18 Aralık 2019 Çarşamba

KAZANILAN DEĞERLER

EVLADINIZA NE ARABA BIRAKIN NE EV?


Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

- Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
- Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
- Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
- “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
- Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- “Vaktin var mı ağabey?”
- “Var.”
- Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”
“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”
“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
- “Ne anlatırdı baban ?”
- “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”
- “Ne bıraktı?”
- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”
“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
- Nedir bomban ?”
- Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Evladınıza ne araba bırakınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakınız.

Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

****

.Blog Not : Bazen öyle güzel yazılarla karşılaşyorum ki duygularıma tercüman ...
Hayatta para, mal mülk vs den çok daha değerli olan kazanılan değerler olmalı...
Doğruluk, dürüstlük, sevgi bağları, kardeslik duyguları
gibi.
Para kazanılır, mülk edinilir ama insanın güzel değerlere sahip olması gerektiği sonradan öğrenilmiyor maalesef ...!!

14 Kasım 2019 Perşembe

MUZ



’Baba bana muz alır mısın?’’ dedi.

Adam sessizce ‘’Söz kızım para kalırsa bu hafta alacağım sana’’ deyip ilerledi, ama tam arkasındaki beni farketmedi.

Pazarcı abiye dedim ki "Bu adam ile çocuğuna iyi bak. Şimdi 2 kilo muz tart. Birazdan senin tezgahın önünden geçerse ve durup muz almazsa abi diye seslen. Sonra ona " Hani geçen hafta bozuk yok diye para üstü verememiştim ya. İstersen muz vereyim, helâlleşelim" diyeceksin. O baba çocuğun yanında rencide olmasın.

 Ama canı muz çekmiş, aklında kalmasın.

 Eğer böyle yaparsan hem sevaba girersin, hem de bereketlenirsin.

Söz fazla fazla vereceğim, 10 kilo da ben alıp götüreceğim. Şimdi ben arka taraftan sizi seyredeceğim...

 Abi kızını diğer tarafa almış, geçiyor. Kızı muz tezgahını görmesin istiyor.

 Pazarcı abi tam da dediğimi yaptı. O küçük kız o poşeti babasına bırakmadı, kendisi taşıdı. Aslında babası anlamıştı. Pazarcı bir hayır yapmak için bu oyunu tasarlamıştır diye sanmıştı. Başı önde yürüdü gitti.

Son bir defa dönüp sessizce gözleri ile teşekkür etti. Pazarcı abiye uzattım parayı almadı.

 Gözyaşlarını saklamak için arkasına bakmaktaydı. Birini mutlu etmek bu kadar kolaydı. Ama bütün mesele aynı zamanda da babayı utandırmamaktı.

 Çok şükür bu da kısmet oldu. İçimiz huzur ile doldu.

 Aslında 7,5 TL idi kilosu. Ama işte olmayınca olmuyordu.

 En çok beni etkileyen  de bir tane yemek isteyen kızına ‘’Evde ye kızım, belki alamayan vardır; olur mu? ‘’ diyen baba oldu…

( Alıntı )

Blognot : Bilinen bir hikayedir, gerçek midir kurgu mudur bilemem.
Bildiğim iyi insanların var  olduğudur ve dünyanın yükü  iyi insanların omuzlarındadır . !!!

23 Ekim 2019 Çarşamba

ZAMANIN DEĞERI



10 yılın değerini anlamak için,
yeni boşanmış çifte sorun !

4 yılın değerini anlamak için,
Şu anda ayrı olan lise aşıklarına sorun!

1 yılın değerini anlamak için,
Final sınavını geçemeyen bir öğrenciye sorun !

9 ayın değerini anlamak için
yeni doğum yapmış bir anneye sorun !

1 ayın değerini anlamak için,
Dünyaya prematüre bebek getiren bir anneye sorun !

1 haftanın değerini anlamak için,
Haftalık derginin editörüne sorun!

1 saatin değerini anlamak için,
buluşmak için birbirini bekleyen aşıklara sorun !

1 dakikanın değerini anlamak için,
uçak, tren, veya otobüsü kaçıran birine sorun !

1 saniyenin değerini anlamak için,
Kaza geçirmiş bir insana sorun !

1 milisaniyenin değerini anlamak için,
Olimpiyatlarda gümüş madalya almış birine sorun !

Zaman kimseyi beklemez.

Sahip olduğunuz her an hazinedir...

****

Yıllardır internette karşıma çıkar bu şahane yazı ...
Ne çok severim blog sayfamda da paylaşayım .

Zaman bana göre izafî bir kavram .
Belki de zaman diye bir kavram yok.
Herbirimiz boşlukta bir noktayız.
Yıllar ve anlar birbirine eşit belki de ...
Yoksa günlerin, ayların, mevsimlerin aceleleri varmış gibi birbirlerini kovalamalarını nasıl açıklayabiliriz? 

10 Ekim 2019 Perşembe

GEÇ ÖĞRENDIM

Kırklı yaşlardan sonraki farkındalıklarım..

Bazı şeyler için artık sabrım yok; ukala biri haline geldiğim için değil, aksine hayatımda artık beni mutsuz eden ya da üzen şeyler ile vaktimi daha fazla kaybetmek istemediğim bir noktaya ulaştığım için.
Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere ve hangi türden olursa olsun talep ve beklentilere artık sabrım yok.

Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu kaybettim.

Artık yalan söyleyen ve beni yönetmek isteyen insanlara bir tek dakika bile harcamak istemiyorum.


Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda bulunmak istemiyorum.

 Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok. Aynı şekilde boş dedikodulara da bulaşmak istemiyorum.

Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan nefret ediyorum. Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan bir dünyaya inanıyorum, bu nedenle katı ve toleransı olmayan olan insanlardan kaçınıyorum.

Arkadaşlıkta sadakatsizlikten ve ihanetten hoşlanmıyorum.

