30 Aralık 2011 Cuma

POSTACI KAPIYI KAÇ KERE ÇALAR ?

Sahi postacı kapıyı kaç kere çalar?
Bizim postacı kapımızı hiç çalmıyor. Üstelik gelen zarfları posta kutusunun içine bırakmak da sanırım kendisine zor  geliyor. Apartmanın içinden zarfları toplar olduk artık.

Bence postacı ya  şaşkın, ya da beni kıskanıyor :)
 Herkesin birbirine yeni yıl kartı göndermek yerine mail atmasına alışmış olmalı, yeni yıl kartlarının bana gelmesini hazmedemiyor diye düşünüyorum !!!

Geçen haftadan beri bana gelen kartları hep apartmanın farklı yerlerinde buluyorum çünkü. Postacı amca kartları apartmana rastgele atıp gidiyor ...

Neyse, sıkı takiplerim sonunda zarflarıma, yeni yıl hediyelerime kavuştum.

Blog dostlarım; iyi ki varsınız.
Hayatımı renklendirdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Yeni yıl güzelliklerle gelsin hepimizin evine ve o güzellikleri paylaşalım yazılarımızda yine hep birlikte...


29 Aralık 2011 Perşembe

NERİMAN SULTAN


Sen gideli o kadar uzun zaman oldu ki ...

Tam da bu gün 21 yaşımı bitirmeme az zaman kala gitmiştin.

İyi ki ömrünün son üç gününü başabaşa geçirebildik.
Her şeye kıyısından kenarından yetişen ben; senin son üç gününde yanında olabildim iyi ki.

Sana yemeklerini yedirdim, ellerini, ayaklarını ovdum, öptüm kokladım ve sen, ben yanından ayrıldığım günün sabahında gittin.

Sen giderken değişmeye başlayan dünya artık iyice değişti, görsen tanıyamazsın !!!

Duvarlar yıkıldı, rejimler değişti; neyse sen sevmezsin insana zarar veren her şeyi anlatmayayım uzun uzun.

Aralık ayını halen sevmiyorum aslında.
Ara sıra içime yeni yıl coşkusu düşüyor elbet.
Hele evde bir çocuk varsa, o coşkuya kapılmamak mümkün değil sen de bilirsin.

Sahi sen onu da göremedin.
Bana çok benziyor. Seni anlattım ona, seni iyi tanıyor.
Yaz aylarını sizin evde geçirdiğimi, birlikte  aldığımız kitapları anlattım.
Boncuk gözleriyle dinliyor; bazen de şaşırıyor; " Benim anneannemden daha iyi bir anneanne olamaz" diyor, çocuk işte ...

Biliyor musun o da dün gece çok hastalandı, ateşler içinde yandı bu gün doktora gideceğiz.

Neden eski yıl giderken böyle oyun oynuyor ki bana ?


Bu gün evde seni konuşacağız, dualarımız seninle olacak. Bize kazandırdıklarını paylaşacağız her zaman olduğu gibi.
Acaba görür müsün oralardan bizi Neriman Sultan, duyar mısın sesimizi ?

26 Aralık 2011 Pazartesi

İKİ ŞEHRİN ÖZLEMLİ HİKAYESİ


 Çok fazla şehirde yaşamadım ben.
Şans mıdır şansızlık mıdır onu da bilmem.

Hayatımın uzunca bir dönemi İstanbul - Antalya arası günlük sefer yapmakla geçmiştir.

Bu iki şehir söz konusu olunca kendimi bukalemun gibi hissederim.

İstanbul'a gittiğim anda halen orada yaşayan bir İstanbullu gibi davranırım. Caddelerinden, sokaklarından her gün geçiyormuşum gibi.
Akşam olduğunda Moda'daki evimize dönecekmişim gibi...

Antalya'ya geldiğimde biraz yabancılık çekerim inanır mısınız?
Akdenizi severim; mavinin her tonunu görmek mümkündür Akdeniz'de. Ama denizde hareket ararım; şehir hatları vapurları misal, Antalya'ya  ilk geldiğimde ne çok özlüyordum:)
Antalya'ya döner dönmez;  Bey Dağları'nı görebileceğim bir yere koşarım; bu dağ merakımı beni tanıyanlar iyi bilir.

