30 Aralık 2013 Pazartesi

DİLERİM Kİ ...

Dilerim ki, yeni gelen yıl, 2013'ü aratmasın.

Yeni yıl güzelliklerle gelsin.

Kederler, acılar, zamansız vedalar 2013'ün  torbasına dolup gitsin.


Yeni yılın torbasından hepimize, sağlık, mutluluk, huzur, neşe, eğlence, kitap kurtları için bolca kitap çıksın.

Yeni yılda her şey beklediğimizden daha da güzel geçsin !!!!

20 Aralık 2013 Cuma

BENDEN KALAN ...


Umut günümdür cuma. Kendimi fotoğraftaki yapraklar gibi yorgun hissetsem de cumaları ayrı severim.
Nedenini bilmiyorum.
Ardımda bir hafta bıraktığım için olabilir.
Hafta sonu yaklaştığı için olabilir. Diğer günlerden daha iyi gelir bana ...

***
Bu yıl ilk kez yeni yıl süslemeleri yapmadım evde. Oysa her yıl aralık girer girmez başlardık evi süslemeye. Babamın hastalığının verdiği moralsizlik bu konuyla çok ilgili tabii. Şimdi durumu biraz daha iyiye gitse de halen yoğun bakımda yatıyor olması bile üzücü. Konuşamıyor şu anda. Fakat sürekli yazıyor. Doktor ve hemşirelere yazarak bizi anlatıyormuş. Bize de doktor ve hemşirelerin kendisine çok iyi baktığını yazdı.
Ah babam, hasta halinle hayata tutunuyorsun...

***
Tolstoy'un Son Yılı'na başladım, pek iyi geldi bana bu kitap.

Tolstoy'un sevdiğim yazarlardan olması bunun nedeni olabilir ama en önemli nedenlerden biri de bence çeviri. İlknur Özdemir'in çevirilerini seviyorum. Reklam olmaz umarım.
***
Oğlan gelir birazdan okuldan.  Evimizde bir klasik haline gelen  CUMA GÜNÜ PASTASI yaptım ona. Aslında son derece kolay uyduruk bir pasta, ama seviyor çocuk, eğlenceli geliyor ona cuma günleri anne pastası yemek.

Benden güne kalanlar şimdilik bu kadar. Bundan sonra bloğuma daha sık yazmaya karar verdim. Anladım ki yazmak iyi geliyor bana, dilerim daha keyifli yazılar yazarım ...

16 Aralık 2013 Pazartesi

BENİM BABAM


Cumhuriyetin ilanından altı yıl sonra doğmuş, bir cumhuriyet çocuğu.
İkinci dünya savaşının sancılarını yaşamış, ekmeği karneyle almış, fakir hem de çok fakir bir ailenin oğluymuş, yine de okumaya tutkunmuş.

Gaz lambasında ders çalışırmış. Matematik en sevdiği ders olmuş yıllarca.
Zor şartlarla askeri okula girmiş. Deniz Subayı olmuş. Teğmenken annemle tanışmış. Kendi ifadesiyle, " görür görmez " anneme aşık olmuş. Evlenmişler. Önce bir oğulları olmuş fakat bebek ölmüş. Ölen oğlunu hiç unutamamış. Ardından ben ve kardeşim doğmuşuz. Çocukları onun için çok değerli olmuş.

Kitap okuma tutkusunu çocuklarına da aşılamış. İşe, eve şahane bir kütüphane kurmakla başlamış. Özellikle büyük kızına - bana - akşamları işten gelirken kitap getirmeyi alışkanlık edinmiş.

Yıllar geçmiş, ufak tefek sağlık sorunları dışında sağlığı hiç bozulmamış. En sevmediği şey hastane ve doktora gitmekmiş. Bunun için sağlığına hep dikkat etmiş.

Hayata o kadar bağlıymış ki, yaşlandığının farkına daha iki yıl önce varmış. Çocuklarına gençliğin çok önemli ve değerli olduğunu söyler dururmuş.

Uğursuz 2013'ün haziran ayında ilk ciddi rahatsızlığını yaşamış. Hastaneye yatmış, tedavi olmuş ama. İyileşerek ve mutlu evine dönmüş.

Şimdi yıllar önce içtiği sigaranın kendine hediyesi olan KOAH yüzünden yoğun bakımda. Yine istemeyerek gitti hastaneye ve uyuyor, uyutuluyor.
Sanki çok uzun bir yolculuktan gelmiş de dinleniyor gibi.

Nefesimizi tuttuk uyanmasını bekliyoruz !!!!!


