29 Mart 2009 Pazar

ŞİMDİ YA DA ASLA

37752_130 Sizde de olur mu ara sıra?

İzlediğiniz ve beğendiğiniz bir filmi yeniden izlemek,  ya da okuduğunuz bir kitabı yeniden okuma özlemi duymak.

Nedendir bilmem bende bu aralar çok sık olmaya başladı bu durum.:)

Dün, geçen yıl vizyona giren ama gösterimde çok da uzun süre kalamayan o dönemde sinemaya giderek izlediğim," ŞİMDİ YA DA ASLA"  adlı filmi bir kere de evde izledim. Sonra da yine o dönemde filmle ilgili bir şeyler yazmış mıyım diye, yazılarıma göz attım, yazmışım elbette, çünkü film gösterimde az kalsa da, hafızamda derin izler bırakan bir film olmayı başarmış.  Bu nedenle yazdıklarımı   bir kere de bu sayfalarda paylaşmak istedim :

 " Hayatı sorgulamak için kendimizle baş başa kaldığımız anlar olur.

Bu anlar çoğu kere, ya yaşadığımız acı tecrübelerin bitiminde ya da beklenmedik sevinçlerden sonra gelir.

27 Mart 2009 Cuma

KİTAP DELİSİ

9750b0a6b850ddf7Henüz ilk okula gitmiyorken, evimizin salonunun bir köşesinde bulunan kütüphanenin karşına geçer, cilt cilt sıralanmış kitapları izlerdim.

Bu;  çocuk aklımla bana değişik gelen bir duyguydu,  o kitapları okuma yazma bilmeyen halimle okumak istemem bir tür özlemdi. O zamanlar, bu duygunun içimdeki okuma tutkusu olduğunu henüz bilmiyordum.

Babam, ben okula başlamadan önce benim için bir sürü çocuk kitabı  da alıp koymuştu kütüphaneye. “ Okula başla bunların hepsi senin kızım derdi. “

Şimdi düşünüyorum da, bana kütüphanemizde duran bu kitaplar okuma alışkanlığı kazandırmış olabilir mi?

Çünkü ben okumayı söktüğüm günden beri bu yaşıma kadar, okuyorum, okuyorum, okuyorum.:)

Bununla ilgili ailede sıfatlarım vardır benim. “ Kitap kurdu”, “ Kitap delisi”,

“ Kitaplı Güzel” ilk aklıma gelenler. Ben en çok kendime “ kitap delisi” ni yakın bulmuşumdur.

Bunları yazma nedenim, dün aklıma düşen, bana okumayı sevdiren belli başlı  çocuk klasikleri oldu.

Liste çok uzun aslında ama içinden seçtiğim ilk on beş kitap şunlar :

1. Altın Masallar /  Altın Kitaplar Yayınevi’nin seriler halinde yayınladığı birbirinden güzel masallardı,
2. Kediler Kralı / Yazarını hatırlamıyorum, Milliyet Yayınları serisinden bir kitaptı,
3. Yonca Kız / Kemal Bilbaşar
4. Fadik / Gülten Dayıoğlu
5. Küçük Prens /Saint Exuperry
6. Gizli Bahçe/ F.H. Burnett
7. Küçük Kadınlar/ Luisa M. Alcott.
8.  Heidi/  Johanna Spyri
9. Oz Büyücüsü/ L. Frank Baum
10. 80 Günde Devrialem/ Jules Verne
11. Pal Sokağı Çocukları/ Frenc Molnar
12. Tom Sawyer/ Mark Twain
13. Peter Pan/ J.M.Barrie
14. Polyanna/ Eleanor H. Porter
15. Define Adası/ Robert Stevenson

Bunların içinde o dönemde mutlaka hepimizin okuduğu ortak kitaplar vardır.
Bunlar aynı zamanda bizi hayata hazırlayan, üzerimizde iz bırakan kitaplardı. 

Hangi şartlarda olursa olsun, bir çocuğa verilebilecek en anlamlı hediye, içinde bulunulan olanaklar ölçüsünde ona okuma alışkanlığı kazandırılmasıdır.

 

 

FOTOĞRAF : www.deviantart.com

24 Mart 2009 Salı

ELİF ŞAFAK AŞK

resim_20090301033912_12Kitaplar vardır, bir sonraki sayfada neler olduğunu merak ederek hızla okumaya çalışırsınız; öte yandan bitmesini istemediğiniz için okumaya korkarsınız.