Birisine nasıl iltifat edileceğini ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum. Abartılar beni sıkıyor.


Ve her şeyin de üzerinde, sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok..
 "Merly Streep"

*****
Canım Marly Streep
Ne güzel yazmış .
Sanki benim duygularım ...
Demek ki yaş aldıkça insanın duyguları bu yönde değişiyor ...
Bugün Gonca Vuslateri ' nin  fotoğrafı eşliğindeki bu cümleyi okuduktan sonra Marly Streep in yazısını görmek hoşuma gitti.
Çünkü yaş aldıkça kendini daha çok seviyor insan.
Kendimizden bir tane daha yok zira ☺️♥️🙋‍♀️

9 Ekim 2019 Çarşamba



yüreğim sızladığı zaman
gece yarılarından sonra, şafaktan önce
bilmediğim bir istasyondan bilmediğim bir müzik geliyor kulağıma:
uzak
vahşi
karanlık...

gece denizleri gibi bir müzik,
batık gemilerle gece denizleri gibi bir müzik,
çağırıyor, çağırıyor beni durmadan
ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.

yüreğim sızladığı zaman
duvarları banka afişli çok eski bir şehrin cumhuriyet caddesinde iki tüfek bir kelepçe,
tüfekler garip garip
kelepçe garip...
öyle beter
öyle çamur
bir yaprak döne yuvarlana,
bir akarsu bata çıka...
koşuyor koşuyor bir kadın kelepçenin ardından
ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.

yüreğim sızladığı zaman
bir kara tank çıkıyor bir ağıttan, bir filmden, bir savaş romanından çıkıp yürüyor sevgilerin, özlemlerin üzerinden.
aşkların, oyuncakların, küçük emeklerin, büyük kaygıların üzerinden geçip gidiyor.
su gibi ilerliyor yangın
işliyor kıtlık karanlığı
ölüler birden bire şarkılaşıp
virüsler bakteriler
bütün dilleri birden konuşuyor her şey.
çırpınıyor yerde bir damla kan
ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim
.
yüreğim sızladığı zaman
kör bir çeşme başında kör bir kadın geliyor gözlerimin önüne
bütün iplikleri bütün iğnelere takıyor da
ne iplikler bitiyor, ne de iğneler.
götürülmüş oğluna mı
kaçırılmış kızına mı
geçen günlerine mi
unutmuş neye ağladığını
ağlıyor, aranıyor
aranıyor,
bıkmadan
bilmeden
usanmadan.
ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim
.
yüreğim sızladığı zaman
ciğerlerime çekerken kötülüğü,
ellerimle dokunurken kötülüğe,
ayaklarıma dolaşırken kötülük,
şu taşı şurdan alıp şuraya koymamanın pis bunaltısı geçiriyor tırnaklarını gırtlağıma.
kokuyor iş yerleri
kokuyor günaydınlar.
ne varsa verilmemiş,
alınmamış ne varsa;
edilmemiş söz,
patlamamış öfke,
uyutulmuş ne varsa
ne varsa kokuyor birden bire
ve kayıyor bir şey parmaklarımdan,
ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.

yani ben dört mevsime bölerek bu yürek sızısını,
günlere,saatlere bölerek bu yürek sızısını,
sokağım, kentim, vatanım sanarak bu yürek sızısını,
bir yaprağı durmadan işliyorum bu ölümsüz ağaca.
günlere, saatlere bölerek bu yürek sızısını...

-hasan hüseyin korkmazgil-

25 Eylül 2019 Çarşamba

ÇOCUKLAR GİTTİĞİNDE



** Çocuklar bir gün evden giderler…

Bir şekilde, bir nedenle, öyle gerektiği için , öyle olduğu için giderler…
...
Gözlerinde hayata karşı bir heves, omuzlarında ince bir ağırlık, ellerinde uçarı bir telaş.

Kapıyı çekip giderler…

Çocuklar evden gidince, ev de sizden gider biraz,

Sabah kızaran ekmeğin kokusu, ütünün buharı, bir türlü şekle girmeyen saçlar, kapıdan çıkarken aceleyle öpülen yanaklar gider…

Antrede biriken ayakkabılar, teki kaybolan terlikler, yatağın üstündeki elbise yığınları gider.

Saatler sanki bir yerlerde durmuş gibi olur. Hayatınız hasreti kuşanmış mevsimsiz bir ülkeye benzer bir zaman…

Çocuklar evden gidince;

Ansızın yapılan şakalar, vakitsiz istenen sandviçler, pencere önünde beklediğiniz geceler gider...

Artık kapının önündeki ayak seslerini duymazsınız,

Sokaktan geçen simitçiye seslenen kimse yoktur.

Arka odadan yükselen müzik sesi, banyodaki parfüm kokusu, ortasından sıkılmış dişmacunları anılarınızda kalır.

Mutfak masası çoktan unutmuştur sıcacık ve neşeli sohbetleri.

Fırında patatesin tadı eskisi gibi değildir artık,

Kareli yatak örtüsünde izi kalmıştır aşk acısıyla dökülen genç gözyaşlarının…

Çocuklar evden gidince ;

“Annem duymasın”lar, “Babamı idare et”ler “Ben zaten biliyorum”lar, “Beni çocuk muyum?”lar, “Beni anlamıyorsunuz!”lar, “Amma meraklısınız”lar … El ele tutuşup hep birlikte giderler...

Onlar olmadığı zaman da “ben ne giyeceğim”ler “arkadaşımda kalacağım”lar, “arkadaşlarımla çıkıyorum”lar peşi sıra ortalıktan kaybolurlar..

Çocuklar bir gün evden giderler;

Giderken yüreğinizin bir parçasını da yanlarında götürürler…

Onda kalan parçada sizden o kadar çok şey vardır ki,

Onlar bunu bilirler,

Aldıkları her kararda, yaşadıkları her yol ayrımında, her sevinçlerinde ve her acılarında

Fark ederler bu eşsiz bilgiyi,

Yeter ki onların yaşam pınarlarına hayat veren kaynağın suyu berrak, hikmeti bol olsun.

