31 Ekim 2010 Pazar

REYTİNG MAKİNESİ

tpaojatxnjzknx0nllco Bizim evde yıllardır bir reyting makinesi var.

Küçük, fazla büyük bir şey değil.

Küçük olmasına rağmen tahminleri inanılmaz tutuyor.

Onun derecesini yüksek tuttuğu diziler kesinlikle birkaç sezon oynuyor.

İtiraf etmem gerekirse, başlangıçta beğenmesem bile, evdeki reyting makinesine göre sonradan beğendiğim diziler de oldu benim.

Bizim makinenin tahminleri ilk kez Avrupa Yakası ile başladı.

O zamanlar daha da küçüktü. Müziği onu çok etkilerdi.

Dizi başladığı zaman salonun ortasında müzik eşliğinde dans etmeye bayılırdı.

Ondaki bu hoş tepki Avrupa Yakası’nı izleme nedenimdir.

Kavak Yelleri’ nin ilk başladığı günü hatırlıyorum, kumanda elimdeydi ve kanal değiştirmeye hazırlanıyordum ki, minik makine engel oldu.

Yine dizi müziği eşliğinde dans etmeye başladı.

O gün bu gündür Kavak Yelleri birkaç sezondur devam ediyor.


Oğlumdan söz ediyorum, ciddi bir reyting ölçer o.

Özellikle, son iki yıl içindeki reyting tahminleri de muhteşem.

Akasya Durağı, Geniş Aile veee geçen sene de tahmininde yanılmadı Türk Malı.

Haa, bu arada, Adanalı ve Arka Sokaklar da var tabii ama bu iki dizi bizim evdeki RTÜK'ün hışmına uğradı. Evdeki RTÜK başkanı da ben oluyorum bu arada:)

Eğer Televizyonun karşısına geçip de bir diziyi gözünü kırpmadan izliyorsa ve asla kanal değiştirmiyorsa o dizi mutlaka tutuyor, reytingleri tavan yapıyor.

Ancak bazı eleştirileri de var dizilerle ilgili.

Paylaşayım da içimde kalmasın :

Akasya Durağı’ nı izliyoruz bir kelimeye takılıyor oğlum :
- “ ÇÜŞÜNÜZ ne demek anne? Ayıp bir şey mi? “
Aynı şey Türk Malı’nda oluyor :

- “ Annecim, ALLAH BELANI VERSİN ne demek, ALLAH BELANI VERMESİN ne demek? Hangisi daha kötü?"

- “ O HA” ayıp bir kelime mi anne? " ( Bu hangi dizideydi hatırlamıyorum )

Ayrıca;

- “ Aaa anne Bihter ölmemiş bak başka diziye geçmiş, Behlül de Ezel’de oynuyor zaten “

- “Aman anne şu Kavak Yelleri’nde Aslı ile Efe ne zaman karşılaşacak yaa, ben çok sıkıldım. “
- " Anne var ya şu Küçük Sırlar'ı sırf SU için izliyorum ":)
Eee, ben bu yazıyı niye yazdım?
1- Çocuk deyip geçmemek lazım, her şeyin farkındalar.
2- Argo veya argoya yakın kelimeler dizilerde daha az kullanılırsa televizyon gerçek amacına ulaşır mı?
3- Bir çocuğun anlayabileceği diziler bu kadar reyting rekoru kırabiliyorsa çocuklar mı çok akıllı, biz mi daha basit düşünür olduk?

27 Ekim 2010 Çarşamba

HAK VERİLMEZ ALINIR HEM DE SÖKE SÖKE !

57 Oğlumla yazın yaşadığımız bana Ağustos ayını zehir eden bir yüzme kursu maceramız vardı bizim.

Oğlum 4 haftalık yüzme kursuna sadece iki kez gidip havuzda 10'ar dakikadan fazla kalamadığı ve akabinde rahatsızlandığı için kursa devam edemediği halde, ücret iadesini istedim diye bana bir sürü olay çıkartan bir kuruma ağustostan beri savaş açtım ben.

Tek başıma !! Arkamda hiç bir tanıdık sırt, ya da torpil olmadan.

Bu gün de şikayetimi Tüketici Mahkemesi'ne taşıyorum.

