30 Nisan 2009 Perşembe
DUYGU KIRINTISI
Onunla yolda tesadüfen karşılaşmasak, varlığı aklıma bile gelmeyecekti .
Demek zaman bazı şeyleri hafızadan silebiliyor, ya da silmese bile zihnin çok çok gerilerine öteleyebiliyor.
On iki yıldan fazla olmuş birbirimizi görmeyeli, “yolda görsem tanımam” derler ya, kendimi onunla karşılaştığımızda o durumda hissettim.
O beni tanımış olmalı ki, taa karşı kaldırımdan adımı seslenerek yanıma geldi.
Saçlarının rengi değişmiş, kırmızıya yakın bir kızıl olmuş, yıllar izlerini bedeninde bolca kilo olarak bırakmış, o ince kendinden emin hali hemen hemen hiç kalmamış.
Şaşkın bakışlarım kendini çok belli ettiğinden, o da tereddüt ederek :
- “ Tanımadın beni değil mi? “ diyerek kendini tanıtma gereği duydu.
Evet O’nu hatırlamıştım,
-“ Yok yok tanıdım “dedim isteksizce.
Yine de ayak üstü konuşmaktan zarar gelmezdi. Ne de olsa eski işyerimdendi, bana sıkıntılı günler yaşatsa da birlikte çalışmıştık uzun bir süre.
O çabuk çabuk anlatmaya başladı.
Evlenmiş, iki çocuğu olmuş, şimdi çalışmıyormuş, annelik zormuş tabii, çocuklarını büyütüyormuş. Konuşurken takındığı tavırlardan aynı bilmiş hallerinin hiç değişmediğini gördüm üzülerek.
Cümlesinin sonunda, -“ Çok özledim seni bir gün mutlaka gel bana görüşelim, bir kahvemi iç “ dedi.
- “Neden, geleyim ki sana? Gelmek istesem on iki yıl içinde bir gün mutlaka çalardım kapını, ya da arardım. Ne çabuk unuttun beraber çalıştığımız dönemde ayağımı kaydırmaya çalıştığın günleri, bana yaptığın haksızlıkları, şimdi bir de utanmadan seni özledim, görüşelim, kahvemi içmeye beklerim diyorsun, senin gibileri çoktan hayatımdan çıkarttım ben.”
Demek istedim . . .
Diyemedim.
Diyememiş olduğuma şaşırdım.
Bana bir dönem iş ortamında hayatı zindan eden bu insana gayet nazik davrandım, davranabildim.
En kötüsü, O’na karşı içimde, hiçbir şey kalmadığını gördüm üzülerek.
İnsanın birine karşı hiçbir şey hissetmemesi kötü bir durum olmalı diye düşündüm.
Karşımdaki kişiyle ilgili olarak içimde olumlu ya da olumsuz hiçbir duygu kırıntısı yok, ne acı.
Sevgi yok, saygı yok, özlemek yok, hatta nefret, kin bile yok.
Hayat mı bizi büyütüyor biz mi hayatı?
Hayat bazı duygularımızı törpülüyor mu, yoksa biz bu duyguları farkında olmadan aşıyor muyuz?
Yok yok hiç biri değil.
Sanırım bu durum, insan beyni ile zamanın el ele tutuşması.
Etiketler:
GÜNDELİK YAŞAM
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
26 Nisan 2009 Pazar
BAKIŞ AÇISI
- Ah şekerim, deminden beri evin telefonunu çaldırıyorum, neredesin?
- Yürüyüşten yeni döndüm de kapıyı açıyordum, neyse ki telefona yetiştim.
- Sabah sabah ne yürüyüşü bu böyle?
- E, adı üzerinde sabah yürüyüşü.
- Vallahi ben bu saatlerde yataktan zor kalkıyorum şekerim, bir de yürümek mi asla?
- Ben de haftada sadece 3 gün ayırabiliyorum zaten yürümeye. Çok da keyifli oluyor, sağlık için de gerekli hem doğanın sesini dinleyerek yürüyorum.
- Doğanın sesi mi? Bana ne doğanın sesinden, ben kulaklıksız, ipodsuz sokağa çıkamam vallahi.
- Ben çıkıyorum işte. Ee, bırak benim yürüyüşümü de hayırdır neden aradın sabah sabah?
- Sorma şekerim canım çok sıkkın.
- Hayırdır?
- Kız matematikten kötü not almış yine, temizlikçi kadın da hastalanmış gelemiyor. Ütüler birikti temizlik yapılması lazım çok sıkıldım çoookkk.
