28 Eylül 2009 Pazartesi

ÖĞRETMEN

okulda001
- “ Kardeş, siz çocuğu hangi öğretmene verdiniz?

- “ Biz vermedik, okul "C Hanım" ın sınıfına vermiş.”

- “ Aaa, öğretmen tercih etmediniz mi? Aman şekerim C Hanım için çok sessiz diyorlar, biz "A Hanım"ı istiyorduk; vallahi tam … ( miktarı özellikle yazmıyorum ) TL para verdik ve yazdırdık çocuğu "A Hanım" ın sınıfına.

- “ İyi hayırlı olsun .“

- “ Olur olur, hırslı bir öğretmenmiş A Hanım, çok da otoritermiş adam eder çocukları!”

- !!!!

Üç hafta sonra…


- “ Öğretmen geçen gün bizi okula çağırdı, bizim oğlan sınıfta çok uyumsuzmuş, kalkıp sınıfın içinde dolaşıyormuş. Ders dinlemiyormuş. Siz bu çocuğu alın da psikoloğa götürün dedi”.

- “ Kim dedi bunu o çok meşhur, bilmem ne kadar para bayıldığınız A öğretmen mi dedi?”

- “ Evet şekerim, vallahi psikoloğa gitmesi gerekiyormuş bizim oğlanın.”

- “ Hadi canım, bu çocuk kreşe, ana okuluna gitmedi mi? ”

- “ Evet gitti.”

- “ Peki orada sorun var mıydı?”

- “ Hayır arkadaşlarıyla güzel güzel oynardı, bütün faaliyetlere de katılırdı. ”

- “ Sence sorun sadece senin oğlunda mı dersin, şu çok ünlü öğretmen A acaba, biraz çocuğu kazanmaya çalışsa, biraz ilgi gösterse, bu çocuğun henüz ilk okul birinci sınıfa yeni başladığını göz ardı etmese, sonra çocukta değişim olmazsa psikologdan yardım alsanız nasıl olur, ne dersin?

- “ Hiç bunu düşünmemiştim.”

- “ Düşünsen iyi edersin, iyi öğretmen, daha yolun başında öğrencisini reddeden değil kazanan, kazanmak isteyen ve bunun için çaba gösteren öğretmendir. Bunu asla unutma.

*****

Yukarıda yaşanan diyaloglar tamamen gerçektir.

Her yıl ilk okul birinci sınıflarda yaşanan “öğretmen seçme”, hatta bu yüzden öğretmenlere yüksek rakamlarda para verme gibi durumlara şiddetle karşı çıkıyorum.

Öğretmen iyi olabilir, -iyilik- kriterleri herkese göre de farklıdır, hepsinden önemlisi çocuğun öğretmenini sevebilmesidir.

Okul hayatına adım atar atmaz ilk gözüme çarpan sorun bu olmuştu.
Birkaç tane daha var ama onlar da diğer yazılarımın konusu olsun.

24 Eylül 2009 Perşembe

EYLÜL

september_by_uktara

Çok severim EYLÜL ayını.

Yazla kış arasında kalan ve her ikisinden de esintiler taşıyan mevsimin ilk ayı olduğu için,

Bana her zaman bitişleri değil de yenilikleri ve başlangıçları çağrıştırdığı için,

Sıcakları hafifleterek havayı limonata kıvamına dönüştürdüğü için,

Her şehre ayrı ayrı yakıştığı için,

Sararan yaprakların bile göze daha güzel göründüğü ay olduğu için,

Bana insanın ikinci baharında da güzellikler yaşayabileceğinin mümkün olduğunu hatırlattığı için, on iki ayın içinde EYLÜL göz bebeğimdir benim.

Bu yıl özellikle eylül ayının son haftası bizim için yeni başlangıçlarla dolu. Ailecek yüreklerimiz farklı çarpıyor bu aralar.

Hele evdeki en minik yüreğin çarpıntısını her an duyar gibiyim. Neden mi?

Bu eylülde biz yıllardır duymayı unuttuğumuz ders zili sesini tekrar duyacağız.

Ciğerlerimiz okul havası ile dolacak.

Şimdiden evimizde renk renk kalemler, sayı çubukları, abaküs, fasulye taneleri, defter, silgi, kitap, defter kapları, etiketler var.

Her şeye sıfırdan başlıyoruz.

Heyecanlıyız ama, anne oğul birbirimize belli etmiyoruz.

Düşünüyorum da benim öğrenciliğimden bu yana o kadar çok şey değişmiş ki.

