29 Temmuz 2010 Perşembe

ŞAKA GİBİ !

untitled2Yazıma başlık ararken çok düşündüm.

“ Yurdum insanı”, “ İnsanlık Hali”, “ Ben mi Manyağım?” gibi başlıklar yaşadıklarım yanında hafif kalabilirdi.

En sonunda “Şaka Gibi “ de karar kıldım.

Hâlâ düşünüyorum, tuhaflık bende mi diye?

Eğer yazımı sonuna kadar okuma sabrı gösterirseniz bu konudaki görüşleriniz beni gerçekten mutlu edecektir.

Gelelim yazının konusuna;

Yaklaşık bir aydır oğlumla birlikte ya da tek başıma tanımadığım - hani sokaktaki insan deriz ya -, işte o insanlarla yaşadığım diyaloglar bu yazının konusu .

Hadi başlayalım :

1- Oğlumla belediye otobüsündeyiz, önümüzdeki koltuklarda yaşlı bir çift oturuyor.
Çiftin erkek olanı oğlumla sohbete başlıyor diyalog aynen şu :

Yaşlı adam : Sen dondurma sever misin?
Oğlum : Evet severim.
Yaşlı Adam : Hadi inelim de ben sana dondurma alayım olur mu?
Oğlum : Anne, bak dede dondurma alayım diyor, alsın mı? İzin verir misin?

Ben : Şey beyefendi siz iyi bir şey yaptığınızı mı sanıyorsunuz, böyle konuşarak çocuğa önüne gelenle gitmesini, eline verilen her şeyi almasını öğretiyorsunuz.

Yaşlı Adam : Benim kötü bir niyetim yoktu, pardon hanımefendi.
Ben : Ben sizi tanıyor muyum? Nereden bileceğim niyetinizin iyi mi kötü mü olduğunu? Yanlış örnek oluyorsunuz küçük çocuğa.
Geleceğimiz yere vardığımızda oğlumla otobüsten iniyoruz. Ben de çocuğa sürekli tanımadığımız kişilerden hiçbir şey alınmaması gerektiğini anlatıyorum.

* * * * * * *

2- Birkaç gün sonra yine otobüsteyiz.

Yanımda oturan oğlum, yaşlı ve bastonlu bir adam otobüse binince kucağıma oturup adama yer veriyor ve adam da oturuyor ama o da ne? Adam cebinden 1 TL çıkartıp oğluma veriyor.

Oğlum şaşkın yüzme bakıp :

22 Temmuz 2010 Perşembe

DOĞAÇLAMA TATİL NASIL BURNUNUZDAN GELİR?

untitled1
Bu yazıda, kuzenlerimin İstanbul’dan ani bir kararla Antalya’ya tatile gelmesi sonucunda hep beraber yaptığımız kısa tatilin ne kadar şahane geçtiğini ve tatilin bana ne iyi geldiğini anlatmak isterdim.

Aklımda böyle de bir yazı oluşturmuştum.

Her şey gerçekten çok güzeldi, zamandan çaldıklarımı da sözüm ona kimse anlamamıştı.

Dersanede bütünleme kurslarım başlayacağı için geri dönüşümüz biraz erken oldu.

Eve döndüğümüz akşam, evde yaşadıklarımız o kadar komikti ki paylaşmak istedim.

Yaşadıklarımızın üzerine anladım ki hırsızlık kötü bir şey. :)
Zamandan da olsa çalmayacaksın kardeşim, fitil fitil burnundan gelebiliyor çaldıkları insanın.:)

Tatil dönüşü tatil gerçekten güzel geçtiği için içimiz biraz da burkularak eve girdik.

Hava o kadar sıcaktı ki ev havasız kaldığı için pencere ve balkonları açtık.

Oğlum ılık bir duştan sonra uyudu. Ben de tatil dönüşü sıkı bir çamaşır manyağı olduğumdan hemen tatil kirlilerini makineye koyup makineyi çalıştırdım.

Ne olduysa bundan sonra oldu.