-Dert ettiğin şeylere bak, kızının sağlığı yerinde olsun, notları elbet düzelir. Ütüyü de otur bir sefer de kendin yap.
- Aaaa olur mu şekerim, Dorukcan 95, Metehan 97, Dicle 85 almış, benimki öööyle 70’lerde kalmış, çocukların annelerinin bakışını görecektin, küçümser gibi !!!
- Yarış atı mı sizin çocuklarınız kuzum, ne bu böyle yaa, anneler mutlu olacak diye, ziyan olan çocuklar!!!
- Valla bilmiyorum artık, özel ders falan aldırırız herhalde.
- Havalar ne güzel değil mi? Bahar kendini hissettirdi artık.
- Yaa yaa ne demezsin, arkasından bunaltıcı sıcaklar gelecek o zaman görürüm ben seni!!!
- Olsun sen gelen baharın tadını çıkar, bak sokakları portakal çiçeği kokan bir şehirde yaşıyorsun, bu ayrıcalığın keyfini sürmelisin bence.
- Hiç aklıma gelmedi !!!!
- Gelmez tabii, bakmayı bilmiyorsun çünkü, bak doğa canlandı, her yer rengarenk çiçek içinde bizim kumrular yine geldiler balkona yuva yaptılar bu sene.
- Hııı, bizim pencereye de geldiler de ben kovaladım!!!!
- Niye???
- Ee her taraf kirleniyor canım, onlarla mı uğraşacağım?
- Ne diyeyim senin bakış açın faklı biraz. Aslında şöyle bir aynaya baksan, kendini görsen. Hayat öyle güzel ki.
- Ayna dedin de şekerim, geçen şöyle bi baktım aynaya ben, epey artmış kırışıklıklar yüzümde, krem falan da iyi gelmiyor, bi yer buldum botoks yaptıracağım.
- Aaa, iyi yakışır sana !!!! Neyse haydi bakalım benim kapatmam lazım. Sana botokslu, ipodlu, kırışıksız ama çevrendeki güzelliklerin farkına varabildiğin günler dilerim !!!
- !!!!
- Yürüyüşten yeni döndüm de kapıyı açıyordum, neyse ki telefona yetiştim.
- Sabah sabah ne yürüyüşü bu böyle?
- E, adı üzerinde sabah yürüyüşü.
- Vallahi ben bu saatlerde yataktan zor kalkıyorum şekerim, bir de yürümek mi asla?
- Ben de haftada sadece 3 gün ayırabiliyorum zaten yürümeye. Çok da keyifli oluyor, sağlık için de gerekli hem doğanın sesini dinleyerek yürüyorum.
- Doğanın sesi mi? Bana ne doğanın sesinden, ben kulaklıksız, ipodsuz sokağa çıkamam vallahi.
- Ben çıkıyorum işte. Ee, bırak benim yürüyüşümü de hayırdır neden aradın sabah sabah?
- Sorma şekerim canım çok sıkkın.
- Hayırdır?
- Kız matematikten kötü not almış yine, temizlikçi kadın da hastalanmış gelemiyor. Ütüler birikti temizlik yapılması lazım çok sıkıldım çoookkk.
-Dert ettiğin şeylere bak, kızının sağlığı yerinde olsun, notları elbet düzelir. Ütüyü de otur bir sefer de kendin yap.
- Aaaa olur mu şekerim, Dorukcan 95, Metehan 97, Dicle 85 almış, benimki öööyle 70’lerde kalmış, çocukların annelerinin bakışını görecektin, küçümser gibi !!!
- Yarış atı mı sizin çocuklarınız kuzum, ne bu böyle yaa, anneler mutlu olacak diye, ziyan olan çocuklar!!!
- Valla bilmiyorum artık, özel ders falan aldırırız herhalde.
- Havalar ne güzel değil mi? Bahar kendini hissettirdi artık.
- Yaa yaa ne demezsin, arkasından bunaltıcı sıcaklar gelecek o zaman görürüm ben seni!!!
- Olsun sen gelen baharın tadını çıkar, bak sokakları portakal çiçeği kokan bir şehirde yaşıyorsun, bu ayrıcalığın keyfini sürmelisin bence.
- Hiç aklıma gelmedi !!!!
- Gelmez tabii, bakmayı bilmiyorsun çünkü, bak doğa canlandı, her yer rengarenk çiçek içinde bizim kumrular yine geldiler balkona yuva yaptılar bu sene.