Marka çılgınlığı almış başını yürümüş.

Her okulun forması farklı, fiyatları da öyle.

Okuma öğretme biçimi de değişmiş fiş yok, sanırım seslerden, hecelerden öğreniyorlar.

Hemen el yazısına başlıyorlar, biz ilk okul üçüncü sınıfta öğrenmiştik, o kadar zorlanmıştım ki hâlâ çok sevmem el yazısını.

Aslında 14 Eylül’de gittik okula alıştırma için, ama oğlum hâlâ anne sen de gel diyor.
Benden kuvvet alıyor, oysa kendi kanatları ile uçması gerek, bilmiyor.

Bizim evde okulla ilgili hareketli günler yaşanıyor bu aralar.

Kim bilir daha kaç evde aynı telaş ve heyecan var?

Yeni EĞİTİM ve ÖĞRETİM yılı hem ülkemiz hem de çocuklarımız için hayırlı olsun.

Çocuklarımızın geleceği aydınlık olsun.

19 Eylül 2009 Cumartesi

MUTLU HAYAT TELAŞLARI

sugar_stars_by_catgirlnekochan

Bayram geliyor yine.

Ben “el öpme bayramı” diyorum annemle babam Şeker Bayramı.

Sevinçliyim, çünkü herkeste bir telaş var. Ben de şeker ve çikolata yiyebileceğim diye seviniyorum.

Bir de okula başladım, heyecanlandım tabii, anneme belli etmedim ama yanaklarım kızardı heyecandan.

Harfleri seviyorum, hepsini de biliyorum. “Türkçe” si iyi olacak diyor annem ama ben rakamları da seviyorum.

Geçen gün annemi ağlattım.

“Zü” diye bir harf yoktur di mi anne? “Z” diye bir harf vardır dedim, “Z” nin yanına “Ü” gelince “ZÜ” olur, “R”nin yanına “A” gelince “RA” olur, “F”nin yanına da “A” gelince “FA” olur, sonra da “Z Ü R A F A” olur di mi anne dedim?

Annem ağladı.

Nedenini anlayamadım. Bu büyükler çok tuhaf.

Şimdilik okulda oyun oynuyoruz çok eğlenceli, daha sonra derslerimiz ve ödevlerimiz başlayacakmış, sanırım ödevlerden biraz sıkılacağım, mutlaka ödevlerimi yapmalıymışım, bu sorumlulukmuş annem öyle dedi. “Sorumluluk” ne demek diye soramadım anneme, çok soru soruyorum bu aralar çekindim, neyse bir ara sorarım, o hep sabırla cevap verir zaten.

Annem tatlı yaptı, soğuyunca şurubunu dökecekmiş.

Bir de hep telaşlı nedense, hep bir yerlere koşup duruyor.

Anneannem ve dedem eski bayramları konuşuyorlar. Galiba eskiden daha güzelmiş bayramlar. Annem de onlara “ Bir gün gelecek bu bayramları da arayacağız” diyor.
Bir şey anlamıyorum bu konuşulanlardan ama büyüyünce anlarım herhalde.

Ben yine de mutluyum.

Ben bayramları seviyorum herkesi bir araya topluyor diye. Bayram neden güzeldir diye sordum dedeme, “ Çünkü bayramlar özel günlerdir, özel günler insanların sevindiği günlerdir. Herkesin özel günü farklıdır, sevinçli oldukları anlar da farklıdır.Bayram sevincini herkes birlikte yaşar oğlum, bayram herkesin özel günüdür “ dedi bana.

Sevinçli olmak güzel şey biliyorum öğrendim ben, büyüdükçe bakalım daha neler öğreneceğim?

16 Eylül 2009 Çarşamba

YAZIK' TAN BAŞKA !!!!

rain__by_bartoz Okumakta olduğunuz yazıyı yayına verip vermemekte çok tereddüt ettim, İstanbul sele teslim olmuşken, Antalya dışında olduğumdan, yazmakta geç kaldığımı düşündüm. Televizyonda hâlâ bu konuyla ilgili haberleri görünce dayanamadım.
İşte altı yıl öncesinden gelen bir başka yağmur felaketi yazısı, bakalım neler değişmiş bu ülkede altı yılın içinde?

Kime kızmak lazım şimdi. Yağmura mı, insana mı?

Kimi suçlamak lazım?

Boğucu sıcakların ardından gelen, gelirken de beraberinde o şiddetli yağmurlarını da getiren sonbaharı mı, yoksa ısrarla, inatla yaşadığı o büyük Marmara Depremi'nden bile ders almayarak, can güvenliğini hiçe sayarak bina inşa edenleri mi?

