28 Aralık 2016 Çarşamba

ANNEM

Artık her koşulda fikrinden yararlanacağım, zor zamanımda sırtımı yaslayacağım,  güzel, bakımlı, süslü püslü, becerikli, evi mis gibi temizlik kokan, şahane örgüler ören canım annem yok.

Babamın gidişiyle büyüttüğüm içimdeki küçük kız çocuğu artık olgun bir kadın oldu.

Mekanın cennet olsun güzel, zaman zaman  huysuz ve tatlı kadın.
Avuçlarimdan kuş olup giderken tek tesellim ruhunu kollarımda teslim etmendi. 
Seni unutmak mümkün olmayacak.  Yolun ışık dolsun annelerin en fedakârı ...


2 Aralık 2016 Cuma

KISA KISA ...















Bu sabah Antalya için soğuk bir güne uyandım .
Kasım ayının giderayak oynadığı kötü oyunlar sayesinde zaten ruhum soğumuştu; bedenim de soğuk havayı hissetti.
Adana'daki yavruların dramı ve hemen ardından güzel insan Erdal Tosun 'un gidişini unutmak kolay olmayacak.

*****
Sabah pazara çıktım. 
Semt pazarlarını oldum olası çok beğenirim.  Kış sebze ve meyveleri tezgahlarda yerini almıştı. Balıkçı tezgahları da öyle . Geçtiğimiz haftalarda palamut bolluğu vardı . Şimdi palamut yerini hamsiye bırakmış. Ben deniz ürünlerinin hepsini çok severim, denizden babam çıksa yerim denir ya öyle bir şey . Yukarıdaki fotoğraf palamut bolluğu zamanından kalma . ☺

****
Pazardan sonra eve geldim aldıklarımı yerleştirdim.  Biraz kitap okudum, biraz örgü ördüm.
İki ay önce kırkyama battaniye örmeye başladım . Bir türlü bitmedi . Sabır battaniyesi adını koydum ona, acele etmiyorum ortaya güzel birşeyler çıksın diye uğraşıyorum.
Bakalım sonuç ne olacak?
Örgü işlerini seviyorum bir çeşit terapi gibi de oluyor insana ...

****
Ayşe Kulin 'in son romanına başladım . Seviyorum ben bu kalemi güçlü kadını . Kasım ayını da üç kitapla kapattım bu yıl. 
Onları da kitapsesleri.blogspot.com sayfamda paylaştım.

****
Kasım ayına bizim ev için o hiç sevmediğim TEOG sınavı damgasını vurdu.
İnanır mısınız sınavdan sonra üzerimden kamyon geçmiş gibi hissettim kendimi.  Sanki bütün vücudum kırılmış gibi. Ben böyleysem oğlum ne durumda diye düşünürken; eve geldiğimizde okul gömleğini çıkartmış bir de baktım ki çocuğun atleti de gömleği de sırılsıklam ter içinde kalmış.  Çamaşır makinesinde yıkanmış da sıkılmış gibi.
Neyse sonuç beklediğimden çok daha iyi oldu da ailecek rahatladık.

***
Epeydir yazmıyordum ya; kısa kısa bu hallerdeyim ben. Aralık bari güzel geçsin 2016 daha kötü oyunlar oynamasın bize.

***
Şimdilik ben kaçtım . Yıllardır yapmak isteyip her yıl ertelediğim bir şey yapacağım.  Sevgili Leylakdalı'nın sayfasinda gördüğüm Portakallı kahve çekirdekli likör yapacağım.
Yüzüme gözüme bulaştirmazsam  sonucu da paylaşırım. ☺☺☺🍸🍸🍸



Posted via Blogaway


13 Kasım 2016 Pazar

PAMFİLYA



Üniversitede ilk yılım. 
Akdeniz Üniversitesi'ni kazanmışım.  Baba tarafından Antalyalıyım diye bir kaç tercih de bu şehirden yazmışım tercih tutmuş.
Gel gör ki aileden ayrılınca baba tarafından Antalyalı olmak da işe yaramıyor, her yer gurbet çünkü ve ben şehre alışmaya çalışıyorum.
Yıllar sonra alışmayı bırak bu şehirden vazgeçemeyecegimi  henüz bilmiyorum.

Şehrin küçük oluşu ilgimi cekiyor önce.  Bir de sokakların temizliği.
Yerlerde en ufak bir çöp göremezsiniz o derece.

Gel gör ki şehir halkı biraz yabani. Öğrenciye pek kıymet vermiyorlar.  Arada iyiler çıkıyor tabii ama istisnalar kuralı bozmuyor.

Ulaşım çok  rahat.  Şehrin her yerine yürümek mümkün.  Öğrenciyim ya; cepte para az bu fırsatı değerlendirip sürekli  yürüyorum.
Sahile doğru yürümeyi seviyorum en çok. 
Denizin coğrafya derslerinde öğrendiğimiz "Bey Dağları"  ile buluşmasını izlemeye bayılıyorum. 
Daha sonraki yıllarda o dağları keşif yürüyüşleri yapacağım; hatta bu şehirde aşık olacağım henüz haberim yok.

Bir öğretmenimiz var Antalya sevdalısı.  Dersimiz İngilizce  ama o bize derse başlamadan önce  hep Antalya 'dan, şehrin güzelliğinden ve tarihinden söz ediyor.

Antalya'nın adının kral Attalos 'dan geldiği söylenir ya; rivayete göre Attalos Antalya 'ya geldiğinde şehrin kokusuna bayılmış ve bu şehrin adı PAMFİLYA olsun demiş.
PAMFİLYA hoş kokular diyarı demekmiş .

