31 Aralık 2014 Çarşamba

GEÇSİN GÜNLER HAFTALAR ...

" Geçsin günler haftalar, aylar mevsimler yıllar
   Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın.
   Sen, gözlerimde bir renk, kulaklarımda bir ses
   Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın ... "
    .....

Enis Behiç Koryürek'in bu muhteşem şiirine Erol Sayan notalarıyla hayat vermiş. Şiiri de şarkıyı da dinlemeye doyamam.

Düşünüyorum da  ömürlerimizden bir yıl takvimi daha koptukça, anılarımızda yer eden; gözlerimizde bir renk, kulaklarımızda bir ses ve içimizde nefes olarak kalacak insan sayısı ne kadar da artıyor. Her geçen yıl eksiliyoruz.

Bir yandan da hızla devam eden, ayak uydurmak durumunda olduğumuz bir hayat var. Bu akışa kendimizi kaptırmak belki de en güzeli.

Biz de yeni yıl telaşına kaptırdık kendimizi. Ağacımızı günler öncesinden süsledik. Yeni yıl kurabiyeleri yaptık. Minik minik hediyeler aldık birbirimize.




Hayat, güzel ,yaşamak güzel. Günler, haftalar, aylar, mevsimler  akıp giderken biz hep mutlu olmanın yollarını bulalım kendimizce. Bence aslolan bu.


2015 güzellikler ve yaşama sevinci getirsin hepimize ...


9 Aralık 2014 Salı

YAŞ


Bir haftadır hava kapalı. Antalya değil de Londra'da yaşıyor gibiyim.

İçimdeki küçük Polyanna sayesinde bulutlu havanın da keyfini sürdüm valla. Bol bol bulut fotoğrafı  çektim. Uzun yürüyüşler yaptım. Taa ki dün geceye kadar, dün gece gökyüzünde bulutların savaşı başladı. Hem de ne savaş. Işıklı, sesli, bol gürültülü ve korkunç !!!! Oğlumla yer değiştirdik
 sanki. Ben çocuğum o baba . Anne neden korkuyorsun ki, gökyüzünde bulutların çarpışmasından gök gürler, şimşek çakar demeye başladı çocuk. Onca yağmurun sonucu olarak okullar tatil edildi.

Okulların tatil olması hadi neyse de; ya işe gitmek zorunda olanlar onlara ne demeli ? Böyle anlarda ekmeğini sokaktan kazanan insanları düşünürüm en çok, bir de evsiz olanları ve sokak kedilerini ...

****



Geçen hafta oğlumla benim sınav haftamızdı. Bir yandan oğlum, diğer yandan öğrencilerim sınava girdiler. sonuç güzel çok şükür ... Altıncı sınıf müfredatı çok yoğun, konular fazla ve hızlı ilerliyor. Çocukların sırtında bir yük sanki dersler.  Bir de Osmanlı Türkçesi söylemleri var. Şaşkınlıkla izliyorum ...

****

Geçen hafta ayrıca boş kaldığım anlarda sinema haftamdı. İki film izledim. Sanırım ben filmleri sinema salonlarında izlemeyi sevenlerdenim ve fakat ikisini de beğenmedim. Özellikle Karışık Kaset beni hayal kırıklığına uğrattı. Kitabı gibi değildi ve çok yapay buldum. Kitap daha samimiydi. Zaten bende bu hep böyledir her zaman kitap filmden daha güzeldir diye düşünürüm nedense.

****

Bu hafta derslere bir hafta mola verdik. Benim için iyi oldu. Evde de olsam dinlenmek iyi gelecek. Bu gün var gücümle tembellik yapmak istiyorum. Kitabım ve yeşil çayım eşlik etsin bana. 

Murakami'nin yeni kitabına başladım şimdilik keyifli gidiyor. Benim için değişik bir yazar Murakami. Hakkında ne düşüneceğimi pek bilemiyorum. Herkesin sevdiği romanlarını beğenmiyor - sahilde kafka hariç -. Kimsenin beğenmediği kitaplarını bayılarak okuyorum. Ya onda var bir tuhaflık ya bende :)

Bu arada Ayşe Sarısayın'ın yeni romanı Ansızın Gün Batımı'nı bitirdim. Başlangıçta biraz sıkılsam da ortalara doğru kitabın  içine girdim ve beğendim. 