Sıradan bir vatandaş olarak hakkımı arıyorum.

Kazanırsam ne ala, kazanamasam da önemli olan susmamak ve iyi savaşmaktır en azından karşı taraf mahkemelik olduğunda bunu anlayacaktır !!!

Bu yaşadıklarım susan ya da susturulduğu için hakkını arayamayan tüm tüketicilere emsal olsun.

Hadi bakalım rast gelsin, hakkımızı vermeseler bile biz arayıp bulalım.

25 Ekim 2010 Pazartesi

OLABİLİYOR!!

pinguin

Benim için birkaç gün önce önemli olan bir konunun birkaç gün sonra önemi kalmayabiliyor.

Yıllar önce büyük bir beğeni ile okuduğum bir kitabı yıllar sonra tekrar okuduğumda okuduklarım bir şey ifade etmeyebiliyor.

Büyük bir keyifle hazırlayıp beğenerek yediğim bir yemek birkaç tekrardan sonra aynı lezzeti vermeyebiliyor.

Eski iş yerimde arkamı döndüğüm anda kuyumu kazdığını bildiğim biriyle yıllar sonra karşılaştığımda, içimde ona karşı kin veya nefret gibi hiçbir duygu kalmayabiliyor.

Yaz aylarında beni bunalttığı için köşe bucak kaçtığım güneş, sonbahar bulutlarının arasından başını uzattığında beni mutlu edebiliyor.

Hiç ummadığım bir anda yediğim bir dilim çikolatalı pasta, kilo alma korkusuyla pişmanlık uyandıracağına çocuk gibi sevinmeme neden olabiliyor.

Uykusuz geçen bir gecenin ertesi gününde enerji içeceği içmiş gibi dinamik olabilirken, çok güzel uyuduğum bir gecenin ertesi günü tembellikle geçebiliyor.

Yazma tutkumun bana kazandırdığı blog arkadaşlarımla bu kazanımı ete kemiğe büründürdüğüm an, sadece yazılarından tanıdığım blog arkadaşlarım kırk yıllık dostum gibi olabiliyor.

Kırk yıllık dostum dediklerimin bazıları dost hanemde yıllar geçtikçe eksiye düşebiliyor.

Nedir bunun adı?

Hayat böyle bir şey mi?

Yoksa bunlar insanlık halleri mi?

20 Ekim 2010 Çarşamba

HEY GİDİ HALİT AMCA

antalya-15_buyk

Uzak denizlerin kaptanıydın sen benim çocukluğumda.

Çocukluk arkadaşlarım olan iki kızın için " iki kızım iki gözüm" derdin.

Kaptandın ya, dünyayı dolaşıp duruyordun ya, kahramandın gözümüzde her daim.

Dün seni yıllar sonra hasta yatağında gördüğümde bunları düşündüm.

Çok az zamanın kalmıştı.

Üstelik gideceğinin sen de farkındaydın.

Hey gidi Halit Amca sen de gideceksen eğer; hayata dair ne yapsak ne söylesek boş.

Dün üzüntüden hiç konuşamadım yanında sadece buruk bir tebessüm vardı dudaklarımda.

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir masal sanki hayatlarımız ve hepimiz kendi masallarımızın kahramanıyız.

18 Ekim 2010 Pazartesi

FATMAGÜL'ÜN SUÇU NE??

fatmagc3bclc3bcnsucuneizle1Bu günlerde en çok konuşulan konu bu.

En çok sorulan soru da bu.

Hatta facebook’da Fatmagül ve Bihter ile özdeşleşen geyik muhabbetleri bile var.

İşte aklımda kalan iki tanesi :

“ Fatmagül’ün suçu ne?
Eskiden Bihter olması !! “

* * * ** **
“ Hap içtik patladık,
Yolda Fatmagül’e rastladık,
Fatmagül’ün suçu yok,
Biz onu Bihter sandık !”
Malum olduğu üzere herkesin konuyla ilgili bir fikri var.

Yok evden o saatte çıkılmazmış, yok bir erkeğin peşinden bu kadar koşulmazmış, yok nişanlısını gece görmüş bir daha görmesine ne gerek varmış.

Ben de kendi fikrimi söylemek istedim.

