25 Ağustos 2015 Salı

B.K TAN DÜNYA



Dün günümüzün yarısını hastanede geçirdik.  Annemi düştükten sonra ciddi bir kontrole soktuk. Sonuç; yaşa, tansiyon ve şekere bağlı böbrek fonksiyonlarında bozukluk çıktı.
Tedavisi var şükür ki .

Son günlerde şehit haberlerinden hepimiz kadar annem de etkilendi. 
Hatta bir ara "boş verin beni, Doğuda bir kör kurşunla gencecik çocuklar ölüyor, ben yaşasam ne olur ki ? " falan demeye başladı. 

Yaşlılara belli bir süre sonra doktora gitmek zulüm geliyor. Kan ver, sonuç bekle güçleri kalmıyor. Biraz da aksileşiyorlar. Hele annem  bu günlerde tam
" Huysuz ve tatlı kadın "  formunda.

Biz kardeşimle annemin tahlilleri elimizde koştururken asansöre tekerlekli sandalyede iki hemşire eşliğinde genç bir kız bindi.
Kızın abartmıyorum menekşe rengi gözleri ve mükemmel bir profili vardı.  Ben çok az insanda öyle güzel göz ve burun gördüm. 
Saçları kazınmıştı.

Ciddi bir beyin ameliyatı geçirdiği, hatta üzerine bir de kemoterapi gördüğü aşikardı. 

Kısa çok ama çok kısa bir an göz  göze geldik. Asansörde onlara yol verdiğim için  teşekkür eder gibi hafifçe tebessüm etti . İkimizin bakışlarında o kısa anda çaresizlik vardı.

Kız asansörden indi.  Bu sefer
de kardeşimle göz göze geldik. 
Asansörde sadece kardeşimle ben kalmıştım.  Elimizde de annemin tüpleri !!!

Doğuda kör kurşunların aldığı genç bedenleri ve az önceki kızı düşünerek gayet de yüksek sesle " bu ne b.k tan bir dünya"
dedim.

Elimizde annemin tüpleri, iki kardeş gözlerimiz dolu doktoru beklemeye başladık ...




Posted via Blogaway


21 Ağustos 2015 Cuma

DİYECEĞİM ODUR Kİ;









Bu gün güne güzel başlamak istedim.

Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, umudumu yitirmek istemiyorum. 
Hayat güzel ve aslında anlık yaşıyoruz her şeyi.

Fotoğrafta gördüğünüz Ördekler geçen sabah çıktılar yoluma.  O uyduruk suni  derenin içinde nasıl da mutlulardı. 
Dünyaya ördek olarak mı gelseydik acaba ? 
Cup Cup suda yüz dur ne hoş.

Dün Sevgi Soysal ' ın okumadığım YÜRÜMEK adlı romanına başladım. 

Ne çok geç kalmışım okumak için. 
Şahane bir kalem. 70 li yılların Ankarasını ne hoş anlatmış  ve bu kalem 40 yaşında susmuş.
 
Bu kadar da acımasız bu hayat işte.

Diyeceğim odur ki; aldigimiz her nefes yanımıza kâr kalmalı. 
Hayat her şeye rağmen güzel ...



Posted via Blogaway


13 Ağustos 2015 Perşembe

SIRADAN VE SEVİMSİZ ...

Sıradan, nemli, sıcak ve sevimsiz bir gün oldu bu gün. 

Oysa sabah mutlu uyanmış evimizin doğuya bakan balkonundan gün doğumunu izlemiş, fotoğraf çekmiş  ve güzel dileklerde bulunmuştum. 

İçimdeki küçük Polyanna beni yalnız bırakmamış ve güne erkenden  mutlu başlamıştım.

İlerleyen saatlerde evdeki yemek, rutin temizlik işlerimi de halledip domestic ev kadını maskemi çıkarıp kitap okuyan kadın maskemi takmistim. Cep telefonuma indirdiğim hınzır programlarla kendi kendimle dalga bile geçmiştim !!!

