30 Temmuz 2009 Perşembe

MUTLULUK NEDENLERİ

Mutlu olmak için hangi nedenleriniz var?

Sizi en çok ne mutlu eder?

İşte benim mutluluk nedenlerim :


ssa41541ssa416211ssa41595ssa41594ssa41592

ssa41593

Bahçemdeki çiçeklerim, kendi yetiştirdiğim sebze ve meyveler, penceremdeki kumru, her gün biraz daha büyüyen oğlum, yanımda sevdiklerim, daha ne isterim?
Küçük şeyler gibi gözüyor değil mi?
Oysa asıl ayrıntı bu küçük şeylerde gizli.

28 Temmuz 2009 Salı

İLK CÜMLE

ssa41625 Sizin için ne kadar önemlidir bilmiyorum ama ilk cümleler hep anlamlı olmuştur benim için.

Sabahları iş yerinde, günaydından sonra ilk duyduğum cümle ya da benim kurduğum ilk cümle, günümün nasıl geçeceği ile ilgili bir mesaj niteliğinde olmuştur çoğu kere.

İlk tanıştığım kişiden duyduğum ilk cümle, onunla nasıl bir ilişki içine gireceğimi hissettirmiştir.

Oğlumun anlamlı olarak kurduğu ilk cümle hâlâ hafızamdan çıkmamıştır. Üç kelimeden oluşan o ilk cümle bıçak yarası gibi acıtmıştır canımı :
“ Anne işe gitme !!! "

Ve seçtiğim kitaplar; elbette kitap seçerken yazarının kim olduğu, kitabın kapağı, arka kapakta yazılanlar ama en çok seçeceğim kitabın ilk cümlesi referans olmuştur bana.

Bu yazıyı yazma sebebim de baş ucumda okunmak için bekleyen kitaplarımın ilk cümleleri oldu.

Elbette hepsini okuyacağım ama hangisinden başlasam karar veremedim.

İşte kitaplarımdaki ilk cümleler.

Sizce hangisinden başlamalıyım ?

1.Kitap : Seyahat seksten ve dans etmekten sonra insanların hayatta en fazla zevk aldıkları zihinsel aktivitedir. / YOLDA - BUKET UZUNER

2. Kitap : Bir gün Sâbâ Melikesi Belkıs’tan, Adem ile Havva’nın hikayesini anlamanın bütün bir insanlığın da hikayesini anlamak manasına geldiğini öğrendim./ LÂ -NAZAN BEKİROĞLU

3. Kitap : Önce Tekke Deresi’nin üstü karardı, sonra şimşekler çakmaya başladı, ardından da yağmur boşandı./ KÜÇÜK AĞA – TARIK BUĞRA

4. Kitap : Bir kuşluk vakti balkonda oturuyorduk, sen maviler giymiştin, omuzlarından dökülen saçların usul usul uçuşuyordu./ÖLÜ ZAMAN GEZGİNLERİ -HASAN ALİ TOPTAŞ

5. Kitap :
“ Yargıtaydan yeni emekli yargıç Gıyaseddin Alımlı, kamburunu düzeltir gibi doğruldu sandalyesinde,
- Biliyor musunuz Hacı Bey dedi. Biz hep bir şeyi yanlış yaptık bu ülkede./ YALANCI TANIKLAR KAHVESİ - VEDAT TÜRKALİ

6. Kitap :
Gecenin karanlığında büyük konağın alt katındaki mutfakta sessiz bir telaş vardı, Kadınlı erkekli grup hummalı şekilde fakat hiç konuşmadan yol hazırlığı yapıyordu. / MENGENE GÖÇMENLERİ - NERMİN BEZMEN


7. Kitap :
Sonunda sabah oldu, Yokuş yukarı tırmanan bir yük treni gibi ağır ağır, zahmetle yol alan geceden sonra, gün doğdu./ TAŞ BİNA VE DİĞERLERİ - ASLI ERDOĞAN

8. Kitap :
Sıcak diye düşünüyordu Parisliler, İlkbahar havasıydı, savaş gecesiydi, alarm verilmişti ama gece siliniyordu savaş uzaklardaydı./ FRANSIZ SUİTİ - IRENE NEMIROVSKY


Bu yazıyı yazarken sizin de ilk cümlelerinizi merak ettim.

