28 Eylül 2008 Pazar

Gökkuşağı Bayramlarım, Kırmızı Ayakkabılarım

Çocukluğumun ramazanları ve bayramları yaz aylarına rastlardı.

Geç vakit açılan oruçlar, geç kalkılan iftar sofraları, şimdiki gibi işi ticarete dökmeyen, mahallenin gençlerinden oluşan ve amacı sadece insanları sahura kaldırmak olan ramazan davulcuları, bir de dayımın baş ucundaki çalar saattir, çocukluğumun iftar ve sahurlarından aklımda kalan.

* * * * * *

1977 ya da 1978 yılının yaz aylarını yaşıyorduk.

En hareketli dönemlerinden biriydi ülkemin.

Bayrama birkaç gün kalmıştı.

Hiç bir şeyden habersiz, bayram sevinci ile dolup taşıyordum.

O bayramda da anneannemlerde olacaktık yine, teyzemler, dayımlar ve kuzenlerimle birlikte.

Yola çıkmadan önce son hazırlıklarımızı yapıyorduk ki akşama babam eve bir defterle geldi.

Kapağı pembe çiçekli, sayfaları bembeyaz bir defter. “ Al kızım, günlük tutmak istiyordun ya senin bu defter,, dedi.

Defterin kapağındaki iri pembe ve beyaz çiçekler sanki gerçekmiş gibi gelmişti gözüme ve kocaman bembeyaz sayfalarına yazmaya başlamıştım hemen :

“ Sevgili günlük,

İki gün sonra bayram. Çok sevinçliyim çünkü anneannemlerde olacağız hep birlikte.

Bakalım anneannem bu sefer şekerleri nereye saklayacak?

Haklı ama, bizden misafire şeker mi kalır?

Baklava da yapmıştır şimdi ne güzel.

Neyse, çok çok sevinçliyim sevgili günlük.

Senle sonra ayrıca tanışırız.

Bizimkileri anlatırım sana bir de bayramda yaptıklarımızı.

Şimdi eşyalarımı toplamam lazım.

Kitabımı yanımda götüreceğim yolda okurum.

Küçük Kadınlar’ı okuyorum, bilsen öyle güzel ki.

Annem, kardeşimle bana kırmızı fırfırlı elbise dikti bir de kırmızı ayakkabı aldı Reis’ten.

O kadar beğendim ki onları, üç gündür baş ucumda duruyorlar uyurken.

Neyse günlük, yazacak çok şey var daha, şimdilik hoşça kal.

Aaa bak aklıma ne geldi, seni de götüreyim ben oraya yazarım ara sıra,,

30 yıl geçmiş üzerinden, yazacaklarım bitmemiş.

Şimdi eski tadı olmasa da bayramların, bayramlarımız bizim.

Oğluma bayramlık giysiler aldım bir de yeni ayakkabılar. O da abarttı annesi gibi, giysileri ve ayakkabıları ile yatıyor iki gündür.

Çocukların sevinçleri olmasa ne anlamı kalır ki bayramların?

Not: Sen yoksun ya artık anneanne, şimdi de şeker ve çikolataları ben saklıyorum, şeker canavarı torununun çocuğundan.

Bize bakıp bakıp gülüyorsun değil mi oralardan?

Haaa, bir de ev baklavası yapan da yok artık.

Ne yapalım beceremiyor bu torunun işte evde baklava yapmayı.

Zaten yapsam bile tadı seninki kadar güzel olmaz ki.

Kimselere söyleme ama, aslında torunun bunu bildiği için hiç denemiyor evde baklava yapmayı anneanne.
* * *


*** “ Baş ucunda bayramlıkları Bayramda alacakları hediyelerin hayaliyle Uykuya dalan çocuğun mutluluğu ve heyecanı ile geçen Bir bayram dileği ile,

Sevgilerimizle ,,


*** Bu yazıyı yazmama esin kaynağı olan oğlumun sınıf öğretmenine, öğrencilerine yaptırdığı bayram şekerliği faaliyeti ve şekerliğin üzerine yazdığı anlamlı yazı için sonsuz teşekkürler ederim.