Dağların ardından güneşin doğuşu, batışı  etkiler beni.
Konu gün batımı olunca İstanbul da etkiler beni. Neyse konu bu değil zaten.

Konu ne biliyor musunuz?

İstanbul büyülü bir şehir. İçine karıştığınızda bir şekilde hayata devam edebildiğiniz şehir. Tam bir metropol olsa da, trafiği insanı canından bezdirse de, kalabalıktan şikayet etsek de,  yaşama gayreti içinde olduğumuz şehir. İnsanın koşturmaktan kendini dinleme fırsatı yok sanki.
Antalya da  birkaç yıldır büyük şehir konumunda, oysa sadece İstanbul' un  küçük kardeşi bence.

Dingin, huzur dolu. İnsanın kendini dinleme fırsatı bulabileceği şehir. Hayat hep tatil yapıyormuş gibi geçiyor.
Hangisi daha iyi acaba?
Bir metropolün içinde kaybolup yolunu bulmaya çalışmak mı, dingin olup kendini dinleyerek yaşamak mı?
İnsan kendiyle başbaşa kalmaktan da sıkılabilir, bir yere kadardır bu kendini dinleme halleri; bence tabii.

Beni sorarsanız adım gibiyim.
Hangi şehirde olsam özlemim bir diğerine oluyor.
Hani doğduğun şehir mi; doyduğun şehir mi derler ya; benim için ikisi de ayrı ayrı değerli ... Ne Antalya'dan vaz geçebiliyorum, ne İstanbul'dan ...

22 Aralık 2011 Perşembe

GÖK KUŞAĞI RENKLERİ GİBİ

Düşünüyorum da, bu bendeki yeni yıl telaşı ve sevinci yaşım kaç olursa olsun hiç bitmeyecek !!!
Günler önceden evin süslenmesi, ufak tefek hediyeler, yeni yıl evde karşılanacaksa herkesi biraraya toplama telaşı, yiyeceklerin hazırlanması bence hayatın renklerinden ...


Yeni yıl telaşımı gök kuşağı renklerine benzetiyorum. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert mor. Ne güzel hepsi bir arada ...

Biz bu yıl ailecek evde yılbaşı çekilişi yaptık.
Fikir oğlumdan çıktı.
Şimdi herkes birbirine hediye alacak.
Kimse kimin çıktığını inatla birbirine söylemiyor.
Fikir sahibi oğlum meraktan çatlıyor :)
Yeni yılı karşılarken hatırlanmak güzel.
Blog arkadaşları arasında da sevgili Zuzu bir çekiliş başlatmış .
Ayrıntılar için Zuzu'nun sayfasına bir tık yeterli.

Sağlığımız yerinde olduktan sonra, yaşlanmakta olduğumuzu bilsek de yeni gelen yılı karşılamak güzel.
Başımızı göğe kaldırdığımızda gök kuşağı görmek gibi ...

19 Aralık 2011 Pazartesi

YENİ YILI BEKLERKEN

Böyledir insanoğlu, yeni bir şey gördü mü, kullandığı, eskittiği her şeyi bir kenara atar

On iki gün sonra,bir yılı daha eski takvimlerin arasına gönderiyoruz.
Yeni yıl her zaman olduğu gibi yeni umutlar vaad ediyor bize, umut olmazsa yaşanmaz bunu da biliyoruz.

Ben listemi yaptım, umutlarımı, dileklerimi yazdım. 31 aralık gecesi saatler on iki olduğunda, yeni yıla güzel bir hoş geldin partisi yapıp, sonra da bir kenara çekip sıralayacağım dileklerimi.
İlk günden çok bıktırmamak lazım yeni yılı biliyorum;
çok fazla bir şey istemiyorum aslında, her insanın dilekleri gibi benim dileklerim de :

1- Önce sağlık diliyorum yeni yıldan. Sağlık gidince geri gelmesi zor oluyor çünkü,


2- Sağlığın yanında huzur diliyorum. " Evdeki huzur, zenginlik budur " cümlesinin özellikle altını çiziyorum,

3- Biliyorum, sağlık ve huzur elele tutuşunca mutluluk da onları yalnız bırakmayacaktır, mutuluğun hiç gitmemesini diliyorum,

4- Arkadaşlarımdan, dostlarımdan hiç ayrılmamayı diliyorum,


5- Daha çok kitap okumak istiyorum. Şu günlerde elimdeki 2011 yılı kitaplarını yutarak okuyorum, 2012 için yeni listeler yapıyorum.