- Hııı, bizim pencereye de geldiler de ben kovaladım!!!!
- Niye???
- Ee her taraf kirleniyor canım, onlarla mı uğraşacağım?
- Ne diyeyim senin bakış açın faklı biraz. Aslında şöyle bir aynaya baksan, kendini görsen. Hayat öyle güzel ki.
- Ayna dedin de şekerim, geçen şöyle bi baktım aynaya ben, epey artmış kırışıklıklar yüzümde, krem falan da iyi gelmiyor, bi yer buldum botoks yaptıracağım.
- Aaa, iyi yakışır sana !!!! Neyse haydi bakalım benim kapatmam lazım. Sana botokslu, ipodlu, kırışıksız ama çevrendeki güzelliklerin farkına varabildiğin günler dilerim !!!
- !!!!
Etiketler:
GÜNDELİK YAŞAM
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
23 Nisan 2009 Perşembe
ÇOCUK DEYİP GEÇME
Aşağıdaki konuşmalar, iki gün önce akşam saatlerinde yaşanmıştır.
Anne, oğlu ile arasında geçen bu konuşmadan çok etkilenmiş ve bu kısa diyaloğu olduğu gibi yazıya aktarmıştır.
- “ Ufff anne ben çok hastayım!!! ”
- “ Ne oldu , neyin var yavrum? “
- “ Boğazım ağrıyor, bi de öskürüyorum”.
- “ Tamam o zaman yarın okula gitme istersen, doktora kontrole gidelim. “
Çocuk annesinin beklemediği bir tepki vererek :
- “ Yok anne olmaz, yarın sınıfta biz 23 Nisan’ı kutluycaz, gitmem gerek, sınıfı falan süsliycez, şiir okumam gerek, görevim var benim, çok işimiz var yarın, gel bayrak almaya gidelim seninle. “ der.
- “ Tamam gidelim de hastayım diyorsun, yarın okulda daha kötü olma sakın?”
- “ Olmam anne, olursam öğretmenime söylerim, bi kenarda yatarım ama bayramı kutlamamız lazım.”
- “ 23 Nisan ne bayramı oğlum biliyor musun peki?”
- “ Heralde anne !!!, Atatürk bu günü biz çocuklara armağan etmiş, bugün meclis açılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Atatürk armağan etmiş bize, hasta olsam da okula giderim ben.“
- !!!!
Annesini gözleri dolmuş halde gören oğlu devam eder :
- “ Hadii, sarılsana bana, ahh yavrum beniiiim desene!!! “- !!!!
Bu diyalog annenin aklına yıllar öncesinden kalan bir anıyı düşürür.
Olayı yaşayan şimdi seksenli yaşlarını yaşamakta olan ve annenin babası kadar çok sevdiği aile dostlarından biridir. Aile dostu bu olayı yaşadığında henüz 9 – 10 yaşlarındadır :
Yaz aylarını arkadaşları ile birlikte Moda açıklarında denize girerek geçirmektedirler. Moda’nın denizi o zamanlar tertemizdir, üstelik Atatürk henüz hayattadır.
Yine böyle bir gün, arkadaşlarıyla yüzerken, Savarona Yatı’nı ve yatın içinde Atatürk’ü görürler.
Hep birlikte Ata’larını görmek için Savarona’ya doğru yüzmeye başlarlar.
Çocukları görünce yattaki görevliler hemen harekete geçerler.
Çocukların Savarona etrafına gelmesini engellemek isterler. Çocuklara gelmemelerini, geri dönmelerini işaretle anlatmaya çalışırlar.
Bu fikre şiddetle karşı çıkar Atatürk.
Çocuklara engel olunmamasını ister. “O çocuklar bizim geleceğimiz” der.
Görevliler hiçbir şey yapamaz çocuklar, Savanora Yatı’nın etrafına gelirler ve Atalarını selamlarlar, sonra da yüzerek geri dönerler.
Bu gün Onların torunları, hatta torunlarının çocukları aynı duyguyla bağlıdır Atatürk’e.
23 Nisan sabahı bunları düşünür anne, umut filizleri çiçek açar zaten çoktan baharın geldiği yüreğinde…
Anne, oğlu ile arasında geçen bu konuşmadan çok etkilenmiş ve bu kısa diyaloğu olduğu gibi yazıya aktarmıştır.
