26 Haziran 2014 Perşembe

HİPER MİYİM AKTİF Mİ?

İçinde hiper ve aktif  kelimelerini  barındırsa da bilimsel bir yazı olmayacak bu yazı ...

Zaten ben bilimden ne anlarım ki? Olsa olsa kadınsal ya da annesel bir yazı olabilir ancak !!!



Son zamanlarda kendime bakıyorum da bir günün her saat ve dakikasını hakkını vererek geçiriyorum.

Misal evdeyim diyelim. Eş zamanlı olarak yemek yapıp, bilgisayarda ders notu hazırlayabiliyorum. Ara sıra sosyal medya ile haşır neşir olup; bu arada elimdeki kitaptan iki üç sayfa okuyabiliyorum.

Ya da dersaneye gittim diyelim. Öğrencilerle girdiğim bütün dersler hakkında dakikalarca konuşabiliyor; hatta onların kendi sorunlarını falan  da dinleyebiliyorum.

Sabah oğlumu okulun servisine bindirdim diyelim. Hava da soğuk, dön eve; gir yorganın altına biraz daha uyu değil mi? I ıhhh !!! Çocuk servise ben yürüyüşe. İlla ki bir saat yürümem lazım !!!!

Bu durumun çocukluğumdaki hareketliliğimle bir ilgisi olabilir mi acaba? Çocukken ben şimdinin deyimiyle hiperaktifmişim ama ailemdeki herkes - tabii o zaman hiperaktif kelimesi bilinmediğinden bu kızın kıçında kurt kaynıyor derlerdi.

Hani yani dur biraz, dinlen, otur bir soluklan di mi? Yok bende bu mümkün değil.

E şimdi böyle bir annenin çocuğundan da ağır hareketler beklemek doğru olmaz. Okullar kapandığından beri; denize gidelim anne, spor yapalım anne, ev  aktivitesi yapalım anne diyen bir ergen adayı ile baş başayım.

Şu safra kesemdeki taşlardan bir kurtulayım; ana oğul hem hiper hem aktif  bir yaz daha geçireceğiz sanırım;
yakıcı cehennem sıcaklarına rağmen !!!!



18 Haziran 2014 Çarşamba

TAŞ VE ÖBÜR ŞEYLER ...


Her şey geçen yaz bu zamanlar başladı.

Sabahları ve günün ilerleyen saatlerinde şiddetli mide ağrısı çekiyordum. Bu ağrı sırtıma yayılıyor ve beni kıvrandırıyordu.

Doğal olarak soluğu bir gastroloji uzmanında aldım ve yine doğal olarak doktor benden endeskopi istedi. Önce korktum açıkçası. Kocaman bir hortumun yemek borumdan aşağı sallanması bana tuhaf gelse de kahramanlar gibi çektirdim. Midemde sorun olmadığını gördük; o uzun ucunda ışık olan hortum sayesinde.
Doktorum da bana sabahları aç karnına içmem gereken bir ilaç verdi. bir ay süreyle kullanmam gerektiğin söyledi. bir ay sonra her şey yolun girdi ve bu böylece bir yıl devam etti.

Şimdi bu şikayetlerim yeniden başladı, tekrar doktora gittim doktorum bu sefer üst batın ultrasonu istedi. Ultrason çekildiğinde safra kesimin taşla dolduğunu gördük hep birlikte. Safra kesenizde bir tek boş yer kalmamış siz nasıl yaşıyorsunuz dedi doktor ameliyat olmam gerektiğini söyledi.

Haziranı güzel geçirmek istiyorum. Doktorun verdiği tarih temmuzun ilk haftası. Dilerim beni çok yormadan atlatırım bu süreci.

Ameliyata kadar neler yapıyorum kısaca özetleyeyim.

Oğlumla aynı anda tatile girdiğimiz için evde kuduruyoruz. Hafta sonu itibarı ile deniz sezonunu da açtık.

Denize aşırı tutkum yoktur benim. İlişkimiz " seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli " boyutundadır. Fakat oğlum tam bir su adamı. Onun hatırına ben de denizle daha yakın ilişkiler içindeyim.


Evi minik bir hayvanat bahçesine çevirdik. Pazardan aldığımız civcivler piliç oldular. Akvaryumdaki balıklarımız ve canımız ciğerimiz muhabbet kuşumuz Selami'nin yanına, şimdi bir de fotoğrafını gördüğünüz Bitter eklendi. Aslında adı karamel olması gereken bu tüylü şey, öğrencilerimden birinin oğluma hediyesi. O adını Bitter koyunca biz de değiştirmedik. Çok nazlı bir kız  ama. Fotoğraf çektirmekten hiç hoşlanmıyor. Hemen gözlerini kısıyor.