Derken gündüz hiç açmadığım televizyonu açıp halen ve inatla koalisyon kurulamadığını öğrendim. Sinirlendim ... Boşu boşuna öldüklerini düşündüğüm şehitler geldi aklıma ... Bir de tesadüfen tanıştığım Suriyeli bir aile . Bu ailenin hikayesi ayrı bir yazı konusu olsun. 

Ev içinde bunlarla uğraşırken birden annemin sesini duydum. Annem karşı dairede oturur.  Karşı komdumdur yani.  Evin anahtarını kaptığım gibi annemin evine girdim.  Annemi yere düşmüş buldum !!!!

Öğlen şekerlemesi için uzandığı yatağından kalkarken dengesini kaybetmiş.  Düştüğü yerden kalkamamış.  Feryat figan bana seslenmiş ve ben onun sesini tesadüfen duydum. Duymaya da bilirdim ve daha kötü şeyler olabilirdi.  Yaşlılarda en korktuğum şeydir bu düşmeler.

Bütün öğleden sonramı annemle geçirdim.  Şimdi  biraz iyi neyse ki.

Hayat böyle bir şey işte.  Her şey güneşin doğuşu ve batışı arasında yaşanıyor aslında ...



9 Ağustos 2015 Pazar

DEDEMİN ÖNGÖRÜSÜ ...


Çocuktum.
On yaşlarımda olmalıyım.
Kuzenlerimle 2000'li yıllardan konuşuyorduk.  Herkes, 2000 yılına gireceğimiz zamanki yaşını hesaplıyor; o yıllarda ne yapacaklarını konuşuyordu.

Dedem  de bizi oturduğu yerden izliyordu.  "Dedecim 2000 yılında sen de 90 yaşında olacaksın." dedim ona.

Sağlık sorunları nedeniyle hep ölüme çok yakın bir adam oldu dedem.
Ölüm korkusuyla yaşadı. 

Bana ve Kuzenlerimle dedi ki : " 2000 li yıllar bizim ölüm  yıllarımız olacak. Bu büyük adamlar, sanatçılar hep 2000 li yıllarda ölecek.  Siz de üzüleceksiniz. "
Bana bakmayın ben 2000 yılını görecek kadar uzun yaşamam. "

Tahminleri kısmen de olsa doğru çıktı dedemin.  2000 li yıllarda; hele şu 2010' dan sonra kimler kimler gitti ...
Kısmen dedim ya; dedem tahmin ettiğinden çok daha uzun yaşadı 2000' e beş yıl kala gitti bu dünyadan. 

Bu gün de Fikret Otyam' ı duydum. Yıllardır hep hastaydı zaten. Yıllar önce tesadüfen tanıma fırsatı bulmuştum. Aynı şehirde yaşadığımız için yolda karşılaşır selamlaşırdık. Beni çoktan unuttuğunu bilirdim. Selamı nezaketindendi.

Bir çınar daha devrildi.
Yer yüzünden bir yıldız gökyüzünde yerini aldı. 

Haklıymış dedem ...
Eksiliyoruz birer birer ...

4 Ağustos 2015 Salı

HAYATTAN KISA KISA ...


Güneşin böyle masum göründüğüne aldanmayın henüz saat 08: 40 . Ben bu yazıyı hazırlarken o çoktan bizi yakıp kavurmaya başlayacak ...


***
Hafta sonu keyifli bir kitap okudum.  İstanbul tatilinde buluştuğumuzda sevgili Lale hediye etmişti.  Hep araya başka kitaplar girdi; sıra ona da geldi.  Colette Dişi Kedi.  Evlendiği kadınla kedisi arasında kalan Alain ' in eğlenceli hikayesi.  Bir insan kedisinden vazgeçemeyebilir mi? Cevap kolaylıkla evet olabilir. Dişi Kedi bu anlamda hoş bir kitaptı. 

