29 Aralık 2010 Çarşamba

ISLAK KEDİ

Ne tuhaf şey şu hayat dedikleri.

Kendi başına gelmezmiş sandığın şeyleri bir bir yaşamaya başladığında yapacak çok fazla şey kalmıyor aslında.

 İnsan uzaktan bakıp seyirci kaldığı olayların merkezinde kendini bulunca,  ilk anda  yağmurdan kaçamamış ıslak kedi gibi hissediyor.

Sığınmak için bir merdiven altı arayan, bulamayınca bir köşeye sinip yağmurun dinmesini beklemeye razı olan bir kedi gibi !!

Şimdi yağmurun dinmesini bekliyorum ben de bu soğuk kış gecesinde.

Biliyorum her yağmurun ardından mutlaka güneş doğacağını.

Biliyorum, ıslak kedinin  bir kase ılık süt sıcaklığında huzuru  bulacağını ...

26 Aralık 2010 Pazar

2010 GİDERKEN



2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir?

2010 yılında mutlu olmam için çok neden vardı ama en çok benim ve sevdiklerimin sağlığımızın yerinde olması bile tek başına bir mutluluk nedeni bence .


2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı?

Güzel bir yıldı 2010. Ayrılırken dostça vedalaşacağız birbirimizle.

2011'e nasıl girmek istersiniz?

Her yeni yılda yaşanılanın aksine, illa ki bir yerlere giderek değil, evimde, sevdiklerimle ve oğlumla birlikte eğlenerek elbette. Haa bir de oğlumla beraber yapacağımız yılbaşı pastası eşliğinde.
Aslında lapa lapa kar yağarken girmek isterdim yeni yıla ama yaşadığım şehire kar 30 yılda bir yağıyor ne yazık ki:)




2010 yılında yapmayı isteyip yaptıklarınız ve yapamadıklarınız nelerdir?

Yıllardır görmek isteyip de gidemediğim yerler var benim.

En çok da bunu gerçekleştiremedim diye üzüldüm bu yıl.

Bol bol okudum ama okumak sadece 2010’a özgü bir eylem değildi benim için.


Sevgili Müge 'nin gönderdiği mim bu yılın son mimi olarak sayfalarıma eklendi.

Teşekkür ederim sevgili Müge, iyi ki varsınız hepiniz ...

24 Aralık 2010 Cuma

AH ELENİ NEDEN NAPOLİ ?



Uzun zamandır bazı geceler aynı rüyayı görüyordu.

Rüyasında sonu belli olmayan bir yolda hızlı adımlarla yürüyordu.
Yürüdüğü yolda yalnızdı.
Yolun iki tarafında doğup büyüdüğü yerlere ait görüntüler vardı.

Annesi, babası, sevdiği adam ve dostları yolun kenarında durmuş ona el sallıyorlardı.
Hepsinin yüzünde hüzünle karışık bir tebessüm vardı.
Kalın bir camın ardında gibiydiler; yürürken bir yandan da onlara dokunmak istiyor ama ulaşamıyordu.

Rüyasında yürüdüğü yolun sonunun nereye gideceğini bulmak istiyor, bunun için uyanmaktan korkuyor ama yol bitmeden uyanıyordu.

Eleni, rüyaların anlamlarına çocukluğundan beri meraklıydı. Bu rüyanın vereceği mesajı ise anlayamıyordu.

Bir gece yatmadan önce eski 45 liklerden birini koydu gramofona.
Grek müziği evin içini doldurdu. Müziğin ona huzur verdiğini düşündü.
Anılarına dönmüştü çalan müziğin etkisiyle.

Çocukluğu, genç kızlığı geçiyordu gözlerinin önünden.
Artık geçmişte kalmıştı hepsi. Geri dönüş yoktu.

Gitmekle iyi mi yapmıştı? Yanıtını bilemedi.

Pencereden dışarıya baktı. Napoli sokakları karanlıktı.

O an ; geçmişi unutmak için yaşadığı yerden uzaklaşsa da, geçmişinin kendini bırakmadığını fark etti.

 Başka ülkede, başka şehirde yaşasa bile geçmişin izlerini silmek için ilk önce belleğini silmesi gerekiyordu .

Bu düşüncelerle kendine sordu " Peki o zaman neden geldim buralara,  ah Eleni neden Napoli? "

21 Aralık 2010 Salı

BENİM SİLAHIM SENİN SİLAHINI DÖVER

Bir kaç yıl sonra belki de ilk okul çocukları arasında bu tarz konuşmalara tanık olacağız.