Gökkuşağı Bayramlarım, Kırmızı Ayakkabılarım



Çocukluğumun ramazanları ve bayramları yaz aylarına rastlardı.

Geç vakit açılan oruçlar, geç kalkılan iftar sofraları, şimdiki gibi işi ticarete dökmeyen, mahallenin gençlerinden oluşan ve amacı sadece insanları sahura kaldırmak olan ramazan davulcuları, bir de dayımın baş ucundaki çalar saattir, çocukluğumun iftar ve sahurlarından aklımda kalan.

* * * * * *

1977 ya da 1978 yılının yaz aylarını yaşıyorduk.

En hareketli dönemlerinden biriydi ülkemin.

Bayrama birkaç gün kalmıştı.

Hiç bir şeyden habersiz, bayram sevinci ile dolup taşıyordum.

O bayramda da anneannemlerde olacaktık yine, teyzemler, dayımlar ve kuzenlerimle birlikte.

Yola çıkmadan önce son hazırlıklarımızı yapıyorduk ki akşama babam eve bir defterle geldi.

Kapağı pembe çiçekli, sayfaları bembeyaz bir defter. “ Al kızım, günlük tutmak istiyordun ya senin bu defter,, dedi.

Defterin kapağındaki iri pembe ve beyaz çiçekler sanki gerçekmiş gibi gelmişti gözüme ve kocaman bembeyaz sayfalarına yazmaya başlamıştım hemen :

“ Sevgili günlük,

İki gün sonra bayram. Çok sevinçliyim çünkü anneannemlerde olacağız hep birlikte.

Bakalım anneannem bu sefer şekerleri nereye saklayacak?

Haklı ama, bizden misafire şeker mi kalır?

Baklava da yapmıştır şimdi ne güzel.

Neyse, çok çok sevinçliyim sevgili günlük.

Senle sonra ayrıca tanışırız.

Bizimkileri anlatırım sana bir de bayramda yaptıklarımızı.

Şimdi eşyalarımı toplamam lazım.

Kitabımı yanımda götüreceğim yolda okurum.

Küçük Kadınlar’ı okuyorum, bilsen öyle güzel ki.

Annem, kardeşimle bana kırmızı fırfırlı elbise dikti bir de kırmızı ayakkabı aldı Reis’ten.

O kadar beğendim ki onları, üç gündür baş ucumda duruyorlar uyurken.

Neyse günlük, yazacak çok şey var daha, şimdilik hoşça kal.

Aaa bak aklıma ne geldi, seni de götüreyim ben oraya yazarım ara sıra,,

30 yıl geçmiş üzerinden, yazacaklarım bitmemiş.

Şimdi eski tadı olmasa da bayramların, bayramlarımız bizim.

Oğluma bayramlık giysiler aldım bir de yeni ayakkabılar. O da abarttı annesi gibi, giysileri ve ayakkabıları ile yatıyor iki gündür.

Çocukların sevinçleri olmasa ne anlamı kalır ki bayramların?

Not: Sen yoksun ya artık anneanne, şimdi de şeker ve çikolataları ben saklıyorum, şeker canavarı torununun çocuğundan.


Bize bakıp bakıp gülüyorsun değil mi oralardan?

Haaa, bir de ev baklavası yapan da yok artık.

Ne yapalım beceremiyor bu torunun işte evde baklava yapmayı.

Zaten yapsam bile tadı seninki kadar güzel olmaz ki.

Kimselere söyleme ama, aslında torunun bunu bildiği için hiç denemiyor evde baklava yapmayı anneanne.
* * *

*** “ Baş ucunda bayramlıkları Bayramda alacakları hediyelerin hayaliyle Uykuya dalan çocuğun mutluluğu ve heyecanı ile geçen Bir bayram dileği ile,
Sevgilerimizle ,,

*** Bu yazıyı yazmama esin kaynağı olan oğlumun sınıf öğretmenine, öğrencilerine yaptırdığı bayram şekerliği faaliyeti ve şekerliğin üzerine yazdığı anlamlı yazı için sonsuz teşekkürler ederim.

