30 Kasım 2010 Salı

NE KİTAPSIZ NE PARFÜMSÜZ!!

Benim gibi kaç kadın vardır acaba?
Parfümsüz ve kitapsız yaşayamayan!



Geçen gün sevgili arkadaşım F ile konuşurken fark ettim de, kadın kadına sohbetlerimiz ya parfüm ya kitap üzerine. Sonra düşündüm aslında parfüm ve kitap arasında o kadar çok benzerlik var ki.

- İkisini de hem internet üzerinden hem de dışarıda bir yerlerden satın alabiliriz.
- İkisinin de gerçeği kadar taklidi mevcut ve bu taklitler bazen o kadar iyi oluyor ki asıllarını aratmıyor.  ( Tabii gönlüm her zaman ikisi için de asıllardan yana )
- İkisinin de iç bayıltanı da var, çok beğenileni de.
- İkisi de insana özellikle kadına kendini iyi hissettirebillir.
- İkisini de satın almak keyiflidir.
- İkisi de hem yazma hem konuşma konusudur.

Kırk yıllık hayatımda vaz geçilmezim gerçekten kitaplarım ve parfümüm olmuş benim.

Eh hadi bakalım, bu kadar yazdıktan sonra alışverişe çıkınca kendine  bir parfüm ve bir kitap almaz mı insan?

28 Kasım 2010 Pazar

TEMBEL MİMCİ !!




Mim yazılarını seviyorum. Yazma konum azaldığında can simidim oluyorlar benim.

Nedense MİM yazıları ile ilgili bir sorun yaşıyorum, bu tesadüf mü değil mi bilmiyorum.
Ne zaman bir MİM gelse cevaplamaya zamanım olmuyor.
Şu an olduğu gibi.

Aydanatlayan kedi bana geçen günlerin birinde gönderdi az sonra yanıtlayacağım mimi.
Oturup da yazma fırsatım olmadı bir türlü. Şu anda üç işi bir arada yapıyorum; ocakta yemek var, ders notlarım yan masada ve mim yazıyorum.
Pazar günü ütüsünden falan hiç söz etmeyeyim. Yine iki ayağımı bir  papuça sokma günümdeyim:)
Neyse çok uzatmayayım işte mim soruları :

En sevdiğiniz kelime: Bahar

Nefret ettiğiniz kelime: Bilmiyorum veya bakarız !!!

Ne sizi heyecanlandırır: Yeni ve güzel olan her şey

Heyecanınızı ne öldürür: Yapmak istediklerimin engellenmesi veya engelenecek sözler söylenmesi.

En sevdiğiniz ses: Bülbül sesi

Nefret ettiğiniz ses: Her türlü alarm sesi otomobil veya iş yeri fark etmez !!

Hangi mesleği yapmak istemezsiniz: Ağır sanayi işlerini

Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz: Çok iyi resim yapmak isterdim.

Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz: Kendim olmaktan memnunum:)

Nerede yaşamak isterdiniz: İzmir

En önemli kusurunuz: Sakarlığım

Size en fazla keyif veren kötü huyunuz: Yine sakarlığım

Kahramanınız kim: Dayım

En çok kullandığınız kötü kelime: Başkasına değil kendime kullanırım “ aptal “

Şu anki ruh haliniz: Mutedil dalgalı

Hayat felsefenizi hangi slogan özetler: İyi yaşa ve giderken ardında iz bırak

Mutluluk rüyanız: Sevdiklerimin yanımda olması ve huzur

Sizce mutsuzluğun tanımı: Huzurun olmadığı her an mutsuzluktur.

Nasıl ölmek isterdiniz: Birden bire, hiç sağlık sorunu yaşamadan.

Öldüğün zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz: Sen de geldin sonunda, gel bak beraber bakalım biten hayatına, ne güzel yaşamışsın, ne güzel anılar bırakmışsın ardında.

Bu mim benim sayfamdan çıkıp ; Zuzuların Annesi Banu 'ya ve Çilekli Reçel 'e gitsin:)





26 Kasım 2010 Cuma

YAĞMUR VE FİRARPEREST

Bu gün sabahtan beri yağmur var Antalya'da.
Özlemişim yağmuru.

Yağmurlu havalarda ruhumun özgürleştiğine  inanırım hep.
Bunun için üçümüz; şemsiyem özgür ruhum ve ben uzun uzun yürürüz yağmurlu havalarda.
Şemsiyem neden sonra eşlik eder bize, önce birazcık ıslanmalıyım yağmur altında.