****

Şaka maka bir yıl daha geçiyor hayatlarımızdan. Sınav, yağmur, ders, kitap derken yaşlanıyoruz, yok yok yaş alıyoruz  :))




24 Kasım 2014 Pazartesi

TÜRKÇE ÖĞRETMENİ



Uzun yıllar önceydi.


On yaşını doldurmuş küçük kız, o yıl ortaokula başlamanın heyecanı içindeydi.
Uçsuz bucaksız bir alana kurulu olan, 6 yıl boyunca orta okul ve lise eğitimi göreceği okul hem tarihi binasıyla küçük kıza çok çekici geliyordu, hem de yeni bir çevreye girmekten ötürü çekingenlik yaşıyordu.

Beş yıl boyunca birlikte olduğu ilk okul öğretmeni ve arkadaşlarından ayrılıp, yeni bir hayata başlamanın tedirginliğini fazlasıyla hissettiği bir dönemdeydi.
Onun gibi ortaokul birinci sınıf öğrencileri, değişik dersler ve değişik öğretmenlerle yavaş yavaş tanışıyorlardı.
Öğretmenlerini sevmişti,
hele Türkçe öğretmeni, etkileyici ses tonu, öğrencilere yumuşak ve sevgi dolu yaklaşımı ve mükemmel Türkçe’si ile küçük kızın gönlünde taht kurmuştu.

Türkçe öğretmeninin değişik bir ders anlatış biçimi vardı.

Özellikle dilbilgisi derslerinde konuyu bir hafta önceden öğrencilerine verir, ertesi hafta konuya hazır olan bir öğrenciyi derse kaldırır, önce ona dersi anlattırır sonra da kendisi eklemeler yaparak derse devam ederdi.

Bir gün, yine ertesi haftanın ödevini verdi öğretmen öğrencilerine.
Konu, “ İnceltme İşareti ” idi.

 Kız, eve gidince dersine güzelce hazırlanmaya başladı.
Konuyu önce okudu,  sonra bir kaç kere annesine anlattı, ardından oyuncak bebeklerini karşısına alarak onlara da öğretmen edasıyla inceltme işaretini anlattı.

Ertesi hafta ders başladı; öğretmen her zamanki gibi : “Konuyu kim anlatmak istiyor?” diye sorduğunda, kız derse hazır olmasına rağmen yine de çekinerek parmağını kaldırdı.
Öğretmen arka sıralardan kalkan bu çekingen parmağı gördü ve kızı tahtaya çağırdı.
Küçük kızın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

Heyecan içinde tahtaya geldi ve konuyu anlatmaya başladı, anlatırken örnekler de verdi;
“ kar, kâr – hala, hâla – adet, âdet- kağıt, kâğıt ”.

Anlattıkça  öğretmen dahil bütün sınıfın onu dinlediğini fark etti; heyecanı geçti.

Sunum bittikten sonra öğretmenine baktı.
Öğretmen yüzüne memnuniyet ifadesi yerleşmiş bir tebessüm içinde şunları söyledi:
“ Evet çocuklar, arkadaşınız bu konuyu o kadar güzel anlattı ki, benim bir şey eklememe gerek kalmadı. Hepinizin önünde O’na teşekkür etmek istiyorum, arkadaşınıza kocaman bir aferin.,,
Kıza ismini ve okul numarasını sordu, kız da ismini ve okul numarasını söyledi...
O gün küçük kız hayatının dönüm noktalarından birini yaşamıştı.
Kendine daha çok güvenmiş, o ürkek serçe çekingenliği azalmış, okuluna, yeni arkadaşlarına daha da alışmıştı artık.
* * * *
Sevgili Öğretmenim;
Açık mektup nasıl yazılır bilmiyorum, tıpkı bu mektubun size ulaşıp ulaşmayacağını bilmediğim gibi.
30 yıl geçti aradan ama bazı şeyler unutulmuyor.
Siz yıllar önce o gün, belki de farkında olmadan, o çok bilinen “ deniz yıldızı ” hikayesindeki gibi okyanusa bir deniz yıldızı fırlattınız ve şimdi o deniz yıldızı da eğitim yolunda bir çok deniz yıldızını okyanusla buluşturmaya devam ediyor.