25 Eylül 2008 Perşembe

Ev Halleri

“ Aman sen evinin kapısını kilitle- dışarıda olup bitenleri duyma kızım” derdi anneannem.
İyi güzel de, ya içeride olanlar? Aynı evi paylaştıklarımız ya da çok istediğimiz halde paylaşa-madıklarımız? Onları ne yapacağız?

Öğrencilik yıllarımdı. Özel bir yurtta kalmak istemiştim. Hangi öğrenci bütün öğrencilik dönemi boyunca yurtta kalabilir ki? En azından benim zamanımda bile bu çok mümkün değildi.

Birkaç arkadaş eve çıkmaya karar vermiştik.
Kararımı hayata geçirdikten sonra başlangıçta her şey çok güzeldi. Evlilikte balayı gibi. Ancak yaşadıklarım bana şunları öğretti:

- Eve çıkacağın arkadaşın, senle birlikte iki kişi olacak. Okul döneminde iki kişiden çok arkadaşla ev paylaşmak tamamen sorun.

- Her insan farklı yapıya sahiptir, okulda çok iyi arkadaş olduklarımızla aynı evde anlaşamamak da mümkündür. Bu sanırım insanın doğasında var. Onca yıllık birlikteliklerin sonunda yapılan evliliklerin birkaç ay içinde bitmesi gibi.

- Yemek, bulaşık ve temizliğin sıraya konulması insanı kalıbın içine sokar. Oysa birlikten kuvvet doğar.

- Öğrencilik günlerimiz hayatlarımızda her zaman yaşayacağımız bir dönem değildir. Birbirimizi tüketmek yerine keyfini çıkarmak gerek. ( Yanlış anlaşılmasın, ben çok da güzel bir öğrencilik dönemi geçirdim, tek şaşırdığım okulda çok iyi arkadaş olduğum bir iki kişiyle aynı evde anlaşamamış olmamızdı )

Tüm bu nedenlerle yalnız kalmayı sevmem, zaman zaman evde kendimle baş başa kalmayı tercih etmemin nedeni işte bu öğrencilik dönemlerime rastlar.

* * * * *

Şimdi kendi evimi kurduktan sonra evde hoşuma gitmeyenler ise;
- Kendi saçlarımın yerler,halılara ve banyoya dökülmesi ( Bunun için bulaşık eldiveni çok işe yarıyormuş yeni öğrendim), mevsimdendir diye de kendimi teselli ediyorum.
- Tüm ısrarlarıma rağmen oğlumun odasında dağıttığı oyuncaklarını toplamaması,
- Evin çok çabuk dağılması,
- Cadde üzerinde oturduğumuz için, bitmeyen trafik gürültüsü,
- Yine aynı nedenden çok kısa sürede kirlenen perde ve tüller,
- Yaz aylarında ütü yapma zorunluluğu LL
* * * *

Yıllar geçmiş, öğrencilik bitmiş, çoktan hayatla sarmaş dolaş olmuşuz.
O zamanki ev arkadaşlarım, şimdi kendi evlerinde nasıllar acaba?
Ah güzel anneanneciğim, kapıyı içeriden kilitlemekle olmuyormuş işte, hayat öğretti bunu.
Her şeye rağmen geçen yıllardan kalan bir reklam sloganı kulağıma küpedir benim :

“ Evdeki huzur; zenginlik budur ”
Deep Not: Beenmaya’cım sen bana topu atalı on gün olmuş. Bu kadar da uzun top yakalanmaz ki, daha yeni fark ettim.
Fotoğraf : http://www.deviantart.com/#order=9&q=home+pictures&offset=24

24 Eylül 2008 Çarşamba

Ev Halleri




“ Aman sen evinin kapısını kilitle- dışarıda olup bitenleri duyma kızım” derdi anneannem.
İyi güzel de, ya içeride olanlar? Aynı evi paylaştıklarımız ya da çok istediğimiz halde paylaşa-madıklarımız? Onları ne yapacağız?

Öğrencilik yıllarımdı. Özel bir yurtta kalmak istemiştim. Hangi öğrenci bütün öğrencilik dönemi boyunca yurtta kalabilir ki? En azından benim zamanımda bile bu çok mümkün değildi.