9 Aralık 2013 Pazartesi

KOMİK MUTFAK



Öğrenciyiz ve dört kız aynı evi paylaşıyoruz.
En çok tükettiğimiz yiyecek makarna ve patates kızartması.
Ben içlerinde acemi çaylak yemek yapmayı bilmiyorum, ama hevesliyim ve mutfak konusunda  kendi çapımda gelecek vaad ediyorum !!!!!

Bir gün pazara çıktım. Biraz domates, biraz salatalık alacaktım. Aldım da, dere otu çok severim, bir demet de dere otu aldıktan sonra gözüm asma yapraklarına takıldı.
Mevsim bahardı sanırım, yapraklar salamura değildi.
Pazarcı teyzeden dolma yapmak için  yaprakları  alıp eve geldim. Annemden öğrendiğim kadarı ile dolma içi hazırladık kızlarla. Sonra da yapraklara dolma içini sardık.

Tencereye koyduk pişirdik.
Hepimizin kanaatince ilk  zeytin yağlı dolma deneyimimizi başarı ile tamamlamıştık.

 Tencereyi açınca bir de ne görelim ?
Yaprakların dışa gelmesi gereken parlak kısmını içine, damarlı kısmını dışa sarmışız. Dolma içine de tuz koymayı unutmuşuz !!!
Başarıyla tamamlanan yaprak sarma süreci hüsrana sonuçlanmıştı ...

O gün komik bir şey  daha yaşamıştım.

Pazardan salatalık niyetine aldığım yeşil şeyin kabak, dereotu niyetine aldığım otun da Arapsaçı olduğunu fark edince kızlarla çatlayana kadar güldüğümüzü hatırlıyorum. Arapsaçı ile böyle bir komik tanışmam olmuştu.

Sonuç :
1- Bir daha zeytin yağlı yaprak sarmayı 20 sene kadar yapmadım !!!  Şimdilerde yapıyorum tabii, fena da olmuyor.

2- "Arapsaçı" ile komik tanışmamızdan sonra birbirimizi çok sevdik. Hatta Girit kökenli arkadaşlarım ve aileleri  sayesinde bu otun türlü türlü yemeklerini de pişirmeyi öğrendim.

3-  Hayatında o zamana kadar yeşil kabak görmemiş ben, pazardan salatalık alırken, daha dikkatli davrandım. Kendimi -afedersiniz- hıyar gibi hissetmemek için !!!

****
Blog Not : Yemek etkinliğini çok beğendim . Etkinliğin Fikir annesi Misgibi ' ye çok teşekkür ederim. Bu aralar çok yoğunum, hepsine katılamasam da zaman buldukça yazacağım. Çünkü mutfak işleri benim için çok özel :)

22 Kasım 2013 Cuma

MASKE

Sıradan bir gündü. Günlerden cumaydı.
Kadın kocasını işe, oğlunu okula gönderdi.
Ev şimdi kendine kalmıştı.

Kadın, -aramızda kalsın- yalnızlığı pek severdi .
İnsanın arada bir kendinle baş başa kalmasının ruha iyi geleceğini düşünürdü.

Dışarıda henüz başlamış bir yağmur vardı.
Yağmur kasım ayına ve cuma gününe yakışıyordu.

Son günlerde etrafında, - bir aylık yağmur bir günde yağacak - söylentileri dolaşıyordu. Yağsın bakalım dedi; kendine bir Türk Kahvesi yaptı.
Kahve eşliğinde yeni kitabına başladı.

Bu kitabı en çok Komiser Nevzat'ın Rum sevgilisi Evgenia'nın hikayesini okumak için almıştı.

Elindeki gazetenin haftalık kitap ekini okudu. O anda yüzündeki bütün maskeleri çıkartmıştı.
Ne anne, ne eş, ne ev kadını maskesi yoktu yüzünde. Bu maskesiz, doğal  hali çok hoşuna gitti.

Sonra mutfağa girdi; öğlen yemeği için kendine erişte makarna ve fırında kremalı patates pişirdi.
Fırında kremalı patatesin tadı çok hoşuna gitti.


Yemeğini yedi. Ardından hazırlandı.
Dersaneye gitmesi gerekiyordu. Öğlen dersi vardı. Giyindi, öğretmen maskesini taktı. evden çıkmaya hazırlandı.

Dışarıya şöyle bir başını uzattı; yağmur şiddetini arttırmıştı. Neyse ki evi ile işi birbirine çok yakındı. Kendini mutlu hissetti ...