Yeter ki sizden doğup hayatın içine akan bu pınar ırmak olsun, nehir olsun, ve en doğru yönü bulsun...

Evet çocuklar bir gün giderler,

Ama gelecekleri yolu da asla unutmazlar.

İLTER YEŞİLAY

( Görsel, Rus ressam Andrei Popov'un
"Çocuk Büyütmek" adlı eseri...)

** İnternette okuduğum çok beğendiğim bir yazı
Blog sayfamda paylaşmasam olmazdı...

13 Eylül 2019 Cuma

İNANDIGIM MASALLAR



Biz mi çok saftık şimdiki çocuklar
 dünyaya ilk okul mezunu olarak mı geliyor ?

Bu sorunun cevabını hiç bulamayacağım sanırım.

Şimdi ağır ağabey  olan oğlum benim bayıla bayıla dinlediğim masalları hiç sevmezdi mesela.

Hansel ve Gratel' in ormanda yollarını kaybetmemek için arkalarında ekmek kırıntısı
bırakmalarını çok saçma bulmuştu.
" E anne taş bıraksalardı ya ekmek ufaklarını kuşlar yer " demişti.
Kötü cadının çikolatadan evini  de çok acayip bulmuştu, hele Hansel' i pişirmek için fırına koymasından epey rahatsız olduğunu hatırlıyorum. 

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler ' i dinlemedi bile.
Kimmiş bu cüceler?
Neden yedi taneler ?
Neden ormanda yaşıyorlar ?
Prensin ormanda işi ne ? gibi soruları sordukça ben anlatmaktan vazgeçmiştim zaten.

Rapunzel' in uzun saçlarını şatodan aşağı sarkıtmasını da anlayamamıştı çocuk.

Saçları acımaz mı?
Şatodan düşmez mi ?
gibi soruları sorunca ben artık ona benim çocukken bayıla bayıla dinlediğim  masalları anlatmaktan vazgeçmiştim.

Oysa ben  çocukken  mutlu sonla biten masalları severdim.
Belki de şimdiki çocuklar mutlu sonların sadece masallarda olduğunu bizden daha çabuk öğreniyorlar ...

7 Eylül 2019 Cumartesi

NORA

Yıl 1975 İlkokul 2. Sınıftayım .

Okullar açılmış .

Okuma yazma hevesimden ailem beni okula bir yıl erken vermek istemiş.
O zaman devlet okulları yedi yaşını doldurmadan kayıt almadıkları iç in beni Göztepe " de şimdi çoktan tarih olmuş bir özel okula vermişler.

Tatlı bir öğretmenim var. Adı İnanç .
Ne güzel bir isim. Elli yıllık hayatımda bir daha hiç bu isme rastlamadım.
İsmi ile müsemma bir kadın.
Atatürk ilkelerine bağlı, çağdaşlığın yolunun laik eğitimden geçtiğine inanan bir öğretmen .

Okullar açıldıktan iki hafta sonra sınıfımıza bir kız geliyor.
Yaşı bizden epey büyük.
Adı Nora . Rum bir ailenin kızı. Bizden farklı .
Sınıfta sessiz sessiz otururken birden ağlama ve bağırma krizlerine giriyor. Defterini yırtmaya başlıyor .
Çok dikkat etmek lazım ...

İnanç Hanım  bizi o zamanlar öyle güzel eğitmişti ki biz Nora ' yı sınıfca kabullenmiştik.
Veliler de hicbir tepki vermemişti hatırladığım kadarı ile.

 Hani şimdiki herşeyi çok bilen  anneler gibi değildi bizim annelerimiz .

O zamanlar özel eğitim, kaynaştırma sınıfları falan yok henüz. Down sendromu otizm falan da bilinmiyor.
Sadece elimizde insanlığımız vardı.
Veli - çocuk - öğretmen işbirliği içindeydik.

Sonra ben evimize daha yakın diye Moda İlk Okulu ' na geçtim.
Nora ' ya ne oldu öğretmenimiz ne yaptı ?
Hiç bilemedim.

Okullar açılırken bu anım geldi aklıma .
Kırk yıl önce sanki daha güzeldik,  birbirimize daha saygılı ve daha mutluyduk.










26 Ağustos 2019 Pazartesi

TAD ALMAK

“Talih insana bütün nimetlerini verse, onları tadabilecek bir ruh gerekir. Bizi mutlu eden; bir şeyin sahibi olmak değil, tadına varmaktır.”
Montaigne


Ne güzel söylemiş Montaigne ...
Ağustosun son haftası mutlulukla ve güzelliklerin tadına vararak geçsin
Keyif aldığımız insanlarla olalım, keyif alacağımız şeyler yapalım ...

Bedenden çok ruhun tad alması, ruhun keyifli olması değerli ...

 👌🍃📚🍃📖🥰

24 Ağustos 2019 Cumartesi

NAMUS BENİMDİR









Kendisini pazarlamaya çalışan kocasını öldüren Çilem Doğanın tarihi savunması ; .
" Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok, annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş.

Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde.

 Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için.

Başka bir seçeneğim kalmamıştı.

O ölmese ben ölecektim.

 O size beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı benim patlıcan fazla pişti diye perdeler azıcık kirlendi diye masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti.

Kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti.

 Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var.

 Biraz yan gülmüşüm.

Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti.

Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti.

Siz onu 3-5 yılla yargılayıp namusu kirlendi diye mazur görüp yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama.

Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam."
Kendisini pazarlamaya çalışan kocasını öldüren Çilem Doğanın tarihi savunması ; .
" Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok, annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş.

Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde.

 Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için.

Başka bir seçeneğim kalmamıştı.

O ölmese ben ölecektim.