E yanılmamış Attalos.
Baharda sokakları mis gibi portakal çiçeği kokan, akşam sefalarının genzimizi  yaktığı,  yasemin kokusunun hanimeli çiçeklerinin kokusuna karıştığı kaç şehir var ki?

İşte ben o zaman bu zaman bu hoş kokular diyarı PAMFİLYA 'da yaşıyorum.

Dün akşam üzeri çektiğim bu fotoğraftan sonra bir kere daha anladım ki; insanlar şehirlere de aşık olabilirmiş.

PAMFİLYA iyi ki hayatımdasın. ☺❤



Posted via Blogaway


10 Kasım 2016 Perşembe

İLK KEZ ANLATIR GİBİ ...






O günü ağlayarak anlatırdı anneannem ve dedem.
Annem iki yaşında Teyzem sekiz aylıkmış.


Sabahtan gitmişler tren istasyonuna .

 Hava soğukmuş o gün.  İnsanlar üzgün; aileden biri ölmüş gibi.
Uzun bir süre beklemişler.  Çocukları soğuktan nasıl korumuş, acıkan karınlarını nasıl doyurmuş hiç söz etmezdi.

Nice sonra trenle gelmiş cenaze ...
İzmit üzerinden Ankara'ya giderken .
İnsan seli oluşmuş tren yolunda. 
Büyük, küçük, çoluk çocuk herkes Atasına son görev için birlik olmuş o gün.

İnsan, ömrünün sonuna kadar her 10 Kasım 'da anlatır mı bu anıyı?
Onlar anlatırlardı bıkmadan, usanmadan sanki her defasında ilk kez anlatır gibi ...






Posted via Blogaway

4 Kasım 2016 Cuma

SADELEŞTİRME



Ne kadar kolaylaşıyor böyle yapınca hayat.

Bunu farketmem için  elli yaşıma merdiven dayamam gerekiyormuş meğer.

Bundan sonra böyle.  Evdeki eşyaları sadelestirdiğim gibi insan temizliği yapıyorum nicedir hayatımda.  Büyük, küçük,  genç, yaşlı, arkadaş, akraba falan demeden bana zarar veren herkesi çıkarıyorum hayatımdan.

Böylesi daha güzelmiş .
Sanki bir Ege kasabasında denize sıfır minik bir evde sadece sevdiğim birkaç insanla  yaşıyormuşum gibi hissediyorum nicedir.
Bir de minik bir kedim varmış da ben örgümü örerken yumaklarla oynuyormuş gibi.

Sade bir hayat = Huzur.
Hayatımın yeni matematiksel eşitliği bu.

Geç kalmışım ama hayat da böyle bir şey işte.

Severek okuduğum bir kitap var bu ara elimde.  Değerli yazar Yiğit Okur 'un anısına Deniz Taşları ...
Onun içinde çok sevdiğim bir cümle yakaladım geçen gün;   hayatı özetleyen :
" ANILAR BİR YUMAK DEĞİLDİR. ZAMANLA ÇIĞ GİBİ BÜYÜR.  İLK YUMAK DA ÇIĞIN İÇİNDE KAYBOLUR ... "
Budur işte benim hayatımın özeti; ilk yumak çoktan kaybolup gitmiş ancak farkediyorum ...



Posted via Blogaway


9 Ekim 2016 Pazar

BEN DE ...



Beni tanıyanlar bilir, kişisel gelişim kitapları ile aram pek iyi değildir.
" İnsanın kişiliğini  tecrübeleri oluşturur" fikrine alıştırmışım kendimi galiba.

Ama işte sabah sabah  internette bulduğum bu yazı pek hoşuma gitti.

Birkaç aydır yaşadıklarımın özeti bence.
Paylaşmasam olmazdı ...



Posted via Blogaway


2 Ekim 2016 Pazar

BİTİŞLER BAŞLANGIÇLAR ...

Bütün şehirlerin aksine halen limonata kıvamında bir hava, 

son tatilcilerle dolu plajlar, 

yaz aylarına göre rahat uyunan geceler, 

klima ve vantilatöre veda,


okul, dersler ve bu sene hiç sevemediğim TEOG hazırlıkları, 

okunacak bir dolu kitap,


yıllar sonra yeniden başlanan örgüler, 


yazın bitişini kabul edemeyen ben ...

bitişler ve yeni başlangıçlarla eylül de gitti !!!

Şairin dediği gibi " Ekim de gider bu gidişle ... "








24 Eylül 2016 Cumartesi

BU SEFER DE BÖYLE OLSUN

Bu sefer de böyle olsun .

Az yazı   çok fotoğraf olsun.
Sonbaharın dokunduğu güzel şehirden fotoğraflar paylaşayım.
Belki biraz keyfimiz yerine gelir. ☺☺


16 Eylül 2016 Cuma

DURUŞ ...

Bizim kuşaktan her kız çocuğu gibi o zamanlar;  yani yetmişli ve seksenli yıllarda  ben de iki erkeğe aşıktım  .

Hatta büyüyünce  bu iki adamdan biriyle evlenecektim.

Cidden aklıma koymuştum yani.☺

Biri Erol Evgin'di diğeri Tarık Akan  !!!!!

Annemle haftada bir Kadıköy'deki REKS SİNEMASI' na giderdik; Tarık Akan 'lı filmleri izlemeye bayılır, evde de Erol Evgin şarkıları dinler ve kendi kendime  söylerdim.

İyi hatırlıyorum;  bir dönem Tarık Akan ' ı Gülşen Bubikoğlu'ndan; Erol Evgin'i Hisseli Harikalar Kumpanyası'nı izlerken Nevra Serezli 'den kıskanmışlığım bile olmuştu.