19 Kasım 2013 Salı

HAYAT KOŞUCUSU

Sonbaharın en hüzünlü ayı bence kasımdır.
Yerini kışa bırakmaya hazırlandığı için mi  hüzün barındırır bilmiyorum ?
Artık ağaçlar yapraklarını çoktan dökmüştür. Yerler sarı, kırmızı sonbahar yapraklarıyla doludur kasım ayında. Hüznü belki de bundandır.

Sonbahar ve kışa en çok direnen şehir de bence Antalya'dır.

Yaz aylarının boğucu sıcağı için, sanki içinde yaşayan insanlardan özür dilercesine, sonbahar daha keyifli geçer.
Şu gülhatmilere bakar mısınız? Gelemeyen kış mevsimini kovalıyor sanki ...

Hele bu yıl, azıcık kendinizi sıksanız rahat rahat denize bile girebilirsiniz şu anda Antalya'da...

2013 tüm mevsimleriyle son baharın ve gidişlerin yaşandığı bir yıl oldu.
Hiç beklemediğimiz kayıplar yaşadık bu yıl. Son halkaya Nejat Uygur da eklendi.
Gidenin ardında kalmak da zormuş. Yaşayınca daha iyi anlıyor insan. Bir de hayat kaldığı yerden devam ediyor ya; en çok da bu etkiliyor beni. Bu yüzden daha bir üzülür oldum bu gidişlere ...

***
Hafta sonu aşure yaptım. Hem de iki arada bir derede. Cumartesi ve pazar günleri benim için mesai günleri olduğundan hazırlıklara bir gün öncesinden başladım.
Ders aralarımda eve gelerek bütün aşure malzemelerini hazırladım. -Dersane ve ev arasında bir sokak mesafe olmasının avantajlarını iyice kullanır oldum .-

Buğdayı da elimden geldiğince sıcak suyla yıkadım ki aşure açık renkli olsun. Tabii içine koyduğum incir ve üzümleri de sıcak suda bekletmek gerek. Neyse amacım tarif vermek değil tabii, sonuçta oluyor mu oluyor işte. Ortaya böyle bir görüntü çıktı.
****
Hakan Günday'ın yeni romanı DAHA 'yı bitirdim. Daha da yazsa okurum ben Hakan Günday'ın yazdıklarını.


Bence okuduğum en iyi Hakan Günday romanı DAHA. Sarstı, çarptı, şaşırttı ama okuttu kendini ve Daha'dan sonra Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ne yatay geçiş yapmayı düşünüyorum. Fakat bende adet haline geldi, Hakan Günday romanlarından sonra bir süre kitap okumaya ara veriyorum. İçimden gelmiyor bir şey okumak.
Geçen yıl Tüyap'ta imza gününde bunu yazarın kendine söylemiştim ve çok şaşırmıştı.

****
Sinemaya gitmek istiyorum. Ne kadar ihmalciyim film konusunda yeni bir film gösterime girecek  Erkek Tarafı  Testesteron. Mert Fırat var oyuncular içinde. Mutlaka izlemeliyim.

****
Gökyüzünde açık mavi bir hava var. Kasıma yakışıyor ve ben -kasım gökleri altında- ( bunu da Sezen Cumhur Önal söylerdi eskiden ) hayat maratonuna devam ediyorum, sıkı bir hayat koşucusu olarak !!!

12 Kasım 2013 Salı

MİNİK YARIŞ ATLARI

Geçen hafta sonu oğlumun okulunda veli toplantısındaydık.

Malum bu yıl 5. sınıf oldular, yeni sisteme göre orta okullular artık !! Fakat hiç biri henüz bu duruma alışabilmiş değil. Branş öğretmenleri ile yeni yeni kaynaşıyorlar. Bu arada ilk sınavlarını oldular. Sonuçlar bana göre güzel.


Bana göre güzel dedim ama  toplantıdaki velilerin anlamsız tavırlarından cidden rahatsız oldum. Rahatsız olmanın ötesinde endişe duydum.

Bir anne oğlunun matematik sınavından 75 almış olmasını kabullenemiyordu. " Mümkün değil; oğlum 75 alamaz !!!! Ben ondan daha fazla performans bekliyordum " gibi cümleler kurdu. Bir kısım veli doğrudan öğretmene yüklendi . Eşim ve ben olup biteni şaşkınlıkla izledik.

Konuyla ilgili yorum yapmasam olmaz ben de; o veliye öğrencilik döneminde hiç düşük not alıp almadığını sordum. Bir başka veli  " Not çok mu önemli ? " diye sordu, önemli olanın çocuğun dersi, öğretmeni sevebilmesi dedi. Fakat söz ettiğim veliyi ve diğerlerini durdurmak olanaksızdı.
O anda kendimi at yarışında hissettim. Çocuklarının notlarını birbirlerine sormalar; kendi çocuğu ile diğerlerini kıyaslamalar. Toplantıdan çıktıktan sonra düşündüm, sistem mi velileri bu hale getirdi ? Minik yarış atları yetiştirmenin ne yararı olabilir ki?