Nedenini içten içe bilirsiniz; roman ya da  hikaye her ne ise, bittikten sonra sizin için  bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

19 Mart 2009 Perşembe

ZAMAN



t_clock__by_vanishing_s3- " Nedir  senin bu zamanla alıp veremediğin?"  diye sordu.

Şaşırdım, ne demek istediğini  anlayamadım.

Şaşkın gözlerle baktım yüzüne  - " Niye, ne oldu ki ?"  diye sordum.

" Bir şey olduğu yok " diye yanıtladı beni ve devam etti.

- " Hep  plan ve program içindesin, bu günde değil sanki  gelecekte yaşıyorsun, bir kaç saat  sonra, yarın,   ertesi gün,  bir ay ,  hatta bir yıl sonrasında geziyorsun.

Bir de bazen geçmişe takılıyorsun. Kendine zarar veriyorsun bence, dur biraz soluklan, kendine gel."

Keyfim kaçmıştı ama belli etmedim.

Sonra  kendimi  savunmaya  geçtim.

" Plan yapmak   zorundaydım, çünkü plan yapmak  iyi bir şeydi.

 En kötü plan bile plansızlıktan daha iyiydi. Yoksa her şey birbirine karışırdı.

Zaman hızla geçiyordu " ve anlatmaya devam ettim.

Sabırla dinledi beni ve sonra ;

- " Unutma"  dedi,

- " Geçmiş geçmişte kaldı, gelecek  ise daha gelmedi , bir tek  zaman vardır o da bugündür sen bu günü yaşamalısın.

Dön de bir bak kendine, yarını planlamaktan, yaşadığın anın içinde neler kaçırıyorsun gör.

Bunu görebildiğin anda farkına varacaksın ki, hayat akıp giden bir nehir gibidir ve her nehir yolunu mutlaka  bulur.

O  akışa  sen de kaptır  kendini,  suların  eskittiği  taş olma. "

Cevap veremedim.

Düşündüm söylediklerini .

Doğru -mu- ydu?

17 Mart 2009 Salı

NELER ÖĞRENDİM

life_in_the_greenwood_by_rad_ix1Çok rastlar oldum bazı internet sitelerinde.

Hayatın kendilerine neler öğrettiğini yazıyor bazı  yazarlar, bir çeşit hayat muhasebesi yani.

Çok beğendim, heveslendim, sonra bir muhasebe de ben yaptım  neler öğrendiğime dair, kârda mıyım, zararda mı bilmiyorum ama, işte hayatın bana öğrettikleri:

  • “ Tecrübe hayatta yenen kazıkların bileşkesidir” cümlesinin ne kadar hayatın içinden ve isabetli olduğunu öğrendim, 




  •  Parasız hiçbir şey olmaz diyenlere inat, yeri geldiğinde  az parayla da mutlu olunabileceğini öğrendim,




  • Emeğin bedelinin hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını hatta emeğin bedel biçilemeyecek kadar değerli olduğunu öğrendim,


 

  •  Bir reklam sloganı olan “Çocuk da yaparım kariyer de”  cümlesini ilk duyduğum da gülüp geçsem de, şartları zorlayınca zor da olsa yapılabileceğini öğrendim.


 

  •  “Doğru” nun görece bir kavram olduğunu ve herkesin doğrusunun kendine ait olduğunu öğrendim.


 

  • Kimi durumlarda daha az konuşup, daha çok dinlemenin ne çok şey kazandırabileceğini öğrendim.




  •  Aşkı aramak için savrulmalar yaşamak yerine, aynı erkeğe farklı zamanlarda,  -“insan olduğumu hissettirdiği için”  defalarca aşık olunabileceğini öğrendim.


 

  •  Anne olduktan sonra, gece emzirme nöbetleri, kolik ağrıları ile bölünen uykularım sayesinde, derin ve kesiksiz uykunun insan sağlığı için ne kadar önemli olduğunu öğrendim.




  • Bebek kokusunun dünyanın en değerli parfümünden bile daha özel olduğunu öğrendim.


 

  •  Çocuk yetiştirmenin ayrı bir  sanat olduğunu, piyasadaki bütün çocuk büyütme ve eğitim kitaplarını okusam da aslında her çocuğun kendine özgü bir kitap olduğunu öğrendim.


