29 Ocak 2011 Cumartesi

SAHİLDE KAFKA, AYI YOGİ VE BEN ADAM OLMAM


Tembel öğrenci vardır da öğretmenin tembeline rastladınız mı hiç?

Cevabınız hayırsa beklerim, halen tanışmadıysak tanışabiliriz?

Öğrenciyken de hep annemin deyimiyle " yumurtayı kapıya sıkıştıran " bir öğrenci  olan ben, bu alışkanlığımı halen sürdürmekteyim.

Hazırlanacak sorular, ders notları, sınavlar varken ben aylaklıkla tembellik arasında gidip geliyorum bir kaç saattir !!

İnternetin başında kendime kitap seçiyorum, Antalya'daki tiyatrolara bakıyorum, magazin haberlerini okuyorum ama bir türlü ders notlarına adapte olamıyorum !!!

- Tuğba Coşkun bi daha evlenecekmiş, bana ne !

- Ayı Yogi girmiş vizyona oğluşla mutlaka gitmeliyiz, çocukluğumun çizgi film kahramanıdır kendileri özlemiştim zaten  !

- Uzun zamandır  okumayı ertelediğim Sahilde Kafka'yı ve Murakami'nin yeni kitabını alıp okumalıyım.Zira biyografi okumaktan sıkıldım, bana roman lazım roman !!!

( Hatta utanmasam şimdi gidip kitapçıdan alacağım; kitap krizi böyle bir şey galiba ama gel de sınav sorusu hazırla bakalım; yok yok  ı ıhhh !! )

Bak şimdi bir de aklıma rahmetli dedem geldi. Çocukken dut ağacına  çıktığımda  beni aşağı indirmeye çalışırken anneanneme bağırırdı. " Yok yok bu çocuk adam olmayacak hanım, in aşağı düşeceksin !!! "

Haklıyımış adamcağız,  vallahi ben adamam olmam !!!

28 Ocak 2011 Cuma

MUTLUYUZ


Mutluyuz çok mutluyuz, hele bu sabah   çok heyecanlandık.

Ne de olsa bu gün karne günü.
Unutmuşum bu heyecanı, öğrenciliğim biteli yıllar oldu malum.

Okula kahvaltı bile etmeden giden oğlum, elinde karnesiyle geldiğinde yanakları kıpkırmızıydı.

Tatil planları var onun da kendince.

- Bol bol oyun oynayacak,  (sanki diğer zamanlarda oynamıyor !!)
- Matemetik alıştırmaları yapacak, ( Büyük bir aşama, hayırlı olsun :))
- Sinema ve tiyatroya gidecek,
- Tatilde günlük tutacak,   ( Özellikle bunu çok merak ediyorum )
- İstediği saatte uyuyup, istediği saatte uyanacak,
- Benle beraber mufakta kurabiye ve kek yapacak, ( Bir aşçı yetiştiriyor olabilir miyim ? )
- Tüm bunlardan vakit bulursa kitap okuyacak !!!!

Hadi bakalım kim tutar bizi :)

25 Ocak 2011 Salı

HAVALI RUH HALLERİ

Tuhaf bir hava var Antalya'da bu gün.
Gökyüzü gri, deniz ondan da gri.

Yağmur küçük bir çocuğun içini çeke çeke, sessizce ağlaması gibi yağıyor .


Yakışmıyor güneşin terk etmediği şehre bu hava.

Soğuk da var üstelik.
Antalya değil de Kuzey Avrupa ülkelerinden birindeyim sanki.

Yağmuru sevsem de, galiba arada bir güneşi görmem lazım.

İçine kapanık insanlar gibi oluyorum puslu, gri havalarda.
Kaplumbağa gibi kabuğuma çekilmek istiyorum, hani utanmasam kış uykusuna yatacağım; gerçekten abartmıyorum.

Böyle anlarda içimdeki kendinle barışık Polyanna kılıklı  küçük kız çıkıveriyor ortaya.



" Hadi diyor bana, demle çayını, aç panjurunu geç pencerenin önüne, izle yağmuru, izle kocaman caddeyi.
gazeteni kitabını oku pencerenin önünde o anın keyfini çıkar. Evin işlerini falan boş ver, onlar hiç bitmez zaten.  "

Peki diyorum ona gülümseyerek, yapıyorum dediklerini; iyi de geliyor.
Ihlamur çayı boğazımı yumuşatıyor, Nazlı Eray'ın anıları bir İstanbul'a bir Ankara'ya götürüyor beni.
Bu iki şehri çok özlediğimi hissediyorum yeniden.

Az sonra oğlum okuldan gelecekmiş, akşama ders varmış, sınav yapacakmışım kimin umrunda?