Eve geldik. Oğlum toplantıyı sordu.
" Senle ilgili duyduklarım güzeldi "dedim ona, öğretmenlerinin onu çok sevdiğinden söz ettim.
Sevgi önemli benim için. İlk okul 5. sınıfa gelen bir çocuk bir şekilde nasıl ders çalışması gerektiğini bilir çünkü.

Dünyaya getirmek için, sonra da büyütmek için uğraştığım, emek verdiğim çocuğumu yarış atı kategorisine koymaya hiç niyetim yok vallahi...


31 Ekim 2013 Perşembe

ÜST ÜSTE ...

İki hafta önce şiddetli bir mide bulantısı ve karın ağrısı ile uyandım.
bir kaç saat içinde neredeyse hastanelik olmuştum; bu yazın ilk iki ayını hastanede geçirdiğim için hastane fobisine kapılan ben tabii ki soluğu doktorda aldım.

Yapılan tahlil sonuçlarına göre bağırsaklarımda amip kisti çıkmıştı ve hemen tedaviye başlandı. Verilen ilaçların yan etkisi olarak mide bulantısı devam etti ve yaklaşık iki hafta sürdü. Cidde biçimde beni sarstı. Bu arada hayat devam ediyor elbette, estek köstek ayakta kalmaya çalıştım; şimdi iyiyim.

İki gün önce aynı belirtilerle oğlumu hastaneye götürdük. Bu amip kisti denen şey tuvaletten ya da yiyeceklerden geçermiş.

Çocuğun halini görünce korktum tabii. Yapılan tahliller sonucunda oğlumun bulaşıcı bir virüse yakalandığını öğrendik. Okullarda çok yaygınmış. Şükür ki amip kisti ona geçmemiş. Tuvalet ve yiyecek yıkama konusunda " Steril Selami " konumunda olduğumdan, hastalığım süresince daha da dikkat etmiştim zaten.
Neyse doktorumuz ona da perhiz ve çeşitli ilaçlar verdi, o da iyileşti.

Derken iki gün önce babam, çalan kapıyı açmak için koltuğundan kalkmak isterken evde düşmüş. Hep söyledim, yine söylüyorum yaşlılık çok zor.
Onu yerde yatarken görünce halim tam panikti. İnsan ne yapması gerektiğini de bilemiyor. Neyse babamın durumunu da en az hasarla atlattık.
 

Tüm bu olayların arasında elimizde kalan tüm coşkumuzla cumhuriyetimizin 90. yılını kutladık. Muhteşem bir gök yüzü şöleni izledik. Akşam sokaklardaydık ...

Hastalığımdan dolayı elimde günlerce sürünen  Sibel K. Türker'in Hayatta Kalma Hastalığı'nı dün bitirdim. Sibel K. Türker favori yazarlarım arasına girdi. Keşif geç ama olsun ...

 Araya Yekta Kopan'ın son romanı Aile Çay Bahçesi ve Füruzan'ın Gül Mevsimidir' ini sıkıştırdım.

Bu gün D&R günüm yeni kitaplar alacağım. Aslında internetten sipariş versem çok daha ucuza gelecek biliyorum ama okumak için sabırsızlandığım kitaplarım var. Dayanamadım her zaman olduğu gibi...

Şimdi vücudundan küçük böcekleri atan ben; dışarıdan hiç bir şey yememeye özen gösteriyorum.  Yaşayarak öğreniyor insan; sağlık gitti mi gittiği yerden kolay gelmiyor !!!




13 Ekim 2013 Pazar

ORTAYA KARIŞIK, BİRAZ SİTEMLİ BİRAZ KEYİFLİ


Yahu tam tatil havasından çıkmaya, günlük hayata alışmaya başlamışken bu on günlük bayram tatili de neyin nesi?

Tabii  bu benim düşüncem, evde okulların açılmasına halen alışamayan tatil havasında bir ufaklık var ve hiç de benim gibi düşünmüyor.

Uzun bayram tatillerini sevmiyorum.
Hele Antalya, daha çok insanla  dolup taşıyor.
Sadece dolup taşsa iyi, mağazalar, alışveriş merkezleri tıklım. Ne aldığını, ne verdiğini bilmiyor insan. İnsanlar çılgınlar gibi alışveriş yapıyorlar, kıtlıktan çıkmış gibi.

