31 Ağustos 2010 Salı

YILANNNNNNN !!!

alp12

Kayahan’ın o ünlü şarkısında söylediği kadar cesur değilim ben.

“ Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar.”
Yalanı sevmem, hiç sevmem hem de, ama yılandan korkarım.

Her renginden, her çeşidinden hem de.

Görüntüsü soğuk gelir; o yerlerde sinsi ve hızlı bir şekilde sürünmesi soğuk gelir, uzun uzun yazmayayım şimdi…

Geçen hafta sonu, o çok sevdiğimiz yazlık kır evimizde, önce minik çilek tarlamızın içinde, sonra da nar ağacının üzerinde gördüm onu.

Görmeseydim eğer, bu yazı asla yazılmayacaktı.

Tek tük kalmış pembe minik çilekler ve olmaya yüz tutmuş narların arasında bahçe sanki onunmuş gibi salına salına, pardon sürüne sürüne geziyordu !!!

Çileklerin arasında ilk gördüğümde verdiğim tepki evlere şenlikti ama asıl bir iki saat sonra nar ağacında gördüğümdeki halimi anlatmama gerek yok sanırım.

O da beni her iki seferde gördü, hatta benim onu gördüğümden daha önce gördü ve o çeviklikle kaçıp gitti.

Rengi griydi, görüntüsü soğuktu.

Sonradan öğrendik ki; gri yılan yılanların içinde en zehirli olanıymış.

Bir de kindarmış bunlar.

Yılanın eşini öldürürsen o da bir şekilde öldürenden intikamını alırmış !!

Bunları dinlerken kanımın donduğunu hissettim, Antalya’nın o ünlü “kakalak” larına falan saygı duymaya başladım.

En azından; kanatlıydılar, kocaman antenleri falan vardı ama kindar değillerdi zavallılar. Üzerine basılınca, bulundukları ortam ilaçlanınca ölüp gidiyorlardı; bir de intikam peşinden koşmuyorlardı.

Sivrisinekler gözüme sevimli gelmeye başladılar; ne olacak yani ısırınca biraz kaşınıyoruz o kadar; yılan öyle mi ya o ısırınca doğrudan acil servislik oluruz herhalde diye düşünmeye başladım.

Eee, peki ne yapacağız bunlar kindar diye? Önlerinde hürmetle eğilecek miyiz? Nasıl kurtulacağız bu hayvanlardan?

Bir tarım ilacı firmasında çalışan arkadaşımı aradım sonra, ondan öğrendiğime göre yılana kesin çözüm kükürtmüş.
Kükürtün olduğu yere yılan gelmezmiş.

Hemen eşim duruma müdahale etti. Bahçeyi, evin çevresini kükürt cennetine çevirdi.

Ama bu bana yetmedi !!!

Duruma daha kesin, net ve hatta dahiyane bir çözüm buldum.

Bu çözümden de şimdilik çok memnunum; yılanlar bahçeden kaçana ya da ne bileyim yok olana kadar yazlığa gitmeyeceğim :)



Fotoğraf : Bahçemizden.
Bu kadar maceradan sonra yazıma yılan resmi koymak istemedim:)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

HER ŞEY DAHİL!!

resim-032Tatil Nasıl Geçiyor?

Bu aralar en çok duyduğum soru bu?

Tatil nasıl geçiyor?

Hemen anlatayım :

Haziran : Derslerim mayıs sonu bitti, okullar tatil oldu, oğlumla baş başa kaldık.
Oğluma karne hediyesi gitar aldım, ikimizde de bir heves bir heves, onda öğrenme ben de öğretme hevesi, o boş tellere basmayı öğrendi; arada bir cıvıttı ama olsun kabulümdür; anne oğul haziranda ağustos böcekleri gibiydik, bu arada ay ortasında deniz mevsimini de açtık.
- Deniz mevsimini açma sebebim tamamen oğlumla ilgilidir, deseler ki deniz kıyısında mı yaşamak istersin yayla da mı, tercihim yayla da yaşamak olur ve hatta dağ bayır yürümek oraları keşfetmek ilk tercihimdir. –


Temmuz : Yazlık bir şehirde yaşadığımız için misafirlerimiz geldi, deniz maceramız artan sıcaklarla doğru orantılı olarak devam etti.
Bu arada kitaplarım beni, ben onları hiç yalnız bırakmadık. ( Bunları da ayrıca yazacağım )
Hava iyice ısındı yazın keyfi kaçmaya başladı!

Ağustos : 1 Ağustos 2010 tarihinden beri hastayım, hastayız, hastalar şeklinde yaşayıp gidiyoruz.
Önce şiddetli bel ağrılarım oluştu. Kendimi tedavi etmek için doktora hastaneye gidip gelirken, annem ardından oğlum hastalandı.
Geçen geceyi de oğlum için acilde geçirdik.
Ağustos başında burcumu okumuştum.
“ Dikkatli ol sevgili oğlak; Plüton ters açı yapıyor, olumsuzluklara hazır ol” gibi şeyler yazıyordu.