Birkaç arkadaş eve çıkmaya karar vermiştik.
Kararımı hayata geçirdikten sonra başlangıçta her şey çok güzeldi. Evlilikte balayı gibi. Ancak yaşadıklarım bana şunları öğretti:

- Eve çıkacağın arkadaşın, senle birlikte iki kişi olacak. Okul döneminde iki kişiden çok arkadaşla ev paylaşmak tamamen sorun.

- Her insan farklı yapıya sahiptir, okulda çok iyi arkadaş olduklarımızla aynı evde anlaşamamak da mümkündür. Bu sanırım insanın doğasında var. Onca yıllık birlikteliklerin sonunda yapılan evliliklerin birkaç ay içinde bitmesi gibi.

- Yemek, bulaşık ve temizliğin sıraya konulması insanı kalıbın içine sokar. Oysa birlikten kuvvet doğar.

- Öğrencilik günlerimiz hayatlarımızda her zaman yaşayacağımız bir dönem değildir. Birbirimizi tüketmek yerine keyfini çıkarmak gerek. ( Yanlış anlaşılmasın, ben çok da güzel bir öğrencilik dönemi geçirdim, tek şaşırdığım okulda çok iyi arkadaş olduğum bir iki kişiyle aynı evde anlaşamamış olmamızdı )

Tüm bu nedenlerle yalnız kalmayı sevmem, zaman zaman evde kendimle baş başa kalmayı tercih etmemin nedeni işte bu öğrencilik dönemlerime rastlar.

* * * * *

Şimdi kendi evimi kurduktan sonra evde hoşuma gitmeyenler ise;
- Kendi saçlarımın yerler,halılara ve banyoya dökülmesi ( Bunun için bulaşık eldiveni çok işe yarıyormuş yeni öğrendim), mevsimdendir diye de kendimi teselli ediyorum.
- Tüm ısrarlarıma rağmen oğlumun odasında dağıttığı oyuncaklarını toplamaması,
- Evin çok çabuk dağılması,
- Cadde üzerinde oturduğumuz için, bitmeyen trafik gürültüsü,
- Yine aynı nedenden çok kısa sürede kirlenen perde ve tüller,
- Yaz aylarında ütü yapma zorunluluğu LL


* * * *

Yıllar geçmiş, öğrencilik bitmiş, çoktan hayatla sarmaş dolaş olmuşuz.
O zamanki ev arkadaşlarım, şimdi kendi evlerinde nasıllar acaba?
Ah güzel anneanneciğim, kapıyı içeriden kilitlemekle olmuyormuş işte, hayat öğretti bunu.
Her şeye rağmen geçen yıllardan kalan bir reklam sloganı kulağıma küpedir benim :

“ Evdeki huzur; zenginlik budur ”


Deep Not: Beenmaya’cım sen bana topu atalı on gün olmuş. Bu kadar da uzun top yakalanmaz ki, daha yeni fark ettim.


Fotoğraf : http://www.deviantart.com/#order=9&q=home+pictures&offset=24





18 Eylül 2008 Perşembe

Bir Bebeklik Anısı ve Bir hastalık "Bronşiyolit"

2003 yılının kasım ayı oğlumla ilgili hatırlamak istemediğim bir anıyla doludur.
O’nun yaşadığı, bana göre ilk önemli hastalığı bu aya rastlar.

Oğlumun 4. ayını doldurduğu günlerdi. Bu günler, benim de hâla acemi annelik hallerimi üzerimden atamadığım günlerimdi.

O zamana kadar oğlumun önemli bir hastalığı olmamıştı.

Birkaç gündür burun tıkanıklığı sorunu yaşıyordu ve bebek olduğu için sadece burnuna tuzlu su verebiliyorduk. Sonra hafif hafif öksürükler başladı.

Yeni doğmuş bebeklerde ilaç kullanımı sakıncalı olduğundan ne yapacağımızı bilemedik. Bu arada biraz da ateşinde yükselme olmuştu. Neyse ki ateşini doğal yollarla düşürmeyi başarmıştım.

Çok kısa bir süre sonra soluk alıp verişlerinde değişiklik olmaya başladı. Derin derin nefes alıyordu, göğsü sıkışıktı.

Ne yapacağımızı şaşırmış halde doktoruna götürdük ve doktorumuz bizi acilen hastaneye yönlendirdi.

