu aramızda.
Peki şimdi ne dinliyorsun diye sorsanız kulağıma hoş gelen her müziği dinlerim diye yanıtlarım ve bu kulağıma hoş gelen her müzik; klasik müzikten Türk Sanat Müziği'ne kadar geniş bir yelpaze içinde yer alır.

Bize bir dönem öcü gibi gösterilen arabesk halen dinleniyor aslında. Bu yazıyı yazma sebebim de Işın Karaca albümleridir. Ben de dahil, herkes eski şarkıları onun yorumuyla şu an bile dinliyoruz valla.
Dinlerken geçmişe gidip geliyorum ara sıra, aklıma o zamanlardan bir anı geliyor misal.
 Belki de bu nedenle müzik geçmişle bu gün  arasında bir köprüdür bence ...

20 Kasım 2011 Pazar

BENİM ŞARKILARIM

Müzik hep önemli oldu hayatımda. Ayırım yapmadan her müziği dinledim.

Türk Sanat Müziğine olan sevgimi sanırım  dedeme borçluyum.

Çocukluk anılarımda, dedemin sesi, şarkıları ve güzel gözlerinin izi hep saklıdır.

Anneanneme aşık bir adamdı dedem;  oysa asıl aşık olunacak kişi kendisiydi, mavi gözlü beyaz tenli bir adamdı. Ölürsem Yazıktır Sana Kanmadan anneannemin gözünün içine bakıp söylediği şarkılardan biridir.

O dönemlerde ne Türk Sanat Müziğinden, ne de aşktan anlardım.
Mahalledeki kızlarla sokakta şarkıcılık oynardık, ben nedense Seyyal Taner olurdum, söylediğim şarkı da hep Son verdim Kalbimin İşine olurdu.
Çocuk aklı işte, kalbin işine öyle hemen son verilmeyeceğini bilemezdim tabii.

Orta okulda Pink Floyd'la tanışmış, unutulmaz şarkısı The Wall' ı marş haline getirmiştik arkadaşlarla. Öğretmenler de  bize sinir olurdu.

 Erol Evgin'e aşıktım.
Çiğdem Talu söz yazar, Melih Kibar besteler, Erol Evgin söylerdi. Şimdi geriye bir tek Erol Evgin kaldı, bir de şahane şarkılar.
Nedenini halen bilmem; İşte Öyle Bir Şey' i dinlemek çok duygulandırırdı beni.
Lise yıllarımda Beatles takıntım olmuştu. Eni konu Liverpool'a falan gitmeyi düşündüğüm dönemler o zamana rastlar. :))
Yesterday en unutamadığım Beatles şarkısı, İmagine'sa yine unutamadığım John Lennon şarkısıdır.

Hotel California, Self Control, Big in Japan, Hello, Knife üniversite sınavlarına hazırlanırken eksik olmasınlar beni hiç yalnız bırakmadılar. Stresimi atmamda kendilerine çok şey borçluyum.

Sonra Careless Whispers, ahh George Michael, ona da aşıktım, cinsel kimliğini öğrendiğimde ağzımın bir karış açık kaldığını hatırlıyorum.
Bu hayal kırıklığına uğradıktan sonra aslıma dönerek kendi müziğimizi dinlemeye başladım.

Üniversitede ders çalışırken Zülfü Livaneli şarkıları ki  en çok Gözlerin bana  eşlik etmiştir.

Yeni Türkü Şarkıları, Olmasa Mektubun, Çember, Yağmurun Elleri.

Grup Gündoğarken, Sen Benim Şarkılarımsın, MFÖ, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da ilk aklıma gelenler.

Tabii artık şarkılara ve söyleyenlere aşık olmayı çoktan bırakmıştım. E birazcık aşkla da tanışmıştım, işte o dönemlerde Sezen Aksu, kendisi bilmez ama,  sağ olsun imdadıma yetişmiştir.
Git -me-, Beni Unutma, Yalnızca Sitem, biraz daha abartayım; Beni Yak Kendini Yak, Gidiyorum...

****
****
Bu yazıyı Leylak Dalı'nın mimini okuyunca yazmak geldi içimden. Mim kurallarını azıcık aştım biliyorum.
Konu müzik olunca benim anlatacaklarımın sonu gelmez, oturduğum yerde yazarken şarkı söylemeye de başladım; hane halkı bilgisayar başında delirdiğimi düşünüyor arkadaşlar.