Bu sabah duyduğunuz ilk cümle, elinizde okumakta olduğunuz kitabın ilk cümlesini merak ettim.

24 Temmuz 2009 Cuma

CEP TELEFONU SORUNSALI !!!

kitty_call_911_by_wyldside_mx3
Hava sıcak.

Sokaklardaki dijital dereceler gölgede 43 dereceyi gösteriyor.

Oğlumu yüzme kursuna götürmek için, birlikte dolmuşa binmiş gidiyoruz.

Ulaşım Sorunları adlı yazımda anlattığım tipte bir dolmuştayız.

Hani şu modern görünümlü, klimaları olan ama şoförlerin klimalarını özellikle açmadığı dolmuşlardan birinde.

Neyse ki dolmuş fazla kalabalık değil de idare ediyoruz .

Benim sıcaktan konuşmaya bile gücüm kalmamış ama önümüzde oturan kız cep telefonu ile bir yerleri arıyor.

Aradığı her kimse açmıyor telefonu, bizim kız sinirleniyor yanındaki arkadaşına - “ Bu salak da duymaz böyle telefonun sesini “ diyor.

- “ Asıl salak sensin kızım, üstelik de saygısızsın demek ki konuşmak için müsait değil, bırak duyunca o arar nasılsa seni “ demek istiyorum.

O sırada demin yanımızdan inen yolcunun yerine yaşlı bir teyze oturuyor.

Bir süre sonra teyzenin cep telefonu çalıyor ama teyze farkında değil gibi gözüküyor açmıyor telefonu, uzunca bir süre tüm yolcular hep birlikte, “ Beriiiivanııııım, beriiiivanıııım gül kokulu dağ ceylanııııım ” türküsünü dinlemek zorunda kalıyoruz Sibel Can’ın sesinden.

Kibarca teyzeyi uyarıyorum, duymadınız herhalde diyorum bana verdiği cevap yüzünden, yaşına falan bakmadan teyzenin elindeki telefonu kafasında kırmak istiyorum : - “ Yok kızım mahsus azıcık fazla çaldırıyom, severim ben bu türküyü, benim rahmetli de çok severdi, hem zaten arayan da torunum !!! “.

- “ Torununuz size telefonu açmıyorsunuz diye salak ya da sağır diyebilir, gençler salak ve benzeri kelimeleri kullanmayı marifet sayıyorlar da artık.“ diyorum; diyorum valla dayanamıyorum. Ben böyle söyleyince az önceki kız dönüp bana ters ters bakıyor, ben de aynı terslikle ona bakıyorum.

Bu kısacık yolculuğumuz sırasında üç kişi daha cep telefonu ile konuşuyor.
İnsanlar bıkmadan usanmadan birbirlerini ya arıyorlar ya da aranıyorlar.

Bir delikanlı akşam sevgilisini yemeğe davet ediyor, yeni evli olduğu çok aşikar bir genç kadın kocası ile konuşup kaç zamandır abisigillere gitmediklerinden yakınıyor, adamcağızın kafasını o kadar şişiriyor ki, telefonu kadının elinden alıp kapatmak istiyorum, üçüncüyü duymama gerek kalmadan ineceğimiz durağa geliyoruz.

Meğer ne büyük ihtiyaçmış bu cep telefonları da farkında değilmişiz!!!
Birbirimize saygılı olmayı öğrenmeden cep telefonu kullanmayı öğrenmişiz!!!