Çünkü bir kaç yıl sonra, böyle giderse çocuklara da silah kullanma ve bulundurma hakkı tanınacak.

Geçen gün okuldan eve gelip, üzerini değiştirirken " - Anne var ya arkadaşım E' nin babasının zilahı varmış ( silah diyemez hâlâ ) dedi.

Ürperdim duyunca bu cümleyi; demek  E' nin babası oğluna " zilahını" gösteriyor bunu anladım konuşmaya devam ederken anlattıklarından.

Sonra bebekliğinden beri yaptığım gibi silahın ve savaşın, hatta şiddetin ne kadar kötü bir şey olduğunu tekrar tekrar anlattım ona.

Belki büyüdüğünde aklına gelirim oğlumun, sözlerim etkili olur,  eline bile almaz silahı; belki de o büyüyene kadar her evde 5 - 10 tane silah olur kimbilir.

 Yeni yıla girerken ülkem için güzel şeyler düşünmek istesem de küçük bir çocuğun söylediği bir cümle bile kanımın donmasına ve umudumu kaybetmeme neden olabiliyor. Böyle giderse o lise çağlarına geldiğinde okula bile silahla gidecek bu çocuklar, çok yazık çok.

Elimde değil anne olarak endişeleniyorum !!!

http://www.kanaldhaber.com.tr/Haber/Gundem-32/Teksas-yasasi-geliyor-11928.aspx

 

20 Aralık 2010 Pazartesi

YENİ YILA ONBİR VAR ve ARI, BALON


Saati öğreniyor, çok heyecanlı.
Akrep kısa olan, yelkovan uzun olan.
Geçeler, varlar, buçuklar. . .
Keyif de alıyor bu işten.
Bir de aylara ve yıllara takmış durumda.
Bu gün ayın kaçıysa,   bir hafta sonra ayın kaçı olacak sayıp  söylüyor.

Küçük aklında, günler,saatler, dakikalar birbirine geçmiş durumda.
Bu sabah keyifsiz uyandı, dünden biraz hastaydı okula gitmedi.
Gözünü açar açmaz ayın kaçı olduğunu sordu.
Yirmisi deyince ben, biraz düşündü ve 
- " Yeni yıla onbir var o zaman anne " dedi.


****
Dün gece de  uyumadan önce ; - " Sence arılar balon patlatabilir mi anne?" diye sordu.
-"Yok oğlum olur mu hiç patlatamazlar " dedim doğal olarak.

Yüzüme baktı,
- " Çok safsın anne, patlatırlar, çünkü arıların iğneleri var " dedi.

Kıssadan hisse : Çocuk olmak istiyorum, yeniden.
Düz mantıklı, saf, temiz sahi  ne çabuk büyüdük biz.

17 Aralık 2010 Cuma

İyi ki ...

Dün gece, fırtına doğal afet kıvamında şehri vururken şükrettim ben .


İyi ki başımı sokacak bir evim var.

İyi ki evimde ısınmak için yakabileceğim ısıtıcılar var.

İyi ki üzerime örteceğim bir yorganım ve battaniyem var.

İyi ki oğlum, ailem yanımda.

Ve iyi ki yalnız değilim; iyi ki ...


Not: Umarım çok büyük hasarlar bırakmamıştır ardında bu doğal afet kıvamındaki fırtına !!!!!

16 Aralık 2010 Perşembe

DETOKS ve ZAYIFLAMA HAPLARI HAKKINDA !!!!


Bu gün evdeyim; planımda Av Mevsimi'ini izlemek vardı ama feci bir yağmur var buralarda, evden çıkmamaya karar verdim.

Televizyon açık ve sabah proglarından birini izliyorum bu yazıyı yazarken. ( İsim vermeyeyim de reklam olmasın:)))
Program konusu detoks !!!
Kendimi düşünüyorum sonra.
Hiç bir zaman zayıf bir bir çocuk, zayıf bir genç kız ve zayıf bir kadın ol-a-madım. 90 - 60 90 değildim yani :))))






Bir yaşımda bile 13- 14 kilo falanmışım.
Çocukluğumda aldığım bu kilolar belki de beni bu hale getirdi.

Çok şişman da değilim bu arada,  kendimi bildim bileli kilo almamak için yıllardır hep dikkatli olmaya özen göstermişimdir.