- “ Ufff anne ben çok hastayım!!! ”
- “ Ne oldu , neyin var yavrum? “
- “ Boğazım ağrıyor, bi de öskürüyorum”.
- “ Tamam o zaman yarın okula gitme istersen, doktora kontrole gidelim. “
Çocuk annesinin beklemediği bir tepki vererek :
- “ Yok anne olmaz, yarın sınıfta biz 23 Nisan’ı kutluycaz, gitmem gerek, sınıfı falan süsliycez, şiir okumam gerek, görevim var benim, çok işimiz var yarın, gel bayrak almaya gidelim seninle. “ der.
- “ Tamam gidelim de hastayım diyorsun, yarın okulda daha kötü olma sakın?”
- “ Olmam anne, olursam öğretmenime söylerim, bi kenarda yatarım ama bayramı kutlamamız lazım.”
- “ 23 Nisan ne bayramı oğlum biliyor musun peki?”
- “ Heralde anne !!!, Atatürk bu günü biz çocuklara armağan etmiş, bugün meclis açılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Atatürk armağan etmiş bize, hasta olsam da okula giderim ben.“
- !!!!
Annesini gözleri dolmuş halde gören oğlu devam eder :
- “ Hadii, sarılsana bana, ahh yavrum beniiiim desene!!! “- !!!!
Bu diyalog annenin aklına yıllar öncesinden kalan bir anıyı düşürür.
Olayı yaşayan şimdi seksenli yaşlarını yaşamakta olan ve annenin babası kadar çok sevdiği aile dostlarından biridir. Aile dostu bu olayı yaşadığında henüz 9 – 10 yaşlarındadır :
Yaz aylarını arkadaşları ile birlikte Moda açıklarında denize girerek geçirmektedirler. Moda’nın denizi o zamanlar tertemizdir, üstelik Atatürk henüz hayattadır.
Yine böyle bir gün, arkadaşlarıyla yüzerken, Savarona Yatı’nı ve yatın içinde Atatürk’ü görürler.
Hep birlikte Ata’larını görmek için Savarona’ya doğru yüzmeye başlarlar.
Çocukları görünce yattaki görevliler hemen harekete geçerler.
Çocukların Savarona etrafına gelmesini engellemek isterler. Çocuklara gelmemelerini, geri dönmelerini işaretle anlatmaya çalışırlar.
Bu fikre şiddetle karşı çıkar Atatürk.
Çocuklara engel olunmamasını ister. “O çocuklar bizim geleceğimiz” der.
Görevliler hiçbir şey yapamaz çocuklar, Savanora Yatı’nın etrafına gelirler ve Atalarını selamlarlar, sonra da yüzerek geri dönerler.
Bu gün Onların torunları, hatta torunlarının çocukları aynı duyguyla bağlıdır Atatürk’e.
23 Nisan sabahı bunları düşünür anne, umut filizleri çiçek açar zaten çoktan baharın geldiği yüreğinde…
Etiketler:
BAYRAM SEVİNCİ,
ÖZEL GÜNLER
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
15 Nisan 2009 Çarşamba
SAYIN TÜRKAN SAYLAN İÇİN
Kendimi bildim bileli O'na büyük bir saygı duydum ben.
Doktor kimliğini de, insan kimliğini de çok sevdim.
Ülkesinde yaşayan insanlar için yaptıklarını her daim ayakta alkışladım .
Hayatın karşısındaki asil ve kendinden emin duruşuna hayran oldum, hatta kendime örnek aldım bu asil duruşu çoğu kere.
Beş yıldır başına dert olan hastalığı ile bile iyi geçinmeyi başarmış, hayata her zaman gülen gözlerle bakabilen, ülkesi için hastalığını, sağlığını hiçe saymış aydın, çağdaş bir Cumhuriyet Kadını O.
İşte bu nedenle geçtiğimiz günlerde Sayın Türkan Saylan'a reva görülen davranışı kabullenemiyorum.
Atatürk'ün ilkeleri ışığında yaşamış, hayatını insana, aydınlanmaya, eğitime adamış değerli bir bilim kadının evinde ne bulunacak çok merak ediyorum doğrusu?
Bence arama yapanların önce yoğun bir ışık huzmesinden gözleri kamaşacak.
Sonra bu ışığın ne olduğunu anlamak isteyecekler.
Anlamaları kolay olmayacak elbette, ışığın kaynağını bulamamış olmaktan da rahatsız olacaklar ancak, ışığın yoğunluğuna kayıtsız kalamayacaklar.