Kimin için üzülmek lazım? Her şeyin görmezden gelindiği bir ülkede yaşayan, başına gelenlere üç gün ağlayıp dördüncü gün susan insanların geleceğine mi, yoksa üç yaşında yaşama hakkının Antalya'da bir alışveriş merkezinin çatısının çökmesiyle elinden alındığı sarı saçlı Merve'ye mi?

Ne hortum, ne tayfun ne boraydı iki gün önce Antalya'da yaşanan, sadece Antalya'nın sonbahar ve kış aylarında sıklıkla yaşadığı, Antalya'lıların da alışkın olduğu fırtınalarından biriydi ve koskoca bir alışveriş merkezinin çatısının çökmesine, orada ailesiyle alışveriş yapan olan bitenden habersiz masum bir kız çocuğunun hayatını kaybetmesine neden oldu.

Biz ne yaptık?

Tüm televizyon kanallarının haberlerinde izledik, gazetelerde okuduk, üç yaşındaki Merve'ye ağladık, yağmura mı, fırtınaya mı, binayı inşa edenlere mi kime kızacağımızı bilemedik, aklımız karıştı, yüreğimiz burkuldu ve ''yine'' sustuk. Ya konuşmayı beceremediğimizden ya da konuştuğumuz her şey suç sayılabileceği için sustuk. Susmanın çözüm olmadığını bilerek. Üstelik o alışveriş merkezinde çocuklarımızla bizim de olabileceğimizi var sayarak.

Milletçe el ele tutuşma zamanıdır şimdi. Yattığımız uykudan uyanmamız gerek. Silkinip kendimize gelmemiz gerek.

Bir alışveriş merkezinde bile can güvenliğimiz yoksa eğer; duyarsız kalmadan uzun uzun düşünmemiz ve çözüm üretmemiz gerek, bizi susturmak isteyenlere inat gerekirse sesimiz kısılana kadar bağırmamız gerek.

Başka Merve 'lerin, annelerin, babaların yüreği yanmadan.



*****

Altı yıl önce yeni anne olduğumda çok etkilemişti beni şimdi aramızda olamayan Merve’nin başına gelenler.

İşte tam da bu yüzden altı yıl sonra İstanbul’da yaşananları tarifsiz bir kederle izliyorum.

Demek yıllardır değişen hiç bir şey yok bu ülkede, demek kimse el ele tutuşmayı ve sesini duyurmayı becerememiş, hatta birinin yere düşmesini fırsat bilecek hallere düşmüş, yağma insanların yaşam biçimi olmuş.

Elimde avucumda hiçbir şey kalmasa da, yüreğimin ceplerinde insanlığım vardır benim, ne kadar tüketsem de bitiremediğim.

Bu yüzden şaşkınım olup bitenlere.

Ne sorabilirim kendime bu durumda?

Diyelim ki soracak soru buldum, yanıtım ne olabilir yaşadıklarımıza?

Kocaman bir YAZIK’ tan başka !!!!!!

14 Eylül 2009 Pazartesi

OKUL ÇANTASI

l_bounces_to_school__by_sleckt

Çocuklarımıza, insanı anlamanın iki anahtarının SEVGİ VE SAYGI olduğunu öğreten,

Emek kavramının bir insanın her yaşta ve her koşulda en çok değer vermesi gereken kavram olduğunu özellikle vurgulayan,

Sınıf, zeka, kapasite farkı gözetmeden her çocuğa eşit davranıldığı,

Her çocuğa mutlaka en az bir "şeyi " en iyi şekilde yapabilecek donanıma ve yeteneğe sahip olduğunu hissettirebilen,

Okula ilk adımlarını atarken, hızlı hızlı çarpan o minik yüreklerin cesaretlendirildiği,

Atatürk İlkeleri ışığında eğitim vererek, çocuklarımızın yarının teminatı olduğunun unutulmadığı eğitimcilerle dolu bir eğitim ve öğretim yılı dilerim.

Çünkü buna belki de her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz dönemlerden geçiyoruz.

Gelecekte ayakta kalabilen bir ulus olmak için, çocuklarımızın okul çantalarının içine, önce, saygı, sevgi ve özgüven koymalıyız.


Fotoğraf : www.deviantart.com

7 Eylül 2009 Pazartesi

ZAMAN HIRSIZI

a192ce67a73a6cc873a94b8fe10a43c2

Gün biterken; günün o son anlarında kendime kalan saatler benim için özeldir.