E kolay mı?
Evlenmeyi düşündüğüm adamlardı onlar. Ne işi vardı o kadınların bu güzel adamların yanında?

Sonra büyüdüm. Ben büyüdükçe dünya değişti.
  Ya da dünya  hep aynıydı  da farkında değildim.

Bu gördüğüm yeni dünyaya çocuk gözlerimle değil; yetişkin bir genç kadın gözlerimle bakmaya başladım  ve o anda  bu iki güzel adamın yüreklerini de gördüm .

İşte o zaman anladım ki; bir erkek için sadece fiziken  yakışıklı olmak  güzel olmak değildi.
   Bu adamların hayata  karşı duruşu da yakışıklıydı ve aslolan  buydu; hayat karşısındaki duruş  !!!

***
Bu sabah Tarık Akan 'ın gittiğini öğrendim.
  Ailemden biriymiş gibi üzüldüm. 

Biz yavaş yavaş  eksildikçe;  çocukluğumuz  da eksiliyor, gidenlerin ardından yarım kalıyoruz ki bugün, bırak yarım kalmayı  kanatları kırılmış serçe gibi hissediyorum kendimi.

***
Duruşu güzel adam;  gittiğin yerlere ışık ol. 
Işığın bu yalan dünyayı aydınlattığı gibi oraları da aydınlatsın !!!



Posted via Blogaway


12 Eylül 2016 Pazartesi

UMUT



Bu keşmekeş içinde, bu
anlamsız savaş ortamında, susmayan silah sesleri, patlayan bombalar arasında kalıp da halen nefes alabiliyorsak; bu en büyük bayramdır.

Bayramımız U M U T olsun. 💖💖



Posted via Blogaway


6 Eylül 2016 Salı

SINAV SORUSU .



Kendimce zor günlerden geçiyorum.

Eğer hayat bir okulsa,  meğer bu okulu bitirmemişim henüz. Ya da bitirmişim de üzerine  yüksek lisans yapıyorum !!!

Ne olduğunu anlatmak istemiyorum çünkü konuşurken sesim kısılıyor, boğazım düğümleniyor. 

Sadece blogumla dertleşmek istedim.
Çok şükür ailemde bir problem yok ve  yine çok şükür ki sağlığımız da henüz yerinde.

"En büyük darbe
kimden gelir ? Çekindiğin,  yanına temkinle yaklaştığın insanlardan mı, yoksa canım, kanım dediğin insanlardan mı?  "

Okulu bitirme sınav sorum bu !!!
Cevabı bulmak için çok ders çalışmam lazım ...



Posted via Blogaway


26 Ağustos 2016 Cuma

KIYI !!!

Geçtiğimiz günlerde bir araya geldiğimiz arkadaşım S,  ben deliler gibi bulunduğumuz yerin fotoğraflarını çekerken, elimdeki dijital fotoğraf makinesine bakarak eski fotoğraf makinelerini özlediğini söyledi.





S’nin eskiye özlem dolu yaşadığını bildiğimden söylediklerine hiç şaşırmadım.

Nedenini anlattı sonra.

36 pozluk filmi makineye takmayı özlemiş.
Resimleri çekip, pozları bitirdikten sonra fotoğrafçıya götürüp tab ettirmeyi, sonra da “acaba güzel çıkmış mı?” diye merakla beklemeyi özlemiş.

Değişik geldi bana S’nin özlemi.

Yeniliğe her koşulda açık olan biri olarak eski fotoğraf makinelerine hiç de özlem duymadığımı söyledim ona.

Şimdi istediğim kadar fotoğraf çekip, bilgisayarda fotoğraf üzerinde dilediğim gibi oynayabiliyordum ve bu çok şahane bir durumdu benim için, mükemmel bir yenilikti.

Bunları S’ ye anlattığımda, benim bilgisayar bağımlısı olduğumu söyledi bana.

Onun bilgisayar başında geçirecek fazla zamanı yokmuş, hiç de böyle şeylerle uğraşamazmış, hem zaten o gezmeyi severmiş fotoğraf çekmeyi değil.

Baktım ki S kendini haklı çıkartmaya çalışıyor, seslenmedim ben de.

Üzerinden bir hafta geçti. S aradı beni.

Hafta sonu iş yerindeki arkadaşları ile, geziye gidiyorlarmış beni de davet etti.

Hafta sonu çalıştığım için geziye gidemeyeceğimi söyledim ona.

Geçen haftaki konuşmamızı unutmamış olmalı ki bana, - “ Farkında mısın? Sen hayatın kıyısında yaşıyorsun” dedi.

- “ Ne demek bu? “ diye sordum .

- “ İki tür yaşanır hayat dedi, ya hayatın içindesindir ya da kıyısında, sen kıyısında kalıp olan biteni izliyorsun, bak ben tam da içindeyim hayatın. Geziyorum, doya doya yaşıyorum. Üstelik sen sürekli kitap okuma halindesin, kendini dış dünyaya kapatmışsın işte bu yüzden hep kıyısındasın hayatın “ diyerek devam etti.

O’na sorumluluklarımdan, hafta sonu çalışmamı gerektirecek bir işim olduğundan söz etmeye çalıştım, kitap okumanın insanı hayatın dışına itecek bir şey olmadığını hatta yaşam biçimi olduğunu da anlatmaya çalıştım; beni dinlemedi bile…

Biraz kırılmıştım S’ye ama söyledikleri de aklıma takılmıştı.


Birkaç gün sonra dert ortağım, can arkadaşım C ile konuştuk bunları. Biraz da S’nin dedikodusunu yaptık ne yalan söyleyeyim.

Her zaman olduğu gibi C yine rahatlattı beni.

- “Görmek ve bakmak diye bir şey vardır bilir misin? “diye başladı söze.