Hastanede oğluma soğuk buhar tedavisi yapmaya başladılar. Hastalığının adı
“ bronşiyolit” ti ve ben adını duymadığım bu hastalıkla ilk kez tanışıyordum.

Daha sonra yaptığım araştırmalar ve çevremde bu hastalığı yaşayan başka bebek ve iki, üç yaş arası çocukları gördüğümden “bronşiyolit” ile ilgili edindiğim bazı bilgileri ve tedavi için, doktorumuzun önerileri ışığında uyguladıklarımı paylaşmak istiyorum:

- Bronşiyolit, solunum yollarının en küçük dalları olan bronşçukların enfeksiyon nedeni ile daralması sonucu oluşan bir hastalık .
- Akut bronşiyoliti erken yaşamda üst solunum yolu bulguları sonrası gelişen hırıltı ile gelen bir hastalık olarak tanımlamak mümkün.
- Hastalık genellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda sıkça rastlanan mikrobik bir hava yolları iltihabı ve soğuk algınlığı gibi başlıyor. Bu noktada ilk önce hastalığı soğuk algınlığından ayırt etmek mümkün olmuyor. Hırıltıyı bazen ancak doktor duyabiliyor.
- Hafif bir bronşiyolit vakasını evde tedavi ederek atlatabilmek mümkün. Ciğerleri açmak için uzman doktorun tavsiye ettiği, buhar makineleri eşliğinde kullanılan bir ilaç alınabilir. Bu ilacı, hastalığın seyrine göre birkaç gün, gün içinde 4 ya da 6 saatte bir uygulamak gerekli.

- Hastalık sırasında ve sonrasında evde asla sigara içimine izin verilmemesi çok önemli.

- Hastalık seyrederken çocuğa mümkün olduğunca sık su içirmek çok faydalı.

- Hastalık fark edilip de ilk önlemler alınmazsa, hastaneye gidilmesi, hatta hastanede kalınması gereken ağır bir vakaya da dönüşebilme olasılığı yüksek.

- Zaman içinde çocuk büyüdükçe ve doğru tedavi yapıldıkça hastalık geriliyor. Uzmanlar özellikle yaz aylarında çocukların denize girmesini önemle tavsiye ediyorlar.
Deniz suyunun bronşları açma özelliği olduğunu vurguluyorlar.

2003 yılının o kötü kasım ayından sonra, oğlumdaki bronşiyolit vakaları birkaç kere daha tekrar etti. Ne var ki bundan sonra neler yapmam gerektiğini bildiğim için daha temkinliydim. Dört yaşını doldurduktan sonra da bir daha oğlumda bronşiyolit vakasına rastlayacağım bir sorun yaşamadım.

Beni o dönemlerde üzen ve korkutan bu hastalığın aslında çok çabuk tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, önemli olanın sadece tanının doğru ve zamanında konulması gerektiğini tecrübe ederek öğrenen bir anne olarak, yaşadıklarımı özellikle altı ay ile üç yaş arası çocukları bu hastalığı yaşayan tüm annelerle paylaşmak istedim.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Bir Bebeklik Anısı ve Bir hastalık "Bronşiyolit"






2003 yılının kasım ayı oğlumla ilgili hatırlamak istemediğim bir anıyla doludur.
O’nun yaşadığı, bana göre ilk önemli hastalığı bu aya rastlar.

Oğlumun 4. ayını doldurduğu günlerdi. Bu günler, benim de hâla acemi annelik hallerimi üzerimden atamadığım günlerimdi.

O zamana kadar oğlumun önemli bir hastalığı olmamıştı.

Birkaç gündür burun tıkanıklığı sorunu yaşıyordu ve bebek olduğu için sadece burnuna tuzlu su verebiliyorduk. Sonra hafif hafif öksürükler başladı.

Yeni doğmuş bebeklerde ilaç kullanımı sakıncalı olduğundan ne yapacağımızı bilemedik. Bu arada biraz da ateşinde yükselme olmuştu. Neyse ki ateşini doğal yollarla düşürmeyi başarmıştım.