Az önce de böyle yaptım.
Uzun uzun yürüdüm. İri damlalar halinde yağıyordu yağmur, kendime getirdi beni.

Yarın oğlumun arkadaşlarından birinin doğum günü.
Bu bahaneyle kitapçıya attım kendimi.
İki tane çocuk kitabı aldım hediye olarak, içine ayraçlarını da koydurdum.
( Kitapları kıvırmasın çocuklar, şimdiden alışsınlar ayraç kullanmaya diye )

Kitapçıya gidip de kendime kitap almasam olur mu? Olmaz tabii.
Elif Şafak'ın yeni kitabı FİRARPEREST' i aldım.
Sanırım Firarperest dün akşam sıkıntıyla okuyup bitirdiğim LÜSYEN'in üzerine ilaç gibi gelecek.

Gözlüklerim yapılmış, provaya da gitmiştim zaten. Birazdan kavuşacağım onlara.

Eee, hafta sonuna girerken daha başka ne isterim?
Gözlüğüm, kitabım ve Antalya'da yağmur.
Küçük mutluluklar bunlar; bence zenginlik budur ...

MASA ÜSTÜ BİLGİSAYARIM DİZ ÜSTÜNE KARŞI



Bir kaç zamandır niyetim vardı. Bilgisayarımı yenilemek istiyordum.

Masa üstü bilgisayarım çok yorulmuştu ve onu emekli etme zamanım gelmişti.

Blog arkadaşlarım bilir, yılda en az bir kez çöken bir masa üstü bilgisayarım var benim.
Böyle olunca, uzuuuun uzun araştırmalarım sonunda bir diz üstü bilgisayar aldım kendime.
( Uzun uzun araştırdım çünkü o kadar çok seçenek var ki, teknoloji konusunda kendimi geri kalmış bile hissettim yani, 2 GB, 3 GB, i500 işlemci falan yahu bunlar ne? )
Neyse diz üstünü aldık sonunda, internet bağlantısını da yaptık ve bilgisayarımı kullanmaya başladım.
İlk gün kullandıktan sonraki şahsi düşüncem şu oldu; Diz üstü bilgisayar kullanmak, Murat 124 marka otomobili kullanmayı bırakıp Mercedes kullanmak gibi bir duyguydu.

Hele oğlum yeni sürüm paintte resim yapmaya bayıldı.

Bir kaç gün sonra içinde bulunduğum diz üstü hallerinden çok memnun olsam da masa üstü bilgisayarımı özlediğimi hissettim ?????!!!!!!

Geçen gün oturdum onun başına, tıkkıdı tıkkıdı yazılaırmdan birini yazdım.
Sonuç mu?
İkisini de seviyorum galiba :))

Evet diz üstü gerçekten son model bir araba gibi ama ben sanırım eskileri de hemen atamıyorum.
Şimdi ikisi yanyana duruyorlar.

Çocukken oyuncaklarımın aralarında konuştuğuna inanırdım ben.
Belki de iki bilgisayar aralarında konuşuyorlardır.
Masa üstüm diz üstüne : - " Bak kardeş bu kadın bilgisayar başından hiç kalkmaz, dikkat et kendini fazla yorma " diyebilir.
Diz Üstü de altta kalır mı hiç?
- " N'apalım abi görevimiz bu bizim, hem ben senden daha gencim. "
diye cevaplayabilir onu.

Masa üstü duruma sinirlenerek ve yaşlandığının yüzüne vurulmasından rahatsız olarak;
- " Hıh şımarık n'olacak, senin yaşın kadar benim hayat tecrübem var !!! " diyebilir kıskançlıkla karışık bir hüzünle.

Neyse onlar böyle atışıp dursunlar benim söylemek istediğim tek bir cümle var :

- YAŞASIN TEKNOLOJİ !!! !!!! -

24 Kasım 2010 Çarşamba



" Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.

Öğretmenden eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kaabiliyetini kazanmamıştır.

Ona basit bir kitle denir, millet denemez.

bir kitle millet olabilmek için, mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır... "


Bu yaşıma kadar yoluma ışık tutarak hayatımda iz bırakan tüm öğretmenlerim gibi, öğretmenlik yaptığım yıllar içinde bir tek öğrencimin bile hayatında iz bırakabildiysem bundan onur duyarım.


Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.



22 Kasım 2010 Pazartesi

SEVGİLİ GÖZLÜĞÜM


Hiç aklıma gelmezdi gözlüğümü özleyeceğim, hatta onu bu kadar çok sevdiğimin bile farkında değilmişim.


Meğer sevgili gözlüğüm benim herhangi bir organım gibi ayrılmaz parçam olmuş da haberim yokmuş.


Bayram öncesi oğlumla göz doktoruna gitmiştik.


Muayene sonrası benim miyop ve astiğmat gözlerime bir de yakın gözlük numarası eklendiğini söyledi doktorum.


Yakın gözlüğünü erken takacaksınız demişti

zaten bir kaç yıl önce.


O zaman bu zamanmış, ben de hemen bayrma ertesi gözlükçüme gittim bu gün.


Meğer bu tür gözlükler özel yapıma giriyormuş ve yapımı uzun sürüyormuş.


Ben eski çerçevemden de ayrılmak istemediğim için sevgili gözlükçüm gözlüğüme bir hafta süreyle el koydu.


Ben şimdi, düz yolda yürürken tökezleyen, bırakın kitap okumayı gazete bile okuyamayan, bilgisayarın başında fazla zaman geçiremeyen ama bunun için direnen bir zavallı kadın oldum.


Bu yazıyı bile birkaç kere kontrol ederek yazıyorum.


Ömrüm uzun olursa yaşlılık hallerimi çok merak ediyorum...

Sevgili gözlüğüm seni çok seviyorum, çok özlüyorum...


21 Kasım 2010 Pazar

PİNOKYO MUTLU, ÇOCUKLAR MUTLU BİZ MUTLU ...



Aynı sınıfta okuyan çocukların okul dışında da görüşmesi gerektiğine inanan bir anne oldum ben.


Bunun çeşitli avantajları var bana göre ;
- Çocuklar dışarıda da birlikte bir şeyler paylaşmayı öğreniyorlar,

- Birlikte dışarıda da güzel vakit geçiriyorlar,

- En önemlisi bu durum okul hallerine yansıyor, birbirlerine karşı daha anlayışlı, daha paylaşımcı oluyorlar...


Yazdan kalma, sonbahar hallerinden bile uzak bir hava vardı bu gün Antalya'da.

Biz de oğlumun sınıfından bir kaç arkadaşı ve anneleri günü değerlendirelim istedik.

Çocukları önce Pinokyo adlı çocuk oyununa götürdük.

( Bu arada Antalya Devlet Tiyatrosu şahane oyunlar sergiliyor bu sezonda da )

Tiyatro zaten 55 dakika sürdüğü için çıktıktan sonra da açık havada, parkta dolaştırdık onları.
Oğlum gitmeden önce çok heyecanlıydı, arkadaşlarıyla buluşunca da çok mutlu oldu.
Meğer diğer arkadaşları da sabah aynı heyecanı yaşamışlar evlerinde.

Keyifli bir gün oldu hepimiz için.
Eve döndüğümüzde ertesi gün okul ve iş hayatı başlıyor olmasına rağmen hepimiz mutluyduk...









19 Kasım 2010 Cuma

SON BAYRAM GÜNÜ ANATOMİSİ


Dingin ve sakin geçen son bayram gününde evdeki kız penguenle erkek penguenin yoğun ısrarı üzerine Harry Potter'a gitmek durumunda kaldım.
Aslında amacım onları Harry ile başbaşa bırakıp Çağan Irmak'ın son filmi "Prensesin Uykusu"nu tek başıma izlemekti ama sinemadaki görevliler " Ebeveynsiz olmaz hanfendi" diye buyurunca mecburen Harry'nin sondan bir önceki filmini izledim işte.
Çocuklar pek keyif aldılar filmden.
Bana gelince;
1- Harry'nin gözlüklerine hayran oldum, o ne kırılmaz gözlük öyle arkadaş büyü mü yapıyordur nedir gözlüğe, bir şey olmadı.
2- Harry'nin kız arkadaşı Harmione'e sinir oldum, o ne soğuk kız öyle !!
3- En çok cin cüceyi sevdim zavallım helak oldu Harry'e yardım edebilmek için, sonu da kötü oldu zaten.
Filmin en hoş hikayesi alacakaranlıkta yürüyen üç erkek kardeşin hikayesiydi.
Ee bunu anlatırsam 2,5 saatlik filmi anlatmış olurum.
Meraklısı izleyecektir zaten.
Benim merakıma gelince, evet film güzeldi ama ben galiba Harry' ye falan pek meraklı değilim.
Kız penguenimle erkek penguenim mutlu oldular ya kısa günün kârı bu oldu bana:)
Bilmem keyif alıp almadığımı anlatabildim mi?

