30 Mart 2010 Salı

İNANDIĞIM MASALLAR

images2

Evet ben inanmıştım onlara, çok da sevmiştim üstelik.

" Pinokyo " ’nun uzayan burnu mesela, çocukken eğer yalan söylersem burnumun uzayacağını düşünürdüm. Hoş şimdi çok ufak tefek bir buruna sahip değilim ama yalanı sevmeyişim belki de Pinokyo ve iyi kalpli peri sayesindedir.

“Hansel ile Gratel” deyince şimdi bile kocaman çikolatadan ve pastadan yapılmış bir ev gelir gözümün önüne. Yemesi ne lezzetli olurdu kimbilir?

“Alice Harikalar Diyarında “ kocaman iskambil kağıdı kahramanlarıyla unutulmazdır benim için.

“ Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” mutlu sonla bitmiştir ya ne gam! Kim korkar üvey anne olan hain kraliçeden?

“ Kurşun Asker “ in kocaman bir balığın karnından çıkıp eski evine ve balerin sevgilisine dönüşü, kötü cinin hain planı sonucunda güzel balerinle hazin sonları hiç unutulur mu?

Ya “ Küçük Karabalık” ? En değerli masalıdır çocukluğumun.

Küçük Karabalık’ın o çok etkisinde kaldığım hikayesini oğlum kendi okusun istiyorum henüz hiç söz etmedim ona.

İşte tüm bu duygularla, biraz da oğluma okuma alışkanlığı kazandırmak için çocukken severek okuduğum ve dinlediğim masalları ona da alıp okudum.
O zaman 5 yaşında olan oğlum masallara benim verdiğim tepkileri vermedi ne yazık ki !!

Şimdiki çocukların hayata bakışı daha mı farklı, yoksa biz mi farklıydık bilemiyorum?

İşte onun masallardan anladıkları :

- " Anne sen şaşırdın mı, tahta kukla çocuğa nasıl dönüşür, hiç tahta bi kuklanın burnu uzar mı? "
- " Üvey anne neden Hansel ile Gratel’i istememiş, neden babası ormanda bırakmış zavallı çocukları? Kötü cadı ya gelir de beni de fırına atarsa vermezsin ama sen di mi? Gerçek annemsin çünkü. "

- " Annecim Kurşun Asker masalını sevmedim ben, sonu kötü bitti."
- " Anne neden Pamuk Prensesi üvey annesi öldürmeye çalışıyor? Demek ki üvey annelik kötü bir şey."

- "Alice Harikalar diyarındaki iskambil kağıtlarından korktum ben."
- " Her masalda kötü birileri olmak zorunda mı anne ? "

İşte bu soruların çoğuna cevap veremedim ben.

Ne tuhaf yıllar sonra çocuğum, benim çocukken inandığım ve sevdiğim masalları sorguluyor, verdiğim cevaplardan ikna olmuyor. O minik gözler benim çocuk gözlerim gibi bakmıyor masalların bütününe.

O mu haklı? Ben mi?

Sahi her masalda kötü birileri olmak zorunda mı?

Yoksa hayatın kendisi mi böyle?

İnandığımız masallar bizi kandırmış olabilir mi?

Ya da bizi asıl kandıran masallardan çok hayatın kendisi mi?

26 Mart 2010 Cuma

AĞLAYAN KEK GÜLEN TERAZİ

25032010005

- “Bu keki mutlaka denemelisin, benim kızlar bayıldı eminim senin oğlan da çok sevecek.” dedi bu aralar pasta ve börekle aklını bozmuş sevgili kardeşim.

Kek deyince bende akan sular durduğu için, sadece oğlumun sevmesine gerek olmadığını söyledim ona ve hemen tarifini istedim.

- “Aaa çok kolay” dedi ve başladı tarifi vermeye ama ben en çok kekin adına takıldım kaldım.

Hemcinslerimin mutfaktaki hünerlerini her zaman takdir etmişimdir.