Fatmagül’ün suçu yok, kesinlikle yok hem de.

Sevdiğine sadık, iyi niyetli seven ve sevildiğine inanan bir kız Fatmagül.

Gece sokağa çıkmış, sevgilisinin peşinden koşmuş hepsi hikaye.

Fatmagül’ün tek suçu “ Kadının adının olmadığı bir coğrafyada yaşıyor olması”.
Buna da suç denirse tabii !!

Fatmagül’ün suçu olmadığı gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da töre cinayetine kurban olan kızlarımızın da tek suçu bu bence.

Haa, Fatmagül demişken aklıma adının içinde “ GÜL” olan bir başka isim geldi.

Sahi, birkaç yıl önce acımasızca töre cinayetine kurban edilen Güldünya’nın suçu neydi?

13 Ekim 2010 Çarşamba

KİTAP KOLEKSİYONCUSU

ssa41625

1979 yılındayız.

Aylardan Aralık.

Kadıköy Kız Lisesi’nin deniz manzaralı “yeni” binasının en üst katındaki sınıflarından birindeyiz, Türkçe dersindeyiz.

Öğretmenimizin öyle etkileyici anlatış biçimi var ki, bir ay önce Üsküdar açıklarında batmış, Kadıköy’ü felaketin eşiğinden döndürmüş, denizin ortasında alev alev yanan “İndependenta” adlı gemiden yükselen alevler bile dikkatlerimizi dağıtmıyor.

Dersin bitimine on beş dakika kala öğretmen sınıfla sohbete başlıyor ve öğrencilere soruyor : “ – Çocuklar koleksiyon yapıyor musunuz?”
Sınıf olarak cevaplar vermeye başlıyoruz.

Kimimiz utana sıkıla hâlâ bebek koleksiyonu yaptığını söylüyor, kimimiz, peçete, kimimiz pul.

Ben ve birkaç arkadaşım kart koleksiyonumuzun güzelliğinden söz ediyoruz.

Öğretmenimiz her birimizi özenle dinledikten sonra konuşmaya başlıyor:

-“ Evet çocuklar bunların hepsi çok önemli ama siz mutlaka kitap koleksiyonu yapın. Emin olun ki en güzel koleksiyon budur. Bu koleksiyon sizi her zaman hayatın bir adım ötesine taşıyacaktır. “

Ders bitiyor; üzerinden otuz yıl geçiyor.

Bu anı yıllar sonra gözlerimin önüne bir kitap evinde kitaplar arasında kaybolmuşken geliyor.

Evde okunmak için onlarca kitap beni beklerken, sahaflardan, kitap evlerinden ellerimde kitaplarla çıkma sebebimi buluyorum.

Hızımı alamayıp internetten bulamadığım kitapları neden sipariş ettiğimi de anlıyorum.

Ben bir kitap koleksiyoncusuyum.

Kitaplar arasında kaybolmayı, onları edinip zamana yayarak mutlaka okumayı seviyorum.

Kitap satın alma konusundaki tutkumun “alışverişkolik” le ilgisi olmadığını bu anım sayesinde fark ediyorum.

Alış veriş konusunda kendimi bir biçimde kontrol edebilen biri olduğuma ve bunu kitaplara yapamadığıma göre iyice anlıyorum ki, söz konusu kitap ve okumak olduğunda ben gerçekten iyi bir koleksiyoncuyum.

Kitaplar arasında nefes alan, bundan mutluluk duyan bir kitap koleksiyoncusu…

8 Ekim 2010 Cuma

HAYATIN ELLERİNDEN TUT

  • 4Ne zaman seni düşünsem; yüreğimden küçük bir kız çıkıverir, gülen güzleriyle geçer oturur karşıma.

    Sonra ellerimden sıkıca tutar alır götürür beni çocukluğuma.

    Ne zaman seni düşünsem; aklıma bayram sabahları gelir ve ille de seninle gitmek istediğim lunapark maceraları.

    İlle de seninle birlikte binmek istediğim çarpışan otolar ve dönme dolaplar.

    Dönme dolabın en tepesinde korkup sıkı sıkı ellerinden tuttuğumda senin
    -“ Korkma, aşağı bakma, şehrin manzarasını izle bak ne güzel”
    deyişin.