Bu durumu, bir külah dondurmanın sonunu yerken aldığım keyfe benzetirim çoğu zaman.

Bazen hızlı yerim o dondurmayı acelem vardır, bazen yavaş yavaş tadına vararak ama en çok o külahın son kısmı değerlidir benim için.

Gün bitimleri de böyle işte.

Oğlumun çoktan uykuya teslim olduğu, günlük rutin işlerin ( çamaşır, ütü, yemek, ev temizliği vs. ) bittiği, iş telaşının olmadığı, yirmi dört saatten kendime çaldığım son anlar nedense mutlu eder beni.

Hırsızlık kötü bir eylemdir bilirim ama özellikle oğlum doğduğundan beri bu hırsızlığı seviyorum.

İtiraf edeyim, zaman hırsıyım ben.

Neler mi yaparım zamanı çaldığımda ?

Mutlaka müzik dinlerim,

Ve mutlaka okurum.

Bazen aynı anda iki kitap bile okuduğum olur.

Dönem içinde izleyemediğim filmlerin DVD’sini izlerim.

İnternette gezerim, yazı yazar, sevdiğim blogları okur, yorumlar yaparım.

Sonra göz kapaklarım ağırlaşmaya başlar, zamandan çaldığım saatleri tüketirim.

Sonra gece kalın bir perde gibi çöker şehre, göz kapaklarım ağırlaşır yine de zamandan çalmaya devam ederim.

Aslında çalıntı zamanı harcarken dikkat de ederim, har vurup harman savurmam, yine de bitiririm.

En sonunda şarjı bitmiş cep telefonu gibi hissederim kendimi.:)

Yeni güne hazırlık için kendimi şarj etme vaktim gelmiştir ve en iyi şarj yöntemi uykudur bilirim.

Yazın bu şehirde geceleri uyunmaz onu da bilirim.

Zamandan çaldığım bu anları en çok beni kendimle buluşturduğu, bana değer kattığı için severim.

Zaman, yaptığım hırsızlık için senden özür dilerim.




FOTOĞRAF: WWW.DEVİANTART.COM

4 Eylül 2009 Cuma

DAMLA SAKIZI ZAMANI

lezzet-haberler-dogal-dukkan-damla-sakizli-turk-kahvesi-212x266

Damla sakızı Ege yöresine özellikle Çeşme’ye has bir lezzettir.

Çıkış yeri Yunanistan’ın Sakız Adası’dır. Her ne kadar Çeşme’de yetişen damla sakızının Sakız Adası’nda yetişenle aynı tada sahip olmadığı söylense de bence damla sakızının o muhteşem aroması bile yeterlidir.

Damla sakızının mide ağrılarına, gastrit ve ülsere iyi geldiği söylenmektedir, bunların doğruluk derecesini bilmiyorum ama benim yazımın konusu damla sakızının Türk Kahvesi ile buluşması ve sonra da bu hoş ikilinin gelip beni bulması ve bu ikiliyi kendim nasıl buluşturabilirim şeklinde arayışlara girmemdir.

Türk Kahvesi demişken, kahveye neden Türk Kahvesi dendiğini de anlatmak isterim:
1517 Yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa lezzetini beğendiği kahveyi İstanbul’a getirmiş ve kahveyi özel pişirme metodu ile pişirip sunmuşlar, bu pişirme yöntemi kahvenin adını Türk kahvesi yapmış. Kahvenin adı da Türk kahvesi olarak kalmış.

Birkaç yıldır, özellikle Çeşme’de; ( ben iki yıldır farkındayım ) Türk Kahve’sini damla sakızı aroması ile buluşturuyorlar.
Bu sunum farklılığı kahveyi içenin damağında hoş bir lezzet bırakıyor.

Çeşitli markaların özel olarak hazırladığı damla sakızı aromalı kahveler var.

Arzu edersek kahveyi kendimiz de yapabiliriz.

Aktarlardan satın aldığımız nohut büyüklüğündeki damla sakızını havanda iyice ezerek 100 grama yakın kahve ile karıştırdığımızda aynı tadı elde etmemiz mümkün oluyor. Ben denedim gerçekten güzel oluyor.

Bu aralar, zaten kahve seven ben, damla sakızlı Türk kahvesinden vazgeçemiyorum.

Denemeyenlere tavsiye ederim.

Bakalım damla sakızlı kahvenin, klasik kahve yanında hatırı kaç yıl olacak?