Eşim, mutfaktaki musluğun su kaçırdığını fark edip gecenin bir vakti tamire kalkıştı, musluğun sağ tarafındaki bozuk parçayı çıkartayım derken musluk patladı ve mutfak bir anda küçük bir gölet haline dönüştü.

Yapılabilecek en doğru hareket hızlı adımlarla aşağı inip vanayı kapatmaktı; eşim bunu yapana kadar ben mutfakta yüzmeye başlamıştım !!!

Bu sırada hiç beklemediğimiz başka bir şey oldu.

Elektrikler kesildi !!!

Eşimle Antalya’nın elektrik alt yapısının bozukluğu hakkında kısa bir konuşma yaparken, bizim evin elektrik alt yapısında sorun olduğunu fark ettik, çünkü bütün mahallenin hatta apartmanımızın ışıkları yanıyordu.

Eşim sakinliğini koruyarak sigortanın atmış olabileceğini söyledi, önce evdeki sigortayı kontrol etti; hayır sigorta atmamıştı, o zaman aşağıdan sigorta atmıştır diye söylenerek yine aşağıya indi ama o da ne? Orada da sorun yoktu.

Şaka gibiydi her şey elektrik bir anda nedensiz kesilmişti.

Eşime, elektrik faturasını yatırıp yatırmadığını sorduğumda onun -32 nolu bakışı- ile karşılaştım.

Bu güne kadar hiçbir faturayı aksatmayan eşimin -32 nolu bakışı- : “ Sen şaşırdın mı, ben hiç fatura atlar mıyım ? “ anlamına geliyordu.
( Babam ve eşimin fatura konusundaki titizlikleri ayrı bir yazı konusudur, geçen gün babamın eski dosyalarını temizlerken 1975 ve 1978 den kalma faturalar bulmuştum:))

Sonra elektik arızayı aramak aklımıza geldi.

Oradaki adama durumu izah edince tam bir yurdum insanı cevabı aldık : “ Ben ne biliiim kardeşim elektrikçi çağırın o baksın “.
O gece evi sel basmasın diye vanayı aşağıdan kestiğimiz için susuz, daha önce patlayan musluk sularından dolayı ıslak, elektrik kesildiği için yapış yapış sıcak bir gece geçirmek zorunda kaldık.


Antalya’da yaz aylarında gece uyku uyumak klimasız ve vantilatörsüz mümkün olmadığından, yatmadan önce eşimle vedalaşıp, helalleştim. Sabaha kadar sıcaktan boğulabilirdim, kalp krizi falan geçirip ölebilirdim.

Bunları düşününce eşime : “ Olur da ölürsem, gerçi cennetliğim ama olur da cehenneme gidersem; zebanilerin benle işi çok zor, cehennem koşullarını Antalya’da iyi öğrendim çünkü “ dedim.

Zaten sinirleri tepesinde olan eşim 31 No’lu bakışı ile yüzüme baktı bu da :
“ Saçmalama Özlem başladın gene” demekti. ( Gördüğünüz gibi bir süre sonra eşinizle bakışarak da iletişim kurabiliyorsunuz bu da başka bir yazı konusu: )

Sabah uyandığımda salonda buldum kendimi, açık pencerenin önünde uyumuşum, gözümü açtım ve evin akşamdan kalma halini hatırlayıp tekrar kapattım.

Sıcaktan ölmediğime sevindim tabii ama yeni başlayan günü düşünmek bile istemiyordum.

İşte o zaman kendi kendime söz verdim, ne zamandan, ne de başka bir şeyden bir daha hiçbir şey çalmayacaktım, isteklerim masum olsa bile …

16 Temmuz 2010 Cuma

UZANMIŞIM KUMSALA

5747
“ Uzanmışım kumsala
Güneş damlar içime
Kurumuş dudaklarımda
Unutulmuş bir beste
Yaşıyorum aheste

Kapılmışım Rüzgara
Savrulup gidiyorum
Şimdi çok uzaklarımda
Nafile telaşlarım
Hayattan çalıyorum … “


Bir hafta boyunca bu halde olacağım, Sertab Erener’in o çok sevdiğim eski şarkısındaki gibi...