İşte budur seni hayatın içine alan, ya da kıyısına iten.

- " Eğer nefes aldığının farkındaysan, sabah güneşi seni rahatsız edip gözlerini kamaştırmıyorsa, balkonuna yuva yapan kumrunun telaşına ortak olabiliyorsan, yaşadığın şehirdeki her bir çiçeğin kokusunu ciğerlerine çekebiliyorsan, sen zaten hayatın tam da içindesindir “ dedi.

- “Görmek ve bakmak. Bütün sihir bu ikisinde unutma ! ” diye ekledi.

Vedalaştık C ile.

C ’nin iyi ki hayatımda olduğunu düşünerek eve geldim.

Günlerdir bu yazıyı yazmak ve yayınlamak için zaman bulamadığımı fark ettim sonra. Çok da bilgisayar bağımlısı değildim demek ki !!

En sonunda bu gün yazabildim işte.

Gerçekten ben neresindeydim hayatın?

İçinde mi, kıyısında mı?

19 Ağustos 2016 Cuma

YATAK ODASINDAKİ DOLAP

Yeni taşındığı için eşyalarını yerleştirmekte olduğu evinin balkonuna çıktı.
Kendine bir yorgunluk kahvesi yapmıştı.

Birkaç yıl önce birileri ona yıllar sonra çocukluğunun geçtiği yerlere geri döneceksin ve tekrar buralarda yaşamaya başlayacaksın deseydi inanmazdı.
Oysa ani bir kararla on beş yıldır yaşadığı şehri terk edip, kızını da yanına alıp geri dönmüştü işte.

Kahvesini içerken etrafa gözü takıldı.
O eski evler kalmamıştı artık, hep çok katlı yeni binalara dönüşmüştü o güzelim geniş bahçeli evler.

Havanın çok sıcak olduğunu düşündü sonra. “Ne yapalım yaz ayları tabii sıcak olacak” diye geçirdi aklından.

Kahvesi bitince kalktı, balkondan içeriye girip eşyalarını yerleştirmeye devam etti.

Her şey iyi güzel yerleşmişti de yatak odasındaki dolap gözüne takılıyordu.

Yeni evinin geniş bir salonu, mutfağı ve banyosu vardı ama yatak odası aynı genişlikte değildi.

Elbise dolabını yatağın ayak ucuna koymak zorunda kalmıştı.

Dolap öyle eğreti duruyordu ki gece uyurken üzerine devrilecekmiş gibi hissediyordu.
Dolabın yerine çare aramayı düşündü, sonra vazgeçti; hele iyice bir yerleşsin ona da bir çare bulurdu elbet.

Biraz sonra kızı Ada geldi. Anneannesi ve dedesiyle çok güzel vakit geçirmişti.

Buraya geldiğimiz iyi oldu diye düşündü, anneaanesi  ve dedesi  küçük Ada’ya doyacaklardı artık. Ada da burada olmaktan mutluydu.

Sonra ardında bıraktığı şehri ve hayatını düşündü, eşinden ani bir kararla ayrılmasını, iş değişikliğini, son bir kaç yılda ardarda gelen sorunlarını düşündü.

Yeni evine yerleştiği, bu gün hayatında milat olacaktı.

Takvime işaret koydu, 2. hayatım diye not düştü. Ayın onaltısıydı, günlerden pazartesiydi.

Akşam saatlerinde Ada’ya yemek hazırladı, banyosunu yaptırdı bütün günü oyunla geçirmiş olan küçük kız - “ Yarın yine dedemlere gideceğiz di mi anne?” diyerek uyudu. Kızını yatağına yatırdı.

Havadaki acımasız sıcak giderek artmıştı. Sıcaktan öte tuhaf anlamlandıramadığı bir şeyler vardı, gece geçmek; sabah olmak bilmiyordu.

Odasına çekildi, yaz aylarında televizyon hiç izlenmiyordu, zaten televizyonla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı.

Yatağın baş ucundaki abajuru açtı, kitabını okumaya başladı.

Gözü ikide bir, devrilecekmiş gibi duran dolaba takılıyordu. Buna yarın mutlaka çözüm bulmalıyım diye geçirdi aklından.

Ne kadar zaman geçti bilemedi. Ada’nın yanına geldiğini gördü. –“ Anne uyuyamadım korktum karanlıktan birlikte uyuyalım mı?” diyordu küçük kız.

Saatine baktı saat 02.30’du.

-“ Ada’ cığım hadi gel bu gece salonda uyuyalım, bu oda çok sıcak “dedi.

Kızını alıp salona geçti, Ada uyumaya devam etti ama onun uykusu bölünmüştü bir kere; “sabaha kadar otururum artık” diye söylendi kendi kendine. Bu uyku bölünmesi Ada’nın doğumundan kalmıştı ona.

Ada’yı salondaki çek-yatın üzerinde bırakıp mutfağa geçti, kendine bir bitki çayı yaptı. “Papatya çayı uyku verirmiş deneyelim bakalım” diye düşündü.

Çayını yavaş yavaş içmeye başladı.

O sırada beklenmedik bir şey oldu.

Birden her yer sarsılmaya başladı, ne olduğunu anlayamadı; sadece sarsıntıyla birlikte derinlerden gelen bir uğultu duyuyordu.

Kızını kucakladığı gibi evden dışarı attı kendini. Daha sonra düşünüce bunu nasıl yapabildiğine kendi de şaşacaktı.

Küçük kız olup bitenin farkında değildi.

Çocukluğunun geçtiği o güzel sokaklar insan çığlıklarıyla dolmuştu.

Binalar domino taşları gibi yıkılıyordu.

Heyecandan titremeye başladı. Annesini babasını düşündü.