6- Ülkemde deprem sel gibi felaketlerin olmamasını, ya da en az hasarla atlatılacak alt yapıların oluşmasını diliyorum.

7- Barışın yer yüzündeki en anlamlı ve önemli değer olduğunun, ülkeleri yönetenlerin artık anlamasını diliyorum.

8- Daha çok üretmek, daha çok etrafımdakiler için faydalı olmak istiyorum,


9- Yeni yılda daha çok gezmek istiyorum, hoş ben her yılda gezmeyi isterim, neyse bu yıl daha çok gezeyim istiyorum,

10- İlkokul hayatında geçen yıllara göre kendini aşan oğlumun başarısının devamını diliyorum. - Beni tanıyanlar bilir özellikle 1. sınıf hallerimiz kabus gibiydi !!! -,

11- Mili piyangodan büyük ikramiye bana çıksın istiyorum, şaka tabii çıkmayacağını biliyorum, haa iyi ki geldi aklıma sahi bilet almadım daha :)),


12- Yazın aldığım kiloları aldığım yere iade etmek istiyorum ...

15 Aralık 2011 Perşembe

TATİL GÜNÜMDE ...

Dün tatil günümdü!!!

Kış aylarında, gündüz dersim olmadığında o günü kendime tatil ilan ederim de:)

Bir gün önceden arakadaşımla sözleştik sinemaya gidecektik.

Hava da çok güzeldi, günümün güzel geçmemesi için bir neden yoktu yani.

Saat 09.30'a doğru apartmandan gelen bir gürültü duydum. Öyle böyle değil ama sanki biri balkondan düşmüş gibi !!!

Sonra hiç ses, bağırış çığırış duyulmadı. Çok tadilat yapılan bir apartmanda yaşadığım için yine böyle bir şey sandım.

Sonra dışarı çıkmam gerekti, kapıyı açtım, bizim kapının karşısında bir karaltı gördüm.

Biri yerde yatıyordu !!!
Dikkatli bakınca üstkattaki komşumuz olduğunu fark ettim.
Kadıncağız merdivenlerden düşmüştü, yüzü gözü kan içindeydi, baygındı. Duyduğum gürültünün nedenini öğrenmiştim.

O an yaşadıklarımı hatırlamak istemiyorum.
Hemen ambulans çağırdık, komşumuzun yakınlarına haber verdik; bir de bizim apartman yaşlılar cenneti olduğundan diğer komşu teyzeleri sakinleştirmeye çalıştık.

Sonuçta kadıncağızın kafatasında çatlak varmış, hafif derecede beyin kanamsı geçirmiş.
Yoğun bakımda yatıyormuş.

Bir kere daha anladım ki yaşlılık çok zor. Yaşadığımız her anın değerini bilmeliyiz.

12 Aralık 2011 Pazartesi

HAFTA BAŞI MUTFAKTA


Kendi kendime inandığım bir şey vardır; haftaya nasıl başlarsam o hafta öyle devam eder.
Bu yüzden pazartesi günleri doktora falan gitmeyi sevmem ...

Bu haftanın ilk günü de mutfakta başladı !!!

Önce kendi uydurmam olan pırtık böreğini yaptım.
Böreğin adını pırtık böreği diye kendim koydum.
Hikayesi de şöyle; buzlukta donmuş yufkalarım vardı, çukur büyük bir kabın içine 2 yumurta kırdım, sıvı yağ, süt ekledim; yufkaları da bölerek; hatta kopararak içine attım, sonra da bu karışıma peynir ekledim ortaya tepsi de gördüğünüz börek çıktı.

Pişince de lezzetli bir böreğe dönüştü .

Bugünümü bu saate kadar mutfakta geçirmemin asıl nedeni; gördüğünüz aşuredir.