17 Kasım 2010 Çarşamba

MUTLU PENGUENLER GİBİ


Bu bayram resimdeki penguenler gibi hissediyorum kendimi.

Dingin, hafif, huzurlu.

Yavru penguenimle birlikte lunapark macerası yaptık bu gün.
O kadar çok eğlendi ki ben de onun sayesinde çocuk oldum yeniden.

Bayram zaten onlara geliyor.
Benim mutlu ve hafif hissetme nedenime gelince; bayram olmasına rağmen büyük bir kararlılıkla diyete başladım.
Mevsimlerden Roma Mehtap Hanım'ın şahane diyeti sayesinde huzurluyum gerçekten.
Gerçi listeye adımı yazdırmakta geciktim ama olsun uzaktan takip edeceğim, kararlıyım.
Galiba sadece diyet yaparken değil, her koşulda mutlu olmanın yolu kararlı olmaktan geçiyor. . .

15 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAM TATLISI KIVAMINDA !



Mutlu bir bayram olsun bu bayram.

Sokaklar kan gölüne dönüşmesin.

Trafik canavarı kara yollarından uzak olsun.

Kimsenin keyfi kaçmasın.

Bayram tatlısı kıvamında geçsin bayram tatilimiz.

Bayramınız kutlu olsun ...

















































14 Kasım 2010 Pazar

TEMBEL BİR TATİL GÜNÜ VE MİM


Bazı günler vardır, tatil günüdür ve siz o kadar yorgunsunuzdur ki, günün anlam ve önemine uygun bir şekilde tembelik yapıp evden hatta girdiğiniz battaniyenin altından çıkmak istemezsiniz.

Sanki o gün, sizin tüm yorgunluklarınıza derman olacak ve gün bitip giderken de üzerinizden ayların, günlerin yorgunluğunu atmış olacaksınız gibi hissedersiniz kendinizi.

Eğer hava da biraz kapalıysa, gökyüzündeki bulutlar yağmura dönüp dönmemekte karar veremiyorsa bu tembellik durumu daha da kışkırtıcı hale gelebilir.

Bu gün tam da böyle bir gün oldu benim için.

Sanki bayram hazırlığı falan yapacak olan ben değilmişim gibi günümü tembelliğe ayırdım.

İyi de oldu, okumakta olduğum kitabımı yarıladım. Kitaplığımdaki diğer kitaplar bir an önce okunmak için sıraya dizilmiş beni bekliyorlar çünkü.


İşte böyle bir zamanda aydanatlayan kedi nin bana gönderdiği mimi gördüm.

Konu kitap olunca akan sular duracağı için battaniyenin altına benimle birlikte giren tembelliğimden izin istedim.

Mim kısaca şöyle : "Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.
Kuralları:
- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
- Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
- Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez."


Kitaplığımın önündeyim işte.

Gözlerimi kapattım, derin derin nefes aldım.

Seçtiğim kitaba baktım : KÜRK MANTOLU MADONNA
1996'da İstanbul'dan almışım.
Kız kardeşimin düğününe gittiğimiz zamandı.

"Düğün telaşı sırasında bile kitaptan vazgeçemiyorsun yani " diye annem ve teyzemden kınama cümleleri işitmiştim ama kimin umrunda?
Kadıköy'deki sahaflardan birinden almıştım.
Aynı sahaftan bir de " RÜZGAR GİBİ GEÇTİ" yi almıştım ama ne yazık ki mim için ellerim onu seçmedi.

Neyse çok fazla şey hatırladım galiba, biraz daha yazarsam düğün töreninin ayrıntılarını da vereceğim. Mim kuralını bozmayalım.