Haaa bir de zayıflama hikayesi var; tam rejim, diyet gibi havalara girmişsin güzel güzel beş kilo kadar vermişsin, şıp diye bayram geliyor. Eeee, bayram tatlısı yapmak lazım ki ziyarete gelenlere ayıp olmasın. Ziyaretler sırasında ikram edilen çikolata ve tatlılara diren direnebilirsen. Sonuç; beş kilo verilmişse iki kilosu kesin geri alınacak !!!!

***
Bu gün ne kadar negatifim ya da gözüme her şey bir tuhaf geliyor.
Öğleden sonra sirk tanıtımı için bangır bangır sesle  bir kamyonet geçti. N'oluyor dememe kalmadan bir de ne göreyim; kamyonetin içinde küçük kafes, kafesin içine tıkıştırılmış bir ayı ve bir kaplan, hayvanlar sıcaktan bunalmış, bunlar reklam yapıyor ? Ayıp yahu !!!
***
Hafta sonum evde, mutfakta  ve pek tabii kitap okuyarak geçti; kışlık domates ve biber stoğumu tamamladım, haa bir de işkembe çorbası yaptım. Oldu valla. Benim gibi birinin işkembe çorbası yapması mucizenin ta kendisi bana göre ...

***

İskoçya sokağı 44 Numara'yı okuyorum. Bu sokağa çok alıştım.
İyi niyetli Pat, Şımarık yakışıklı Bruce, görmüş geçirmiş Domenica ve arkadaşı Agnus, Agnus'un altın dişli köpeği Cyril, hırslı anne Irene ve beş yaşındaki dahi oğlu Berdie, bizim mahallede yaşıyorlar sanki ... Bu arkadaşlarla bizim balkonda keyif de yaptım hafta sonu :)

***
Yarın arife, ertesi gün bayram. Offf ya yine tatile alışacağım, sonra yine pazartesi sendromu gibi tatil sendromu yaşayacağım.
Neyse bundan da keyif almak lazım di mi ama?
Şimdiden mutlu bayramlar dilerim herkese ...


6 Ekim 2013 Pazar

BİR ZAMANLAR ...

 
 

Bir zamanlar bu inşaat halindeki evde beş kişilik bir aile yaşardı.


Birbirini seven bireylerden oluşan bu aile senelerce bu evde oturdu.

Evin babasının sağlık sorunları vardı, şehir yerine köyde yaşamayı tercih ettiler, bunun için bir arsa alıp  evi yaptılar.

Evin ön ve arka  olmak üzere iki bahçesi vardı.
Evin sağlık sorunları yaşayan  babası ön bahçeye birbirinden güzel çiçekler dikti.


Ön bahçeye çıkılınca, hanım eli ve akşam sefalarının kokularına gül ağacındaki güllerin kokusu karışırdı.
Bu çiçekler arasında kocaman bir masa vardı.

Yaz aylarında sabah kahvaltıları, öğlen ve akşam yemekleri bu masada çiçekler arasında yenirdi.

O sofrada mutlaka fazladan bir tabak olurdu; yoldan gelen geçen komşular  illâ ki yemeğe davet edilirdi.

Evin arka bahçesinin orta yerinde bir minik havuz; havuzun içinde  ördekler vardı. Evin sağlık sorunları yaşayan babası, buraya da bir sürü ağaç dikmişti. Elma, erik  ve dut ağaçları çok fazlaydı.


Bu ev insanların mutlu yaşamasına neden oldu. Evin iki kızı ve küçük oğlu burada büyüdüler.

Aradan yıllar geçti, önce kızlar evlendiler; ardından  evin küçük oğlu evlendi.

Hepsinin ikişer çocuğu oldu. Sağlık sorunları yaşayan adam ve karısı bu evde anneanne, babaanne ve dede  oldular.


Torunlar başka şehirlerde yaşasalar da, yaz aylarını bu evde geçirdiler. Evin iki bahçesinde oyunlar oynadılar. Meyveleri ağaçların dallarından koparıp yediler. Sabahları sokak kapısının girişinde, kafeslerin içindeki  kanarya ve saka kuşlarının sesleriyle güne başladılar.

Onlar da mutlu oldular. Bu küçük ev herkesin huzur dolu yuvasıydı.

***
Önce sağlık sorunları yaşayan adamın karısı öldü. Bu ölüme kimse inanamadı, çünkü adam yıllardır peşini bırakmayan kalp hastalığı nedeniyle hep erken öleceğini düşünürdü ama giden kadın oldu.