 O size beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı benim patlıcan fazla pişti diye perdeler azıcık kirlendi diye masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti.

Kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti.

 Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var.

 Biraz yan gülmüşüm.

Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti.

Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti.

Siz onu 3-5 yılla yargılayıp namusu kirlendi diye mazur görüp yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama.

Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam."
#eminebulut

Alıntıdır...

20 Ağustos 2019 Salı

SAĞLIKLI YAŞAM ÖNERİLERİ 🤣

Sağlıklı yaşam avakado yemekle olmuyor.🤣

Şekeri, unu hayatından çıkartmak da hikaye. 😂

Önce tititizlikle insan eleyeceksin hayatından,

 az insan çok huzur 👍👍

Enerjini emenleri,

teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi bilmeyenleri,

şişmiş egolarıyla kendini dünyanın merkezi zannedenleri ,,,karaktersizleri,

Y A L A N  C I L A R I ,

İnsan kılığına girmiş yılanları,

hesapçıları kapı dışarı edince oluyor...

Huzurun yoksa probiyotik kullanmak boşuna ....🤣🤣🤣🤣


12 Haziran 2019 Çarşamba

Nazilli Tren İstasyonu'nda, treni karşılamak için bekleyen insanların arasındayız.. Ankara'dan gelen trenin son vagonundan inen İsmet İnönü, peronda kendisini karşılayan insanların elini sıkarken, bir çocuk ilişir gözüne..

Beş-altı yaşlarında olan çocuk, elinde testi ve bardakla su satmaktadır. Çocuktan su isteyen İnönü, bardağı teslim ettikten sonra kendisine sorulan bir soruyu yanıtlayıp başını geri çevirdiğinde, çocuğun yerinde olmadığını görür..

İnönü'nün kasabaya gelişinin nedeni, Kurtuluş Savaşı yıllarında Ege dağlarında işgal ordusuna karşı savaşan "Mahmut'un Ali Efe"yi Sultanhisar'daki evinde ziyaret etmektir. Efe'nin evine gelen İnönü'yü bir sürpriz bekler ;

Nazilli İstasyonu'nun kalabalığında bir an görünüp kaybolan su satan çocuk orada, Mahmut'un Ali Efe'nin kapısının önünde gülümsemektedir. Efe'nin komşusu Terzi Mustafa Bey'in oğlu olan çocuğa adını sorar İnönü : "Hulusi Samim, efendim."
Hulusi Samim, o anı hayatı boyunca hiç unutmayacaktır...

En çok da mutlaka okumasını söyleyen İnönü'nün okul masrafları için kendisine verdiği 100 lirayı..

Nazilli İlkokulu'nu bitiren Hulusi Samim, girdiği öğretmen okulu sınavlarında Türkiye birincisi olur. Ne var ki babasının maddi gücü yoktur. Terzi olduğu için "Kesim" soyadını alan babası Mustafa Bey'in bir meslektaşı girer devreye ve Hulusi Samim onun katkısıyla Ortaklar Öğretmen Okulu'na kaydedilir..

1961 yılında, arkadaşlarına her hafta evlerinden zarf içinde gelen harçlıklar dağıtılırken, böyle bir anı hiç yaşamamış olmanın hüznüyle mezun olur okuldan.. Önce Aydın, Atça ilçesi, Kılavuzlar Köyü ilkokulunda görev alır. Ardından Diyarbakır Kayagediği köyüne atanır. Öğretmenlikteki başarısı öne çıkınca, MEB'nın Halk Eğitim Müdürlüğü'nde görev almak üzere Ankara'ya davet edilir. Bunu fırsat bilerek, Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi'ne kayıt yaptırır..

Memuriyeti ve öğrenciliği nedeniyle yoğun çalışma temposu içinde bir yandan da ders kitapları kaleme alır.. İlkokul ve ortaokulda okutulan "Sosyal Bilgiler" ve "İnkılap Tarihi" kitaplarının kapağında onun adı Samim Kesim yazmaktadır artık..

Özel yayınevleri kendileriyle çalışması için teklif üstüne teklif yapar. O, hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verir : "Beni devlet okuttu.Eğitim hayatımı devletin bursu sayesinde tamamladım. Yazdığım kitaplardan telif alamam.."

Kız meslek liselerine alınacak dikiş makineleri için görevlendirilir.. Açılan ihaleyi kazanan firma temsilcisi Hulusi Samim Bey'e ev adresini vermesini ister. "Neden ?" siye sorduğunda, hediye olarak o yıllarda çok zor satın alınan bir televizyon gönderecekleri yanıtını alır. O an, elindeki tüm belgeleri yırtar ve ihalenin iptal edildiğini söyler..

Gazi Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümünde öğrenci olan kızı Feray, bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı bir akşam vakti okuldan çıkar..

Önünden geçen arabaların yağmur sularını üstüne sıçratması yetmediği gibi, belediye otobüsü de durağa gelmekte gecikmiştir. Babasının arabasının geldiğini görünce rahat bir nefes alır.. Sıkıntısı sona erecek, ıslanmak bir yana, soğuk kış günü üşümekten de kurtulacaktır. Otobüs durağına yanaşan araba yavaşlayarak durur ve arka camı usulca aşağı doğru açılır. Pencerede bir şemsiye görünür !..

Şemsiyeyi uzatan Samim Bey, "Al kızım," diye seslenir, sonra da camı kapanan araba uzaklaşır duraktan..

Eve uzun bir süre sonra, sırılsıklam dönen Feray, masasına oturmuş yazdığı yeni ders kitabı için çalışmakta olan babasına dargın ve kızgın bir dille seslenir : "Baba, ne yaptın sen bu akşam ?"

"-Ne yaptım kızım ?"

"Yağmur altında ıslandığımı gördüğün hâlde beni arabana almadın.."