40 yıllık hayatımın 3. aşure denemesidir. Her zaman söylerim; bir kere daha söylüyorum, sabır gerektiren işleri  denemek çok bana göre değil, ama öğrenmek de gerekli tabii:)).
Aşureyi yapınca çok hamarat gördüm kendimi:))

Aşureyi pişirme ve dağıtma faslı bitti, şimdi dağılan mutfağı toplamam lazım, sonra da kısa bir yürüyüş yapsam fena olmayacak.
Yaptığım aşureden yememek bana ayıp olacağı için yedim valla, aldığım kalorileri yakmam lazım :)

Merak ediyorum bakalım, bu hafta hep mutfakta mı geçecek ?

8 Aralık 2011 Perşembe

YENİ YIL KİTAP BİLANÇOSU 1

2011 yılı güzel kitap okuduğum bir yıl oldu.

Bende iz bırakan kitapları ayrıca yazacağım.

Sinek Isırıklarının Müellifi var şu an elimde. Kısacık İstanbul tatilimin sonunda gideceğim gün aldım. Barış Bıçakçı bu kitabı sayesinde yazarım oldu bile.
Kısacık roman içinde öyle güzel cümleler var ki; bir tanesini paylaşayım hemen : Aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır, huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. Kendi kendine sözler verirsin. Boşunadır.

Kitabı bitirdikten sonra sıra blog arkadaşlarımın hediyeleri olan kitaplara gelecek.
Aralık ayı bu kitapları okumakla geçecek, bunları da okudukça paylaşacağım.
Hepsini bir an önce okumak istiyorum.
Okumak ve kitaplar engin bir deniz gibi, en hızlı kulacı da atsan, en hızlı giden gemiye de binsen sonu hiç gelmiyor; öğreneceklerimiz hiç bitmiyor ...

6 Aralık 2011 Salı

NE KADAR SAKARSIN?


Çok sakarım,  anlatılamayacak kadar çok !!

En  fazla sakarlık mutfakta gelir başıma, misal yemek yaparken ya elimi  yakarım, ya keserim illa ki.
Bazen evde toz alırken bir iki biblo kırmışlığım olur,  temizlik yaparken, yerler silinirken kayıp düşme tehlikesi geçiririm çoğu kere.
Bunu temizliği bir an önce bitirme isteğime bağlıyorum; acele işe şeytan karşır derler ya öyle...

Şimdi anlatacaklarım ise sakarlık tarihime geçecek cinsten.

Bir kaç yıl önceydi; evi boyatıyorduk ve ciddi tadilata girmiştik, her yer her yerde yani.

Anneme bir cep telefonu almıştık, telefon lazım oldu; annem telefonu açma ve kapamayı henüz öğrenemediğinden  benden açmamı istedi, ben de telefonu annemden alıp evde bir yerlere koydum.

Neden sonra  açmak aklıma geldi telefonu açtım, pin kodunu girdim telefon açılmadı üç kere pin kodunu girdim açılmadı;  bu sefer de puk kodunu istedi telefon; e ben nereden bileyim puk kodunu, tuttuk telefon firmasını aradık puk kodunu öğrendik tekrar girdik yok numara tutmuyor !!!!

Meğer ben sakarlar kraliçesi; ustalardan birinin telefonu ile annemin telefonunu karıştırmışım. Annemin telefonu sessiz sedasız açılmayı beklerken; olan ustanın telefonuna oldu.

Aynı gün bu yetmezmiş gibi, ustalara tüm iyi niyetimle karpuz ikram etmek istemiştim.
Boya kutularının arasından geçmeye kalkınca, elimdeki karpuz tabağını olduğu gibi boya kutusuna dökmüştüm.

Sonuç mu?
Ustalar  -" Yenge sen işimiz bitene kadar eve uğrama" diye TALİMAT verdiler.
Annem çocukluğumdan beri bu durumlarda benim için kurduğu cümleyi yineledi :
- " Offff kızım ne kadar sakarsın !!! "
Ben hiç akıllanmadım olan bitenden; sakarlık maceram devam ediyor; cidden, halen ...

2 Aralık 2011 Cuma

ESKİ EŞYA ATICISI

Eski eşyalarınızı kolay atabilenlerden misiniz?

Ben değilim...

Biliyorum, evde hepsi çok göze batıyor ama ben her şeyi kolayca atabilen biri olamadım hiç !!!!