Fazla kilolarla barışık olmama nedenim özellikle anne tarafımda kalp ve tansiyon hastalarının  çok olması aslında.
Neyse genlerim de yüzüm gibi sevgili babacığıma benziyor da; şimdiye kadar böyle bir sorun yaşamadım çok şükür.

Bu yazıda uzun uzun detoksla ilgili bilgi verecek değilim.
Zaten ne olduğunu da tam bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum kaldı ki; meraklısı en iyi şartlarda internetten  bilgisini alır zaten...

Benim derdim detoks  gibi ve bir de zayıflama ilaçları gibi ilaçlarla kilo vermek yöntemi hakkında.
Bu bana çok anlamsız geliyor !!

Yediğimiz her yiyeceği dozunda tüketirsek ve sağlıklı beslenirsek bir de buna hafif bir spor ilave edersek zaten kendiliğinde kilo vermemiz ya da en iyi şartlarla kilomuzu korumamız mümkün.

Birkaç haftadır 3 - 4 kilo fazlam için sevgili Mehtap 'ın diyetini uyguluyorum.
Şa ana kadar 1,5 kilo verdim.
Kendimi çok da sağlıklı ve iyi hissediyorum.

Ben yapabiliyorsam herkes yapabilir bunu, e o zaman detoksa, lavmana, zayıflama ilaçlarına ne gerek var ki?

Durduk yere neden bozalım sağlığımızı ?

Zaten pamuk ipliği ile bağlı değil miyiz şu hayata?

Feci halde  dip not : Ne zamandır bu konuyla igili bir şeyler yazmayı planlıyordum.
Kısmet bu günmüş :)))

15 Aralık 2010 Çarşamba

DOĞALIM DOĞAL !

Kış mevsimi buralara aniden geldiğinden midir bilmiyorum, doğal bitki çaylarına fena halde kafayı takmış durumdayım !!

Öyle  marka olup da poşet içinde satılanlardan değil ama, ben kendi karışımımı kendim yapmalıyım diye düşünerek aktar aktar geziyorum bu sene.





Ekinezyalar, çubuk tarçınlar, zencefiller, papatyalar, ıhlamurlar  alıyorum sonra da mevsim meyvelerinden birer parça da içine karıştırıp demleyip içiyorum. ( Mandalinayı özellikle tavsiye ederim bu arada içine koymak için  :))

Psikolojik mi bilmiyorum, kendimi cidden dinamik hissediyorum.

Bu kışın trendi benim için belli oldu sanırım yaşasın doğallık, yaşasın bitki çaylarım !!!

13 Aralık 2010 Pazartesi

ÇİZMELİ KEDİ

Okumakta olduğunuz satırlar, giydiği sihirli çizmelerle zengin olan çizmeli kedinin masalı değil; hemen her kış aldığı çizmelere verdiği para yüzünden fakir olmaya aday bir kadının hikayesidir.




Kadın herkesin yaz kış tatile gitmek için can attığı, kış mevsiminin arada bir uğradığı, baharın hiç gitmediği, sıcağının yaşayanları bunalttığı bir güney kentinde yaşamaktadır.

Hal böyleyken, hiç utanma ve sıkılma yaşamadan, Ekim ayından Nisan sonuna kadar çizme giyen bu kadın, her yıl kış sezonu açıldığında ayakkabıcıların vitrinlerinde, kedinin ciğere baktığı gibi çizmelere bakarken yakalar kendini.

Çizme tutkusunun nereden geldiğini kendi de bilmez.

Evet; çocukluğu, ilk gençlik günleri İstanbul ‘da geçmiştir.

Onca soğuğa, kara ve yağmura rağmen o dönemlerde hep bot giymiş, çizmeye hiç sıcak bakmamıştır. Demek ki bu durum çocukluk halleri ile ilgili değildir.

Bu kadının yıllar önce yaşadığı şehirde satılan hiçbir çizmeyi beğenmeyip; “ – Hadi len, bunlar getiremiyorlar doğru dürüst çizme, çizme kışın çetin geçtiği yerden alınır” diyerek, akrabalarını görme bahanesiyle İstanbul’a gidip bir sürü çizmeyle dönmüşlüğü vardır !!!

Aslında kadıncağıza haksızlık da etmemek gerekir çünkü aldığı çizmelerini uzun yıllar giyebilmektedir. Onları özenle koruyup saklar , rutin şekilde boyar bakımını yapar.