Bir an gelecek, bu ışığın, aydınlanmanın, eğitimin, insana saygı ve sevginin ışığı olduğunu fark edecekler.
İşte o an geldiğinde umarım çok geç kalınmış ve iş işten geçmiş olmaz.
Size saygılarımı sunuyorum sayın Türkan Saylan. Sizden ve o güzel yüreğinizden yayılan ışık her daim yolumuzu aydınlatsın.
Siz Türk Ulusu'nun başının tacısınız.
Etiketler:
GÜNDELİK YAŞAM
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
11 Nisan 2009 Cumartesi
UCUZ HAYATLAR ÜLKESİ
Yazının başlığı okunduğunda nasıl da insanın canını acıtıyor değil mi?
Hayatımız bu kadar değerliyken, yaşama fırsatı her insana bir kez verilmişken, ucuz hayatlar ülkesinde yaşamayı kim ister ki?
Oysa ucuz hayatlar ülkesinde yaşarken, başımıza her an her şey gelebilir.
Örneğin, kaldırımda sakin sakin yürürken, yolunu şaşırmış bir arabanın altında kalabilirsiniz.
Kazayı yapan, tarafsanız korkmayın hiç, merak da etmeyin cezanız çok hafif olacaktır, hatta belki de para cezası ile bile kurtulabilirsiniz !!!
Diğer tarafsanız … bilemiyorum artık.
Ya da yine yolda sakin sakin yürürken, nereden geldiği belli olmayan bir kör kurşunla hayata veda edebilirsiniz.
Daha da kötüsü ciddi bir helikopter kazası geçirip, kazadan sağ kurtulup, kurtulduğunuza bile sevinemeden, bulunmayı beklerken, soğuktan donarak ölebilirsiniz.
Dedim ya ucuz hayatlar ülkesidir burası her an her şey olabilir.
“Benim başımıza böyle olaylar gelmez” demek de sadece yanılsamadır, öyle beklenmedik bir anda geliverir ki, ne yapacağınızı şaşırıverirsiniz bir anda.
Tecrübeyle de sabitlenmiştir bu yazdıklarım.
Neyse ki bu örneklerin hiç birini henüz yaşamadım ama geçen akşam yaşadıklarımız önlem alınmasa soğuktan donmanın tam tersini yaşamamıza neden olacaktı:
Hemen hemen, herkesin uyumakta olduğu bir vakti gösteriyordu saatler.
Oğlum zaten çok erken bir saatte uyumuş olduğundan, onu uyandırmanın imkanı yoktu o sırada. ( Oğlun nereden aklına geldi şimdi diye sorabilirsiniz, emin olun kendimden önce ilk onu düşündüm o anda )
Evimizin kapısı, tam da o uyku vakti acı acı çaldı.
Uyku mahmurluğuna, telaş ve heyecan katılmış bir şekilde kapıyı açtık.
Kapıda kimse yoktu ama apartman duman içindeydi.
Dumandan nefes alamaz haldeydik.
Yangın diye bağırdığımı ve sonra telefona koştuğumu hatırlıyorum.
O panikle, 110 – 112 – 111 - 155 hangisi itfaiyenin telefon numarasıydı bir türlü aklıma gelmiyordu.
Kapıda kimse yoktu dedim ya, ben telefona yapışmış vaziyetteyken kapı hâlâ çalmaya devam ediyordu.
Balkona çıkmayı akıl ettik sonunda.
Kapıyı çalanlar, evimizin bulunduğu sokaktaki, zaman zaman gürültülerinden rahatsız olduğumuz taksi şoförleriydi.
Nedense çok rahatlardı ve bana aşağıdan seslenerek : - “ Korkma yenge, yangın çıktıydı ama biz az önce söndürdük “ dediler, kahraman edasıyla. Eşim apartman yöneticisi olduğundan haber vermek istemişler.
Gelelim yangının nedenine ( Bu daha da ilginç ) !!! :
Apartmanımızın üst katlarından birinde oturan bir belediye görevlisi, belediyeye ait motosikletini– sokakta zarar gelmesin – diye bizim apartmanın girişine park etmiş !!!
Nedeni belirsiz bir şekilde motor alev almış, apartmanın girişinde alevleri gören taksi şoförleri hemen birkaç kova su dökmüşler ve alevler sönmüş, motosikletin yanma nedeni ise bilinmiyor.
Düşünebiliyor musunuz, apartmanın girişine park edilmiş bir motosiklet var, yani yangın ilerlese yangından kaçıp kurtulmanın, evi terk etmenin de imkanı yok!!!