Ben sıcağı falan unutmuşum, ağlanacak halimize kahkahalarla gülüyorum, insanların cep telefonlarını vücutlarının bir yerlerine yapıştırarak yaşamalarına dair ZİHNİ SİNİR PROCELERİ!!! üretmeye başlıyorum.

Eminim cep telefonu üreticileri de bu konuda gereken araştırma geliştirme çalışmalarını yapıyorlardır!!!


Fotoğraf : www.deviantart.com

20 Temmuz 2009 Pazartesi

ADIMI DEĞİŞTİRMEM!!!

images2 Antalya’ ya ailecek ilk ziyaretimiz 1975 yılında olmuştu.

Baba tarafından Antalya’ lı olduğumuzdan tatilimizin diğer amacı yıllardır görmediğimiz akrabalarımızı da ziyaret etmekti.

O zamanlar 8 – 9 yaşlarında bir kızdım. Antalya ise küçük bir kasaba görünümündeydi.

Şehre gelir gelmez caddelerdeki süsler, bayraklar dikkatimi çekti, bir kutlama yapılacak gibiydi. Nedenini babama sordum. Ertesi gün Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin başlayacağı cevabını aldım ondan.

Bana bu festivalin her yıl yapıldığını, Antalya’ya özgü olduğunu, festivale bir çok ünlünün katıldığını ve filmlerin yarışıp ödül aldığını bir çocuğun anlayacağı dille anlattı.

Babamı dinledikten sonra festivalin adında neden " portakal " olduğunu sorduğumu hatırlıyorum.

Portakalın Antalya’ya özgü bir meyve olduğunu oturduğumuz bahçedeki portakal ağaçlarını da yıllar önce babaannemin dikmiş olduğunu söylemişti babam.

Aradan yıllar geçti, Antalya’da yaşamaya başladım. Bu sürede Antalya büyüdü gelişti, turizmin başkenti oldu, son birkaç yıldır büyük şehir konumuna geldi.

Yaşadıkça bu şehre hayranlığım daha da arttı.

Bey dağlarının şahane görüntüsü, içinde mavinin her tonunu barındıran Akdeniz’in güzelliği ama en çok bahar aylarında portakal ağaçlarındaki çiçekler ve o çiçeklerin kokusu büyüledi beni.
Babam haklıydı, portakal Antalya’nın sembolüydü.

Geçtiğimiz günlerde yazılı basında bir haber okudum.

1964 yılından beri yapılan Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin adının değiştirilmesi gelmiş gündeme. Festivalin adından “Altın Portakal” çıkarılacakmış. “ Altın Portakal” festivalin ödülü olsun, adı olmasın şeklinde bir öneri gelmiş.

Şaşırdım, sanki kırk yaşımdan sonra birileri çeşitli gerekçelerle benden adımı değiştirmemi istiyormuş gibi hissettim kendimi.

1975 Yılında ilk kez Antalya’da festival gören kız oldum yeniden, üzüldüm, sustum kimseye bir şey söyleyemedim.

17 Temmuz 2009 Cuma

ZAMAN GERİ AKSAYDI

killing_time_by_andariaZamanı geriye götürebilseydim; çok değil altı yıl kadar eminim ki annelik konusunda bambaşka biri olurdum, daha değişik davranırdım.

Neler mi yapardım?

İşte ilk aklıma gelenler :

1- Loğusalığın keyfini doya doya çıkarır, hastaneden çıkar çıkmaz ayaklanmazdım.

2- Loğusa iken her kafadan çıkan gereksiz insan sesleri ile sinirlerimi bozmaz, daha rahat davranırdım.

3- Oğlumun çok daha uzun süre anne sütü almasını sağlamak için daha da sabırlı olurdum

4- Bebeğimde gördüğüm her şeyi abartıp ikide bir doktora koşmaz, kendime de hayatı dar etmezdim.

5- 0 – 3 yaş arası uzmanların saldırganlık dönemi dedikleri dönemi yaşarken, daha sakin olurdum.