Denizi güneşi bir yana bıraktım - zaten buralarda onlarla birlikte yaşayıp gidiyoruz da - en çok “Hayattan çalıyorum “ kısmı ilgilendiriyor beni.

Yaşasın tatil, yaşasın dinlenmek.

Kitaplarım bekleyin beni ( Sanki hiç okumuyorum ya:) )

Yeni yazılarım mı?

Dönünce mutlaka …

12 Temmuz 2010 Pazartesi

DONDURMA !

ice_by_eyedesignHer şey kayınvalidemin taze fasulye nasıl buzlukta saklanır söylemi ile aklıma geldi:

- “ Taze fasulyeleri ayıkladıktan sonra kaynar suyun içine at, 5 dakika daha haşla , soğuyunca buzdolabı poşetine atıp buzluğa koy, dilediğin zaman buzluktan çıkartıp aynı tazelikte kullanabilirsin.”

O bu cümlelere ev kadını modunda cevap vermemi beklerken benim dudaklarımdan şu cümleler döküldü :

- “ Anne insanı da dondursak gelecekte aynı tazelikte olabilir mi? “-

“ Nasıl yani ?”

- Yani seni dondursak mesela; 50 yıl sonra çıkarsak buzluktan, 50 yıl sonra sen hâlâ 60’lı yaşlarında olsan; düşünsene torunun bile 57 yaşında olacak, biz falan çoktan gitmiş olacağız, nasıl yaşardın, ya da ister miydin?"

- “ Kızım sen bilim kurgu falan mı okuyorsun “?

- “ Yoo, sen iştahlı iştahlı taze fasulyeyi buzlukta dondurarak saklama tarifi verdiğinde aklıma geldi, yani sebzeler aynı tazelikte kalıyorsa, organ naklini koyun kopyalamayı başaran bilim adamları günün birinde bunu da başarabilirler bence ne dersin?” diye soruyla yanıtladım onu.

- “ Yok aman ben istemem öyle, donmak falan, böyle yaşayıp gideyim “ diye yanıtladı kadıncağız beni. ( Haklı da olabilirdi )

O sırada oğlum geldi, “ Anne buzlukta dondurma vardı yiyebilir miyim ?” dedi.
Ona dondurmasını verdim, sonra kendimle baş başa kaldım.

“İnsan dondurması” bir gün gerçek olur muydu?
Gerçek olursa sonuçları ne olurdu?

İster miydim, şimdi donup 50 yıl sonra ya da 100 yıl sonra uyanmayı, uyandığımda farklı bir çevrede kendimi bulmayı, bütün sevdiklerimin çoktan gittiği, oğlumun dede olduğu ya da onun bile artık olmadığı bir dönemde hâlâ 40’lı yaşlarımı yaşıyor olmayı ister miydim?

Ben bunları düşünürken kayınvalidemin bu sefer de patlıcanın dondurularak nasıl saklanacağını anlatmakta olduğunu fark ettim, onu dinlemediğimi ona fark ettirmediğim için kendi kendime göz kırptım, oğluma baktım o da dondurmasını bitirmek üzereydi hayat devam ediyordu ve galiba böylesi daha güzeldi :)



Görsel : www.deviantart.com

7 Temmuz 2010 Çarşamba

UMULMADIK ŞEYLER !


    untitled

    Bazen hiç ummadığı anda umulmadık bir şeyler iyi gelir insana.

    Hem de öyle iyi gelir ki; “ vay be bu muydu beni mutlu etmeye yetecek olan “ dedirtir.

    Geçen hafta sonu oğlumla kendimizce çok güzel bir şey yaptık.

    Denize gittik, yüzdük yüzdük.

    Bu bir şey değil tabii, deniz mevsimi çoktan açıldı burada, yüzmek yürümek kadar olağan şimdilerde bu şehirde.

    Denizden çıkınca sahilde dalgaların kıyıya vuruşunu izledik ve deniz taşları topladık birlikte.

    Çocukluğumdan beri çok severim deniz kıyısında taş toplamayı.