Motosikletin sahibine apartman girişine park edilmeyeceğini usulüne uygun söylediğimizde verdiği cevap da kısa ve öz : - “ Ne bileyim ağbi “ şeklinde oldu.
Kimse, neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemez halde, ucuz hayatlar ülkesinde şans eseri yaşıyoruz hepimiz.
Canımız da malımız da üzerimizde emanet!!!
Fotoğraf : www.deviantart.com
Hayatımız bu kadar değerliyken, yaşama fırsatı her insana bir kez verilmişken, ucuz hayatlar ülkesinde yaşamayı kim ister ki?
Oysa ucuz hayatlar ülkesinde yaşarken, başımıza her an her şey gelebilir.
Örneğin, kaldırımda sakin sakin yürürken, yolunu şaşırmış bir arabanın altında kalabilirsiniz.
Kazayı yapan, tarafsanız korkmayın hiç, merak da etmeyin cezanız çok hafif olacaktır, hatta belki de para cezası ile bile kurtulabilirsiniz !!!
Diğer tarafsanız … bilemiyorum artık.
Ya da yine yolda sakin sakin yürürken, nereden geldiği belli olmayan bir kör kurşunla hayata veda edebilirsiniz.
Daha da kötüsü ciddi bir helikopter kazası geçirip, kazadan sağ kurtulup, kurtulduğunuza bile sevinemeden, bulunmayı beklerken, soğuktan donarak ölebilirsiniz.
Dedim ya ucuz hayatlar ülkesidir burası her an her şey olabilir.
“Benim başımıza böyle olaylar gelmez” demek de sadece yanılsamadır, öyle beklenmedik bir anda geliverir ki, ne yapacağınızı şaşırıverirsiniz bir anda.
Tecrübeyle de sabitlenmiştir bu yazdıklarım.
Neyse ki bu örneklerin hiç birini henüz yaşamadım ama geçen akşam yaşadıklarımız önlem alınmasa soğuktan donmanın tam tersini yaşamamıza neden olacaktı:
Hemen hemen, herkesin uyumakta olduğu bir vakti gösteriyordu saatler.
Oğlum zaten çok erken bir saatte uyumuş olduğundan, onu uyandırmanın imkanı yoktu o sırada. ( Oğlun nereden aklına geldi şimdi diye sorabilirsiniz, emin olun kendimden önce ilk onu düşündüm o anda )
Evimizin kapısı, tam da o uyku vakti acı acı çaldı.
Uyku mahmurluğuna, telaş ve heyecan katılmış bir şekilde kapıyı açtık.
Kapıda kimse yoktu ama apartman duman içindeydi.
Dumandan nefes alamaz haldeydik.
Yangın diye bağırdığımı ve sonra telefona koştuğumu hatırlıyorum.
O panikle, 110 – 112 – 111 - 155 hangisi itfaiyenin telefon numarasıydı bir türlü aklıma gelmiyordu.
Kapıda kimse yoktu dedim ya, ben telefona yapışmış vaziyetteyken kapı hâlâ çalmaya devam ediyordu.
Balkona çıkmayı akıl ettik sonunda.
Kapıyı çalanlar, evimizin bulunduğu sokaktaki, zaman zaman gürültülerinden rahatsız olduğumuz taksi şoförleriydi.
Nedense çok rahatlardı ve bana aşağıdan seslenerek : - “ Korkma yenge, yangın çıktıydı ama biz az önce söndürdük “ dediler, kahraman edasıyla. Eşim apartman yöneticisi olduğundan haber vermek istemişler.
Gelelim yangının nedenine ( Bu daha da ilginç ) !!! :
Apartmanımızın üst katlarından birinde oturan bir belediye görevlisi, belediyeye ait motosikletini– sokakta zarar gelmesin – diye bizim apartmanın girişine park etmiş !!!
Nedeni belirsiz bir şekilde motor alev almış, apartmanın girişinde alevleri gören taksi şoförleri hemen birkaç kova su dökmüşler ve alevler sönmüş, motosikletin yanma nedeni ise bilinmiyor.
Düşünebiliyor musunuz, apartmanın girişine park edilmiş bir motosiklet var, yani yangın ilerlese yangından kaçıp kurtulmanın, evi terk etmenin de imkanı yok!!!
Motosikletin sahibine apartman girişine park edilmeyeceğini usulüne uygun söylediğimizde verdiği cevap da kısa ve öz : - “ Ne bileyim ağbi “ şeklinde oldu.