İçimdeki Polyanna kılıklı kız, bitki çayım ve kitaplarım keyif yapıyoruz hep beraber...
Açtığım panjurdan ruhuma hava doluyor.

Ruhum havalandıkça kendime geliyorum.
Ben bu küçük kızı seviyorum ...

23 Ocak 2011 Pazar

MİNİK CAN YENİ HEYECAN

Dün akşam bir hafta önce dünyaya gelmiş minik bir erkek bebeğin ziyaretine gidince ve onun süt kokusunu ciğerlerime  çekince  anne olduğum ana dönerek zamanı geri sardım.

18 yaşında anne olmuş kendisi de çocuk  annenin bebeğine gözü gibi bakmasına tanık olurken;
35 yaşımda anne olmuş biri olarak anneliğin yaşının olmadığını anladım.

Sonra geçen bahar evimizin yakınındaki parkta yavrulayan kedinin yavrularını yanına kimseyi yaklaştırmayarak korumasını düşündüm.

Annelik iç güdüsünün dişi nesle verilen bir armağan olduğuna bir kere daha inandım.

Süt kokan bebeğin melek gülüşünde çocuk büyütmenin emeklerin en özeli olduğunu hissettim.

Sonra eve geldim; oğluma sarıldım, derslerine yardım ettim, onu öptüm kokladım .


Hoş geldin minik can hep mutlu,  huzurlu, sağlıklı ve sevgi dolu  bir hayatın olsun...

19 Ocak 2011 Çarşamba

RENGARENK



Renklerin hissettirdiklerini hiç düşündünüz mü?

Hangi rengi giydiğinizde iyi hissedersiniz kendinizi, ya da hangi renk düşürür enerjinizi?

Eşyalar için tercih ettiğiniz severek kullandığınız renkleri giysilerde tercih etmediğiniz oldu mu hiç?

Doğada size huzur veren ama evinizde ya da üzerinizde kullanamadığınız renkler var mı?

Bu aralar bunu çok sık yaşar oldum ben !!

Kırmızı giyside çok sevdiğim bir renktir. O gün kırmızı giymişsem; iyi hissederim kendimi.

Sarı ise enerjimi tüketir, mutsuz eder beni.
Turuncu kırmızıya yakın bir renk olmasına rağmen taşıyamadığım bir renktir bu yüzden hiç tercih etmem giysilerimde.
Oysa doğarken de batarken de turuncunun en şahanesine bürünen güneş çok etkiler beni.

Gökyüzüne ve denize baktığımda mavinin tonlarından huzur bulurum, mavi bir kazak giyersem kış aylarında daha çok üşürüm nedense.

Yeşilin, her tonu vaz geçilmezimdir. Ördek başı, fıstık yeşili, nil yeşili fark etmez. Bana mutluluk hissi veren tek renktir yeşil.

Gri, fareyi ve yılanı hatırlatır pek giyemem ( aylar önce yazlık evin bahçesinde gördüğüm yılan griydi örneğin ) evde de tercih etmem griyi, bu durumda kahverenginin de Antalya'nın meşhur böceği "kakalakları" hatırlatması gerekir değil mi? Oysa ben kahverenginin her tonuna bayılırım.

Siyaha matem rengi derler ya, benim için hayat kurtaran renktir o, asla vazgeçemem.

Pembe, mor, lila.
Genç kızken tercih etmediğim halde bu yaşımda küçük kız çocukları gibi severek kullanmaya başladığım renklerdir. Kalemlerim bile, pembe, mor liladır hatta:)

Peki ya gözlerimiz renkleri seçemeseydi?
Her şeyin siyah beyaz olduğu bir dünyada yaşıyor olmak ne kadar sıkıcı ve anlamsız olurdu kimbilir !!!

17 Ocak 2011 Pazartesi

SEN KİMSİN ?


Sahi sen kimsin ?

Ya da şöyle sormalıyım; aynı anda kaç tane yüz taşıyorsun cebinde?

Hangi yüzün gerçek peki?

Beni gördüğün zaman yüzüme gülen mi, arkamı döndüğüm zaman sırtımdan vurmaya hazırlanan yüz mü senin?

Biliyor musun hayat çok acımasız, haa bir de çok çabuk tükeniyor her şey.

İş, güç, para, pul bir bakmışsın  var, bir bakmışsın yok !!!!!

Bence herkesten sakladığın gerçek yüzünü eline al ve uzun uzun konuş onunla, hatta ona şunları söyle tek tek :

- Hayat güzel yaşamaya değer,

- Üstelik çok da kısa şu hayat dedikleri , nerede ne zaman biteceğini bilmiyoruz hiç birimiz.