Çok kısa bir süre sonra soluk alıp verişlerinde değişiklik olmaya başladı. Derin derin nefes alıyordu, göğsü sıkışıktı.

Ne yapacağımızı şaşırmış halde doktoruna götürdük ve doktorumuz bizi acilen hastaneye yönlendirdi.

Hastanede oğluma soğuk buhar tedavisi yapmaya başladılar. Hastalığının adı
“ bronşiyolit” ti ve ben adını duymadığım bu hastalıkla ilk kez tanışıyordum.

Daha sonra yaptığım araştırmalar ve çevremde bu hastalığı yaşayan başka bebek ve iki, üç yaş arası çocukları gördüğümden “bronşiyolit” ile ilgili edindiğim bazı bilgileri ve tedavi için, doktorumuzun önerileri ışığında uyguladıklarımı paylaşmak istiyorum:

- Bronşiyolit, solunum yollarının en küçük dalları olan bronşçukların enfeksiyon nedeni ile daralması sonucu oluşan bir hastalık .
- Akut bronşiyoliti erken yaşamda üst solunum yolu bulguları sonrası gelişen hırıltı ile gelen bir hastalık olarak tanımlamak mümkün.
- Hastalık genellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda sıkça rastlanan mikrobik bir hava yolları iltihabı ve soğuk algınlığı gibi başlıyor. Bu noktada ilk önce hastalığı soğuk algınlığından ayırt etmek mümkün olmuyor. Hırıltıyı bazen ancak doktor duyabiliyor.
- Hafif bir bronşiyolit vakasını evde tedavi ederek atlatabilmek mümkün. Ciğerleri açmak için uzman doktorun tavsiye ettiği, buhar makineleri eşliğinde kullanılan bir ilaç alınabilir. Bu ilacı, hastalığın seyrine göre birkaç gün, gün içinde 4 ya da 6 saatte bir uygulamak gerekli.

- Hastalık sırasında ve sonrasında evde asla sigara içimine izin verilmemesi çok önemli.

- Hastalık seyrederken çocuğa mümkün olduğunca sık su içirmek çok faydalı.

- Hastalık fark edilip de ilk önlemler alınmazsa, hastaneye gidilmesi, hatta hastanede kalınması gereken ağır bir vakaya da dönüşebilme olasılığı yüksek.

- Zaman içinde çocuk büyüdükçe ve doğru tedavi yapıldıkça hastalık geriliyor. Uzmanlar özellikle yaz aylarında çocukların denize girmesini önemle tavsiye ediyorlar.
Deniz suyunun bronşları açma özelliği olduğunu vurguluyorlar.

2003 yılının o kötü kasım ayından sonra, oğlumdaki bronşiyolit vakaları birkaç kere daha tekrar etti. Ne var ki bundan sonra neler yapmam gerektiğini bildiğim için daha temkinliydim. Dört yaşını doldurduktan sonra da bir daha oğlumda bronşiyolit vakasına rastlayacağım bir sorun yaşamadım.

Beni o dönemlerde üzen ve korkutan bu hastalığın aslında çok çabuk tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, önemli olanın sadece tanının doğru ve zamanında konulması gerektiğini tecrübe ederek öğrenen bir anne olarak, yaşadıklarımı özellikle altı ay ile üç yaş arası çocukları bu hastalığı yaşayan tüm annelerle paylaşmak istedim.





10 Eylül 2008 Çarşamba

HAYAT YOLUN, AÇIK OLSUN

Sen şimdi, hiçbir şeyin farkında değilsin.
O kadar masum ve temizsin ki, o kapkara gözlerinle ve sorduğun sorularla tanımaya çalışıyorsun hayatı.
Hayat senin için, oyundan, birkaç arkadaştan, çeşit çeşit oyuncaktan ibaret henüz.
Okul denince de aklına, renk renk boya kalemleri, el işi kağıtları ve bunlarla yapılan faaliyetler geliyor. Bir de küçük bedenine rağmen, sabah erken kalkma zorunluluğu.
Daha şimdiden kendince farklı meslekler seçiyorsun. Bazen, doktor, bazen öğretmen, bazen subay olmak istiyorum diyorsun.
Geçen gün “ Büyüyünce sadece baba olsam yetmez mi anne? “ dedin. Büyüyünce çok mükemmel bir baba olacaksın henüz bilmiyorsun.