Ben de onlar kadar olmasa da bir şeyler yapmaya çalışırım ama konu isim vermeye gelince, bu yaratıcılık karşısında iyice şaşırır oldum ben.

Geçen gün bir arkadaşım bol kalorili, cevizli, kayısılı bir tatlı yapmıştı.
Tatlının adı “ Lezzet- i Memnu” idi.

Düşünebiliyor musunuz ?

Yasak lezzet yani yediğim tatlı , Bihter, Behlül, Firdevs Hanım hatta Hilmi bey kadar tehlikeli. Böyle mükemmel bir benzetme olabilir mi? Olmuş işte.

Neyse çok uzatmayayım, yazımın konusu kekin adı da “Ağlayan Kek” miş.

- “ Nasıl yani?” diye şaka yollu takıldım kardeşime biz keki yerken ağlıyor muymuş zavallı?

- “Saçmalama!!” diye sert bir yanıt aldım tabii hemen.

Meğer kekin üzerine bol kıvamlı çikolatalı sos yapılıyormuş o da kekin üzerinden akıyormuş bir de piştikten sonra üzerine soğuk süt dökülüyormuş. Bu da sanırım keki biraz ağlamaklı hale getiriyor!

Neyse ben hemen keki pişirdim. Gerçekten şahane oldu.


Üzerine yaptığım çikolatalı sos bile tek başına yeterdi.

Hane halkı olarak oğlum da dahil ağlayan keke bayıldık.

Ben her zamanki gibi diyette olduğumdan güzelim kekten sadece iki küçük dilim yiyebildim.

Az yediğim için vicdanım çok rahattı !!!

Ertesi gün tartılmak için teraziye çıktığımda vicdanım rahatsız oldu çünkü yarım kilo almış olduğumu gördüm .

Sözün özü bizim "Ağlayan kek" evdeki teraziyi güldürmüştü.

İster inanın ister inanmayın terazinin bana gülümseyerek göz kırptığını gördüm.

Ağlayan kek maceramız da böylece sona erdi.

Ben mi ne yapıyorum?

Önümüzdeki bir kaç günü meyve ve salata ile geçiştirmeyi planlıyorum bu sefer tartıldığımda teraziye göz kırpmak için!!

22 Mart 2010 Pazartesi

EY ÖZGÜRLÜK !

ssa41805

Artık iyice eminim, özgürlük denen duygu sadece insana özgü bir duygu değil.

Kedi, köpek vahşi hayvan falan da değil derdim.

Öyle özel bir duygu ki özgürlük; yaşam biçimi küçük bir kafesle sınırlanmış bir kafes kuşunu bile yerinden oynatabiliyor.

İşte bunun için de gerçekten özgürlüğün değerini bilmek gerekiyor.

Geçen yazımda oğluma aldığımız yeni muhabbet kuşundan söz etmiştim.

Kuşumuzun adı uzun düşünceler sonunda Minnoş oldu.

Bu Minnoş da muhabbet kuşunun erkek cinsi.

Aldığımız “pet shop”taki kafesin içinde kendi gibi birkaç arkadaşı vardı. Onlarla öpüp koklaşırken biz hayvancağızı satın alıp, yeni kafesine koyup eve getirdik.

Zavallıcık farklı bir mekana gelmiş olmanın sıkıntısını kendi içinde yaşadı ve bunu da uzun süre ötmeyerek suskunlukla dile getirdi.

Oğlum kuşun bir süre sonra konuşacağına kendini iyice inandırdığından sürekli onunla konuşuyordu ama bizimkinden bir “cik” sesi bile çıkmadı birkaç gün.

Geçen gün öğleden sonra dersten geldiğimde, eve girince kuşun kafeste olmadığını fark ettim.

Hemen kafesin kapağına baktım;- oğluma belli olmaz kafesin kapağını açıp, kapatmayı unutmuş olabilirdi -.

Hayır kafes kapağı kapalıydı ama kuş içinde yoktu.

Balkon kapısının açık olduğunu fark ettim, tamam dedim bizimki buradan uçtu gitti ama kafes kapalı nasıl olacak bu?

