Zaman tüneline girmiş gibiyim.
Hani çocukluğumuzda bir dizi vardı ya ; şimdi ellili yaşlarını yaşayanlar hatırlar; "Zaman Tüneli" aynen öyle.
Tünel 1920'ye ve Paris'e atmış beni.
Kısa saçlı Hadley'in peşine takılmışım.
Hadley dediysem asıl adı Elizabeth; 29 yaşında. Hoş bir kız. Annesini ve babasını kaybetmiş.
Özellikle babasının ölümü trajik bir son olmuş ve Hadley atlatamıyor bu acıyı.
Bir evdeyim.
Evde parti var.
Kadın erkek bir arada.
Derin bakışlı, kahve rengi gözlü bir erkeğe takılıyor Hadley. Tabii ben de onunla birlikte takılıyorum o kahve rengi gözlere.
Delikanlının adı Ernest. Kimse tanımıyor onu.
Oysa çok değil bir süre sonra, Dünya edebiyatı adıyla, soy adıyla tanıyacak onu " Ernest Hemingway " diye.
Kimse bilmiyor o anda, ben biliyorum sadece ve gülüyorum içimden sessizce ...
Aralarında bir yakınlık doğuyor Ernest'le Hadley'nin ve ben aradan çekiliyorum; izliyorum onları.
Hadley, aşık olmak üzere kahve rengi gözlü, derin bakışlı delikanlıya. Delikanlı da ona.
Delikanlı tutkulu biri . Yirmibirinde henüz. Tutkularından biri de yazmak.
Yazdıklarını Hadley ile paylaşıyor.
Hadley onun gelecekte iyi bir yazar olacağına inanıyor. Sonra aralarına başka şehirler giriyor, mesafeler giriyor; inişler çıkışlar yaşıyorlar birlikte.
İzliyorum onları, rüyalarımın şehri Paris'te olmanın mutluluğu da coşku veriyor bana.
Sayfaları çevirdikçe çeviriyorum. Merakla olacakları bekliyorum, sonunu merak ediyorum,
Okuyorum okuyorum ...
Blog not : yıllar önce okuduğum bir kitaptı ve çok etkilenmiştim . Eski blog sayfamdan kaydetmişim sadece bub yazıyı kaydetmişim bulunca paylaşmak istedim .