6- Yemek yemesi konusunda çok ısrar eden bir anne olmamakla birlikte, en azından oğluma sabah uyanır uyanmaz kahvaltı yapması konusunda baskı yapmazdım. Bu durum onun kahvaltıdan soğumasına neden oldu ve ben yıllar sonra anladım ki, oğlum uyanır uyanmaz bir şey yemeyi sevmiyor. Tabii şimdi işler daha yolunda.

7- Okul öncesi eğitim kurumuna gönderirken daha titiz davranırdım. Zaman içinde şunu anladım; okul öncesi kurumun isim yapması değil, çocuğun o kurumu ve öğretmenlerini sevmesi önemli.

8- Tuvalet eğitimine daha erken başlar, küçük kazalara daha sabırlı olurdum.

Anne olmanın yaşla değil tecrübe ile ilgili olduğunu da yaşayarak öğreniyor insan.

Peki bu yazının ana fikri ne?

Bebeklik dönemi çok çabuk geçiyor, çocuklar hızla büyüyor.

Bebeklik dönemlerinde yaşanan sorunların yerine daha farklıları geliyor.

Zaman bizi ezercesine geçip gidiyor.

Hiçbir şeyi dert etmeden yaşadığımız anın keyfini çıkartmak gerek.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

CİVCİL VE DİĞERLERİ

images- “ Anne, civcil alalım mı? Evde besleriz onu, ne güzel sarı sarı “
- “ Oğlum alalım da o hep öyle sarı sarı kalmayacak ki, büyüyecek tavuk ya da horoz olacak o zaman ne yapacağız fikrin var mı? “
- Hıı, ben biliyorum, tavuk kız, horo(s) erkek di mi anne ?”
- “ Evet de, ben sana onu sormadım, civciv tavuk ya da horoz olduğunda ne yapacaksın? “
- “ Yine bakarım, yem veririm kafeste falan besleyemez miyiz onu anne ? “
- “ Oğlum onlar evcil hayvanlar, kümes koşullarında çiftlikte yaşarlar, evde değil. “
Çocuk kararlı ve ikna olmuş bir şekilde:
- “ Tamam o zaman anne almayalım”.

Birkaç saat sonra;

- “ Anne bak var ya aklıma ne geldi biliyor musun ? “
- “ Yine ne geldi o güzel aklına ?”
- “ Ben eğer civcil olarak doğsaydım büyüdüğümde kesin horos olurdum di mi? “
- “ Hay Allah , nereden çıktı şimdi bu? “
- “ Ee ben erkeğim ya ondan”.
- !!!!

* * * *

- “ Anne hani şu benim sevdiğim minibüs var ya? “
( Hyundai’nin STAREX marka minibüsüne deli oluyor )
- “ Evet oğlum yine ne oldu ?”
- “ Hani adı " ISTAREKS "ti ya, “
- “ Evet oğlum, “
- “ Bak bi kere onun asıl markası Hundayi tamam mı anne ?“
- !!!
- “ Bi dee o STAREX’in içinde bizim bilmediğimis bir harf var, iki tane eksinin üst üste gelmesinden oluşuyor . “
- “ Aferin benim akıllı oğlum, o harfin adı iks diye okunuyor.
- “ İyi anne bak bi şey daha öğrendim işte,daha çok öğrenecek şey var zaten. “

* * * *


- “ Oğlum, uyu artık istersen bak saat kaç oldu, sabah okula geç kalacaksın. “
- “ İyi de anne, gözümde hiç uyku yok !!!”