 
Bilmediğin bir bir şey daha var oğlum.

 
Bu ülkede, sana sunulan bu koşullarda, istediğin ya da sevdiğin işi yapma şansın o kadar az ki.

 
Zaman içinde, her çocuğun başına gelen senin de başına gelecek.
Okul hayatının çarkları içinde dönerken, yaprak testler, özel dersler ve dersanelerle tanışacaksın.

 
SBS, OKS, ÖSS harflerinin açılımları yaşam biçimin olacak, 18 yaş gibi çok erken bir yaşta meslek seçimi yapmak zorunda kalacaksın ve bu koşuşturma içinde elbette senin de bir mesleğin olacak.

 
Korkum ne biliyor musun?

 
Gelecekte karşıma çıkıp da “ Anne –falan- mesleğim oldu ama ben mutsuzum ” demen.

 
Seni hayata hazırlarken, üzerine fazla sorumluluk yüklemek ve istemeden mutlu olmana engel olmak beni şimdiden çok ürkütüyor, çünkü her şeyin gelip geçici olduğu şu dünyada mutluluk kadar önemli ve kalıcı hiçbir duygu yok oğlum.

 
Henüz yolun başındasın, hiçbir şeyin farkında değilsin.

 
İki gün önce, sekiz yıl eğitim göreceğin okulun ana sınıfına başladın.

 
Sen, yeni öğretmenin ve arkadaşlarına alışmaya çalışırken onlarla yeni sınıfına doğru yürürken, ben de arkandan bunları düşündüm oğlum.

 
Güle güle.

 
Hayat yolun açık olsun.

HAYAT YOLUN, AÇIK OLSUN




Sen şimdi, hiçbir şeyin farkında değilsin.


O kadar masum ve temizsin ki, o kapkara gözlerinle ve sorduğun sorularla tanımaya çalışıyorsun hayatı.


Hayat senin için, oyundan, birkaç arkadaştan, çeşit çeşit oyuncaktan ibaret henüz.


Okul denince de aklına, renk renk boya kalemleri, el işi kağıtları ve bunlarla yapılan faaliyetler geliyor. Bir de küçük bedenine rağmen, sabah erken kalkma zorunluluğu.


Daha şimdiden kendince farklı meslekler seçiyorsun. Bazen, doktor, bazen öğretmen, bazen subay olmak istiyorum diyorsun.




Geçen gün “ Büyüyünce sadece baba olsam yetmez mi anne? “ dedin. Büyüyünce çok mükemmel bir baba olacaksın henüz bilmiyorsun.


Bilmediğin bir bir şey daha var oğlum.


Bu ülkede, sana sunulan bu koşullarda, istediğin ya da sevdiğin işi yapma şansın o kadar az ki.


Zaman içinde, her çocuğun başına gelen senin de başına gelecek.
Okul hayatının çarkları içinde dönerken, yaprak testler, özel dersler ve dersanelerle tanışacaksın.


SBS, OKS, ÖSS harflerinin açılımları yaşam biçimin olacak, 18 yaş gibi çok erken bir yaşta meslek seçimi yapmak zorunda kalacaksın ve bu koşuşturma içinde elbette senin de bir mesleğin olacak.


Korkum ne biliyor musun?


Gelecekte karşıma çıkıp da “ Anne –falan- mesleğim oldu ama ben mutsuzum ” demen.


Seni hayata hazırlarken, üzerine fazla sorumluluk yüklemek ve istemeden mutlu olmana engel olmak beni şimdiden çok ürkütüyor, çünkü her şeyin gelip geçici olduğu şu dünyada mutluluk kadar önemli ve kalıcı hiçbir duygu yok oğlum.


Henüz yolun başındasın, hiçbir şeyin farkında değilsin.


İki gün önce, sekiz yıl eğitim göreceğin okulun ana sınıfına başladın.


Sen, yeni öğretmenin ve arkadaşlarına alışmaya çalışırken onlarla yeni sınıfına doğru yürürken, ben de arkandan bunları düşündüm oğlum.


Güle güle.


Hayat yolun açık olsun.