Kucağındaki kızına sıkı sıkı sarıldı, sürekli kendi kendine; ” iyi ki uyumamışım; iyi ki “ diyordu .

O kalabalığın içinde birkaç saat sonra anne babasını buldu, neyse ki onlara da bir şey olmamıştı.

Yüzyılın coğrafya değiştiren depremlerinden birini yaşıyorladı. Kendilerini çok zor günlerin beklediğini henüz hiç kimse bilmiyordu.

Birkaç gün sonra oturdukları daireye girdiler.

Bina hafif çatlaklar olsa da yıkılmamıştı.

Evin içindeki bütün eşyalar bir yerlere savrulmuştu.

Yatak odasına girdiğinde kendisini rahatsız eden elbise dolabının yatağın üzerine düştüğünü ve yatağın kırıldığını gördü.

Hayat böyle bir şeydi işte, yaşadıkları şans mıydı, tesadüf müydü?
Bilemedi.

İnce bir ip üzerinde yürümek miydi hayat?

Ne yazık ki herkes o ve küçük kızı kadar şanslı değildi.

İp acımasızca kopabilirdi, bazıları için çoktan kopmuştu bile...

* * * *

Blog Not : 17/ Ağustos/1999 Marmara Depreminde tüm gidenlerin, ama en çok henüz dört yaşında olan ve deprem sırasında uyurken üzerine elbise dolabı düştüğü için hayatını kaybeden küçük bir kızın anısına… …



FOTOĞRAF : www.modarehberiniz.com

1 Ağustos 2016 Pazartesi

DİLEK

Fazla bir şey istemiyorum.

Sağlık en başta hiç kaybetmeyelim ve barış ve huzur .
Bunların olduğu yerde mutluluk zaten olur .

Gelirken  bize bunları getir olur mu yaz mevsiminin en sevdiğim ayı ?


26 Temmuz 2016 Salı

NELER OLUYOR BİZE? ...











Biz çoğu ailenin aksine bayram vb. zamanlarda değil de; herkes evine döndüğünde tatil yapan bir aileyiz. 

Bu yaz da böyle oldu ve biz tatil için 15 Temmuz günü yola çıktık. 
Bugünün tarihe geçecek bir gün olacağını henüz bilmiyorduk. 
Rotamızı iyice güneye çevirerek, Kaş ve Kalkan taraflarına gitmek üzere ayarlamıştık. 

Güzel bir yolculukla akşam
üzeri Kaş 'a vardık. 
Eşyalarımızı bırakıp hemen Kaş merkeze indik.
Gün batarken fotoğraf çektik, ayağımızın tozuyla buzlu badem bile yedik.

Sonra  eve döndük .
Başlangıç için iyi faaliyetti diye de gülüştük.
 
Yaklaşık bir saat sonra hatırlamak istemediğimiz o anları ve  olayları yaşadık .
Neler oluyordu yine, nedir bu kara bulutlar başımıza musallat olmuş 
gitmek bilmiyor bir türlü ?

Hep beraber gerildik, üzüldük. 

Sonra fazla oylanmadan tatili kesmek durumunda kalarak döndük .

Benim için son yılların en berbat tatili oldu. 
Daha doğrusu ülkemin geleceğini düşünmekten tatilde olduğumdan bile utandım. 

Akdeniz bile  durumun farkındaydı sanki. 
Deniz sürekli dalgalıydı. 
Çok derinlerdeki kumlar yüzeye çıkmış ve denize kirli bir görünüm vermişti. 
Hiç birşeyin tadı tuzu yoktu .

İyi ki sosyal medya var .
Ankara ve İstanbul 'daki arkadaşlarla oralardan  bağlantım hiç kesilmedi.

Ve ... geriye  o kısa sürede çektiğim fotoğraflar kaldı .

Aydınlık günler görelim. 
Çünkü, "İnsanın öldüğü yerde hiçbir dava haklı değildir " ...



Posted via Blogaway


16 Temmuz 2016 Cumartesi

BAŞLIKSIZ YAZI



Sahildeyim; deniz kenarında ve çocuklara bakıyorum. 
-Bayram sonrasına ertelediğimiz tatilimize çıkıyoruz ve akabinde tatil dün geceden sonra  burnumuzdan geliyor. -
Çocuklar; belki de dünyanın en masum varlıkları.

Hiçbirşeyden habersiz denizin keyfini çıkarıyorlar.

Anne ve  babalar tedirgin ama onlar da çocuklarına birşey  belli etmemeye çalışıyorlar .

Onlara; çocuklarımıza   nasıl bir ülke bırakacağımız az çok  belli oldu artık.

Çok üzgünüm dünden geceden beri ...
Onuru kırılmış hissediyorum kendimi.

Yazacak çok şey var ama yazamıyorum. 

Tıpkı yazıma başlık bulamadığım gibi ...



Posted via Blogaway


4 Temmuz 2016 Pazartesi

GEÇİP GİDEN ZAMANLAR



Anneannemin evindeyim ve uykudayım. 
Nasıl huzurluyum anlatamam. 
Mutfaktan sesler geliyor.  Sabahın erken saatleri.
Uyanıyorum, fazla oyalanmıyorum yatakta .

Anneanneme yardım etmem lazım.  Sabah kahvaltısı için hazırlık yapıyor olmalı; çilek ve vişne reçellerinin kokusu taze demlenmiş çay kokusuna karışmış çünkü ...

Mutfağa gidiyorum, yanılmamışım; bizimki kahvaltı hazırlıyor.
Hemen tabak, çay  bardağı falan çıkarıyorum. 
Bahçeye koşuyorum; büyük bahçe masasını silip tabakları yerleştiriyorum.