Yeni haftanız güzel geçsin ...

18 Kasım 2011 Cuma

BİRİ BENİ DURDURSUN ...



Bayramın ilk günü, oğluma almam gereken bir kitap olduğunu bahane ederek kendimi D&R'a atıp, önce D&R'daki  kitaplar arasında kaybolup, içlerinden iki kitap seçen ben; oğluma da kitabını alarak olay mahallinden ayrıldım.

 İnternet üzerinden yeni kitap siparişleri verdim, gelmelerini bekliyorum.


Ay sonuna doğru iki günlük İstanbul seyahatim olacak. Alkım Kitapevi'ne ve en azından Kadıköy'deki sahaflara gitmek için şimdiden yanıp tutuşuyorum. Gün farkıyla Tüyap Kitap Fuarı'nı kaçırdığıma üzülüyorum.
Bir kaç hafta  önce yine internetten sipariş ettiğim kitaplarım geldi.

Koliyi açarken yanımda olan babam, tuğla ağırlığındaki kitabı nasıl okuyacağımı sordu; eşim; ben ona artık hiç karışmıyorum baba diye benden önce babamı yanıtladı, annem kendine has edasıyla anlamlı cümlesini kurdu :  Karışmayın kızıma o yolda yürürken bile kitap okur !!!

Hayır, derdim kitap okumak değil de; ben kitap alma isteğime engel olamıyorum.
Gördüğüm, beğendiğim, bloglarda konusunu okuyup beğendiğim; kitapçıda elime alıp dokunduğum bütün kitapları almak istiyorum.

Kendimle başa çıkamıyorum.
Okuyor muyum aldıklarımı?
Evet;  o an olmasa bile zamanı gelince mutlaka okuyorum.

Eeee o zaman sorun yok değil mi? 
Ortada endişe edilecek bir durum yok değil mi?

Biri bana akıl versin, ya da biri beni  durdursun  ne olur !!!!!

16 Kasım 2011 Çarşamba

ADINI TOPAK KOYDUM

O bir sokak kedisi, bütün mahalleyi peşinden koşturan  böylelikle, kendine ev kedisi gibi davranılmasını sağlayan bir kedi.

Henüz yavru, kendisine hiç benzemeyen gri renkte bir annesi var -  annesinin bebeğine çok düşkün olduğunu belirtmek isterim. -

İkiz kardeşini hain bir araba çarpması sonucu kaybetmiş akıllı bir kedi.

Yaptığı maskaralıkları burada anlatsam sayfalar yetmez.

Doğallığı hoşuma gidiyor en çok, insanların yanına sokulup, kendini sevdirmek en belirgin özelliği. Bunun için adını Topak koydum.

Yaşasın kediler :)))

15 Kasım 2011 Salı

ANLADIM Kİ ...


Anladım ki; bahar kadınıyım ben, ne çok sıcağa gelebiliyorum, ne çok soğuğa,

Anladım ki; yüreğimde de ılık rüzgarlar esmeli, ne  çok acıya katlanabiliyorum, ne çok coşkuya,

Anladım ki; zamanın kocaman dişleri var, geçtikçe çiğniyor, öğütüyor bizi,

Anladım ki; yazmak insanın kendini ifade ediş yollarından biri, bu yüzden ne çok sessiz kalmalı, ne de çok konuşmalı;  yazmalı, hep yazmalı,

Anladım ki, hayat yolunun da sonu var, " keşke " yerine " iyi ki "  ile başlayan cümlelerimiz çoksa eğer,  yaşadığımız hayat bizim ...


Blog Not : Çok yakından tanımıyordum, Kara Kalem ini okumayı seviyordum. Yaşadığı acılar karşısındaki duruşu, bir de kızına ve  zamansız giden eşine duyduğu sevgiye saygım sonsuzdu.
Mekanı Cennet Olsun cümlesini sık  kullanmaya başladım bu ara.
Uzunca bir zamandır,  erken gidenin ardından bu cümleyi kurmak ağır geliyor ...