- Çalışmak güzel, üretmek şahane, işte yükselmek olağan üstü. Bunlar için hırs gerekir elbet sen de haklısın.

- Hırsın kendinle olacak ama, kendinle yarışacaksın. Başkalarını ezerek, ezmeye çalışarak bir yerlere varamazsın.

- Sonra kendin küçülür ufacık kalırsın; seni de eziverirler farkına bile varmazsın !!!


Not  : Bu yazı, iş hayatı içinde uyanık geçinen, başkaları üzerinden prim yapmaya hazır, bu uğurda her şeyi göze alabilenlere ithafen yazılmıştır.

14 Ocak 2011 Cuma

SU KADAR GEREKLİ !!

Bu günü kardeşim, ben ve kardeşimin minik kuzusu eşliğinde geçirdik.

Büyük kuzunun hafta sonu doğum günü kutlanacağından ona hediye almak için çıkmıştık aslında.

Alışveriş merkezlerine gidince kitapçılardan çıkamadığım için hediye faslını bitirdikten sonra,  kendimi D&R ve Remzi Kitapevi'ne attım. Neden bilmem Remzi Kitapevi'ni seviyorum ben.
Büyük kuzuya istediği Azap adlı  romanı aldım, son dönem gençlik romanıymış, bir devam romanıymış pek övmüştü kitabı.

Ben de Nazlı Eray'ın yeni anı kitabını aldım.
Eve gelirken yolda okumaya başladım, kitabın ilk sayfaları önce beni İstanbul'a götürdü.
Annesiyle sohbeti ise darmadağın etti. Bir de baktım ki 15 dakikada hem evime yaklaşmış hem de 30 sayfa birden okumuşum. İnsan anılarını fantastik roman tadında yazar mı?
Nazlı Eray ise yazar elbette.

Nazlı Eray bilmez, öğrenciliğimde kitapları yol arkadaşım olmuştur  benim.
Antalya  İstanbul yolllarında çok kitabını okumuşumdur.

Bu arada Paul Auster'ın Görünmeyen'ini bitirdim, şahaneydi.
Bitmesin diye neredeyse koklaya koklaya okudum romanı.
Çok çok beğendim.

Yeni kitabı da okunma sırasına girdi bile.
Ona biraz zaman tanımak istiyorum, nedense aynı yazarın kitaplarını arka arkaya okuyamıyorum.
Araya mutlaka başka kitaplar girmeli.

Remzi Kitapevi'nde bir kitap daha gördüm ki, bunu da mutlaka alıp okuyacağım. Chanel Rüya Gibi Bir Hayat  

Hafta sonuna böyle giriyorum işte, bir yandan derslerle ama  bolca kitapla.

Artık iyice eminim, kitaplar hayatımda su kadar gerekli, okumazsam kuruyorum, soluyorum; okursam nefes alıyor, besleniyorum ...

12 Ocak 2011 Çarşamba

KIRT KIRT KIRTASİYE

Artık iyice eminim, ben iflah olmam !!

Uzun bir ömrüm olur da yaşlanırsam eğer; beni  bir elimde baston bir elimde renk renk kalemler, defterler, ajandalarla görmek mümkün olabilir !!

Öğrenciyken de böyleydim ben, tam  bir kırtasiye canavarı.

Hatırlıyorum da, 0.5 uçlu kalemler ben lise ikideyken çıkmıştı ilk kez. Pilot markaydı, dünyanınn parasını verip almıştım.
Bunu sonraki yıllarda 0.7 ler, 0.9 lar izledi ben yine  de  kaleme  doyamadım.

Oğlum bile benden daha az düşkün kırtasiye denen şeye.
Kalemlerini sonuna kadar kullanıyor çocuk.
Bende çeşit sınırsız.
Renk renk fosforlu kalemlere taktım mesela bu aralar, hatta fosforlu kalemin kurşun olanını bile buldum, aldım ama pek beğenmedim laf aramızda.

Kırtasiye konusunda bahanem de hazır üstelik; " Ne yapayım canım, ben öğretmenim, kalem  kullanacağım elbette !! "

Bu yazıyı neden yazıyorum biliyor musunuz?

Oğlumun performans ödevi için kırtasiyeden karton almam gerekti ve ben; bu iflah olmaz ben, az önce evimizin en yakınındaki kırtasiyeye giderek, kocaman bir sarı kartonla birlikte,  mavi, siyah, kırmızı tükenmez kalemler ve iki  kurşun bir de fosforlu kalem alarak  çıktım dükkandan. Tükenmez kalemlerin üzerindeki etikette " Japon uçlu " yazıyordu, merak ettim ne yapayım !!
Fosforlu kalemi de pembe  aldım.