Bahçeden taze nane ve maydanoz toplayayım, yeriz kahvaltıda ..

Fakat o da ne?
Ev ve bahçe çok eski. 
Bahçede maydanoz, nane falan da yok.
Bahçedeki çiçekler solmuş !!!

Olsun anneannemlerin evindeyim ya bugün benim bayramım.

Kimse uyanmamış henüz. 
Az sonra anneannem hepimizin tabaklarına yeni yaptığı tarhana çorbasından koyuyor, ev halkı da yavaş yavaş uyanıyor ...

Ah diyorum; " o zamanlar kahvaltıda çorba içmeyi sevmezdim,  bak şimdi çok seviyorum; yıllar nasıl da değiştiriyor insanı ..."

Yüzüme bakıp gülümsüyor. Üzerinde beyaz bir elbise var beyaz da namaz baş örtüsü.

Komşusu Hamiyet  Teyze sesleniyor; -  " Neriman Hanim gözün aydın" diyor.
Yıllar önce ölmemiş miydi Hamiyet Teyze?
Şaşırıyorum !!!
Ona da gülümsüyor,  konuşmuyor anneannem, ama  benim kadar mutlu; yüzünden anlıyorum.

- " Bayram ya hepimiz ziyarete geldik diyorum " Hamiyet  Teyzeye  tıpkı eski günlerimizdeki gibi.

Sonra herkes uyanıyor .
 Üç çocuk, iki damat, gelin, altı torun, altı da torun çocuğu. 
"Bak anneanne torunlarının çocukları da burada onları da gördün, ne mutlu sana  diyorum. "
Öylece bakıyor yüzüme .

Bahçedeki masa eski, sandalyeler eski ve paslanmış umurumda değil; bu bayram çocukluk sarayımdayım ya daha ne isterim ?

***
Sonra ... ezan okunuyor, ne güzel okuyor müezzin diyorum.
Göz kapaklarım aralanıyor; tekrar kapatıyorum. 
Aslında gördüğüm bir rüya ama uyanmak istemiyorum...
Uzun bir süre direniyorum uyanmamak için .
Gözümü açıyorum.

Gözlerimde iki damla yaş. 
Geçip giden yıllara teslim olmuşuz ...

Bayramın kutlu olsun anneanneciğim ...

***
Blog Not : Fotoğraf da bir bayram gününe ait. Annem henüz iki yaşında ve anneannem benim şimdiki halime şaşırtıcı bir biçimde benziyor .



Posted via Blogaway

28 Haziran 2016 Salı

GELEN GİDENİ ARATIR DERLER

Oysa hep umutlarımıza sarılmıştık yeni yıla girerken.
Yeninin heyecanı da sarıp sarmalamıştı bizi.

Ve dedik ki 2016 2015' den daha güzel geçsin. Ülkemiz üzerinden kara bulutlar kalksın falan filan.

Sonuç ; fiyasko ...
Gelen gideni aratır derler ya galiba arıyoruz eski yılları ...
Atatürk Hava Limanı'nda patlama ve çatışma şimdiden 10 ölü 20 yaralı.
Günlerdir Akdeniz 'in ciğerleri yanıyor ...

En acısı da insanların duyarsızlığı ...

Ve ben umudumu kaybediyorum iyiden iyiye ...


19 Haziran 2016 Pazar

GÖZÜMÜN İLK AĞRISI



Saati 07: 35'e kurdum; sizi sat dokuzda sınav alacaklar çünkü; gel gör ki şu an saat 05: 30 ve alarndan çok önce uyandım.
***
Aklımda doğduğun andan itibaren sen varsın.  Senin doğumuna gelememiştim . 21 günlüktün tanıştığımızda .
Sonra da hiç ayrılmadık zaten.
***
İlk konuşmaların, kurduğun anlamlı  cümleler, okula başlamadan önce sana kitap okumalarım, her bir kitabı kelime kelime okutman, kitapla ilgili akıllı sorular sorman,  güle  oynaya ana sınıfına gitmen, ilk okulun ilk günü "sevmedim bu okulu, gitmesem olmaz mı? " diyerek ağlaman, birlikte  ders çalışmalarımız,  okul başarıların resmi geçit yapıyor hafızamda.
***
Biraz sonra çok önemli, geleceğini  belirleyecek sınava gireceksin.
Bizim ülkemizde gençlerin geleceğini sınavlar belirliyor  dramatik değil mi?

  Ne tuhaf;  çok heyecanlı da  değilim. Herşey yolunda gidecek gibi geliyor.   Bunun nedeni senin bu zorlu yarışa güzel hazırlanmış olman olabilir mi bilmiyorum.  Ya da sınav temposuna hep beraber alışmış da olaniliriz. ☺
***
Neyse, şans ve başarı hem senin hem sınava girecek tüm gençlerin olsun.
****
Gözümün ilk ağrısı anne yarın olarak başarılar diliyorum sana.
Yolun açık olsun .💖💖



Posted via Blogaway


18 Haziran 2016 Cumartesi

OĞLUMA



Bebekliginden beri senin için tuttuğum günlüğüm vardı benim. Son bir iki yıldır hiç yazamadım ona. 
Mazeretim de hazırdı; artık büyümüştün.  Senin okulun, benim dersanem falan filan

Dün okullar tatile girdi ve sen bütün bir yıl çalışmanın ödülünü aldın .