Kimse, neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemez halde, ucuz hayatlar ülkesinde şans eseri yaşıyoruz hepimiz.
Canımız da malımız da üzerimizde emanet!!!
Fotoğraf : www.deviantart.com
Etiketler:
GÜNDELİK YAŞAM
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
4 Nisan 2009 Cumartesi
İKİSİ ARASINDA
Uçsuz bucaksız evrende, dünya adlı gezegen kendi ekseni etrafında dönerken, o gezegende yaşayan her canlı da kendi ekseni etrafında dönüyor farkında olmadan ve her şey sadece o ikisi arasında yaşanıyor aslında.
Kavgalar, savaşlar,
İhanetler, aşklar, tutkular,
Gitmeler, geri gelmeler,
Sadece ikisi arasında…
Özlemler, kavuşmalar,
Dargınlıklar, barışmalar,
Hüzünler, mutluluklar
Sadece ikisi arasında…
Beklenenler, gelmeyenler,
Özlenenler, özlendiğini bilmeyenler
Umut edenler, umudunu yitirenler,
Sadece ikisi arasında…
Dünyaya gelenler, dünyadan gidenler,
Sevinç çığlıkları, dinmeyen göz yaşları,
Dağılmalar, savrulmalar,
Sonra yeniden toparlanmalar,
Sadece ikisi arasında…
Kalabalıklar, yalnızlıklar,
Yanan sokak lambaları ve evlerin bir vakit yanan ışıkları,
Sönen sokak lambaları ve evlerin bir vakit sönen ışıkları
Kendi ekseni etrafında dönen dünya,
Kendi ekseni etrafında dönen insan,
Hepsi uçsuz bucaksız bir boşlukta, minicik bir nokta . . .
Ve her şey o ikisi ; GÜNEŞİN DOĞUŞU VE GÜNEŞİN BATIŞI arasında yaşanıyor aslında.
Etiketler:
GÜNDELİK YAŞAM
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
3 Nisan 2009 Cuma
RÜZGARIN SÖYLEDİKLERİ
Nereden geldiğini bilemediği, hüzünlü bir Türk Sanat Müziği şarkısı uykusunu böldü.
Rüya mı görmüştü yoksa, şarkı bir yerlerde mi çalıyordu?
Bilemedi.
Saatine baktı.
Saatler gece yarısının çoktan geride kaldığını söylüyordu.
Ter içinde kalmıştı. Yaz aylarının bunaltıcı sıcakları başlamıştı.
Terleme nedeni, sıcağın etkisinden miydi, şarkının hatırlattıklarından mıydı uyku mahmurluğuyla anlayamadı.
Yatağından kalktı, üşenmedi ılık bir duş aldı.
Balkona çıktı. Sigara yaktı, oysa istikrarlı bir şekilde iki aydır sigara içmiyordu . Sonra O’nu düşündü eski sevgilisini ve onun ceylan gözü iriliğindeki bal rengi gözlerini.
“Korkağın biriyim ben” dedi kendi kendine, “abartısız korkak”.
“Nasıl savrulduk böyle, nasıl kaçırdık elimizden o güzel aşkı?” diye kendi kendine söylendi.
Bunları düşünmek için mi o şarkı takılmıştı yıllar sonra gecenin bir vakti kulağına?
En son buluştukları o günü hatırladı; Okul bitmek üzereydi, kendi de dahil, tüm arkadaşlarının yüzüne gelecek kaygısı oturmuştu. Kimse okul bittikten sonra ne yapacağını bilmiyordu. O çok sıkılıyordu gelecek planlarından ve bununla ilgli konuşmalardan.
Çoğu zaman : -"Gelecek geldiğinde ne yapacağımıza karar veririz" der konuyu kapatırdı.
O gün birlikte yemek yediler. Sonra laf dönüp dolaşıp yine gelecek planlarına geldi.
- “Okul bitti ama önce lisans üstü eğitimi tamamlamak istiyorum, hemen evlenmeyelim istersen nişanlanırız biraz daha bekleriz” dedi sevgilisi .
" Evlilik", "nişan" kelimelerini duyunca keyfi kaçtı, yirmili yaşlarının başlarındaydılar ikisi de, çok erken değil miydi bunları konuşmak için?
Düşündüklerinin etkisiyle birden kendine engel olamayarak; - " Korkuyorum evlenmekten, hazır da değilim zaten, ayrılalım o zaman” dedi sevgilisinin yüzüne.