 

  • Tüm zorluğuna rağmen, bir insanın çocuğuna hissettiği duyguların da bir çeşit aşk olduğunu öğrendim.


 

  • Hiçbir şeyin sağlıktan daha değerli olmadığını öğrendim.


          Kim bilir daha neler öğreneceğim?

15 Mart 2009 Pazar

MUTLULUK

happiness_by_eredel

 

TDK sözlüğünde Mutluluk ; " Bütün özlemlere, eksiksiz ve sürekli ulaşmaktan doğan kıvanç durumu" olarak tanımlanmış.

Özlem' in sözlük anlamı ise; " bir kimseye ya da bir şeye duyulan kavuşma isteği, hasret " diye tanımlanmış.

Kendimi bildim bileli ismimle müsemma olduğumu düşünmüşümdür hep.

Özlemlerim hiç bitmez benim.

Çok genel ve basit bir örnek vermek gerekirse, "Yalnızken kalabalığı, gürültülü yerlerde sessizliği, yaz sıcağında kışı, kış ayazında yazı " özler dururum.

Hal böyle olduğunda bütün özlemlere eksiksiz kavuşmak çok da mümkün olmuyor elbette.

Demek ki,  mutluluğun sözlük anlamından değerlendirmek istediğimizde,  hayatın olağan akışı içerisinde , " bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli ulaşmaktan doğan kıvanç durumu"nu  tam da yaşayamamışım ben, hatta sözlük tanımına göre mutsuz bile olmuşum.

Düşünüyorum da " bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli kavuşma durumu"  beklentisi içinde hiç olmadım  ki ben.

"  Mutluluk "   nedenlerim, çok da ulaşılmaz  nedenler değildi çünkü.

Küçük, sıcak şeylerdi beni mutlu etmeyi başaran.

- Uzaklardan uzanan bir dostun sıcak eli,

- Kitaplarımın arasında kaybolmak,

- Baharda doğanın doğurganlığına tanık olmak,

-  Akdeniz'in mavisine, Toroslar'ın yeşiline takılı kalmak,

- Oğlumun sıcacık gülüşü ve her gün  okuldan gelince okulda olup bitenleri;

 " Anne bak var ya" diye başlayan cümlelerle anlatışı,

- Yeni doğmuş bebek kokusu,

- Yağmurdan sonraki toprağın kokusu,

- Nefes almak,

- Aldığım nefesi geri verebilmek,

- Sevmek, sevilmek ve bunu bilmek.

" Mutluluk",  görüp dokunamadığım ama dokunabileceğim kadar da bana yakın olmuş hep.

Ne kadar eksiksiz ve ne kadar sürekli bilemiyorum ama var olduğunu biliyorum ya, bu da sanırım bana yeter.

* * * * * * *

Not: Bu "mim" bana önce sevgili Nily'den, ardından sevgili " Aydan Atlayan Kedi'den geldi. Bu hafta taşınmayla geçtiğinden:), özellikle Nily'nin mimini hemen yanıtlayamadım. Ben de bu mimi "Funda" ve " Maviye Yolculuk" a göndermek isterim. Kabul ederlerse elbette.

14 Mart 2009 Cumartesi

Yeni Adreste...

Ne söylemek istediklerim, ne yazacaklarım hiç bitmedi benim.

Bazen sustum, bazen konuşmaktan yoruldum.
Bazen koştum, bazen koşmaktan yoruldum.

Yazdım, yazdıkça kendim oldum, duruldum.

Eskilerden kalma çok sevdiğim bir şarkının sözleri gibi benim de hayatım :

“ Tam ortasındayım yolun, koşunun.
Tam varıyorum ki hedefe, bir yenisi başlıyor, hâla devam, hâla figan hem de bile bile…
Nasıl da paylaşıyor insan isterse, nasıl da birmiş meğer hasretler, nasıl da mecburmuşuz meğer, sabretmeye, sevmeye öğrenmeye… “

Hayatın izleri ben de, benim izlerim hayatta.

Kum saati vaktini doldurmadan, yazmaya devam yeni yerde, yeni adreste, dostlarla birlikte elbette .

Yeni adresim :

www.hayatizlerim.com

Fotoğraf : http://www.deviantart.com/




10 Mart 2009 Salı

GERİ DÖNÜŞÜM KUTUSU

_computer__by_devlantAkşam olmuş, iş bitimi eve geliyorum.

Gün yoğun geçmiş yorgunum.