Bunu Plüton yaptıysa çok ayıpladım kendisini, oysa çocukken, ona çok acırdım ben, - güneşe en uzak gezegen, nasıl soğuktur kimbilir - falan diye gezegen de olsa kimseye acımamak lazım demek ki:)

İşte bizde tatil böyle geçiyor.

Her şey dahil şeklinde.

Mutluluk, sıkıntı, eğlence, hastalık vs. vs….

Ben herşeye rağmen fotoğrafta gördüğünüz kedimiz Çilek gibi yaşadığı andan keyif alma derdinde:))

16 Ağustos 2010 Pazartesi

YATAK ODASINDAKİ DOLAP

untitled2

Yeni taşındığı için eşyalarını yerleştirmekte olduğu evinin balkonuna çıktı.
Kendine bir yorgunluk kahvesi yapmıştı.

Birkaç yıl önce birileri ona yıllar sonra çocukluğunun geçtiği yerlere geri döneceksin ve tekrar buralarda yaşamaya başlayacaksın deseydi inanmazdı.
Oysa ani bir kararla on beş yıldır yaşadığı şehri terk edip, kızını da yanına alıp geri dönmüştü işte.

Kahvesini içerken etrafa gözü takıldı.
O eski evler kalmamıştı artık, hep çok katlı yeni binalara dönüşmüştü o güzelim geniş bahçeli evler.

Havanın çok sıcak olduğunu düşündü sonra. “Ne yapalım yaz ayları tabii sıcak olacak” diye geçirdi aklından.

Kahvesi bitince kalktı, balkondan içeriye girip eşyalarını yerleştirmeye devam etti.

Her şey iyi güzel yerleşmişti de yatak odasındaki dolap gözüne takılıyordu.

Yeni evinin geniş bir salonu, mutfağı ve banyosu vardı ama yatak odası aynı genişlikte değildi.

Elbise dolabını yatağın ayak ucuna koymak zorunda kalmıştı.

Dolap öyle eğreti duruyordu ki gece uyurken üzerine devrilecekmiş gibi hissediyordu.
Dolabın yerine çare aramayı düşündü, sonra vazgeçti; hele iyice bir yerleşsin ona da bir çare bulurdu elbet.

Biraz sonra kızı Ada geldi. Anneannesi ve dedesiyle çok güzel vakit geçirmişti.

Buraya geldiğimiz iyi oldu diye düşündü, anneaanesi  ve dedesi  küçük Ada’ya doyacaklardı artık. Ada da burada olmaktan mutluydu.

Sonra ardında bıraktığı şehri ve hayatını düşündü, eşinden ani bir kararla ayrılmasını, iş değişikliğini, son bir kaç yılda ardarda gelen sorunlarını düşündü.

Yeni evine yerleştiği, bu gün hayatında milat olacaktı.

Takvime işaret koydu, 2. hayatım diye not düştü. Ayın onaltısıydı, günlerden pazartesiydi.

Akşam saatlerinde Ada’ya yemek hazırladı, banyosunu yaptırdı bütün günü oyunla geçirmiş olan küçük kız - “ Yarın yine dedemlere gideceğiz di mi anne?” diyerek uyudu. Kızını yatağına yatırdı.

Havadaki acımasız sıcak giderek artmıştı. Sıcaktan öte tuhaf anlamlandıramadığı bir şeyler vardı, gece geçmek; sabah olmak bilmiyordu.

Odasına çekildi, yaz aylarında televizyon hiç izlenmiyordu, zaten televizyonla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı.

Yatağın baş ucundaki abajuru açtı, kitabını okumaya başladı.

Gözü ikide bir, devrilecekmiş gibi duran dolaba takılıyordu. Buna yarın mutlaka çözüm bulmalıyım diye geçirdi aklından.

Ne kadar zaman geçti bilemedi. Ada’nın yanına geldiğini gördü. –“ Anne uyuyamadım korktum karanlıktan birlikte uyuyalım mı?” diyordu küçük kız.

Saatine baktı saat 02.30’du.

-“ Ada’ cığım hadi gel bu gece salonda uyuyalım, bu oda çok sıcak “dedi.

Kızını alıp salona geçti, Ada uyumaya devam etti ama onun uykusu bölünmüştü bir kere; “sabaha kadar otururum artık” diye söylendi kendi kendine. Bu uyku bölünmesi Ada’nın doğumundan kalmıştı ona.

Ada’yı salondaki çek-yatın üzerinde bırakıp mutfağa geçti, kendine bir bitki çayı yaptı. “Papatya çayı uyku verirmiş deneyelim bakalım” diye düşündü.

Çayını yavaş yavaş içmeye başladı.

O sırada beklenmedik bir şey oldu.

Birden her yer sarsılmaya başladı, ne olduğunu anlayamadı; sadece sarsıntıyla birlikte derinlerden gelen bir uğultu duyuyordu.

Kızını kucakladığı gibi evden dışarı attı kendini. Daha sonra düşünüce bunu nasıl yapabildiğine kendi de şaşacaktı.

Küçük kız olup bitenin farkında değildi.

Çocukluğunun geçtiği o güzel sokaklar insan çığlıklarıyla dolmuştu.

Binalar domino taşları gibi yıkılıyordu.