Mavi Ay mavi ay dediler.  O gün hava inadına bulutluydu. Oğlumla boynumuz tutuldu gökyüzünde ay aramaktan.  
Sanmayın ki biz sadece böyle özel günlerde ayla ilgileniriz.  Ay ve güneş oğlum ve benim ayrılmaz parçamızdır. 
Onlar birbirlerinin ve dünyanın etrafında dönerken oğlum ve ben de adeta onların etrafında döner dururuz. 
İşte henüz mavi ay söylentileri ortada yokken ve ay henüz bir karpuz dilimi görünümündeyken çektiğimiz bir fotoğraf.  Altta sinek gibi görünen şey de uçak. Cep telefonu kamerasının gözü ancak bu kadar görüyor. 
***

***

Fotoğraftaki kedi ise sokağa düşmüş bir Van Kedisi.  Belli ki bakamamış alanlar.  Geçen gün yürüyüş yolumuza karşımıza çıktı. Biraz ürkekti.  Terk edilmisliğinin o da farkında sanki ...

***

Bu arada hayat devam ediyor.  Hükümet halen kurulamaz.  Ülkemin Doğu ve Güneydoğu 'su ağır yaralı. Yürekler buruk. Gözler nemli. Bir de evde olup biteni anlamaya çalışan sürekli sorular soran ve artık büyüyüp ergenliğe adım atmış bir çocuk var. Aklıma Hayat Güzeldir filminin kareleri geliyor.

***
Bu aralar böyle işte.  Güneş, ay ve dünya birbiri etrafında dönüyor.  Biz de onların peşinde ...

1 Ağustos 2015 Cumartesi

PATLICANLI PİLAV


Yaz aylarında mutfak ve yemek deyince, patlıcanlı pilav aklımın baş köşesine yerleşir.

Çocukluğumdan kalma; bir aile tutkusudur bizim ailede patlıcanlı pilav. 

Kim daha güzel yapardı annem mi, teyzem mi, annenannem mi ? 

Hatırlamıyorum. Ama ben yaptım oldu. Valla  çok da güzel oldu? 

Bizim ailenin kadınlarından öğrendiğim tarifi ben de burada paylaşmak istedim : 

MALZEMELER                          : 3 - 4 Kişilik

1 KASE PİLAVLIK PİRİNÇ ( Ben pilav deyince illa ki baldo pirinç kullanıyorum; daha tane tane oluyor sanki)
1 ADET KIRMIZI BİBER
1 - 2 DOMATES
1 ADET KURU SOĞAN ( Taze soğan da olur; şahane olur)
1 ADET PATLICAN
ARZUYA GÖRE 1 YA DA 2 DİŞ SARMISAK
ÜZERİ İÇİN AKLINIZA GELEN HER TÜRLÜ BAHARAT ( Ben taze nane, fesleğen, kekik falan kullandım, yalnız bunlar pilav piştikten sonra eklenecek)

YAPILIŞI : 

Patlıcanları alacalı soydum, sonra da küp küp doğradım Kullandığım patlıcan mor patlıcandı suda bekletmedim. Patlıcanları ayrı bir yerde kızarttım.

Diğer malzemeleri, yani biber, soğan, domates ve sarmısakları rondodan geçirdim. Bunlar minik minik doğranabilir de  elbette; patlıcanlara ilave ettim.  Hepsini  biraz daha birlikte çevirdim;  üzerine su ekledim. 

Burada suya dikkat !!!
Ben pilavı haşlama yapıyorum. Yani sıcak suda ıslattığım pirinçleri kaynayan suya atıyorum.
Domates de sulu olduğu için 1 kase pilava aynı kaseyle 1 kase su koydum kaynayınca da pirinçleri ekleyip kısık ateşte pişmesini bekledim. 

Bu arada suyun az gelme ihtimalini de hesapladım. Sıcak su beklettim ayrı bir yerde gerekirse eklemek için ama gerek kalmadı. Zaten bu su ekleme işini pilavda hiç sevmiyorum. Pilavın o tane tane özelliği gidiyor. Pişmiş aşa su katılıyor yani !!

Neyse sonuçta ortaya yukarıda fofoğrafını gördüğünüz şey çıktı, laf aramızda pek de güzel oldu akşam yenmeyi bekliyor. :)
Acele edip fotoğrafı erken çektim. Üzerine yukarıda söz ettiğim baharatları da ayrıca koydum. 
Sonra da oturup  sayfamda paylaşmak için blog yazdım. 

Ne diyeyim; bizim ailenin giden, kalan bütün kadınlarına selam olsun.