Veee, işte 55. sayfadan bir paragraf : "Resmi masanın üzerine bıraktım. Gözlerimi kapayarak sergideki tabloyu düşündüm.Orada tasvir edilen insanın hakikatte de mevcut olduğuancak bu anda aklıma geldi.
Öyle ya, ressam kendi resimini yapmış olduğuna göre bu harikulade kadın aramızda dolaşmakta, siyah ve derin gözlerini toprağa veya karşısınadakine çevirmekte, alt dudağı biraz büyükçe olan ağzını açarak konuşmakta, hulasa yaşamaktaydı. onu herhangi bir yerde görmek mümkün olabilirdi... Bu ihtimali düşününce ilk duyduğum his, büyük bir korku oldu.
Benim gibi hayatında hiç macerası olmayan bir erkeğin ilk defa böyle bir kadınla karşılaşması hakikaten korkunç olurdu. "

Eveet, şimdi sıra mimi postalamaya geldi.
Bu mim "Yaşamın Kıyısında" ya, "Mavi Anne" ye ve "Buğday Tanesi" ne gitsin ...

12 Kasım 2010 Cuma

SONBAHAR ŞIMARIĞI



Mevsim geçişlerinde, özellikle yazdan sonbahara geçerken şımarırım ben.

Hatta özellikle kendimi şımartırım.

Antalya gibi sıcağı saç tiplerinize kadar hissettiğiniz bir şehirde yazın bitmesi, son baharın gelmesi hem iyi gelir hem de insanı kışkırtır da ondan.

Dün kendimle başbaşaydım. Antalya kazan ben kepçe.

Sonbaharın hüznünü içime çeke çeke dolaştım sokaklarda.
Bulutların arasından muzipçe göz kırpan güneşle birbirimize gülümsedik.

Kimseler duymadan, “ Yaz aylarında sana kızsam da sen olmazsan olmuyor bilesin “
Diye fısıldadım kulağına …

Olmazsa olmaz kitapçılarıma gittim.

Yeni kitap almadım çünkü saydım tam 13 tane okumam gereken kitabım var evde.

Hafta sonu oğlumla gideceğimiz sinema organizasyonunu belirledim.

Eve dönerken gün bitmeye yüz tutmuş güneş çoktan gitmişti.

Sarı sonbahar yaprakları ve kendime kaçarak yaptığım sonbahar şımarıklığı birkaç gündür derbeder olan ruhuma iyi gelmişti…

10 Kasım 2010 Çarşamba

SEN YOKSUN

images1
images Sen yoksun ya özellikle bir kaç yıldır ürkek serçeler gibi hissediyorum kendimi.

Işığın ışığımdır yolumu aydınlatır biliyorum.
Gücün güç verir bunu da biliyorum.

Yine de yoksun ya yüreğimde buruk bir acı, gözlerim nemli.

Akşam oğlumla konuştuk seni.

O bıdık - " Neden seviyorum Atatürk'ü biliyor musun anne? Uçurumun kenarından alıp kurtarmış ülkemizi" dedi bana.

Bu sabah da kahvaltı yaparken ; " - Anne var ya alfabeyi de Atatürk getirmiş ülkemize, o olmasaydı ben eski harflerle hiiiç okuma yazma öğrenemezdim herhalde " dedi.

Gülümsedim ona gözlerim dolu dolu .

Güç verdi bana o küçük çocuğun kurduğu cümleler.

Küçük çocuklar daha iyi anlıyorlar seni büyüklerden. Belki bu biraz umutsuzluk bulutlarını kaldırıyor üzerimden.

Sen yoksun ya, bu gün dokunmasın kimse bana.

Her yıl olduğu gibi bu gün sessiz kendimle ve senle kalayım.

Seni, bu ülke için yaptıklarını, bize bıraktıklarını saygı, sevgi ve özlem ve minnetle anayım...

9 Kasım 2010 Salı

NEWYORK'TA BEŞ MİNARE

273365
Artık alışkanlık haline geldi.

Ne kadar eleştirsek de Mahsun Kırmızıgül yeni bir film yaptığında mutlaka izlemem gerekiyor duygusuna kapılıyorum.

Bu düşünceden hareketle pazar günümüzü bloğumun müdavimi sevgili yeğenim Melis'le birlikte Newyork'ta Beş Minare'ye ayırdık.

Çoğu izleyici benim gibi düşünüyor olmalı ki öğle saatleri olmasına rağmen salon hayli kalabalıktı.

Vizyonda yeni olduğu için filmin konusunu uzun uzun anlatmak istemiyorum.