Oğluma her zamanki gibi kitabını okuyor ve O’nu uyutuyorum.

Saat 21: 00 civarı ve benim uykum yok henüz.

Yazmam gereken yazılar ve hazırlamam gereken sınavlar var.

Bilgisayarımı açıyorum.

“İyi ki var şu bilgisayarlar hayatımızda” diye düşünüyorum - sahi biz onsuz eskiden ne yapardık? -

Bilgisayarımı açınca, yavaş çalışmakta olduğunu görüyorum.

Virüs korkusu düşüyor aklıma önce. Tam da o sırada “masaüstü” nün çok dolu olduğunu fark ediyorum.

“Masayı” dağıtmışım yine :)

Ana belleğe giriyorum ve kendime kızıyorum. Masa üzerindeki pek çok bilgi zaten ana bellekte de kayıtlı.

Yavaşlamanın nedenini buldum diye sevinerek, masa üzerini temizlemeye başlıyorum.

Gereksiz ne var ne yoksa hepsini geri dönüşüm kutusuna gönderiyorum.
Gerçekten de bilgisayarımın hızı normale dönüyor bir süre sonra. Ben de çalışmaya devam ediyorum.

Saatler gece yarısına yaklaştıkça günün yorgunluğu iyice kendini belli ediyor, bu sefer de ben yavaşlamaya başlıyorum..

Acaba diyorum kendi kendime; beynimizin de “ Geri Dönüşüm Kutusu “ olsa, atıversek içine gereksiz bilgileri ( kesinlikle hafıza silmekten bahsetmiyorum ama, sadece günlük hayatın içinde yaşadıklarımızdan gereksiz olanları ) sonra da boşaltsak o kutuyu, biz de hafifler miydik biraz?
Fotoğraf : http://www.deviantart.com/

Geri Dönüşüm Kutusu



Akşam olmuş, iş bitimi eve geliyorum.

Gün yoğun geçmiş yorgunum.

Oğluma her zamanki gibi kitabını okuyor ve O’nu uyutuyorum.

Saat 21: 00 civarı ve benim uykum yok henüz.

Yazmam gereken yazılar ve hazırlamam gereken sınavlar var.

Bilgisayarımı açıyorum.

“İyi ki var şu bilgisayarlar hayatımızda” diye düşünüyorum - sahi biz onsuz eskiden ne yapardık? -

Bilgisayarımı açınca, yavaş çalışmakta olduğunu görüyorum.

Virüs korkusu düşüyor aklıma önce. Tam da o sırada “masaüstü” nün çok dolu olduğunu fark ediyorum.

“Masayı” dağıtmışım yine :)

Ana belleğe giriyorum ve kendime kızıyorum. Masa üzerindeki pek çok bilgi zaten ana bellekte de kayıtlı.

Yavaşlamanın nedenini buldum diye sevinerek, masa üzerini temizlemeye başlıyorum.

Gereksiz ne var ne yoksa hepsini geri dönüşüm kutusuna gönderiyorum.
Gerçekten de bilgisayarımın hızı normale dönüyor bir süre sonra. Ben de çalışmaya devam ediyorum.

Saatler gece yarısına yaklaştıkça günün yorgunluğu iyice kendini belli ediyor, bu sefer de ben yavaşlamaya başlıyorum..

Acaba diyorum kendi kendime; beynimizin de “ Geri Dönüşüm Kutusu “ olsa, atıversek içine gereksiz bilgileri ( kesinlikle hafıza silmekten bahsetmiyorum ama, sadece günlük hayatın içinde yaşadıklarımızdan gereksiz olanları ) sonra da boşaltsak o kutuyu, biz de hafifler miydik biraz?

4 Mart 2009 Çarşamba

GİDİYORUM...

ssa40776Eşyalarını topladı.
Hiç bu kadar kararlı hissetmemişti kendini.

Valizin içine kıyafetlerini gelişi güzel yerleştirdi.

Öfkesine hakim olamıyordu. İçinden bir ses avaz avaz bağırmak istiyordu. Bir başka ses neşeli şarkılar söylemek istiyordu.

Kurtuluyordu işte, bu evden, beş yıldır çektiği bu eziyetten.

Yanlış mı yapıyorum diye hiç sorgulamadı bile kendini ve sonra “ Bendeki kredisini tüketti zaten “ diye düşündü.
Eve geldiğinde O’nu bulamayacaktı.
Sessiz sedasız gitmiş olacaktı hayatından.