    * * * *
    Bu sabah da bunları düşündüm.
    Senin için bu satırları yazarken, seni günlerdir yattığın yoğun bakım odasından ameliyathaneye götürmekte olduklarını biliyorum.

    Uzaktayım, yanına şimdilik gelemiyorum. Nefessiz kaldım güzel haberlerini bekliyorum.

    Yüreğimden çıkan o minik kız var ya, ellerimi sımsıkı tutuyor benim.
    Gülümseyerek “- Korkma diyor; korkma her şey yoluna girecek, eskisinden daha güzel olacak her şey. Senin ellerinden tuttuğum gibi O da hayatın ellerinden tutuyor çünkü, emin ol buna” diyor.

    İnanıyorum o küçük kıza. İnanmak zorundayım çünkü, başka çarem yok!

    Sıkı tut olur mu hayatın ellerinden, sakın, sakın bırakma…
  • 7 Ekim 2010 Perşembe

    BENDEN HABERLER

    22
    Birkaç haftadır internet ortamında yoktum.

    Ne yazı yazabildim ne blog okuyabildim.

    Hayatın tam da orta yerine bodoslama düştüm ve anladım ki , internet ortamı ile günlük hayat arasındaki ilişki ters orantılı.

    Eğer internete, bilgisayara, yazı yazmaya çok zaman ayırabiliyorsanız günlük hayattan uzaklaşıyorsunuz, tersi durumda sanal alemden uzaklaşmak mümkün. Belki de bu sadece benim için geçerli.

    Peki bu arada neler yaptım ?

    İşte madde madde anlatayım reel alemimde olup bitenleri :

    1- Okullar açıldı. Yeni ders yılı, kitap, defter, kalem silgi ve tabii ders çalışma süreci olanca hızıyla başladı. Bu yıl pek hevesliyiz bakalım Allah bozmasın :)
    2- Benim derslerin başlamasına da az kaldı, yeni dönem ders notları ve soru bankaları arasında sıkışıp kaldım, nefes almak istiyorum.
    3- Rutin sağlık kontrollerimi yaptırdım. Mamografi , ultrason vs. Neyse ki sonuçlar iyi.
    Düşündüm de bıçak sırtında yaşıyoruz aslında, çok dikkat etmeliyiz sağlığımıza çokkk.
    4- Annemin kansızlık problemine tam çözüm getirmişken bu sefer de katarakt ameliyatı olması gerektiğine karar verildi ancak sol gözünde retina kırışıklığı varmış doğuştan ( bunu da ilk kez duymuş olduk ) katarakt ameliyatı riskli olabilirmiş şimdi de bununla uğraşıyoruz. Umarım her şey yoluna girer.
    5- Bilgisayarım çöktü yine; bir sürü yazım ve www.hayatizlerim.com’a giriş şifrem silindi, her şey sil baştan oldu yani.
    6- Sanal alemden uzaklaşıp, reel aleme bodoslama dalan benim hayatımda olmazsa olmaz tek şey, kitap okumak olduğu için bu dönemde bana Ayfer Tunç’un Kapak kızı adlı romanı eşlik etti. Yazarın ilk romanı Kapak kızı ve bildiğim kadar ile son romanı Yeşil peri Gecesi ile bağlantısı olan bir roman. Bu vesile ile Ayfer Tunç severler duyurulur.
    7- Yazılarım silinince özellikle kitap tanıtımlarım ve naçizane yemek tariflerim için blog spotta bir sayfa açtım. Sayfamın adı; www.kitapseslerimutfakhalleri.blogspot.com
    Böylece www.hayatizlerim.com a kardeş gelmiş oldu?

    8- Bu arada sevgili dayıcığım by pas olacak. Eğer tüm tahlilleri olumlu sonuç verirse yarın ameliyat olacak. Ailecek nefesimizi tuttuk bekliyoruz. Bana İstanbul yolu gözüküyor galiba.

    Benden haberler şimdilik böyle.

    Bakalım işlerimi yoluna koyduktan sonra sanal alemle, gerçek alem arasında denge kurabilecek miyim?

    Yeni yazılarda buluşmak üzere :)