Film İstanbul - Newyork arasında geçiyor. Ara ara elini Bitlis'e de uzatmış, aslında Bitlis belki de filmin konusunun çıkış kaynağı.

Oyuncuları başarılı buldum.
Özellikle Haluk Bilginer filmin lokomotifi gibiydi. Muhteşem oyunu ile filmi son karesine kadar götürdü.

Mustafa Sandal, Salih Kalyon, Zafer Ergin, Engin Altan Düzyatan' ı da ayrıca kutlamak gerek.

Filmin son sahnesinde Suna Selen gibi bir sanatçıyı görmek çok özeldi.
Suna Selen'in muhteşem oyunu da izleyiciye hediye olmuş sanki.

Aksiyon sahneleri biraz abartılı gibi geldi bana.

Sonu diğer filmlerinde olduğu gibi bitti. Mahsun Kırmızıgül izleyiciyi şaşırtmaktan keyif alıyor olmalı.
Bende ise filmden geriye kalan Haluk Bilginer'in muhteşem performansıyla sergilediği oyunda söylediği şu cümle oldu : Doğduğunda ezanın okunur ama namazın kılınmaz.
Ölünce de namazın kılınır ama ezanın okunmaz
Ve “Hayat ezan ile namaz arası kadar kısa” dır ...

7 Kasım 2010 Pazar

TÜRKÜM DOĞRUYUM ÇALIŞKANIM ...

148321_1569154081530_1615806184_1325274_7135343_sBirinci sınıflarla kavga etmişler.

Kendince haklı, gelmiş bana anlatıyor olanları.

Yeri geldiği zaman hakkını aramasını ama kavganın hiç de iyi bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyorum ona. Hem de kavga yaptıklarının kendinden küçük sınıflar olduğunu bu nedenle arkadaşlarını koruması gerektiğini söylüyorum.

Bana şöyle cevap veriyor :- - " Evet anne, biz her sabah andımızda söylüyoruz zaten - Türküm, doğruyum çalışkanım, ilkem küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak yurdumu milletimi özümden çok sevmektir ... " diye bir çırpıda ANDIMIZI okuyor.
Küçük aklıyla " Küçüklerini Korumak" la ilgili kurduğu bağlantı için seviniyorum.

O arada devam ediyor : - " Öğretmenlerime de saygılı davranmalıyım di mi anne - büyüklerimi saymak diyoruz ANDIMIZDA çünkü " diyor.

Anneyim ya mutlu oluyorum bu küçük sohbetten.

Cumhuriyet Bayramı'nda gün boyu elinde Atatürk Resmi ile dolaştığı için zaten gurur duymuştum oğlumla. Tabii kendimle de.

Çünkü ben bu çocuğa konuşmaya başladığı andan itibaren Atatürk'ü anlattım halen de anlatıyorum anlayabileceği şekilde.

Bu gün okuduğum haberle yüreğim burkuldu, sustum, konuşamadım bir süre.

Sesimi klavyeme emanet ettim ve anladım ki çocuğu evde yetiştirmek yeterli değilmiş.

Onun kendine pay çıkarttığı, her sabah coşkuyla söylediği Andımız ve İstiklal Marşı'nın söylenmesi okullardan kaldırılacakmış.

Tanım çok tuhaf zaten.

Zorunluluk olmaktan çıkacak ifadesi kullanılyor.

Oysa o minik yürekler her gün aynı coşkuyla söylüyorlar

5 Kasım 2010 Cuma

SÜRPRİZ DÜĞÜN

11941570
Aslını ararsanız ne Deniz Akkaya ilgilendirir beni, ne 11 aylık kızı, ne de kızının babası.

"Eee o zaman bu yazıyı niye yazıyorsun?" diye sorabilirsiniz.

Sabah sabah elime aldığım gazetelerde Deniz Akkaya'nın kızının babasının başka biriyle sürpriz bir şekilde evlendiği ve düğünü de Deniz'e nispet olsun diye Deniz Akkaya'nın evinden görebileceği bir otelde yaptığı yazıyordu.

Haddim değil ama bazen yazılı basını mahalle aralarında dedikodu yapan teyzelere benzetiyorum.

Bu ne anlamsız bir durumdur ki insanların özel hayatı bu kadar deşifre oluyor. Üstelik ortada bir çocuk varken.