Heyecandan titremeye başladı. Annesini babasını düşündü.

Kucağındaki kızına sıkı sıkı sarıldı, sürekli kendi kendine; ” iyi ki uyumamışım; iyi ki “ diyordu .

O kalabalığın içinde birkaç saat sonra anne babasını buldu, neyse ki onlara da bir şey olmamıştı.

Yüzyılın coğrafya değiştiren depremlerinden birini yaşıyorladı. Kendilerini çok zor günlerin beklediğini henüz hiç kimse bilmiyordu.

Birkaç gün sonra oturdukları daireye girdiler.

Bina hafif çatlaklar olsa da yıkılmamıştı.

Evin içindeki bütün eşyalar bir yerlere savrulmuştu.

Yatak odasına girdiğinde kendisini rahatsız eden elbise dolabının yatağın üzerine düştüğünü ve yatağın kırıldığını gördü.

Hayat böyle bir şeydi işte, yaşadıkları şans mıydı, tesadüf müydü?
Bilemedi.

İnce bir ip üzerinde yürümek miydi hayat?

Ne yazık ki herkes o ve küçük kızı kadar şanslı değildi.

İp acımasızca kopabilirdi, bazıları için çoktan kopmuştu bile...

* * * *

Blog Not : 17/ Ağustos/1999 Marmara Depreminde tüm gidenlerin, ama en çok henüz dört yaşında olan ve deprem sırasında uyurken üzerine elbise dolabı düştüğü için hayatını kaybeden küçük bir kızın anısına… …

10 Ağustos 2010 Salı

GEREKSİZ YORUM

untitled1Sizin yazılarınıza ve sayfanıza da oluyor mu?

Ben çok sıkıldım artık.

Hiç tanımadığım ve tanımam mümkün olmayan insanlardan saçma sapan yorumlar alıyorum.

Genellikle Rusça ve İngilizce olarak gelen bu yorumlar bir sürü porno sitelerinden, uyuşturucu ilaçlardan, haa, bir de viagradan söz eden yazılar içeriyor.

Sayfamda bunları istenmeyen olarak işaretleyip silsem de kımıl zararlısı şeklinde çoğalıyorlar.

Bunlardan kurtulmanın bir yolu var mıdır?

Yoksa ben oturup her gün ya da gün aşırı gelen 379 tane abuk yorumu silmek zorunda kalıp bilgisayar başında bir de buna mı mesai harcayacağım?

Son günlerde o kadar çoğaldılar ki başa çıkamaz oldum artık.

Böcek ilacı gibi ilacı olsa keşke bunların da üzerlerine sıksak, o zaman işimiz daha mı kolay olurdu ne?:)

Gerçekten fikrinize ihtiyacım var arkadaşlar, spam midir nedir bunlar, nasıl kurtulmak gerek?

5 Ağustos 2010 Perşembe

FACEBOOK KULLANIM TESTİ !!

untitled


1. Facebook’a girme amacınız nedir?
a- Çevremi genişletmek
b- Nuh nebi yıldan kalma arkadaşlarımı bu saatten sonra ne işime yarayacaksa bulmak
c- Face book mu? O da ne?

2. Facebooktaki profil resminizi ne kadar sıklıkta değiştirirsiniz?
a- Gün aşırı
b- Haftada bir; hatta hiçbir resmimi beğenmeyip en son bebeklik fotoğrafımı bile koydumdu
c- Profil resmi mi? Profilden mi çektirmek gerekiyor acaba?

3. Facebooktaki arkadaş sayınız kaç?
a- 500 – 1500 arası
b- 100- 300 arası
c- Kendi arkadaşlarım bana yetiyor

4. Facebook kullanmak nereden aklınıza geldi?
a- Sanal alemde denizden babam çıksa yerim.
b- Arkadaş zoruyla
c- Facebook nedir kardeş?

5. Facebook’da yan tarafta yer alan tanıyor olabileceğin kişiler senin için ne ifade ediyor?
a- Kesin bir yerlerden tanıyorumdur
b- Tanıyor olabilirim
c- Yan taraf ne kardeş?

6. Facebook’da paylaşılan videolar için ne düşünüyorsun?
a- Çok beğeniyor ve gerekli buluyorum
b- Eh işte ne bileyim
c- Video mu paylaşım mı? Paylaşım video ile mi oluyor artık ? Neyi paylaşıyorlar ki?

7. Facebook’da kaç fotoğraf albümünüz var?
a- Sayısını unuttum
b- 3 -5
c- Benim albümler evde, salondaki büfenin çekmecesinde duruyor



Sonuç :
-a - lar çoğunluktaysa; facebook ve siz ayrılmaz parça olmuşsunuz bile tebrikler !!!

-b- ler çoğunluktaysa; facebook sizin için fazla bir anlam ifade etmiyor; olsa da olur olmasa da.

-c- ler çoğunluktaysa; facebook sizin için hiçbir şey ifade etmiyor, İngilizce biliyorsanız , ayrı ayrı “face” ve “book” kelimelerinin anlamlarını biliyorsunuz o kadar,
sizi de ayrıca tebrik etmeli !!!