En acı olan da kadının çizme zaafının farkında olmamasıdır. Bu yüzden kendini normal bir kadınmış gibi görür.

Kadının yedi yaşında bir oğlu vardır. Çocuk bazen boyundan büyük laflar etmektedir. Mayasında biraz komiklik de vardır çocuğun.

Bir sabah kadın oğlunu okula göndermek için hazırlarken çocuk ayakkabılıktaki çizmelere bakarak annesine döner ve “ – Bizim evin de çizmeli kedisi sensin anne “ der.

Kadın önce kahkahalarla güler; güler ama sonra düşünür, küçücük çocuk bile durumun farkındaysa eyvahlar olsun der.

Bu kış çizme falan almayacağına dair kendine söz verir.

Aslında iradesi sağlam, sıkı bir kadındır. Verdiği sözü tutar, arkadaşları, yakın çevresi de bunu bilir.

Kendini bu çizmeli kedi benzetmesinden birkaç gün sonra yine bir ayakkabıcı vitrininde yeni sezon çizmelere bakarken yakalar.

Vitrinde  siyah bir çizme  görür  beğenir ve işte o andan itibaren sözünü tutacağından emin olamaz.

Eve gelir, vitrindeki siyah çizmeyi unutmak için bu yazıyı yazar …

Evet, okuduğunuz satırlar çizmeli kedinin o bildik masalı değil, çizmeli kadının hikayesidir…

9 Aralık 2010 Perşembe

ARABADAKİ ÖKÜZLER ve GECE YARISI TAVLASI


Diyelim ki gece oldu?
İşten eve yorgun geldiniz.
Bir an önce dinlenmek istiyorsunuz ve o kadar yorgunsunuz ki televizyon programları da açmadı sizi, yatağa uzanıp, baş ucunuzdaki abajuru açıp  biraz  kitap okumak sonra da uyumak istediniz.

Saat 23.30 civarı olmuş bile, çok erken bir saat de değil. Gecenin o vakti birden bir şarkı  gelse kulağınıza  en acılı arabesk türünden hem de...

Ne yaparsınız?

Doğal olarak,, kim ki bu  öküz gecenin bu vaktinde diye fırlarsınız  yataktan, ballkondan baktığınızda  arabanın içinde oturmuş bir değil  iki öküz görürsünüz.

Gördüğünüz öküzler insandan bozma oldukları için,  içki de içebildiklerinden    ellerinde bira şişeleri vardır.
Peki şimdi  ne yaparsınız?

Polise haber verseniz, onlar gelene kadar arabadaki öküzler gitmiş olabilir, ya da polis uyarsa bile, öküz öküz olmaktan vaz geçer mi? Geçmez tabii !!

Yorgunluğunuzun üzerine bir de sinir olursunuz.
 
Tekrar uyumaya çalışırken apartmanınızın karşısında yedi gün yirmi dört saat hizmet veren bakkalınızın  yanındaki arkadaşlarıyla tavla oynamakta olduğunu görürsünüz bu sefer de.

Ne yaparsınız?

Benim gibi  öce saate bakıp, saatin 02. 30 olduğunu gördükten sonra balkona çıkar adamlara
" kardeeeş, gel de tavlanı bizim evde oyna bari, mecbur muyum senin zar ve pul sesini dinlemeye, şak şak şak diye  saat kaç saat?" şeklinde bağırabilirsiniz.

Sonra ne mi olur?

Uykunuz kaçar, sabaha kadar oturursunuz .

Ertesi gün  de zombi gibi dolaşırsınız gün boyunca.

Tıpkı bu gün bu satırları yazarken  olduğum gibi !!!!

5 Aralık 2010 Pazar

ZAMANA SİTEM

Aklım zamana sitem eder bazen.

Yılların bu kadar hızlı geçmesini kabul edemiyorum galiba.
Geçmişi bize hatırlatan üç şey olduğuna inanırım hep.
Albümler dolusu fotoğraflar, anılar ve bir de eşyalar.

Bu satırları yazarken yılların içinden geçiyorum sanki.

Bir vazo, bir saat ve içinde gül olan kenarları kesik cam çerçeve.