Kadının gidişiyle ev yetim kaldı. Adam, kendine de hayata da küstü, çocuklarından hiç birinin yanına yerleşmek istemedi ve o evde altı sene daha yaşadı, bir mart ayında sevdiği kadının yanına gitti.


Adamın ölümünden sonra, çocuklar ve torunlar evdeki eşyaları topladılar.

Torunlar eşyalar toplanırken, çatı katında bir ut buldular.
Udu çalanın anneanneleri olduğunu o zaman öğrendiler.
Torunlardan biri, tahta bir kutunun içinde eski eşyaların arasına sıkışmış fotoğraflar buldu; fotoğraflar eskiydi ama birbirinden güzeldi.

Fotoğraflar arasında evin inşaatı sırasında çekilen hali vardı.  Bu fotoğrafı gören torun, o fotoğraf kutusunu kimseye söylemeden aldı.

Udu da almak istedi ama ut o kadar eskiydi ki, alsa da bir işe yaramayacaktı, udu  bırakmak zorunda kaldı.

Aradan on yıl geçti. Büyük Marmara depremi oldu, evin olduğu yerlerin coğrafyası değişti ama o ev tüm eskiliğine rağmen yıkılmadı.

Zaten; sağlık sorunları yaşayan adam, evin inşaatı sırasında çocuklarına evin zeminin çok sağlam olduğunu  o zamanlar söylemişti.

Deprem nedeniyle ev yola doğru kaymıştı. Bir süre sonra yıkılması gerekiyordu. Bu yüzden satılmak zorunda kaldı. Nedendir bilinmez ev yıllar geçmesine rağmen yıkılmadı.

Bu yaz, altı torun  ve onların çocukları toplanıp evi görmeye gittiler.
Ev evlikten çıkmış, viraneye dönmüştü.

Torunlar arasında ortaya kocaman bir hüzün bulutu çöktü, boğazlar düğümlendi, hepsinin gözlerinde yaşlar birikti.

Bütün torunlar,  gözlerindeki yaşları silerken,  birbirlerine evle ilgili  anılarını anlattı.

Yıllar önce eski fotoğrafları alan torun, evin son halinin fotoğraflarını çekti. Çünkü biliyordu; zaman hızla geçiyor ve her bir fotoğraf karesi aynı hızla anıya dönüşüyordu.
 


Artık her şey geçmişte  kalmıştı.

 Bir zamanlar bu evde beş kişilik bir aile ve onların çocukları, torunları  çok mutlu yaşadılar, belki de ev bu yüzden  yıkılmadı ...

21 Eylül 2013 Cumartesi

EYLÜL VE BEN

Geçen gün sabah yağan yağmuru saymazsak; yaz daha bitmedi bu şehirde.



Yaz mevsimini vıcık vıcık sıcak yaşayan bir şehirde şiddetli yağmur  yağması da ne kadar ironik aslında ...

Okullar açılmasa, sonbaharın en sevdiğim mevsiminin geldiğinden haberim bile olmayacak.

Tatil dönüşü hele çifte tatil yapınca günlük hayata uyumda zorluk yaşadım.

Okullar açıldı, yeni dönem hazırlıkları başladı falan derken sayfamı da  ihmal ettim.

Şimdi bir yandan eski düzene uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan yazın son günlerinin tadını çıkartmaya çalışıyorum.

Hayatımda kayda değer bir şey yok aslında.

Bu gün oğlumla kitap fuarına gittik.
Şahsi fikrim ben fuarı beğenmedim.
Çok yetersiz buldum.

En önemli yayın evleri  yoktu.

 Yapı Kredi - Kırmızı Kedi - Can Yayınları - Remzi Kitapevi; ki ben en çok bu yayın evlerinin kitaplarının okuruyum.

Oğluma bir kaç tane kitap aldım; kendime alacak bir şey bulamadım, o kadar yani.

Hoş daha dün D&R 'dan bir sürü kitap aldım. İstanbul'dan gelirken de bir o kadar kitap aldım. Benimki de abartı biliyorum; ama itiraf edeyim ben bir bağımlıyım. K.A.O.B diyorum kendime kısaca. -Kitap Alma Okuma Bağımlısı- .


Şimdi  yeni kitaplarımdan seçtiklerimle kendime sonbahar köşesi yaptım.
Bu köşe yıl bitene kadar beni idare eder sanırım.

Bu aralar evimi özlediğimden midir nedir balkon keyfi yapmayı seviyorum. Kitabımı bir kupa dolusu çay ya da kahve eşliğinde balkonda okuyorum günlerdir. Oysa ben kendimi bildim bileli uzanarak kitap okumaya bayılırım.