11 Kasım 2011 Cuma

TARİFLER, ANLAR, ANILAR

Arkadaşım A.'ya sabah kahvesine gitmiştim.
Kahvenin yanında bir gün önceden hazırladığı şahane irmik tatlısını ikram etti bana.
Oldum olası sütlü tatlılarla aram iyi olduğundan, hayır diyemedim.

İrmik tatlısını yerken tarifini istedim.
A. mutfağın çekmecesinden bir kutu çıkarttı.
Kutunun içinde farklı el yazılarıyla yazılmış yüzlerce tarif vardı.
İçinden irmik tatlısının tarifini buldu. O da bir arkadaşından almış tarifi ve arkadaşı kendisi yazıp vermiş A.' ya  tatlının tarifini.

Ben de böyleyim !!
 Arkadaşlarımdan aldığım tarifleri asla temize çekme huyum yok.
Mutfakta tariflere ayrılmış bir çekmecem var hepsi orada duruyor.
Ne yeni bir defter oluşturabiliyorum, ne de tarifleri en azından bilgisayara aktarıyorum.

Nedenini düşündük A ile.
Sahi, neden böyleydik biz?

" Tembellik " dedim ben, o " Zamansızlık " dedi. " Dağınıklık olabilir mi? " diye sorduk birbirimize ve yanıtı aynı anda verdik.
" Biz o tarifleri özellikle kutular veya çekmeceler içinde saklayıp , temize çekmiyor ve  arkadaşlarımızdan kalan anıları saklıyorduk. "
Her tarifte bir dostun yazısı, kiminin üzerine sinmiş vanilya kokusu veya dökülen bir şeylerin izi vardı ve bunlar bizi geçmişe götürüyordu.

Dünya döndükçe, yaşadığımız her an hızla  anıya dönüşüyordu,  farkında olsak da olmasak da böyleydi bu.

 Belki de geçen zamana direnmek için bu şekilde koruyorduk anılarımızı, tarifleri temize çekmeden; tarifleri anılara,  anıları tariflere dönüştürerek ...

10 Kasım 2011 Perşembe

BÜYÜK MİLLİ MATEMİMİZ






Senin kurduğun çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin evladı olmaktan onur  duyuyorum.

Fikirlerin, ilkelerin yoluma ışıktır.

İyi ki geçtin bu dünyadan ...

9 Kasım 2011 Çarşamba

BAYRAM ARASI KİTAPLARI VE BİR FİLM

Düşük tempolu geçiyor bu bayram.
Sanki bayram değil de tatildeymiş gibi.


Bayram kitaplarım;  Mino'nunSiyah Gülü ve Kediler Güzel Uyanır.

Kediler Güzel Uyanır beklentilerimi pek  karşılamadı. Bir de Baktım Yoksun'un tadını bulamadım.  Böyle bir kıyaslama yapmam  ne kadar doğru bilmiyorum? Öyküden çok denemeye kaymış sanki yazar. Bu da bana samimiyetsiz geldi . Öyküyse öykü, denemeyse deneme biz hepsini okuruz sonuçta, hele içinden  kedi geçiyorsa :)

Mino'nun Siyah Gülü'ne bayıldım. Bu yıl okuduğum en mükemmel kitaplardan biri diyebilirim.
Hüsnü Arkan'ın sesini  Ezgi'nin Günlüğünden bilirim ama yazarlık gibi bir yeteneği olduğunu bilmiyordum. Bütün kitaplarını en kısa sürede okuma kararı aldım.


Bir de film sıkıştırdım bayram günlerinden birine;

Hani şeker gibi filmler olur ya; izlerken dinleniriz, eğleniriz film bitince de ruhumuzda filmin tadı kalır, ya da o  anki ruh halimize iyi gelir bu da öyle bir filmdi işte.

Diyorum ya temposu düşük bir bayram oldu bu bayram, içine kitaplar, filmler bile sığdı.

Dün gece rüyamda buralara kar yağdığını gördüm; portakal ağaçları, palmiyeler bembeyazdı.

Uyandığımda güneş yine sonbahar haliyle şehrin üzerinden gülümsüyordu.