"-O araba benim değil ki kızım, devletin.. Benim olan şemsiyeydi ve yağmurdan korunman için onu sana verdim..
İnternetten alıntıdır kaynağını Bilmiyo rum. Çok beğendiğim için Paylaş tim 

16 Nisan 2019 Salı

ÖNCE SEN



Kimi istersen onu seç ama önce kendini seç.
Kendin için yaşa, kendin için sev, kendin için aşık ol...
Kendini beğen ve kendini dinle her zaman.
Ancak o zaman bulabilirsin mutluluğun formülünü.

Düşün ki; çok seviyorsun dans etmeyi.
Ruhunu doyuruyorsun ve hayatın vazgeçilmezleri arasında.
Öyleyse dans et.

Durma, kimsenin seni engellemesine izin verme.
”Ne derler” diye düşünme, bırak konuşsunlar.
Sen mutlu olacaksın gerisinin önemi yok.

Kendini yollara mı vurmak istiyorsun bin ilk otobüse.
Nereye gittiğine bile bakma, çık yola.
Bir haber ver yeter, nereye gittiğini soranlara
“Kendime gidiyorum” de.
Kes dünyayla iletişimini ne olur?
Bir mola yerinde pilav üstü kuru yerken alacağın tadı düşün.
Kayboluşlar insan kendini buldurur bazen.
Hem keşfetmek diye de bir şey var bu dünyada.
Serüvenci bir ruhun varsa bundan kime ne?
Bir kaşif olmanın hazzını yaşa.
Geride kalanları unutma elbette ama onlar da beklemeyi bilsinler.

Eskileri çıkar üzerinden ve kendin seçip aldığın kıyafeti giyerek git evine.
Şaşırsınlar.
“Bu da nereden çıktı şimdi?” diyene
“Kendim için
aldım, kendime aldım” de gitsin.
Boşver gerisini…
Kim kötü düşünürse düşünsün aldırma
kötü düşünce kötü söz gibi sahibini bağlar.
Sen başla şarkı söylemeye.
Bağıra bağıra söyle hem de.
Şarkının sözlerini bilmiyorsan uydur ne olacak ki?
Merak etme kınamazlar seni.
Kınarlarsa da bu onların sorunu sen eğleniyorsun ya…
Kendi besteni kendin yap kendi sözünü kendin yaz ve söyle. ”Bu şarkı da nereden çıktı? diye sorarlarsa
“Kendime yazdım” de…
Ne yaparsan kendin için yap kendini eğlendir önce.
Sen mutlu ol ki senin mutluluğun başkalarını da mutlu etsin.
Mutluluk kendine bulaştırmadan başkalarına dağıtabileceğin bir şey değil UNUTMA..

11 Nisan 2019 Perşembe

ADALETİNLE BİN YAŞA





Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş.
Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor.
 Karakuşi Kadı, fırıncıya 'Ben bunu aldım' demiş.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'Hani bizim ördek?' diye sormuş.

Fırıncı boynunu büküp 'Uçtu' deyince, iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. Gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.

Duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! Kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş.

Fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar.
Ördeğin sahibi, 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikâyet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş: 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'
Fırıncı 'Uçtu' demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış: 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil'
diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikâyetine de

Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş.

Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor.

 Karakuşi Kadı, fırıncıya 'Ben bunu aldım' demiş.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.

Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'Hani bizim ördek?' diye sormuş.
Fırıncı boynunu büküp 'Uçtu' deyince, iş kavgaya dönüşmüş.

Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. Gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.

Duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi!

Kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. Fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar.

Ördeğin sahibi, 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikâyet etmiş.
Kadı, fırıncıya sormuş: 'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'
Fırıncı 'Uçtu' demiş.

Kadı, kara kaplı defterini açmış: 'Ördeğin karşısında tayyar yazılı.
 Tayyar 'Uçar' anlamına gelir.
 O halde ördeğin uçması suç değil'
diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.

Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: 'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o Müslüman'ın tek gözü çıkarıla...'

Karakuşi Kadı, 'Şimdi' demiş, 'Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.'


Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş.

Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da, Karakuşi Kadı, 'Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' diye hüküm kesmiş
Böyle olunca adam da, şikâyetini anında geri almış.

Kadı Yahudi'ye sormuş: 'Senin şikâyetin ne?

Yahudi ellerini açmış, 'Ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'Adaletinle bin yaşa sen, e mi !'

5 Nisan 2019 Cuma

EKMEK

Her gün bakkaldan, marketten, fırından aldığımız ekmeğin üzerinde neden tek çizgi var, bu ne anlama geliyor?

Bazılarımızın en çok sevdiği yer olan ekmek üzerindeki o çıtır çıtır olan tek çizginin hikayesini okuduğunuzda çok şaşıracaksınız.

İşte ekmek üzerindeki o çizginin anlamı:"Orhan Gazi Bursa'yı fethettikten sonra Uludağ'ın eteklerindeki fırıncıları denetler. Fırının birinde ekmeklerin üzerindeki üç çizgi dikkatini çeker.

Fırıncıya ekmeklerin üzerinde neden 3 çizgi olduğunu sorar. Fırıncı 'Biz Hristiyanız.
Yediğimiz ekmek Tanrı, oğul ve kutsal ruhu hatırlatsın diye ekmeklerin üzerine 3 çizgi çekeriz' der.

Orhan Gazi bu durumdan çok etkilenir ve bir ferman yayınlayarak 'Bundan sonra  bütün Müslüman fırıncılar, Allah'tan başka ilah olmadığına işaret etmek için ekmeğin üzerine bir çizgi çeke' diye buyurur.

" Bu fermandan sonra bütün Müslüman fırıncılar ekmeklerin üstüne tek çizgi çekmeye başlar.

 O gün bugündür ekmekler fırınlarda böyle pişer.

Kaynak: Ekmek üstünde bulunan tek çizginin anlamını biliyor muydunuz?

3 Nisan 2019 Çarşamba



ZAMANIN DEĞERİ !
10 yılın değerini anlamak için,
yeni boşanmış çifte sorun !