İstanbul'daki evimizdeyim şimdi.
Anneannem anneme kırmızı çiçekli  bir vazo getiriyor.
Özel bir gün mü, içinden mi gelmiş de almış hatırlamıyorum.
Çocuğum o zamanlar, annem çok beğeniyor vazoyu.
Salondaki sehpanın üzerine koyuyor.
Yıllar geçiyor, büyüyorum, anneannem bu dünyadan gidiyor.
Vazoyu Antalya'ya getiriyorum.
Aman diyor annem arkamdan, kırılmasın o vazo kızım, anneannenden hatıra.
Sanki vazo kırılırsa annemin de benim de yüreğimizden bir parça kırılacakmış gibi geliyor ikimize de.
Saklıyorum vazoyu yıllarca özenle, vazo kırılmıyor.


Yine İstanbul'dayım. Annemle Kadıköy'de geziyoruz.
İkimiz de mağazanın birinde gördüğümüz saati çok beğeniyoruz.
Hemen alıyor eve getiriyoruz.
Şapkalı saat diyorum ona.
Saatin şapkasının içinde iki tane ampul var.
Akşamları herkes uyuyunca salona geçip o saatin ışıklarında okuyorum kitabımı.
Kızkardeşimle aynı odayı paylaşıyoruz o zamanlar, odada ışık yakıp kitap okumamdan rahatsız oluyor da bizim kız :)
Sonra benimle Antalya'ya geliyor saat.
Oğlum doğduktan sonra hem saat, hem okuma lambası olarak kullanıyorum evimde.
Annemle birlikte aldık ya, İstanbul kokuyor ya özenle saklıyorum saati.


İçinde gül olan kenarları kesik cam çerçeve.
Kardelen bir kadının bana doğum günü hediyesi.
Vefasız kocası yüzünden üç oğlu ile ortada kalan, her şeye rağmen çocuklarını yetiştiren, onları  iş güç sahibi yapan, yaşadıklarına meydan okuyan bir kadın o.
Az bulunur onun gibileri, bu yüzden kardelen diyorum ona.
Bu kenarları kırık çerçeve doğum günümde kardelen kadından hediye gelmiş bana, güzel bir dostluğun başlangıcı olmuş yıllar önce.
Üç çocuklu kadın, artık  iki gelin bir de torun sahibi şimdilerde.

Diyorum ya zamana sitemim var benim.
Bu kadar hızlı geçmesini aklım kabul etmiyor.
Biliyorum ki üç şey insanı ayakta tutuyor, albümler dolusu fotoğraflar, anılar ve bir de eşyalar...

1 Aralık 2010 Çarşamba

CALVİNO'LU MİM

Aydanatlayan kedi'ciğim  bana çok güzel bir mim göndermiş.

Konu kitap olunca çikolata ve şekere dayanamayan çocuklar gibi olduğumdan, mim yazılarımı da yazmak için hep bir engel çıktığından sıcağı sıcağına cevaplamak istedim.

İşte Calvino'nun soruları, işte cevaplarım işte mim :


Okumana gerek olmayan kitaplar: Yeni dönem vampir kitapları

Daha önce okuman gereken kitaplar olmasaydı okumak isteyeceğin kitaplar: Oooo o kadar çok ki yazmakla bitmez.

Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar:  Mesnevi, Savaş ve Barış,Diriliş.

Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar: İnternet sayesinde hepsini bulabiliyorum. Bulamayacağım bir kitap olursa da Leylak Dalı yetişir imdadıma biliyorum:)

Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar: Şu anda üzerinde çalıştığım konu ile ilgili kitapları Anadolu Üniversitesi öğrencilerine dağıtıyor zaten.:)

Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar: Erken kaybedenler, Yeşil Peri Gecesi, çok yeni okumama rağmen Firarperest.


Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar : Bunun planını yapmadım ama TİRZA’yı yaza saklayacağım galiba…

Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar: Okumak istediğim bütün klasiklerin aynı yayın evinden olmasını ve kitaplığımda  bir arada yer almasını isterim.

Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar: Çılgın Kalabalıktan Uzak, Teneke Trompet.

Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar: Anna Karenina, Ölü Erkek Kuşlar, Ruhlar Evi.

Hep okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar: Mesnevi, Binbir Gece Masalları

Aslında ikisi de bir başından, bir ortasından, bir sonundan okuduğum için hiç bitmediler.

Bu mimi okudukları kitapları beğenerek takip ettiğim Leylak Dalı ve Lale' ciğime bir de Mavi Anne Ye göndereyim, yazmak isterlerse elbette :)