O anda ve sonrasında, düşüncelerini hiç bilemedi sevgilisinin.
Genç kız göz pınarlarından akmasına engel olduğu yaşlarla dudaklarını kemirerek kalkmıştı masadan.
Hiçbir öfke belirtisi göstermeden, bağırıp çağırmadan. . . Sessizce.
Hayatından çıkışı da aynı sessizlikte olmuştu. Birkaç gün içinde cep telefon numarasını değiştirmişti genç kız. Hatta MSN adresini bile kapatmıştı.
Terk eden, terk edilendir denir ya, aslında çoktan pişman olmuştu söylediklerine.
Ortak arkadaşlarını aradı bir süre sonra, meraktan deliye döndü, onlardan bile hiçbir haber alamıyordu.
Kızın çektiği acıyı, O’nu unutmak için bir süreliğine farklı bir şehre taşınıp, çok istediği lisans üstü eğitimini de o şehrin üniversitelerinden birinde yaptığını, her şeye sil baştan başladığını nereden bilecekti?
Korku, öfke, gurur, inat birleşmiş, rüzgar olup, ezip geçmişti 3 yıllık ilişkilerini.
Böylelikle ayrılığın üzerinden uzun yıllar geçti.
Bu arada bir çok ilişkiye yelken açtı. Yürümedi hiç biri. İçlerinde aşık olabilecekleri bile vardı üstelik. O ise unutamamıştı “ Evliliğe hazır değilim, ayrılalım” dediği bal gözlü sevgiliyi.
O’nun tanımlayamadığı farklı bir duruşu vardı.
Adını koyamadığı, belki de o zamanlar anlayamadığı bir duruştu bu.
Anlayabilmesi için başkalarının mı girmesi gerekecekti hayatına?
Bunun adı aşktı ve kendi korkularına yenilmişti aşkı, hem de O fark etmeden.
. . . . . . .
Şimdi birkaç gündür heyecan içindeydi.
Yıllar sonra tesadüfen izini bulmuştu eski sevgilinin.
Eğitimini tamamladıktan sonra, yaşadığı şehre geri dönmüştü.
Bir finans kuruluşunda oldukça güzel bir işi vardı.
Üstelik evlenmediğini de fısıldamıştı güvenilir arkadaşları kulağına usulca.
Evli değildi ama hayatında biri var mıydı acaba?
“Bunları düşünmeyeyim şimdi” dedi.
Kıpır kıpırdı yüreği.
Sabah olmak üzereydi.
Erkenden eski sevgilisinin iş yerine gidecekti.
Kırmızı güllerden kocaman bir çiçek yaptıracak ve herkesin önünde “ Unutamadım seni, seni seviyorum, benimle evlenir misin?” diyecekti.
Bu sefer utanmadan, sıkılmadan, korkmadan.
Heyecanlandı…
Yarın, yeni ve önemli bir gün olacaktı.
Gözlerini yumdu, uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeyken o hüzünlü şarkı tekrar geldi kulağına bu sefer açmadı gözlerini, şarkı devam ediyordu aynı hüzünle:
* “ Rüzgar söylüyor şimdi o yerlerde bizim eski şarkımızı,
Vazgeç söyleme artık, hatırlatma mazide kalan aşkımızı . . . “
Neden aynı şarkı diye düşünmekten kendini alamadı.
Bir işaret miydi yoksa bu?
İstemeyecek miydi eski sevgili O’nu, gerçekten aşkları mazi de mi kalmıştı?
Cevabını şimdiden bilemezdi?
Hiçbir şey yaşamadan öğrenilmezdi?
* * * * *
Not: Bu öykünün, kahramanları şu anda evlililer, birbirinden güzel iki de kızları var. Birbirlerine sımsıkı sarılmışlar ilişkilerini hiç bir şeyin yıpratmasına izin vermiyorlar. ( Nedense öykü mutlu sonla bitsin istedim:))
* Beste – Güfte : Şekip Ayhan Özışık
• Makam : Muhayyer Kürdî
Fotoğraf : www.deviantart.com
Etiketler:
ÖYKÜ
Yazmak ve okumayı hayat serüveni edinmiş, oğluyla yaşadığı her anı içine çeken,anne,İstanbul'lu ama 25 yıldır Antalya'lı, yaşadığı şehre - sıcak yaz aylarını saymazsak- aşık, doğa tutkunu bir yaşam delisi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)