İstanbul'dan döndüğümden beri, ev telaşı içindeyim. Ev halen pazar yeri gibi. Yazlıklar bir yerde, kışlıklar bir yerde. Atılmayı bekleyenler ayrı bir yerde benden ilgi bekliyorlar.

Benim ders notları, oğlumun kitapları. Hepsini teker teker elden geçirdim.
Oğlumun küçülmüşlerini ayırdım. Kendi giymediklerimi ayırdım. Tek tek ihtiyaç sahiplerine dağıtacağım.

Öte yandan bir yığın dosyanın arasında boğuluyorum günlerdir.

Oğlanın kreş zamanından karnelerini, yaptığı faaliyetleri, resimlerini bütün ders kitaplarını, defterlerini falan saklamışım.
Artık evde yer kalmadığından bazılarını atayım dedim.
İçlerinden değerli olanları ayırdım, diğerlerini de poşete doldurup kapıya koydum.

Aklım halen  poşetlerde ama; atamıyorum bir türlü.  ( Ben galiba babama benziyorum; babam da böyledir, 1974'de aldığı buzdolabının garanti belgesini bulmuştum iki ay önce dosyalarının içinde !! )
Poşetleri kapıya koyduktan yarım saat sonra kapı çaldı; açtım kapıcı gelmiş, bir ihtiyacım olup olmadığını soruyor, yok dedim; baktım benim poşetleri aldı gidiyor adam .
Şöyle bir konuşma geçti aramızda :

- " Ne yapacaksın o poşetleri sen? "
Kapıcı şaşkın tabii;
- " Abla kapıya koymuşsun, alıp atıcam !!!"
- "Yok alma sen onları, dur ver bana ben bir kere daha gözden geçireyim"
- !!!!!
Gerçekten de geri aldım poşetlerin iki tanesini; güler misin ağlar mısın halime?  Şimdi onları bir kere daha ayıracağım, umarım akşama kadar biter bu işkence ...
Blog Not : Fotoğrafın yazıyla ne ilgisi var demeyin.
Az önce pişirdim bunları damla çikolatalı kurabiye.
Evin içi öyle güzel koktu ki; bence bir evi ev yapan mutfaktan gelen yemek ve kurabiye kokusudur. Asıl yazı konum bu olacaktı, poşetlerle kalakaldım, yazı konumu değiştirdim ben de :)))

1 Aralık 2011 Perşembe

PORTAKAL AĞAÇLARI, ANNEANNEMİN TORUNLARI, DEDEMİN İNSANLARI

İstanbul'dan döner dönmez, pazartesi ve salı temizliğe giriştim.
Bizim ailenin kadınlarında bir hastalıktır bu; tatilden dönünce dip temel temizlik yapılır.
Beni görseniz İstanbul'da iki gün değil; bir ay kaldığımı, evin de toza, kire büründüğünü düşünürdünüz.

Anneannem de böyleydi; genleri hepimize geçmiş işte. Torunu olarak bayrak elimde yani ...
Bu arada temizlik delisi olduğum düşünülmesin; her zaman öfleye püfleye yaparım bu işleri; mutfakta zaman geçirmeyi daha çok tercih ederim .
Neyse, iki gün ev kadını hallerinde gezdikten sonra dün arkadaşlarla buluştum.
Tuhaf şehir bu Antalya, bitmeyen baharıyla, kışa teslim olmuş pek çok şehire hınzırca göz kırparak meydan okuyor adeta.


Sonbahar geç geldiği için, gitmek bilmediğinden , sararan yaprakları gördükçe arkadaşlarla çocuklar gibi  sevindik.
Caddeler boyunca turunç, limon ve portakal ağaçlarını gördükçe  neşemiz arttı.

İşte bu güzelliklere dün, kasımın son gününde bir de Dedemin İnsanları eşlik etti.


Film için yazacak  fazla söz yok; Çağan Irmak yüreğinden geçenleri yine güzel anlatmış, tüm oyuncuları çok beğendim; Çetin Tekindor ve Hümeyra' ya bir kere daha hayran kaldım.

Filmin özeti bence, filmin  içinde geçen şu cümleydi : Noktayı koymak ne kadar zor olsa da; tamamlanmış cümleler daha az acı verir .

Zaman kaybetmeden izlemek lazım ...