4 yılın değerini anlamak için,
Şu anda ayrı olan lise aşıklarına sorun!

1 yılın değerini anlamak için,
Final sınavını geçemeyen bir öğrenciye sorun !

9 ayın değerini anlamak için
yeni doğum yapmış bir anneye sorun !

1 ayın değerini anlamak için,
Dünyaya prematüre bebek getiren bir anneye sorun !

1 haftanın değerini anlamak için,
Haftalık derginin editörüne sorun!

1 saatin değerini anlamak için,
buluşmak için birbirini bekleyen aşıklara sorun !

1 dakikanın değerini anlamak için,
uçak, tren, veya otobüsü kaçıran birine sorun !

1 saniyenin değerini anlamak için,
Kaza geçirmiş bir insana sorun !

1 milisaniyenin değerini anlamak için,
Olimpiyatlarda gümüş madalya almış birine sorun !

Zaman kimseyi beklemez. Sahip olduğunuz her an hazinedir...Z

27 Mart 2019 Çarşamba

BUGÜNÜN ANISINA

Afife Jale (1902-1941) Cumhuriyetin ilk kadın tiyatro sanatcısı

Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında İstanbul’un Kadıköy semtinde dünyaya geldi. 10 Kasım 1918 günü Afife "Mülazım Artistlik" (stajyer oyuncu) kadrolarına alınmış.

1923'ten sonra Türk kadınları Atatürk'ün emriyle sahneye çıkmaya başlamıştı. Gün geçtikçe bozulan sağlığı ve uyuşturucu alışkanlığı, tiyatroyu ister istemez bırakmasına neden oldu. 1928 yılında bir arkadaşıyla, Hafız Burhan’ın bir konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar'la tanışmıştı. Kısa bir sürede Pınar, genç kadına aşık oldu. 1929 yılında evlendiler ve Selahattin Pınar "nereden sevdim o zalim kadını" “bir bahar akşamı”, gibi birçok ölümsüz şarkısını onun için besteledi.

Ancak bu evlilik, Afife’nin morfin bağımlılığı yüzünden 1935’te bitecekti.
Darülbedayi'deki dostlarının yardımıyla, Bakırköy Akıl Hastanesi'ne yatırıldı ve 1941 yılının 24 Temmuz günü kimsesiz bir halde yaşama veda etti.

'Hüzzam makamında bir aşk hikâyesi- Selahattin Pınar - Afife Jale

'Nereden Sevdim O Zalim Kadını...'

1902 doğumlu Selahattin Pınar, Ticaret Mektebi'ni bırakıp müziğe başladı. Oysa babası eski Denizli milletvekili Sadık Bey, onun hukukçu olmasını istiyordu. Bir gün Denizli'den gelen eşraf için kurulmuş bir sofrada Sadık Bey'e oğlunu sordular; Selahattin de sofradaydı. Sadık Bey o yokmuş gibi "Selahattin çalgıcı oldu" dedi.
Selahattin ayağa fırladı ve "Babacığım, rica ederim, ben çalgıcı değil, sanatkârım" diye diklendi.
Sadık Bey, pek sevimsiz bir küfürle yanıtladı bu çıkışı...
Bunun üzerine Selahattin Pınar, ceketini alıp sofrayı terk etti. Kapıdan çıkarken döndü ve şöyle dedi:
"Babacığım, bir gün gelecek, benim adımla anılacaksınız."
Sadık Bey, yanı başında bulunan gaz lambasını oğluna doğru fırlattı. Çıkan yangını güç bela söndürdüler. Selahattin kapıyı çarpıp çıkmıştı bile...
Asla baba evine dönmeyecekti.

1902 doğumlu Afife Jale, İstanbul Kız Sanayi Mektebi'nde okuyordu. Ama onun aklı tiyatrodaydı. Oysa Müslüman kadınlara sahneye çıkmak yasaktı. Buna rağmen 16 yaşında talebe olarak Darülbedai'ye başvurdu ve kabul edildi.
Babası Hidayet Bey, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için çok uğraştı. Başaramayınca sertleşti. Ona "Fahişe" dediği bir gün "Benim Afife diye bir kızım yok" diye gürledi.
Zaten Afife artık sahnede, "Jale" adını kullanıyordu. Sanatı için baba evini terk etti.

Hicaz makamındaki o Selahattin Pınar bestesindeki gibi, "Bir Bahar akşamı", rastlaştılar. İstanbul Kuşdili çayırında... Hafız Burhan konserinde... Selahattin Pınar, üstadın arkasında tambur çalıyordu. Nicedir saz salonlarının en sevilen besteci ve icracılarından biriydi. Afife Jale ise Darülbedai'de sahneye çıkarak "Tiyatrodaki ilk Müslüman kadın oyuncu" olarak tarihe geçmiş, ancak tiyatro zaptiye tarafından basılınca kapı önüne konulmuştu. İşsiz, sahnesiz ve kimsesizdi. Acısını yatıştırıcı haplarla dindirmeye çalışıyordu.
İkisi de 25 yaşındaydı.
Belki de güftedeki gibi "İçimde uyanan eski bir arzu/ dedi ki yıllardır aradığım bu/ şimdi soruyorum büküp boynumu/ Ah, daha önceleri neredeydiniz" dediler. Ve evlenmeye karar verdiler.