Şunu mutlaka söylemeliyim; sen aslında benim istediğim gibi bir öğrenci değilsin.  Evde fazla ders çalışmadığın için benim sınav öncesi hep yüreğimi ağzıma getirdin.  Ama aldığın notlar karşısında da çok şaşırttın.  Çünkü ben tüm öğrencilik dönemim boyunca evde az çalışarak matematikten yazılı sınavda 85, Sosyal Bilgiler 'den 90 falan alamadım. Evde de oturup enikonu çalışmam gerekirdi bu notlar için ...
Bu da senin başarın. 
Dersi güzel dinleyen bir çocukmuşsun kuşlar; yok şaka öğretmenlerin öyle  söyledi .☺

Ama dün sen beni iki davranışınla can evimden vurdun oğlum. 
1.   Yemeğini evimizin balkonunda yemedin.  Neden olarak evin aşağısında günlerdir duran  3 çocuklu Suriye 'li aileyi söyledin.  "Onlar orada açken
ben balkonda yemek yiyemem anne " dedin.

2. Arkadaşlarınla veda
fotoğrafı çektirirken en yakın arkadaşın " ki siz buna kanka "  diyorsunuz;  takdir belgesi alamadı diye ve o üzülmesin diye kendi belgeni indirerek hatta neredeyse saklayarak  fotoğraf çektirdin.
Bu iki an var ya oğlum; o andaki duygularımı anlatamam ...
Çünkü sen henüz bilmiyorsun ama  erkekte vicdan çok önemli bir duygudur. Yaşadıkça öğreneceksin.

Sana verdiğim emekler helal olsun.  İyi ki benim oğlumsun.
Hayat yolun açık olsun bebeğim.

****
NOT : Dilerim fazla tembellik yapmadan bu satırları günlüğüne aktarabilirim . Buraya da aklımdakileri unutmayayım diye yazdım ...
Söz uçunca
geriye yazı kalıyor çünkü ...



Posted via Blogaway


15 Haziran 2016 Çarşamba

YAZMADIĞIM GÜNLERDE ...



Bir ay olmuş yazmayalı.  Oysa bu yıl başında kendime verdiğim sözlerden biriydi daha sık yazmak.
Olmayınca olmuyor işte ...

Yazmadığım günlerde; günlerim Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi 'nde geçti.  Sosyal medyada falan da paylaşmadım bu durumu . Demek ki tüm sosyal medya hesaplarım içinde en değerlisi blog sayfam . Ne de olsa ilk göz ağrım.



Annem şiddetli kol ağrısından şikayetçi, onu doktora götürdüm fakat bu sefer de böbrek fonksiyonlarında bozukluk çıktı.
Şimdilik tedavisi mümkün sıkıntılar fakat gelecekte ne olur? Bilemiyorum...

Hastane gözlemlerim çok ilginç .

Bir kere kesinlikle hastanede 65 yaş ve üzeri uygulaması yok !! Yaşlıya saygı, hürmet yok !!!!!
Misal asansörü bile kullanamadık. 
80 yaşında, eli bastonlu bir kadın  olan  annem merdivenleri kullanarak doktora gitti geldi;  zira asansör çocuklar ve gençler tarafından işgal edilmişti.  Sıra ona gelemedi bir türlü.

Sırasını beklemeden doktorun odasına dalanlar, doktora kendi tedavi yöntemlerini  anlatanlar, bana şu ilacı yaz bunu yazma diyerek doktorun işine müdahale edenler  ve daha neler neler.
Saygısızlığın tavan yaptığı bir yer olmuş.
Yazsam güzel bir kitap olur.

***

Kitap dedim de bu arada okumayı da bırakmadım elbette.
Çatı Katı Aşıkları ' nı okudum ve romana aşık oldum .☺
Cidden bu yıl okuduğum en iyi  romanlardan biriydi.
Şükran Yiğit'in emeğine ve kalemine sağlık.
kitapsesleri.blogspot.com.tr de duygularımı anlattım zaten.
Acil bir şekilde yazarın diğier iki kitabını da okumak istiyorum.

Ardından Şebnem İşigüzel' in son romanı Gözyaşı Konağı 'na başladım . Onu da çok sevdim.

 Dönem romanları okumayı seviyorum. İki kitabın dönemleri birbirinden çok farklı ama Gözyaşı Konağı'nın da hakkını teslim etmek lazım.

Bu hengâmede nasıl okuyorum ben de bilmiyorum ama okuyorum işte.
Okuyarak sıyrılıyorum sıkıntılarımın arasından.
Bu yıllardır hep böyle...
Yaşım ilerledikçe sadece biraz çaptan düştüm galiba :)
Gözlerim yarı yolda bırakıyor beni .

Cuma karne günü.  Bir okul yılı daha geride kaldı.
Önümüzdeki yıl TEOG koşuşturmasının içinde olacağız.
Sonra bir bakmışız üniversite.
Sevgili yeğenim de cumartesi ve pazar giriyor üniversite sınavına.
Oysa daha ilkokula yeni başlamış gibi herşey.
***
Yıllar hızla geçiyor ve fark etmiyoruz.
Eskiyoruz, eksiliyoruz ...
Fark etmiyoruz ...



Posted via Blogaway

17 Mayıs 2016 Salı

YAŞADIĞIM YILLARIN HEDİYESİ

Bugün tam da o gündü.

Aylardır yapmak istediğimi yaptım.


Evde fazla olan, gereksiz olan ne varsa hepsini attım. 
Oğlumun küçülmüş giysilerini ayırdım; işe yarayanları ihtiyaç duyanlara vermek için. 

Okuduğum, benim için az öneme sahip kitaplarımı bir sahafa bıraktım.  İstersen yeni kitaplarla takas edelim dedi sahaf; yok dedim elimdekileri bitireyim önce .

Yıllardır giydiğim, çok da rahat ettiğim çizmelerime veda ettim. Aksi takdirde o beni terk edecekti.
Bunlar ilk aklıma gelenler .