    Çeşit çeşit, irili ufaklı taşları hiç üşenmez eve getirir , fanusların içinde saklardım o zamanlar..

    Benim yenilikçi oğlum ise annesinin çocukken yapmadığı daha doğrusu yapmayı akıl etmediği bir şeyi yaparak eve getirdiği taşları sulu boya ile rengarenk boyadı.

    Taşlar çok güzel oldu, sonra onları kavanoza koyduk.

    Bana iyi gelen ve mutlu edense yıllar sonra deniz kıyısında taş toplamak oldu.

    Aldığım iyot kokusu ile birlikte sanırım ruhumu besledim o hafta sonu.

    Oğlumla sözleştik, ne zaman denize gitsek, önce yüzecek sonra taş toplayacağız artık ve o taşları eve getirecek ve boyayacak oğlum rengarenk…

    Bu küçücük olaydan aldığım yaşam dersi tam da şudur :

    Ruhu beslemek her koşulda insana iyi geliyor ve ruhun nerede, ne zaman, neyle besleneceği hiç belli olmuyor.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

DİLLERDE KULAKLARDA ÖZEL HAYAT !!!

bus_ride_blues_by_buraisuko

Sıradan, çok sıradan bir gündü.

Dolmuşla şehrin bir ucundan öbür ucuna gidiyordum.

Dolmuşun içi çok kalabalık değildi; yine de basık bir hava vardı içeride.

Havadaki sıcaklık Antalya’ya o çekilmez yaz aylarının geldiğinin habercisi gibiydi.

Ben de dahil dolmuştaki herkese çöken rehavetin nedeni de hava sıcaklığındaki bu ani değişimdi.

Tam bu sırada önümde oturan 25 - 30 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim genç adamın cep telefonu çaldı.

Dolmuştaki yolcular ve ben ister istemez, genç adamla arayanın adının İbrahim olduğunu anladığımız kişinin konuşmasını dinlemeye başladık.

Anladığımız kadarıyla İbrahim’in bizim genç adama uzun süredir ödemediği yaklaşık 3.000 TL civarında borcu vardı. Bu borcun ne zaman, nasıl ödeneceği konusuna bizi hiç ilgilendirmediği halde hep beraber tanık olduk.

Genç adamla İbrahim’in telefon konuşması bitince yanımda oturan genç kızın telefonu çaldı.

Yine hep birlikte, baygın ve gözlerini süzerek yaptığı konuşma biçiminden genç kızın erkek arkadaşıyla konuştuğunu anlamakta gecikmedik.

Buluşup, Pers Prensi adlı filme gideceklerini de öğrendik ( Bu çocuk filmi değil miydi sahi ) ?

Kız inmesi gereken yere geldiğinde indi bu sefer yanıma altmış yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir teyze oturdu, çok geçmeden teyzenin de telefonu çaldı.

Meğer bu teyzecik de gelininden yana çok dertliymiş, bunu da tüm dolmuş ahalisi olarak öğrenmiş olduk. “ Doktora giderken bile gelini onunla gelmiyormuş, oğlu da gelin ile ağız birliği yapıyormuş, “evlat büyüt hayrını gör işte “ gibi cümlelerle konuşmasına devam etti teyzecik.

Bu konuşmalara tanık olurken, ben de cep telefonlarımızın özel hayatlarımıza ne denli müdahale ettiğini, biz farkında olmadan bizi tanımayan bir çok insanın hakkımızda bilgi sahibi olduğunu düşünmeye başladım. Ey teknoloji sen nelere kâdirsin diye içimden söylenmeye başladım.

Tam bu sırada benim telefonum çaldı.

Arayan arkadaşım A idi.

Bu aralar A’nın da kendince sorunları var ve zaman zaman benimle paylaşmak istiyor.

O anda konuşsam az önceki insanların konumuna düşeceğimi fark ederek A’ya on dakika sonra evde olacağımı kendisini evden arayacağımı söyleyerek telefonu kapattım.

Sayemde A’nın yaşadıklarını dolmuştakiler öğrenemedi:)

A da zaten bunu hiç bilmedi . . .





Fotoğraf : www.deviantart.com