Bu aralar renklerle de başım dertte. Kırk yaşımdan sonra rengarenk dolaşır oldum, bu da ayrı bir yazı konusu.

Neden böyleyim bilmiyorum?
Bir tek cevap geliyor aklıma, rutine dökülmüş  hayatımı renk renk kalemlerle süslüyor olabilir miyim?

6 Ocak 2011 Perşembe

DOĞUM GÜNÜM D.G.S.- H.T.S.


Bu gün benim doğum günüm.
Yok öyle duygusal yazılar yazmayacağım.Yıllar geçiyor, yaşlanıyoruz  bu  da zaten hepimizin malumu.

İyi ki doğmuşum ben ! ! !

D. G . S. ' yi üçüncülükle kazanmışım ve İstanbul'un tarihe geçecek karlı bir kış gününde gelmişim dünyaya.

Doğar doğmaz, o zamanın koşullarına göre çok ağır bir sarılık geçirmişim, Zeynep Kamil Hastanesi doktor ve hemşireleri tarafından bu sefer de H.T.S' ye tabi tutulmuşum.
İkinci sınavı da kazanınca mülakata falan almadan beni aralarına almışlar işte.


 Evet iyi ki doğdum ben yahu!
43 olsam da, yavaş yavaş yaşlanıyor olsam da, iyi ki  D.G.S. ( Dünyaya Geliş Sınavı ) ve H.T.S.'yi ( Hayata Tutunma Sınavı ) kazanarak gelmişim dünyaya.

Hayatın kendisi de başlı başına bir sınav değil mi aslında?

Albümümdeki eski fotoğraflar da kendime doğum günü hediyem olsun :)1,5 yaşımda unutamadığım ilk oyuncağımla,




Kırk yıl önce kırk günlükken annemin babamın kucağında,





Kardeşim doğmuş, abla olmuşum, 4 yaşımda biraz şaşkın !
Birinci sınıfta okuma bayramında ( O tarihten beri sürekli okuyorum  zaten :))

4 Ocak 2011 Salı

DAĞINIK MUHASEBECİ !!

Her yaşanan yıl bitiminde hayatımın hesaplarını kapatırken zorlanırım ben.


Hayat bilançomu dengeleyemem bir türlü.

Kimi zaman varlıklarım kaynaklarımdan çok olur, kimi zaman hayattan çok kredi kullanırım.

Hayatın da bana borçlandığı olur elbette.

Dağınık muhasebeciyim ya, hayattan alacaklarımı zamanında tahsil edemem.

Bir de koşar adım yaşarım hayatı, hep acelem varmış gibi.

Bu yıl bitiminde de varlıklarımı gözden geçiriyorum yine, ne var ne yok, elimde ne kalmış diye?

En değerli varlığım büyümüş, 7 yaşını bitirmiş, okullu olmuş.

Bir ağaç dikmişim de büyümesini, meyve verişini keyifle izliyormuşum gibi hissediyorum kendimi.

Dost haneme yazdıklarım hiç çıkmamış hayatımdan, el ele tutuşmuşuz hem iyi hem kötü günümüzde.

Yüzünü hiç görmediğim halde dost haneme yazdıklarımın sayısı çoğalmış, yazdıklarımızla birbirimizin yüreğine dokunabileciğimizi  öğrenmişim.

Parasal değerlerim olmadı benim. Gelir tablomu çoğu kere zararla kapatmam belki bundandır.

Hisse senetlerine prim vermedim hiç, sevdiğim şairin dediği gibi “HİSSİ SENETLER” daha değerlidir nezdimde.

Hayat bilançomun demirbaşına sevgi kayıtlıdır. Eskimesin diye amortismanı da ayrılmıştır üstelik.

Hayatımı kalıplara sokamadım ben. İçimden geldiği gibi yaşamak istedim. Varlıklarımın kaynaklarıma eşit olmaması belki de bundandır.

Dönemi zararla kapatsam da pişman olmadım.

Sevginin olduğu yerde zarar olsa da, bir gün mutlaka kâra geçileceğine inandım.

Bildim ki bu hayat benim, bildim ki her şey boş, kalıplaşmış kurallar yok, sadece ben varım bana ait olan hayatta, cebimde umutlarım ve yanımda sevdiklerim.

Daha ne isterim?

1 Ocak 2011 Cumartesi

GECENİN EN PARLAK YILDIZI

Dün gece, yeni bir yıla girerken gecenin en parlak yıldızını tuttum ellerimle ve umut ektim bir kere daha yüreğime.


Sevdiklerimin ellerinden tuttum. Şükrettim sahip olduklarıma, bana verilenlere.

Keşkelerin olmayacağı bir yıla merhaba dedim.


Umutla, dostlukla, sağlıkla, sevgiyle....