Bu arada okumaya devam ediyorum. Yüz Yıllık Yalnızlık'ın tekrar okuması bitti ve ben bir daha tekrar kitap okumamaya karar verdim. Okunacak onca şey varken, aynı kitabı bir kere daha okumayayım ben :)

Şimdi bibliyomanyaklar.com'un hediyesi olan Oktay Rifat'ın romanı var elimde. Bir Kadının Penceresinden .

Şiirlerini sevdiğim değerli şairin kaleminden roman okumak ayrı bir keyif. Onca okuduğum kitap üzerine edebiyat şöleni gibi geldi bana çok sevdim. Okumayı yaşam biçimi edinmiş beş özel kadının kurduğu bu sitenin müdavimi oldum ben, belirtmek isterim.

Bu aralar böyleyim işte ...
Taş, tatil, kitap ve öbür şeyler ...


14 Haziran 2014 Cumartesi

SEVMİYORUM !!!


- " Hanım bunlar bana ne alacak acaba, bırak bir şey almayı akıllarına gelir miyim acaba? "

- " Amaaan sen hep böylesin. Niye akıllarına gelmeyesin, unuturlar mı seni çocukların? "

- " E ne bileyim ben ? Neyse canım bir şey almasalar da olur, boş ver ..."

Yarım saat sonra ;

- " Hanım, söyle onlara eğer hediye olarak tişört falan alacaklarsa, mutlaka önünde cebi  olsun, giyemiyorum sonra."

- " Ayyyy ayyyy, taktın sen de hediyeye yahu; ne adamsın !!! "

***
Haziranın üçüncü haftası gelmeden önce, annemle babam arasında  mutlaka bu konuşmalar olurdu bizim evde.

Özünde hediyeye falan çok önem veren bir adam değildi de; yaşlandıkça duyguları değişmeye başladı sanki.
Geçen yaz hastanede geçirdik babalar gününü. Son kutlamaymış; bilemedik. Bilsek de yakıştıramadık belki de ...

Özel günleri sevmiyorum.

Hiç bir zaman da sevemedim. Benim için en özel günler doğum günleridir. Dünyaya gelmenin bir şans olduğuna inanmışımdır çünkü ...

Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü biraz da yeni dünya düzeninin dayatması gibi gelir ...

Yarın zor geçecek;  babamın acısının hafifleme nedeni olan Soma faciasını düşünüyorum, kendimi düşünüyorum ...

Diyorum ya; bu özel günleri sevmiyorum !!!!

5 Haziran 2014 Perşembe

BU DA BANA KAPAK OLSUN !!!!

Akşam üzeri bir telaş dersaneye gidiyorum.

Hava sıcak ama kapalı. Kendini nisan zanneden bir haziran günü daha bitmek üzere.


Bizim dersanenin olduğu mahalle, çocuğu bol bir mahalle.
Çocuk sesi, oynadıkları oyunlar falan filan.

Mahalle sakinleri çocukların sokaktaki oyunları için ikiye bölünmüş durumda. bir taraf gürültüden rahatsız, diğer taraf çocukların oyun oynamasından yana.

Ben de anne olarak çocuğun enerji atmasına ihtiyaç duyacağına inandığımdan ikinci tarafın yanında yer aldım bu güne kadar. Çocuklarla dün yaşadıklarımdan sonra; özelikle  ailelere olan fikrim değişti.

Neyse çok uzatmayayım; tam sokağa girdim, sokak ortasında ne olduğunu anlayamadığım bir top oyunu oynadıkları için ( futbol desem değil; basketbol desem hiç değil ) attıkları top yüzüme; alnımın ortasına çarpacaktı; son anda kafamı eğdim de toptan kurtuldum.

E bu durumda tepki gösterdim tabii.
Çocukları uyardım; yaptıklarının saygısızlık olduğunu söyledim. Gözlüğüm kırılsaydı ne olacaktı dedim.

İçlerinden biri; muhtemelen oğlumla yaşıt ;  - " Teyze senin gözlüğün kaç para ki ? " diye sordu !!!!
soruya şaşırdım, çünkü özür falan bekliyorum; biraz abartarak  -  " 2000. TL " dedim. 

Bana verdiği cevap ülke olarak geldiğimiz durumun özeti gibiydi : - " E n'olacak ki ? Babama söylerim sana yenisini alır. Bizde çok para var !!!! "

Artık sinirim yerinden iyice oynamıştı. - " Peki gözüme bir şey olsaydı ne yapacaktın? Özür dileyeceğine bir de terbiyesizlik yapıyorsun. Üstelik hem terbiyesiz, hem de saygısızsın. Baban tabii saygı ve terbiye parayla alınmadığı için sana bunları alıp verememiş ." dedim.

Çok sinirlendim. Biz bu kafayla çocuk yetiştirdiğimiz müddetçe, gelecekte yaşayacaklarımız için kimseyi sorumlu tutmayalım bence.

O çocuğun dünkü sözleri bana ciddi bir kapak oldu ...