Banyoya girdiğimde, banyoda duran ruj, oje gibi makyaj malzemelerimin lavaboya ve yerlere düşmüş olduğunu gördüm.

Şaşırdım, eve hırsız girmiş olabilir miydi?

Eğer eve giren hırsızsa benim makyaj malzemelerim ve kafesteki kuşumla ne alıp veremediği olabilirdi ?

İşte tam bunları düşünürken bizimki geldi omzuma konuverdi.

Sonra cik cik öterek nerdeyse şarkı söyler gibi evin içinde uçmaya devam etti, pek mutlu bir halde dolaştı.

Evde yokken banyoya girenin kim olduğunu bulmuştum

Peki ama bu kuş kafesten nasıl çıkmıştı?

Cevap çok basit, kafesteki parmaklıkların arasından çıkmıştı.

Kahkahalarla gülmeye başladım.

Ey özgürlük dedim kendime kendime, sen nasıl bir duygusun?
Kafeste kapalı duran kuşu bile yoldan çıkartıyorsun, susan kuşu dillendiriyorsun.

Şimdi her akşam balkon ve pencereler kapalıyken ve hepimiz evdeyken onun da kafesinin kapağını açıyoruz, evin içini bir güzel dolaşıyor, evle sınırlandırılmış özgürlüğünün keyfini çıkararak kafesine geri dönüyor.

17 Mart 2010 Çarşamba

KAFESTEKİ CANLAR

images

Onların çaresizliğini oğlumun hayvan sevgisi olmasa belki de hiç fark etmeyecektim.

Yok yok, “Hayvanları bu kadar seven bir çocuğun annesi olduğum için kendimi şanslı görüyorum!!!”,

“Hayvana değer veren, insana da değer verir, ben ne mükemmel bir çocuk yetiştiriyorum!!!” gibi klişe cümlelerden oluşan bir yazı değil bu.

Geçen günlerin birinde bu hayvan sever çocuk sayesinde, yaşadığımız şehirde evcil hayvanların satıldığı “ Pet Shop” adı verilen dükkanların içinde satılmayı bekleyen o birbirinden güzel hayvanların zavallı ve çaresiz hallerini fark ettim.

“Her şey; - “ Annecim evimize muhabbet kuşu alalım mı ? ” şeklindeki o masum istekle başladı.

Muhabbet kuşu nereden alınır?

Elbette bunu adabıyla satan yerler vardır diye düşünerek, anne oğul dolaşmaya çıktık.

Önce, gezdiğimiz dükkanların hemen hepsinde, küçücük kafeslere sıkıştırılmış yüzlerce muhabbet kuşu ve bir de hava alsın diye, iki ya da dört yerinden yuvarlak delikler açılmış camekanlar içine konulmuş kedi ve köpekler gördük.

Bu hayvanlar bu koşullarda nasıl yaşarlardı?
Bu nasıl bir anlayıştı?


O anda oğlumun - “ Anne bak kedi beni sevdi, bana patisini uzattı “ cümlesiyle irkildim.

Biz muhabbet kuşlarına bakarken, camekanlardan birinin içinde bir İran kedisi ( bildiğim kadarı ile genleri soylu bir hayvandır, en azından o koşullarda yaşamayı hak etmiyordur ) oğluma gerçekten de “ çıkar beni buradan “ dercesine patisini uzatmıştı.

Bu hayvanların gece de bu koşullarda mı yaşadığını dükkan sahibine sorduğumda aldığım, soru cümlesi şeklindeki pişkin cevap karşısında çok sinirlendim :

- “ Evet abla, başka çare yok ki, evime mi götüreyim bu kadar hayvanı? “

- "Eve götürmeyeceksin elbette ama yaşadıkları koşulları daha iyi hale getirebilirsin" diyerek biraz da sert bir ses tonuyla yanıtladım onu.

Sonuç olarak,
Oğluma kuş almadan dükkandan çıktık.

