26 Nisan 2016 Salı

KALBİMİN SESİ



" Kalp tüm organlar içinde özel bir organdır " demişti yıllar önce gittiğim kardiyalog.
"Vücudunda ne olup bitiyorsa kalp haber verir, yeter ki sen kalbinin sesini dinlemeyi bil " diye eklemişti.

Kendimce bu yaşıma kadar kalbime iyi baktım ben.
 Ailemde özellikle anne tarafımda " tansiyonlu Ayşe' " lerin sayısı çok fazla olduğundan, kendimi bildim bileli fazla tuz ve yağ tüketmekten kaçındım. Spor, özellikle yürüyüş, kilo kontrolü hep dikkat ettim.
Bunun bana geri dönüşü tıkır tıkır işleyen bir kalp oldu.

İyi kolestrol, kötü kolestrol, trigliserit, kandaki şeker oranı falan filan ne varsa saat gibi işledi ve fakat bundan 3 yıl önce kalbimin ritmi bozuldu !!!!

Tansiyonum makul seviyede olduğu halde nabzım sanki koşudan gelmiş gibi aşırı  hızlı atıyordu. Biraz ihmal ettim bu durumu ama sonunda soluğu  doktorda aldım.

Kalp grafiği, efor testi, holter cihazı; aklınıza ne geliyorsa hepsi yapıldı; sonuç şahane; kalpte,  kalp kasında falan  sorun yok.

Meğer zavallı safra kesem bir kavanoz taşla dolmuş; hatta taşlar safra keseme sığmayıp pankreasıma doğru yola çıkmış. -Bu cümle bana ait değil; alt batın ultrasonu çeken doktordan birebir alıntıdır bu arada. -
 Benim canım kalbim  de hızını arttırarak bana mesaj veriyormuş. Sanırım o dönemlerde kalbimin sesini dinlemeseydim şimdi çok farklı şeyler yaşayabilirdim.

Bugünlerde yine aynı şekilde ritmi değişti kalbimin.

 Kalbimin sesini daha çabuk dinleyerek yine soluğu doktorda aldım.

Sonuç; bu sefer de damarlarımda dolaşan kan azalmış; benim zavallı kalbim bu az kanla atmaya devam ediyormuş; nedenini de öğrendik şükür ki korkulacak bir şey yok, hemen önlemini aldık.
Her kadının belli bir dönem sonunda yaşayacağı şeyleri yaşamaya başlıyormuşum; yaşlılığın gençlik dönemindeymişim meğer; sevgili kalbim haber veriyormuş bana.

Kalbim de ben de iyiyiz şimdilik . Sanırım bundan sonra kalbimin sesini daha çok dinlemem gerekecek. :)


20 Nisan 2016 Çarşamba

KARABAŞ'IN ÖLÜMÜ

Çocuktum. ilkokul ikinci sınıfta olmalıyım.

O zamanlar yaz tatilimi geçirmek için sabırsızlanarak gittiğim, çocukluk sarayımdayım. 
Anneannem ve dedemin evinde. 

Aslında küçük ama benim için kocaman bir ev bu. 
Ön bahçesi çiçekler arka bahçesi tavuklar, horozlar, civciv ve piliçler, orta büyüklükte bir havuz içinde ördeklerle  dolu. 

Meyve ağaçlarını da unutmayalım. Şimdi organik diye köy yumurtası satıyorlar ya; hani dolaşan tavuk yumurtası diyorlar; hah işte o zamanlar her sabah bu dolaşan tavukların yumurtası eşlik ediyor kahvaltılarımıza. Dut mevsimi gelince dutları, kiraz mevsimi gelince kirazları  dalından koparıp yiyoruz ve mutluyuz. 

Bir de Karabaş var. 
Dedemin köpeği. Uzun bacaklı bir köpek. Özellikle dedeme çok bağlı.

 Dedem bu evde oturmayı sağlık sorunları yüzünden tercih etmiş. 

Kalbinde ciddi problemler var ve zaman zaman dinmek bilmeyen göğüs ağrıları çekiyor. 
Her ağrı gelince ölüme bir adım yaklaşıyor, hemen dil altı ilacını alıyor ve olabildiğince dinleniyor. Bu kalp aslında onu 84 yaşına kadar yaşatacak, yaşam kalitesi düşse de anneannem ondan önce gidecek o zamanlar bunu bilmiyor, hiç birimiz bilmiyoruz.

Bir gün dedem yine hastalanıyor. Öyle böyle değil ama. Dil altı ilaçları falan hiç bir şey iyi gelmiyor. 
Ben de yanlarındayım. dedemi öyle görünce korkuyorum  
Önce eve doktor çağırıyoruz sonra dayıma haber veriyoruz. Anneannemle beraber doktora götürüyorlar; biraz hastanede yatması gerekiyor diyor doktorlar. 

Her şeyi öylece bırakıyorlar. Ben İstanbul'a dönüyorum. Annem ve babam almaya geliyorlar annem de dedemin başında kalıyor. 
 Ağlıyorum. "Ağlama" diyor anneannem. "Deden iyileşşsin gelirsin yine  ..."

Aradan bir ay geçiyor, dedem iyileşiyor. Şeker Bayramı geliyor ve biz bütün çocuklar ve torunlar anneannemin evinde toplanıyoruz. Hem bayram diye, hem dedeme biraz moral olsun diye. 

Eve geldiğimde bir sessizlik fark ediyorum. 

Karabaş ortalarda yok. Kümesteki tavuk ve horozlar eksilmiş. 

Sonra aralarında konuşurken duyuyorum. Kümese anneannemle dedem hastanedeyken  tilki mi sansar mı tam hatırlamıyorum bir hayvan saldırmış. 
Birkaç tavuk ve horozu parçalamış. Karabaş saldırmış hayvana onu da parçalamış. Çok mücadele etmiş ama paramparça olmuş Karabaş. 

Bunu duyunca bir köşeye çekiliyorum, elime kitabımı alıyorum. Kimseye belli etmeden sessizce ağlıyorum. 
Aramızdaki diyaloğun dedemle her bahçeye çıktığımızda  dedemin ve benim paçalarımıza sarılıp bizi koklamaktan öteye gitmediği  Karabaş'ın bu acı ölümünü kabullenemiyorum.

Sonra diyorum ki ya dedem ölseydi? Ya Karabaş'la birlikte onu da kaybetseydim?
Şükür çok şükür diyorum dedem hayatta. 
"Artık onu hiç üzmiycem ne zaman isterse bahçeyi temizliycem, tavuklara yem vericem diye kendi kendime söz veriyorum. " 

Şimdi bu anı durup dururken nereden aklıma geldi? İnanın bilmiyorum. 

1 Nisan 2016 Cuma

BAHARIN GELİŞİ

Martın uzun ve kasvetli havasından kurtulduktan sonra bizi tatlı göz kırpmalarıyla karşılayan nisana selam olsun.
Baharın ortanca kızı güzellikler getirsin hepimize ...
Bugün okullarda çocuklar birbirlerine geleneksel sınıf değiştirme şakalarını yaparken ben yine Antalya sokaklarını dolaştım durdum.
İste gözüme takılanlar :