Kaçmak değildi bu.
Dün akşam tüm aklından geçenleri bir bir söylemişti O’na “ Akşam eve geldiğinde ben olmayacağım, GİDİYORUM” diyerek bitirmişti cümlesini.

O ne yapmıştı peki? Her zamanki yüz ifadesiyle “ Hadi canım sen de “ demişti “ Gidemezsin sen nerede sen de o yürek? Yüzüne bakıp gülmüştü bir de o alaycı gülümsemesiyle.

O anı tekrar yaşamak acıttı canını.

Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi.
Önce izini kaybettirmeliydi. Hemen ardından vakit kaybetmeden harekete geçip boşanma davası açmalıydı.

Çocuklarının olmayışı çok büyük avantajdı.” Çocuğum olsa bu kadar kararlı olur muydum?” diye sordu kendine.
Sonra “Her akşam kumar masasından kalkamayan bir adama çocukla da çocuksuz da katlanılmaz” diye yanıtladı kendini.

Valizi elindeydi. Kapıdan çıktı. Arabasına bindi.

Kimse görmemişti apartmandan çıkışını.
Yeni bir sayfa açılıyordu bu sabah hayatında.

Aşk, sevgi bir yere kadarmış demek ki diye düşündü. Bu gözlerinin dolmasına neden oldu.

Arabayı çalıştırdı, aslında ne yapacağını, nereye gideceğini kendi de bilmiyordu.
“Yok, duygularıma yenilmeyeceğim bu sefer” diye uyardı kendini

Bildiği tek şey kararlı oluşuydu ve bu O’na ummadığı bir güç veriyordu.

Hayat O’ nundu ve devam ediyordu.

GİDİYORUM...



Eşyalarını topladı.
Hiç bu kadar kararlı hissetmemişti kendini.

Valizin içine kıyafetlerini gelişi güzel yerleştirdi.

Öfkesine hakim olamıyordu. İçinden bir ses avaz avaz bağırmak istiyordu. Bir başka ses neşeli şarkılar söylemek istiyordu.

Kurtuluyordu işte, bu evden, beş yıldır çektiği bu eziyetten.

Yanlış mı yapıyorum diye hiç sorgulamadı bile kendini ve sonra “ Bendeki kredisini tüketti zaten “ diye düşündü.
Eve geldiğinde O’nu bulamayacaktı.
Sessiz sedasız gitmiş olacaktı hayatından.

Kaçmak değildi bu.
Dün akşam tüm aklından geçenleri bir bir söylemişti O’na “ Akşam eve geldiğinde ben olmayacağım, GİDİYORUM” diyerek bitirmişti cümlesini.

O ne yapmıştı peki? Her zamanki yüz ifadesiyle “ Hadi canım sen de “ demişti “ Gidemezsin sen nerede sen de o yürek? Yüzüne bakıp gülmüştü bir de o alaycı gülümsemesiyle.

O anı tekrar yaşamak acıttı canını.

Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi.
Önce izini kaybettirmeliydi. Hemen ardından vakit kaybetmeden harekete geçip boşanma davası açmalıydı.

Çocuklarının olmayışı çok büyük avantajdı.” Çocuğum olsa bu kadar kararlı olur muydum?” diye sordu kendine.
Sonra “Her akşam kumar masasından kalkamayan bir adama çocukla da çocuksuz da katlanılmaz” diye yanıtladı kendini.

Valizi elindeydi. Kapıdan çıktı. Arabasına bindi.

Kimse görmemişti apartmandan çıkışını.
Yeni bir sayfa açılıyordu bu sabah hayatında.

Aşk, sevgi bir yere kadarmış demek ki diye düşündü. Bu gözlerinin dolmasına neden oldu.

Arabayı çalıştırdı, aslında ne yapacağını, nereye gideceğini kendi de bilmiyordu.
“Yok, duygularıma yenilmeyeceğim bu sefer” diye uyardı kendini

Bildiği tek şey kararlı oluşuydu ve bu O’na ummadığı bir güç veriyordu.

Hayat O’ nundu ve devam ediyordu.

1 Mart 2009 Pazar

ŞİİR BAHÇESİ

ecf417aaac417882861a00fa1535578eYıllar önce okuduğum bir kitabımı tekrar okumak istemeseydim eğer, belki de hiç karşılaşmayacaktık onunla.