Eve dönerken oğlum farkında olmadan konuyla ilgili son noktayı koydu : - “ Anne ben evdeyken dışarı çıkmadığım zaman canım sıkılıyor ya, o kedinin de camın içinde canı sıkılmış olabilir!!”

“Evcil” hayvanlar üzerinden para kazanmayı biliyorlar ama konu hayvan bakımı ve makul şartlarda satım olduğunda konuyla ilgili ne yazık ki ne alt yapı var ne de üst yapı!!

Hani nerede hayvan sevenler derneği üyeleri?

Sadece sokak köpeklerinin bakımı ile kalmamalı bu durum, bence ciddi bir biçimde denetlenmeli.

Hangi can, hangi ruh sürekli kafeste veya bir camın içinde yaşamaktan hoşnut kalır ki?


Not: Oğlumun yoğun ısrarları sonucu içimize sinen en uygun bir petshoptan evimize yeşil bir bebek muhabbet kuşu aldık.
Onunla ilgili maceralarımız ise bir sonraki yazı konusu:)

12 Mart 2010 Cuma

SEKSEN SEKİZ

autumn_of_life_by_wiciaq
>“
" Seksen sekiz yaşında öleceksin,uzun bir ömrün olacak ”
demişti yıllar önce falıma bakan yaşlı çingene kadın.

O zamanlar on dokuz yaşımda olmalıydım.

Ölümün aklımıza gelmediği, kanımızın deli aktığı zamanlar.

Falcının diğer söylediklerini hatırlamıyorum ama “SEKSENSEKİZ” aklımda kalmış işte.

Ne kadar uzun bir yaşam süresi diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Neler neler sığdırılır seksen ve ardından gelecek sekiz yıla demiştim yanımdaki arkadaşlarıma.

İçlerinden biri; mutlu, sağlıklı bir yaşamın daha önemli olduğunu, çok uzun zaman çevresindekilere yük olarak yaşayacağına erken ölmeyi tercih edebileceğini söylemişti.

Haklıydı.

Sonra oyun bozanlık yaptı hepimize, gerçekten de yıllar sonra gereğinden çok zamansız kaybettik onu.

Geçtiğimiz günlerde yeni tanışma olanağı bulduğum benim için çok değerli bir yazar ve insan olan sevgili Şen Hanım’ı ( Şen Sahir Sılan ), yeni kitabı eşliğinde ziyaret etmek için aradım.

Hastaydı Şen Hanım,oğlu ile konuştum, hastanede,yoğun bakım ünitesindeydi.

Çok üzüldüm duyunca.

Dün de Turhan Selçuk’un gidişini duydum. Onunla da bir devir kapandı.

Bu günkü gazetede “ Turhan Selçuk seksen sekiz yaşında hayata veda etti “ diye haber yapılmıştı.

Demek ki insan ömrünün en uzun ortalaması seksen yaş civarıydı.

Günler günleri kovalarken, zamanın hızlı geçişine hayıflanacağımıza güzel yaşamak lazım.

Giderken ardımız sıra iz bırakmak lazım.

Hayat kadar ölüm de insanın gerçeği çünkü.

Falcı kadın, sen hayatta mısın acaba? Nereden geldin yıllar sonra aklıma?

Ya sen erken giden arkadaşım, nerdeyse yirmi yıl oldu sen gideli, mutlu musun oralarda?

9 Mart 2010 Salı

AŞK GİBİ...

saat_i_kum_by_boraboras

"Zaman kapatır en iyileşmez yaraları
Her şeyin ilacıdır " derdin ya,
Yalan büyük yalan.
Gerçeği sorarsan eğer;
Bildiğini okur zaman.
Sen gibi,
Ben gibi,
Aşk gibi.

An gelir,
Kurşuni renkler girer hayatına
Farkına varmazsın,
Renkli baharlara uzanır ellerin,
Ne renkleri ne baharları tutamazsın.
Yok olur ne varsa elinde avucunda
Ve...
Bildiğini okur zaman.
Sen gibi,
Ben gibi,
Aşk gibi,
Anlayamazsın...