Belli ki sıkıntılar yaşanmış bu ilişkide.
Üç tane taraf var, biri çocuğu ile başbaşa kalmış bir kadın, biri çocuğun babası bir de yeni gelin.
Zaten mutlaka bir biçimde ortak karar verilmiştir, "nispet" li haber yapıp, "nispet" yapmaya ne gerek var ki?

İnsanlar birlikte olur, ayrılır, çocuk yapar veya yapmaz başkasıyla evlenir, ya da evlenmez çünkü hayattır bu ve yaşanmalıdır. Bunu tutup da amiyane bir biçimde haber yapmak hiç etik değil.

İnsan olduğumuzu unutmasak ya da hiç değilse zaman zaman hatırlasak hayat belki daha yaşanılası olurdu !!!

4 Kasım 2010 Perşembe

UZUNLAR KISALARIN KÖLESİDİR

wonder_woman_day_submission_1_by_fourpanelhero-d2z9d2pUzun boyum, güzel huyum :)

Boyumdan çektiğimi hiç bir şeyden çekmedim şu dünyada.

Kimi zaman avantaj ama kimi zaman da dert olmuştur uzun boyum bana.

İlkokul birinci sınıfa 5 yaşımı doldurduğum yıl başladım. -O zamanlar okula başlama yaşı 7 idi.- Annemle babam "elinden defter kalem düşmüyor boyu da uzun bu kesin ilk okulu kıvırır, becerir" diye düşünmüş olmalılar ki, erken okula vermişler beni.

Ne kötü bir şey sınıfın yaşça en küçüğü olduğum halde bütün sınıf bana abla derdi ve ben aslında o kadar küçüktüm ki öğretmenime abla derdim:)..

Babamla parka gitmeyi çok severdim, onun için hafta sonunu iple çekerdim.

Parka yaklaştığımızda koşa koşa salıncaklara giderdim önce.

Daha salıncağa binip beş dakika sallanmadan, teyzeler gelirdi yanıma, bilmiş bilmiş bakarladı yüzüme :- “ Kocaman kız olmuşsun utanmadan hâla salıncağa biniyorsun, in bakiiim salıncaktan da kardeş binsin birazcık. - Kardeş dediği de ilk okul 2’ye falan giden bir kardeş -, benden büyük yani.

Nereden bilsin kadınlar çocuğun boyu uzun işte.

Yıllar sonra oğlumla birlikte Moda’daki çocuk Parkına gidince burnumun direği sızlaması bundan mıdır acaba?

Annem perde ve tülleri yıkadığında bana astırırdı hep.
Dayıcığım bu durumu “ Uzunlar, kısaların kölesidir “ şeklinde özetlese de, perde ve tül yıkanan günler hep kabusum olmuştur.
Hoş yıllar sonra da değişen bir şey olmadı. Evde halen perdeleri ben asıyorum.

Sınıfın en arka sıralarında ben otururdum. Bayramlarda mutlaka törenlerde bayrak ya da flama taşırdım. Bu ben ve benim gibi bir iki arkadaşım için büyük sorumluluk ve değişmez görevdi. Gerçi bu görevi her zaman severek yerine getirmişimdir.

Annemin, anneannemin uzanamadığı raflara, dolap tepelerine uzanmak, dolap içinden eşya almak ya da eşya koymak sırasında aranılan tek kişiydim.

En çok da yaşımın büyük göstermesine içlenirdim.

İlk okul üçüncü sınıfa giden beni, ortaokul üçe gidiyorum zannederlerdi. O koca boyumla ilkokul 5. sınıfta siyah önlük beyaz yakalı okul giysilerimi giymek zor gelirdi bana.

Yıllar sonra boyumun avantajını da kullandım tabii.

Hamilelikten sonra 80 kiloya kadar çıktım.
Başka bir bedende obezden hallice görülebilecek bu durum bende sadece balık eti görünümü yarattı:)

Eee sorun bakalım ben bu yazıyı niye yazdım?

Az önce alışveriş yaparken çok güzel topuklu ve şık bir çizme gördüm.
Çizmeyi giydim boyum 10 santim daha uzadı kendimi leylek gibi hissettim ve almaktan vazgeçtim tabii çizmeyi.

Ne yapayım sağlık olsun.
Uzun boyum alınma sakın Seni hep sevdim aslında, sevmeye de devam edeceğim :)

Fotoğraf : www.deviantart.com