Sonbahar dediğime bakmayın, yazdan kalma bir bayram yaşadı Antalya, bugün de bunun keyfini çıkartmak lazım, tatilin son günü nerede olursak olalım iyi geçmelidir çünkü, nasıl olsa hayat, bayram ertesi  kaldığı yerden devam etmeyecek mi?
Yaşadığımız anın tadını çıkartmak gerek  :))

5 Kasım 2011 Cumartesi

MUTLU BAYRAMLAR ...



Bu bayram bayramımız MUTLU olsun.

Ulusça mutluluğa belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz bayram olacak bu bayram ...

Kara bulutlar dağılsın üzerimizden, hayat bayram olsun ...

3 Kasım 2011 Perşembe

ÇAM KOZALAKLARI ...


Çocuk okuldan gelir, çantasını bir kenara koyar ve ; " Hayat ders çalışmaktan ibaret değildir; okuldan gelince bi şeyler yapmak lazım anne !! "  der .
Topladığı çam kozalaklarını sulu boya ile boyar.
Anne şaşırır; bir süredir klasik anne tipi olmamaya karar vermiştir ; oğlunu destekler ve ortaya fotoğraftaki boyanmış kozalaklar çıkar :))))
Çocuk mutludur, çocuk mutlu olduğu için anne de mutludur ve anne kendine  o küçücük  beyinden yeni bir hayat dersi çıkartır. . .


31 Ekim 2011 Pazartesi

YILLAR SONRA KADIKÖY KIZ LİSESİ



1978 - 1979 Öğretim Yılı başlarken; ürkek adımlarla okulun kapısından içeri girmiştim; altı yıl boyunca yaşayacağım her şeyin günün birinde anıya dönüşeceğini bilmiyordum.
İlk okulu siyah önlük, beyaz yaka giyerek okuyan bir kuşağın çocuğuydum.
 Lacivert etek ve hırka, beyaz gömlek, çorap ve ayakkabılarımla pek bir havalı hissediyordum kendimi !!!

Çocuktum, yeni bir hayata adım atıyordum ve o günlerde etek boyunu belden kıvırarak kısaltmak aklımın ucundan bile geçmiyordu !!!

Sınıfım 1 - G, uçsuz bucaksız okulumun " Yeni Bina " denen deniz manzaralı binasının zemin katındaydı.

 Kalabalıktık, benim gibi lacivert formaya bürünmüş bir sürü kız vardı sınıfımızda ve o gün hiç birimiz kız lisesinde okumanın ayrıcalığının farkında değildik.

Altı yılı bir arada geçirince  birer kız kardeş haline dönüşeceğimizi de bilmiyorduk.

Yıllar geçti, orta okul bitti, lise dönemleri başladı.

Liseyi bitirdiğimizde,  üniversite telaşının içindeydik.

Okulun konferans salonunda mezuniyet balosu yapmıştık.

Şimdiki gibi otellerin havuz başında, şahane tuvaletler giyerek değil; kendi çapımızda, küçük mutlulukları sevince dönüştürerek eğlenmiştik.  Bir de ağlamıştık, vedalaşırken ...

Yıllar sonra, anıların içine girdiğim zaman,  yazılı ve sözlü sınavların stresinden çok, bol kahkaha ve neşe düşüyor aklıma.

O zamanlar teknoloji ile bu kadar haşır neşir değildik, çoğumuzun evinde telefon bile yoktu ve koptuk birbirimizden.

Hatıra defterlerimize yazdığımız gibi  "  hayatın sarp ve dikenli yollarında " yürümeye başladık, epeyce yol aldık ve 28 yıl sonra teknoloji hayatımızın ayrılmaz parçası olduğunda   birbirimizi bulduk.
Eski günleri özlemle anarak el ele tutuştuk.

Ekim ayında,  Kadıköy Kız Lisesi 1984 mezunları buluştular yeniden; ben oğlumun hastalığı yüzünden aralarında olamadım, sesim ve yüreğimle eşlik ettim onlara.

Kadıköy Kız Liseli olmak ayrıcalıktı.
Düşünüyorum da, belki de ayrıcalık Kadıköy Kız Lisesi 1983 - 1984 yılı mezunu olmaktaydı kimbilir. . .

*****
NOT : Bu yazı tüm KKL 1983 - 1984 yılı mezunu arkadaşlarıma ve aramızdan çok  erken ayrılan gülen yüzlü arkadaşımız Hülya Özkara'ya ithaf olsun ...