3 Mart 2010 Çarşamba

DAĞINIK VE SABIRSIZ

b69b199dee6f0caec837d9ded9db3a5f

Evet dağınığım.

Aklım da dağınık kendim de.

Bir işe uzun süre konsantre olamam örneğin.

Bilgisayar başında ders notu hazırlarken veya öğrencilerime sınav soruları yazarken kendimi bir anda yeni bir yazı yazarken bulmuşluğum çoktur . ( Şu anda olduğu gibi )

Hatta yazıyı da yarım bırakıp kalkıp birkaç dakika içinde akşam yemeğinin salatasını yapıp tekrar bilgisayar başına dönebilir ve kaldığım yerden devam edebilirim.

Aynı anda birkaç kitap okuyabilirim. Vallahi konuları da birbirine karıştırmam.

Bir işi uzun süre yerinden kalkmadan yapanlara hayran olmuşluğum vardır.

Hele bir kitabı aylara yayarak okuyanlara inanılmaz saygı duyarım.

Çünkü benim için bir kitaba başlandı mı mutlaka bitirilmesi gerekir.

Bak örgü de öyle. İşte bu yüzden aynı zamanda sabırsızım da ben.

Annemin arkadaşlarından çok sevdiğim F. Teyze, annemlerle ayda bir kez toplandıkları güne kendine ördüğü şal ile gelir, toplantı boyunca şalı örer sonra da bir ay eline o şalı almazdı, gerçekten dikkat ettim, hep kaldığı yer bir önceki toplantıda ördüğü yerdi!

Yok, ben yapamam öyle; şal mı öreceğim, bere mi iki üç günde, en fazla bir haftada bitmeli.

F. teyze’ye dayanamayıp bir gün, - “ İyi de siz şalı bitirene kadar şalın modası geçecek” demiştim de nasıl yüzüme ters ters bakmıştı kadıncağız.

Öğrenciyken de böyleydim ben.
Hemen her veli toplantısından sonra annemden şuna benzer uyarılar gelirdi; “ Özlem’cim bak yavrum, Sosyal Bilgiler’den 8 İngilizce’den 9, Türkçe’den 10, Matematikten 7 almışsın ama matematik öğretmenin dikkati çok dağınık kızınızın dedi “ .

Ben de o zamanlar nedense onlara “ Sevgili annem ve sevgili öğretmenlerim siz dikkatime değil aldığım notlara bakınız demeyi akıl etmezdim. “ ( O zamanlar notlarımız 100 değil 10 üzerinden verilirdi, çok şükür sınıfta kalmadan da geçerdim )

Velhasıl dağınığım ben arkadaşlar dağınık.

Kafamın içinde dokuz tilki var hiç birinin kuyruğu diğerine değmiyor.

Memnun muyum halimden?

Yani ne bileyim … kırk yaşıma geldim zararını görmedim.

Bundan sonra da görmem sanırım.

Hem ne yapayım, dağınık, sabırsız ben böyleyim ve kendimi seviyorum, sanırım önemli olan da bu:)

1 Mart 2010 Pazartesi

BİR KİTAP ARIYORUM

the_book_of_secrets__by_m0thyykuBir kitap arıyorum.

Ön ve arka kapaklarından etkilenmeden,

İlk yazısına hiç bakmadan, konusunu bilmeden,

Yazarının bile kim olduğunu bilmediğim, hatta yazarın eski kitaplarını da referans almayacağım,

Elime alır almaz, beni kendine çekecek,

Bitmesin diye okumaya kıyamayacağım, bir yandan da her bir sayfasını deliler gibi merak edeceğim,

Asla ortasında bir yerde sıkılıp yarım bırakmalara kalkmayacağım bir kitap arıyorum.

Önerileriniz varsa çok sevineceğim.

Bu aralar başlayıp yarım bıraktığım kitaplardan ayrı bir kitaplık yapmak üzereyim.