Tam o sırada sokaktan bağıra bağıra bozacı geçer, anne bunu fırsat bilerek :
- “ Oğlum bak sokakta uyumayan çocukları kontrole çıkmışlar “ deme gafletinde bulunur.
Çocuk kendinden emindir, annesine cevap verir :
- “ Yok anne, onun benimle ilgisi yok o adam bozacı, boza satıyor, kandırma beni !!! “

* * * *

- “ Misket nasıl oynanır anne?”
- “ Hangi misket yavrum sen nerden biliyorsun misketi ?”
- “ Okulda arkadaşlarımdan gördüm anne. “
Anne, kendi çocukluğundan kalma misketin hâlâ var olduğuna şaşırırken, çocuk devam eder :
- “ Şimdi ben neyi merak ediyorum biliyor musun anne?
Bu misketleri yerde yuvarlayarak mı oynamamız gerekiiiiir, yoksa ellerimizi açarak döne döne oynamamız mı gerekir ? ( Oyun havası misketten söz ediyor ve anne oğlunun misket oyununu hangi arada öğrendiğini hâlâ bilmiyor.)


* * * * *

- Birine kızınca “köpek” dersek ayıp olur mu anne?
- Bazen olabilir oğlum.
- İyi ama ben köpekleri çok seviyorum anne, onlar iyi hayvanlar kızınca niye köpek deniyor ki?


* * * * *
- Anne sen niye eve kedi almıyorsun? ( Petshopların birinde gördüğü İran kedilerine hayran bu aralar )
- Alırım oğlum bir ara,
Bir kaç dakika sonra,
- Aslında alma anne neden biliyor musun bizim evde zaten kedi var!!!
- Eee nerede oğlum kedi?
- Kedi benim anne, sen bana hep kedim benim diyorsun ya !!!!!!

Bu diyaloglar geçen sene yaşandı, anne vakit bulup daha yeni yazabildi:)

10 Temmuz 2009 Cuma

SEN GELDİĞİNDE ...

baby_foot_by_addonemore Sen geldiğinde,
Bahar geldi yüreğime,
Sevgi tomurcukları çoğaldı birer birer
Bilir misin? Onların hepsine dokundum ben.

Sen geldiğinde,
Yer değiştirdi her şey,
Unutuldu dün,
Varsa yoksa sen, varsa yoksa bu gün.


Sen geldiğinde gökyüzünün, denizin bile rengi değişti
Bir beyaz güvercin kanat çırptı göklere,
Bir kelebek özgürce kondu çiçekten çiçeğe. . .
Sen gelince aşkı buldum, yeniden.


Uzundu geldiğin yol . . . çok uzundu,
Bilmezsin, anlayamazsın, beklemek seni ne kadar zordu,
Bu yüzden, belki de sadece bu yüzden,
Sen gelince, büyüdüm, duruldum, çoğaldım ben.

Sen,
Kokusuna doyamadığım,
Bakışına kıyamadığım,
Varlığınla hayatımı değiştiren,
Gün ışığım, sevincim, mutlululuğum,
Bir gülüşüne kurban olduğum,
. . .
Canım Oğlum. . .
İyi ki doğdun.

Bu gün oğlum 6 yaşını doldurdu. Anneliğimin 2190. günü bugün.
Her yıl doğum gününde bir şeyler yazarım oğlum için saklarım onları büyüdüğünde okusun diye.
Bu yıl da klavyem bana bunları yazdırdı.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

YÖNETİCİ Mİ LİDER Mİ?

the_boss_by_gaz_manBu pazar hafta sonunu günlük gazeteler ve elimden bırakamadığım Amin Maalouf’un yeni kitabı - Çivisi Çıkmış Dünya - eşliğinde evde geçirmeyi tercih ettim.

Gazeteleri okurken bir gazetenin insan kaynakları ekindeki araştırma dikkatimi çekti. Araştırma konusu, “ kriz ortamında yöneticilerin kriz ile ilgili tutumları “ üzerineydi.

Çalışanlara “ Yöneticiniz kriz anında ne yaptı ? “ sorusunu sormuşlar.

Cevaplar, şaşırtıcı ve üzücü geldi bana.

Anket sonuçlarına göre; her dört çalışandan biri, “ yöneticim hiçbir şey yapmadı” diyor; üç çalışandan ikisi “ aksine daha da çok moralimizi bozdu “ diye yanıtlamış soruları.