Gençliklerini acılar içinde harcamışlardı. Evlenince hayat boyu ıskaladıkları her şeyi birlikte yapmaya çalıştılar.Evde saklambaç oynadılar. Bahçede enginar yetiştirip yarıştırdılar. "Bir çocuk resmi" kıvamında şiirler yazdılar.
Pınar çaldı; Afife dinledi.
Ancak güzel günler uzun sürmedi.
Afife, tiyatrosuz yaşayamıyordu ve tiyatronun boşluğunu uyuşturucularla dolduruyordu. Suriyeli bir eczacı onu morfine alıştırmıştı. Selahattin Pınar, bir gün eşinin öğle uykusu için çekildiği odasının anahtar deliğinden içeri baktığında, damarına morfin şırınga ettiğini gördü ve çöktü. Morfin için eczacıyla ilişkiye girmişti Afife...
Ama Pınar, eşine öfkeden çok, merhamet duyuyordu..Onu hayata döndürebilmek için çırpınmaya başladı. Sürekli melankolik besteler yapar olmuştu.

Çırpındılar, bu gidişi geri çevirebilmek için...
Olmadı!
Selahattin Pınar, kendisi de morfin tuzağına düşer gibi oldu. Bunun üzerine Afife, "Terk et beni" diye yalvardı ona... "Yoksa sen de mahvolacaksın, bırak beni gideyim" dedi.
Pınar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti. Şimdi ikisi için de en kötü yıllar başlıyordu. Afife, kimsesiz ve beş parasız, tenha parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde karnını doyururken ayrıldığı eşinin kendisinin ardından yazdığı şarkıları taş plaktan dinleyip ağladı. Ayrılık acısını yeni bir evlilikte dindirmeyi deneyen Selahattin Pınar ise hiç birlikte yatmayacağı bu kadından kısa sürede ayrıldı.
Afife Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı Rum Hastanesi'nde, bir deri bir kemik veda etti hayata...
Ölümü, gazetelere haber bile olmadı. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti.
Unutuldu.
Selahattin Pınar, Afife'nin ölümünün ardından paraladı kendini... Nice ölümsüz, hicran dolu besteye imza attı. Son katıldığı radyo programında "Hatıralar" şarkısını seslendirdi:
"Beni de alın koynunuza hatıralar/
dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar"
Bir süre sonra müdavimi olduğu Todori meyhanesine gitti; doktorların yasak ettiği ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı döşetti. Rakısını yudumlarken son nefesini verdi. "Her yıl ölüm yıldönümümde mezarıma bir büyük rakı dökün" diye vasiyet etti. Son yolculuğuna mezarlıkta kendi bestesi çalınarak uğurlandı-
"Söndü yadımda akisler gibi aşkın seheri..."

24 Mart 2019 Pazar

“HAYAT, havaya attığımız 5 topla oynanan bir oyundur.
Bu toplardan sadece bir tanesi lastiktir, diğer toplar ise camdandır.
Bu toplar;
*işimizi*,
*ailemizi*,
*sağlığımızı*,
*dostlarımızı * ve
*benliğimizi temsil etmektedir.

Bu 5 top içinde bir tek İŞİMİZ lastik toptur.
Onu düşürürsek zıplatabiliriz.

Ancak diğer 4 top camdan yapıldığından, düşerse kırılırlar ve yerlerine konulamazlar.

Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız

Oysa hepimiz,
O lastik topu tutabilmek uğruna, diğerlerini kırıp dökeriz.

Dostlarınızı çantada keklik sanmayın.

Sıkıca sarılın onlara, tıpkı hayata sarıldığınız gibi.

Çünkü onlarsız hayat anlamsızdır.

Hayatı çok hızlı koşmayın.

Nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.

Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.”

___________Üzeyir Garih

Bu

14 Mart 2019 Perşembe

SAVAŞ ÇIĞLIKLARI



Yıl 1945...Nagasaki'ye atom bombası atılmasının ardından, kardeşinin cesedini ölülerin yakıldığı alana getiren bir Japon çocuğun fotoğrafı...

Bu fotoğrafı çeken Joe O'Donnel, aslında bölgeye Amerikalılar tarafından gönderilen bir casustu. Görevi, Nagasaki ve çevresinde oldukça fazla fotoğraf çekip bunları ABD Genel Kurmayına yollamaktı. Böylece yetkililer bombanın gücü hakkında daha iyi fikir sahibi olacaklardı:

"Ateşe doğru gelen 10 yaşlarında bir erkek çocuk gördüm. Sırtında bir bebek taşıyordu. O günlerde Japonya'da çocuklar küçük kardeşlerini sırtlarına alıp oyunlar oynardı. Önce böyle olduğunu zannettim. Fakat bu çocuğun havası tamamen farklıydı. Buraya çok ciddi bir sebeple geldiği meydandaydı. Ayakları çıplaktı ve yüzüne sert bir ifade yerleşmişti. Arkasındaki bebeğin kafası geriye düşmüştü, uyuyor gibiydi. Çocuk yaklaşık beş dakika kadar hiç kımıldamadan saygı duruşunda bulundu.
Sonra, ölüleri yakan maskeli görevlilerden biri çocuğun yanına gitti ve bebeği bağlayan kayışları çözdü. İşte o zaman bebeğin ölü olduğunu anladım.

Görevli, ölü bebeği aldı ve ateşin üstüne yerleştirdi. Çocuk ise kaskatı bir şekilde dakikalarca ayakta durdu. Alt dudağını o kadar şiddetli ısırıyordu ki sonunda kan akmaya başladı. Kardeşinin cesedi alevlerin içinde tamamen kaybolduktan sonra arkasını döndü ve sessizce oradan uzaklaştı."

Japonya, dini olmayan, ancak yüzyıllardır sürdürdüğü eğitim sistemi nedeniyle işte böylesi onurlu-erdemli çocuklara-insanlara sahip olduğu içindir ki, Dünyanın en ahlaklı ülkesi..