Onu eski kitaplarımın arasında görünce, uzun zamandır görmediğim bir dosta rastlamışım gibi sevindim.

O da beni unutmamış, yıllar önce bir şehirden bir şehire eşyalarımın arasında gelmeyi başarmıştı demek.

Onu eski kitaplarımın arasında öylece dururken bulduğumda, boynunu bükmüş, unutulmuş, yine de hatırlanmayı bekler hali geçmişe götürdü beni.

Bir dönem, her koşulda yanımda taşıdığım, beğendiğim her şiiri hiç üşenmeden sayfalarına yazdığım, şiiri sevme ve çok beğendiğim şairlerle tanışma sebebim olmuş, şiir bahçem, şiir defterimdi o benim.

Hemen özlemle elime aldım. Sayfalarını karıştırmaya başladım çabucak.

Şimdi hatırlıyorum da üniversite sınavına hazırlanırken bile aman aralık vermeden ders çalıştığım dönemlerde, verdiğim kısacık molalarımda hep şiir bahçem vardı yanımda.

Şiir defteri dedimse, öyle pembe yaprakları olan, sayfalarının üzerinde kalpler, çiçekler olan bir defter de değildi. Aksine tek çizgili bir okul defteriydi, o kadar da iddiasızdı yani .

Sonrasında ne oldu da yazmayı bıraktım defterime? . . . Bilmiyorum.

Blog sayfalarında yazma yolculuğum sırasında şiiri sanki biraz ihmal mi ettim acaba?

Şiirin hepimizin hayatında önemli bir yere sahip olduğundan şüphe var mıdır?

Kim bilir hangimizin böyle şiir defterleri vardır? Hatta kendilerine ait şiirlerini yazdıkları defterleri.

Bu eski dosta rastlamak benim için çok iyi oldu.

Şimdi eski dostum ve kitaplığımın raflarında duran, sevdiğim şairlerin şiir kitapları baş ucu kitabım oluverdiler yeniden.

En azından gün biterken şiirle bitiyor artık.

Bu nedenle şiir bahçemden seçtiğim birkaç şiiri paylaşmak istedim:

********* *********

SENİ SAKLAYACAĞIM :

Seni saklayacağım inan,
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.
Sen göreceksin, duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.
Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.
Bir gün, tam anlatmaya..
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım..
Anlayacaksın.
Özdemir Asaf
MÜFREZE

Seni unutmaya verdiğim savaşta
Mavi bir mayına bastım dün,
Elime sıkıştırdığın peygamber çiçeğini
Buldum aşk kitabının içinde
Sabaha karşı,
Bütün günahlarımı gökyüzüne sattım kelepir fiyatına
Sonra,
Frida’nın resmini astım baş ucuma,
Elinde firuze bir yüzük
Gözleri kanıyordu yüreğimin karasına
Seni unutmaya verdiğim savaşta
Yaralandım dün gece. . .

Not : “Müfreze” nin kime ait olduğunu not almamışım ve hatırlamıyorum. Bilen varsa, paylaşırsa çok sevinirim.

STRONSIUM 90
Acayipleşti havalar,
Bir güneş, bir yağmur, bir kar,
Atom bombası denemelerinden diyorlar.
Stronsium 90 yağıyormuş,
Ota, süte, ete,
Kapısını çaldığımız büyük hasrete.
Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm,
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
Ya dünyamıza inecek ölüm.
Nazım Hikmet Varşova/ Şvider 06.03.1958
AYRILIK SEVDAYA DAHİL

. . .

Telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişleyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sâhili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

...
ATTİLA İLHAN

*******

HAYAT

Hayat ne fazla gülmek, ne de yasa girmektir
Mevzuatı çiğnemek, tarihi devirmektir..
Dünyayı parmağının ucunda çevirmektir..
Yaşamak, yatağından seller gibi taşmaktır.

İnsan ki gelip geçer, dünyadan nefes gibi,
Ne büyük ıstıraptır yaşamak herkes gibi,
“Yükseksin” tatlı bir ses olamaz bu ses gibi
Yaşamak,, kartal gibi göklerde dolaşmaktır.

Hâlik ki mahlûktarf başka yarattı bizi
Zaman bir avuç toprak yapsa da cismimizi
Kainat hayretlerle anmalı ismimizi
Yaşamak, asırları bir hamlede aşmaktır.

SABAHATTİN ALİ