İş yerinde kriz olsun olmasın ekip çalışması çok önemli. Bunun için yöneticinin lider ruhu ön plana çıkıyor ve gerçek lider zor zamanlarda belli oluyor diye düşündüm.

Elimdeki kitaba döndüm sonra. Amin Maalouf’un, romanları okurlarda iz bırakmıştır. Bu sefer bir deneme ile buluşmuş okurlarıyla. Dünyanın zaman içinde nasıl da “ çivisinin çıktığını “ anlatıyor.

Kitapta bizim liderimizden, Atatürk’den, yaptığı devrimlerden de söz ediyor yazar. Uzun uzun kitabı anlatacak değilim ama şu cümleler, az önce okuduğum anketi çağrıştırdı bana.

…..
“ Halkı da onu izlemiştir, çok da şikayet etmeden, …
Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır.
Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir.
Ondan fedakarlıklar, kısıtlamalar isteyebilir ve hatta buyurganca davranabilir; halk yine de onu dinleyecek, savunacaktır, sonsuza dek değil ama uzun süreliğine. “


Bir ülkeyi ya da bir şirketi yönetirken insanlar önemlidir. Zor dönemler bu insanların oluşturduğu güçle aşılır. Demek ki her yönetici lider olamıyor. Acaba Türkiye’nin krizden kolay çıkamamasında bu liderlik rolünün etkisi olabilir mi?

Unutmamak gerekir ki, her şey insanda başlar ve insanda biter. Ezmek, moral bozmak yerine emekleri gururla taçlandırılan insanlar iş yerlerini de, yaşadıkları ülkeyi de başarıya ve refaha taşıyabilirler. Yeter ki bu gücü onlara verebilecek bir lider yönetici olsun.

Sanırım her yöneticinin lider olamamasının nedenlerinden biri bu olmalı

3 Temmuz 2009 Cuma

MARAZ

marazbAslı, en yakın arkadaşı ve aynı zamanda ilk sevgilisi Cenk’in ani ölümü ile sarsılmış ve cenaze töreninden sıkıntılı bir ruh hali ile evine dönmüştür.

Seyahatte olan eşi ile telefonda konuşmak O’nu biraz olsun rahatlatacaktır ya da Aslı öyle olduğunu düşünmektedir.
Oysa telefon konuşması sırasında tanık olduğu bir tesadüf, Aslı’nın hayatını bambaşka bir yöne çekecektir. Aslı için bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Bir yandan hayatına yeni yön vermek durumunda kalan Aslı diğer yandan yıllar sonra yaşadığı ülkeden dönüş yapan gizemli kız kardeşi, ünlü bir yazarın eşi olan yaşlı apartman komşusu ve onun torunu, Aslı’nın hiçbir zaman kopamadığı arkadaşları ile yaşadıkları okura bir solukta okunacak bir roman sunuyor.

* * * * * *

2006 Yılında yayınlandığında uzun süre listelerde kalan bir roman olmuştu Aşka Şeytan Karışır. O dönemde değil de neredeyse iki yıl kadar sonra okumuştum ve bir ilk roman olmasına ve tarzım olmamasına rağmen başarılı bulmuştum romanı. "Aşka Şeytan Karışır" ın referansı ile Hande Altaylı’nın Maraz adlı yeni romanını da hiç düşünmeden alıp, tatilde okumak üzere bavuluma koydum.

Maraz, bir kadının hikayesini ve bir kadının başına gelebilecek en zor durumları anlatıyor. Romanın çerçevesi kadın erkek ilişkileri üzerine kurulsa da, geri planda bireyin ya da bireylerin kendi çıkmaz sokaklarında yol bulma çabalarını gözlemlemek mümkün.

İç içe geçmiş insan hikayeleri ile birleşen, okura bu kadar da olur mu dedirten ve okuru yormadan bir solukta okunan bir roman Maraz.