Bu günlerde böyleyim. Kitaplarım, oğlumun okulu, benim ders notlarım hep beraberiz işte; evim evim güzel evim şeklinde ...



9 Eylül 2013 Pazartesi

YAZ SONUNDA NOSTALJİ ...

Kaş tatilinden döndükten iki üç gün  sonra telefonum çaldı. Arayan kuzenimdi.
" 27 Ağustos - 3 eylül arası iznim var; hadi bu sefer de siz buralara  gelin " diyordu. Ben tatil havasından kurtulamadığım için; oğlum da zaten sürekli gezme havasında olduğu için; bu teklifin üzerine ana oğul kum balığı gibi atladık.

Zaten henüz valizimizi boşaltmadığımız için hazırlanmamız çok da zor olmadı ve böylece sekiz günlük İstanbul - Şile - İzmit - Değirmendere gezimiz başladı.

İstanbul'a iner inmez Antalya'yı aratmayan bir sıcak ile karşılaştık, ama akşamları serinliyor hava; İstanbul' un havasının hakkını teslim etmek  lazım.

Oğlumla kendimizi hemen Kadıköy'e ve Moda'ya attık. Moda'da Elif Pastanesi'ne uğradık. Çocukluğumun pastanesidir Elif;  rahmetli Cevdet Amca'nın pastanesidir.  Elif Cevdet Amca'nın torunuydu aynı yaşlardaydık. Şimdi kim bilir nerelerdedir?
 

Moda'da okulumun önünden geçtik oğlumla, Kadıköy Kız Lisesi, yıllardır Kadıköy Lisesi. Kız lisesinin o farklı havası şimdilerde okulda var mıdır ?Hiç sanmıyorum !!!
 
Sonra Moda'daki evimize,  sokağımıza uğradık.



Oğlum apartmanın adını görünce şaşırdı. Anne bu apartman niye senin adını taşıyor  diye sordu; ben de tamamen tesadüf olan, apartmana isim koyma hikayesini anlattım.



Kadıköy' e inince Alkım'a uğramamak olmazdı, biz de Alkım Kitabevi'ni ihmal etmedik. Ben durur muyum? Bir sürü kitap aldım yine.
Peri Gazozu'nu yeni bitirmiştim. Bu tatilde bana Ayfer Tunç'un kitabı eşlik etti. Müthiş bir kalemi var Ayfer Tunç'un. Birbiri ile ilişkili öykülerin her biri roman tadında.
Uzaktan Haydar Paşa ile vedalaştık. İkimizin de bakışlarında özlem vardı.
 



Ertesi gün Soluğu Şile'de aldık. Karadeniz havasına ucundan kenarından bulaşmak güzeldi. 
Hava o kadar serindi ki; Şile'ye ağustos bitmeden çoktan ekim gelmişti.

Kuzenim bu gidişimde Şile'nin köylerine götürdü beni. Orada yürüyüşler yaptık birlikte. Oksijen sarhoşu olduk.




Karadeniz'in yeşiline ve serin havasına ucundan da olsa dokunmak güzeldi.
 

Saklı Göl' gittik. Her ne kadar köylülerin yaz sonunda tarlalarını sulamalarından dolayı gölün suları azalsa da gördüğümüz manzara muhteşemdi bana göre.



Şile tuhaf bir yer. İnsan orada aynı anda hem dinlenebiliyor hem de hüzünlenebiliyor. Sürekli dalgalı olan, kavgacı bir insan görünümündeki denize baktıkça aklıma Struma geldi, belki de o hüznü kendim yarattım kim bilir ?



Ve Değirmendere !!!
Depremden yıllar sonra, kendini biraz toparlasa da, depremin buruk izleri bu güzel beldede halen duruyordu. Çocukluğumun geçtiği yerlere yeniden gitmek, eski tanıdıkları yeniden görmek, onların sıcak ilgisi bana pek iyi geldi.

Son gün iskeleye indik. Biraz fotoğraf çektim. İskelenin hemen yanında depremde denizin içine olduğu gibi çöken otel geldi aklıma; kaybolup giden, denizden çıkamayan insanların bu denizin dibinde olduğuna inanmak halen çok zor. O insanlardan birinin hikayesini dinledim kuzenimden; daha sonraki yazılarımdan birinin konusu olsun o da ...
 
Her güzel şey gibi tatilimiz de bitti ve biz cebimizde bir sürü anıyla yaşadığımız şehre döndük.

Ne tuhaf, bu tatil sonrası 30 yıldır yaşadığım Antalya'ya  yabancı hissettim kendimi.