10 Mart 2019 Pazar

RAKIYA GÜZELLEME


 - Aylardır blog sayfamla ilgili bir sorun yaşıyorum.
Hali hazırda tam düzeltebilmiş değilim.
Deneme yapmak için çok beğendiğim bir yazıyı paylaşıyorum.
Umarım sorunu çözebilirim ve umarım daha çok yazabilirim. -

***
Eşsiz bir İstanbul akşamında,
güneşi boğazda batırmaya ant içmiş yakamozların dansını izleyip
kadehler tokuşturulurken
yan masada memleket kurtarılıyorken
avucumun içindeki buz gibi bardağa baktım da;
‘Ne menem bir şeysin sen’ dedim.
‘Bir içecek, sarıldığı gazete kağıdına da,
sakız kokulu beyaz keten örtüsü yayılmış masaya da, ete, ciğere, mezeye de maviye de bu kadar mı yakışır?
Neşeye de efkara da yoldaştır.
Ondan mı ki, geceye inat bembeyazdır’.

Bira gibi ayağa, çoluk çocuğa düşmemiştir, belli bir yaşanmışlığı, anıları, en basitinden hazırlanmış bir masası vardır rakının.
Viski gibi boğazı yakmaz, süzülerek akar gider. Rakının silueti sevgilidir, kokusu yar, tadı can.
Ne zaman bir efkar bassa içi, ne zaman çıkamasak işin içinden, kafada deli sorular, bassa afakanlar, bir koşu meyhaneye gidilir.

Oysa rakı, cevabı bulmak için değil,
soruyu unutmak için içilir…

Lübnan’ın Arak’ı, Yunan’ın Uzo’su, İtalyan’ın Sambuca’sı gaflet ve delalete düşüp alternatif olmaya çalışsalar da rakıya, hüzünlerini sulandırmadan
sek içmeye çalışmış bir milletin evlatları
buna izin vermemiş, korumuşlardır bu anason kokulu cesaret hapının sıvılaştırılmış halini.
Milli içkimiz olur kendileri;

Son nefes verilene, son aşık ölene,
son ümit tükenene kadar eğdirmeyiz başını öne.

Düşündüm de rakı, dünyada çift bardakla içilen tek içki; Ruhla beden gibi, iki sevgili, gece ve gündüz gibi..
Yan yana durup birbirinin derdini dinlermişçesine, bir dudakta birleşip sevişircesine…

Rakı olmasaydı hayat olurdu yine belki ama şarkılar yetim, besteler öksüz kalırdı;

Bir ihtimal daha olmazdı;
Senede bir gün bile.
Dalgalansak da durulsak da, yine bütün meyhanelerini dolaşırdık İstanbul’un
ama o tatlı huzuru bulamazdık Kalamış’ta mesela.
Bir bekleyenimiz olmazdı ada sahillerinde,
deniz ve mehtap sormazdı; neredesin diye.
Ve Elbet bir gün kavuşacağız desek de
kavuşmak hayal olurdu, dönülmez akşamın ufkunda…

Derdi, gamı, tasayı unutturup
anda dondurabilme özelliği de vardır bu rakının. Hatta işin ucunu umuda bağlayıp
gökyüzüne salıverdirir alimallah.
Ben bizzat yaşadım da oradan biliyorum.
Geçenlerde bir rakı muhabbetinin ilerleyen saatlerinde; ‘O iş imkansız’ lafı çıkmış ağzımdan.
‘Bak imkansızın içinde bile imkan var’ dediler; ‘Etme!’
Ne diyeyim; Adam rakıyı icat etmiş, hala psikologa giden var; ‘Gitme !’

Yaaa şöyle günahtır, böyle haramdır, acıdır, ağırdır muhabbetinden çıkıp
keyifli bir masanın etrafında toplanıp
rakıdan dem vurunca başka bir alemin içinde buluyor insan kendini.
Çokça komik, bolca eğlenceli, esprili.
‘Üç rakı kapağı getirene pilot belgesi bedava’ yazan bir kapıdan girip;
‘Garson, kapı getir, dışarı çıkıcam’a giden bir yolda sallanmadan yürüyebilirsen şanslısın.
Unutma; şarap yaşayanlar için,
rakı ise hikayesi yarım kalanlar içindir.
Böyle zamanlarda, bir ‘büyüğe’ danışmak iyi gelir.

Rakı içmek de adap gerektirir;
Bir kiminle içtiğine dikkat edeceksin
bir de kimin için içtiğine.
Şarkı da önemli bak,
Zeki Müren iyi gider mesela yanında.
Derdini en iyi nağmeler anlar.
Çünkü rakı yanındakiyle içilse de
kadeh aklındakine kalkar!             
                                                           
Rakı seven adam kalitelidir.
Beyaz peynir tercih eder, kaşarla işi olmaz. Bir erkek için en büyük keyiflerden biridir dostla, ahbapla erkek erkeğe içmek.

Tamam da sevdiği kadınla rakı içmek bir başkadır. Güzeldir kadın, içtikçe güzelleşir. Ondan derler ki;
"Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır".
Kadının içindeki beyazdır rakı, buğudur, dumandır. Ütüsüz kadınlardır rakı sevenler. Oysa şarap sevenler, ütülüdür.
Çantaları, ayakkabıları, kemerleri aynı renktir. Şöyle bir bakınca tastamamdırlar. Oysa rakı sevenlerin üstleri başları değil belki ama dertleri, kederleri tastamamdır.
Bardağa atılmış üç-beş buz söndürmez yangınlarını. Alayına isyan etmez  bu kadınlar. Aksine kadehlerini, alayının şerefine kaldırırlar.
Sen hiç ömründe bütün aşkını gözlerine yükleyip o gözlerle ruhuna dokunan bir kadınla rakı içtin mi?
İçmedinse, rakı içen bir kadından daha güzel olan tek şeyin, o kadının seni sevmesi olduğunu bilemezsin!

Aynen dediğin gibi Aydın Boysan;
Rakı sofrasına meze olmuş yürek yangınlarının kibritle oynayıp kaçan faili de, büyük kahkahaların ardındaki nemli gözlerin sahibi de bir kadındır.

Unutma; Rakı sofrasında kadın yoksa,  uğruna sofra kurulmuş bir kadın vardır...”

Vakti kerahattir...