***
Ben herseyi kolay atabilen biri degilimdir.

Bugün yaptığım evde kendi  çapımda kendi devrimimdi.
Nasıl rahatladım anlatamam.

Sonra  bizim kızlarla buluştuk; kahve içtik . Onlara da anlattım küçük devrimimi ve nasıl rahatlayıp mutlu olduğumu.

Arkadaşlardan biri ; " Keşke, gereksiz insanları da hayatımızdan  böyle atabilsek " dedi.

Şöyle bir düşündüm;  kırklı yaşlarımın son beş senesinde çokça yaptığım şeyin bu olduğunu fark ettim.

Enikonu gereksiz eşya atmayı beceremesem de, 
gereksiz  insanları hayatımdan  çıkarmayı becermişim.
Bu da yaşadığım yılların bana hediyesi olsun...
Galiba  biz buna tecrübe diyoruz ...















Posted via Blogaway


5 Mayıs 2016 Perşembe

NE OLURDUM ?





Gerçekten merak ederim ben;  ben olmasam  ne olmak isterdim diye.

Uzun uzun da düşünmedim aslında, düşünmesi keyifliymiş bunu fark ettim.

Sevgili Eren bu konuyla ilgili mim göndermiş bana. Mimleri cevaplamayı seviyorum.

Özellikle yazmak için konu sıkıntısı çektiğim anlarda yardımcı oluyor mimler bana.

Bu sefer de böyle oldu.

İşte yanıtlar ne olurdum :

1.Yemek olsam ne yemeği olurdum?

Bahar ayındayız ya, enginarı  çok severim  zeytinyağlı enginar olurdum .

2. Müzik aleti olsam ne olurdum?

Kesinlikle ud olurdum. Bu aralar içimde ud çalma isteği var. Yıllar önce başlayıp bıraktığım için çok pişmanım ama zararın neresinden dönsem kârdır değil mi? Bir yerden devam etmek lazım .

3. Araba olsam hangisi olurdum?

Oğlumun en sevdiği film olan Arabalar 1 ve 2 filmlerinin kahramanı Şimşek Mc Quenn olmak isterdim. Arabalar 1 ve 2’yi oğlum sayesinde 3 – 4 kere izlemiştim de sevmiştim keratayı J

4. Aylardan hangisi olurdum?

Mayıs olurdum. Baharın en güzel ayı mayıs bence.  İnsanın yüreğine ılık rüzgarlar, taze çiçek kokuları dolduran bir aydır mayıs bana göre …

5. Ayakkabı olsam hangisi olurdum?

Çok tarzım olmamasına rağmen yüksek topuklu bir ayakkabı olurdum. Nedenini bilmiyorum, görüntüsünden olabilir, topuklu ayakkabıları çok estetik bulurum  

6. Kıyafet olsam hangisi olurdum?

Yazlık bir elbise olurdum. Fazla uzun  olmayan ama çok da mini olmayan, boyundan bağlı, omuzları açıkta bırakan, rengarenk bir yazlık elbise olurdum.

7. Renk olsam hangisi olurdum?

Yeşil olurdum. En sevdiğim renktir yeşil, giyside de makyajda da, doğanın içinde de yeşile bayılırım.

8. Hayvan olsam hangisi olurdum?

Teredüttsüz kedi olurdum. Ev kedisi olmayı tercih ederim tabii J

9. Şu anda okuduğum kitabın 137. sayfasında ne var?

Buket Uzuner’in son kitabını okuyorum, 137. Sayfada dikkatimi çeken bir yazı yok ne yazık ki ama 136. Sayfanın başında bir baş ucu cümlesi var onu paylaşmak isterim :

“ Kişi inciyi denizden çıkarmadıkça o ister inci olsun ister çakıl taşı, fark etmez. “


BLOG NOT 1  : Çok eski bir yazımmış; kitapsesleri blogumda eski bir zamanda yayınlamışım; bir de bu sayfamda paylaşayım.
  
BLOGNOT 2 :  FOTOĞRAF instagramdan kime ait bilmiyorum. Yazı konusuyla bir ilgisi yok, sadece İstanbul özlemimden paylaştım hepsi bu. :)

1 Mayıs 2016 Pazar

'' KÜÇÜK ŞEYLERLE '' NEFES ALMAK ...

Bu gün  1 MAYIS. Emeğin ve emekçinin bayramı. Bütün dünyada bayram havasında kutlanan bu günün benim ülkemde savaş gibi geçmesi tam bir yazı konusu ama benim yazımın konusu şükür ki bu değil !!!!

Anlık mutluluklardan söz etmek istiyorum. Küçük ama o anda beni çok mutlu eden şeylerden.

Son zamanlarda güzel yurdumda  yaşanan sıkıntılardan   beni bir anlık da olsa  kurtaran  küçük mutluluklar mayıs ayının ilk yazı konusu olsun :

Bugün eve gelirken beş dakikalık yolu güvenlik önlemleri nedeni ile yarım saatte tamamlarken ve adım başı polis kontrolü ile karşılaşmışken, mahallenin bakkalına girdiğimde bir kenarda duran bu güzellikler.




  İstanbul'dan gelen  kuzenlerimle Antalya'ya tatile gelmişim gibi gezerken karşılaştığım ışık oyunu .



Deniz mevsimini erken açmanın haklı gururunu yaşarken, Bey Dağları'nın bulutlar ve denizle muhteşem buluşmasını izlemek ...
Blog sayfalarında yazılarını severek okuduğum bir arkadaşımın son derece başarılı bulduğum ilk romanını okumak ve her zaman olduğu gibi kitaplar arasında kaybolmak ...
Böyle geçti yılın dördüncü ayı; küçük şeylerle nefes almaya çalışarak ...