 İstanbul'un içinde Antalya'nın dışındayım şimdilerde, adım gibiyim; özlem dolu ...

24 Ağustos 2013 Cumartesi

SON TAHLİLDE ...

Tatilden döndüm, tatil rehavetini üzerimden atamadım, bir arkadaşım, -tatilden çıkma sıkıntısını atlatmanın en kolay yolu yeniden tatile çıkmaktır - dedi . Cümleyi sevdim, üzerinde düşünüp değerlendireceğim. Her an yeniden bir yerlere gidebilirmişim gibi geliyor :)

Her yeri ayrı bir kartpostal görünümünde olan bir yerde yapılan tatil sonucunda insan kendine gelemiyormuş anladım.


Bu seferki Kaş gezimizde Kaş'ın köylerine de gittik. Hatta utanmadık, arlanmadık incir ağaçlarından incir topladık, ağaç sahibine de yakalandık.
Kaş yerlisinin gözü gönlü öyle tok ki, istediğiniz kadar incir toplayın dediler bize. E biz de onların sözün dinledik tabii :)

****

Döndüğümden beri fotoğraftaki yelkene çok özeniyorum, diyorum ya halen tatil havasındayım.
 


***

Peri Gazozu'nu okuyorum; hasta hikayeleri hüzünlü gelse de kitabı beğendim.  Ercan Kesal'ı kutluyorum. Doktorları her zaman sevmişimdir, hayatla, insanla en iç içe olan mesleklerden biri doktorluk, bu yüzden  doktor kaleminden çıkan yazıları okumak da ayrıca güzel.

***

Bu aralar Antalya geceleri çok hoşuma gidiyor. Geçen akşam Kaleiçi'nde bir çöp arabası vardı, arabada Vivaldi'nin dört Mevsimi çalıyordu, çok beğendim. Döndüğümüz gece sahildeki teknelerde kutlama vardı, havai fişek gösterisi izledik. Oğlum  " biz döndüğümüz için kutlama yapıyorlar anne "dedi. Hoşuma gitti, esprili bir çocuk olacak sanki ...

Öyle tembelim ki; hele bu gün. Hava basık ve sıkıcı, vıcık vıcık sıcakla karışık nem var dışarıda .
 

***
Son tahlilde böyleyim ben; başlangıçlar ayı eylül girmeden ağustos böceği kıvamında, tembel, yorgun  ama mutlu ...

12 Ağustos 2013 Pazartesi

TATİL VE TUHAF BİR AİLE

Bizim aile tatil konusunda çok ilginçtir.
Tatile çıkma ve tatil hazırlıkları yapma biçimimiz cidden takdire şayandır!

Misal; biz hiç herkesin tatil yaptığı zamanlarda tatile çıkmayız. Bayramlarda, yeni yılda falan değil; yurdum insanının tatili bittikten; herkes mesaiye başlamışken ve hatta o meşhur pazartesi sendromlarını yaşarken tatile çıkarız !!!

Evde tatil için hazırlanmamız da pek şenliklidir. Üç günlük tatil için önceleri bir bavul dolusu eşya götürürdük; sonra da hiç birini kullanmadan geri getirirdik. Son bir kaç yıldır ben akıllandım ama eşimde değişen hiç bir şey yok.
Bendeki aç gözlülük kitap konusundadır üç günlük tatile beş kitap falan götüren tuhaf bir tipim ben de.

Oğlum en rahatımız. Tatil çantasına kitap hariç ihtiyacı olanı koyar "hadi ben hazırım ne duruyoruz gidelim" demeye başlar.

Bu yaz da böyle oldu. Bayram sonunda tam da bu gün bir haftalık tatile çıkıyoruz. Geleneksel Kaş, Kalkan, Kekova, Fethiye turumuz başlıyor.
Ben çok rahatım, bu sefer  az eşya ile çıkıyorum yola, ha tabii fotoğraf makinem ve kitaplarım ile birlikte.
Eşim yine eşyaları ile boğuşmakla meşgul ve ben bu yazıyı yazarken bana sinir olmuş gözlerle bakıyor.

Oğlumun çantasını kontrol ettiğimde ağlamak istedim !!! Yeni başladığı puzzleları, tablet bilgisayarının yanında bir de kitap gördüm. Küçük Kara Balık !!!

Neyse; hadi ben kaçayım artık, yoksa bunlar baba oğul beni evde bloğumla, bilgisayarımla baş başa bırakacaklar. Gideyim, yeni fotoğraflar çekeyim; gördüklerimi hem fotoğraf makinemde hem de aklımın klasörlerinde saklayayım :)