ÖZLEM ÖZAD
1 - G 2449
KADIKÖY KIZ LİSESİ
*****
Not : Sevgili Türkçe öğretmenim Nurdoğan Cabi'nin, vefat ettiğini öğrendim. Bu yazı yıllar önce yazdığım bir yazıydı, kendisine ulaşamayacağından emin olduğum için sayfamda, öğretmenler gününde paylaşmak istedim ...
Mekanı cennet olsun ...

14 Kasım 2014 Cuma

YAĞMUR, KABAK TATLISI VE GÖZ KIRPAN FIRIN SÜTLAÇ



Cumaları çok severim, çocukluğumdan beri haftayı sanki yedi değil de beş gün gibi kabul ettiğimden haftanın son iş günü benim için de haftanın son günüdür.


Bu haftanın son günü hepimiz için sıradan bir gündü aslında.
Sabah oğlumu servise bindirdikten sonra azıcık yürüyüş yaptım;  gökyüzüne bakınca yine  bir dolu yağmur bulutu gördüm. Bu aralar güneş ve bulut fotoğraflarını sosyal medyada o kadar çok paylaşıyorum ki, eminim takipçilerime fenalık gelmiştir.

 
Neyse kız kardeşimle buluşup alışveriş yapacaktık. Sabah aramızda bu programı erteleme konusunda  kısa bir telefon konuşması geçti ve fakat işin ucunda alış veriş olunca, hava da zaten günlerdir bulutlu  olunca ertelemedik.
Tedbir için şemsiylerimizi yanımıza alarak çıktık yollara. İyi ki almışız !!!


Buluştuk, önce hadi bir yerlerde  kahve içelim dedik; kahvemizi höpürdeterek içerken, birden bire nereden geldiğini anlamadığımız bir sağanak yağmur başladı. Hava karardı, yer ve gök birleşti.

Ben yağmuru fırsat bilerek gittiğimiz yerde kardeşimle kendime bir porsiyon kabak tatlısı söyledim.
- Biz ikimiz böyleyiz. sözüm ona az yiyoruz ya, bakın dikkat edin; diyet yapıyoruz bile diyemiyorum bu yaptığımız diyet değil zira, sevdiğimiz şeylerden ortaya bir tane söyleyip iki çatal veya kaşık  istiyoruz. Bu yüzden ya adımız geri zekalıya çıkacak ya da gittiğimiz yerlerden kovulacağız; bu ayrı bir yazı konusu -  .

Kabak tatlımızı yedik; üzerine iki bardak çay içtik, yağmur dinecek diye bekliyoruz !!! I ıhhh , yok böyle bir şey, Dineceğini umduğumuz yağmur şiddetini arttırarak devam etti. Kabak tatlısını yediğimiz yerde mahsur kaldık. Hiç bir yere kımıldayamadık. Trafik allak bullak oldu.

Tam o sırada gözüm, vitrinde duran fırın sütlâçlara ilişti ama kardeşimin " aklından bile geçirme" bakışlarıyla karşılaştığım için sustum.

Tüm iyi niyetimizle beklemeye devam ettik. Ben hatta bulunduğumuz yerde yağmur fotoğrafları falan çektim. İnsanlar bana tuhaf tuhaf tuhaf baktılar; deli herhalde falan diye düşünmüş olmalılar. Olsun, düşünsünler, benim içimde bir sanatçı ruhu var kimse bilmiyor benden başka !!!

Neyse çekilen fotoğraflar, içilen kahve ve çaylar, mideye inen kabak tatlısı, bize göz kırpan fırın sütlaça rağmen yağmur dinmedi.
Eve dönme zamanı çoktan gelmişti. Çok zekiyimdir ya;  otobüse bineceğime aklıma taksi çağırmak geldi.
Taksi çağırdım fakat taksi de tam 45 dakika sonra geldi.
Bindim. On beş dakikalık yolu bir saat içinde geldik.

Taksi şoförü etrafı acımasızca ıslatan ve bu yağmurda hız yapan sürücülere bol miktarda söylendi.
Saygılı biriymiş pek küfür etmedi neyse ki.
Söylenmekten vaz geçtiği kısa anlarda da klasik taksici muhabbeti yaparak Antalya'nın eski Antalya olmadığından dem vurdu. Ahh amcam ahh, artık hiç bir şey eskisi gibi değil ki.

Neyse eve geldim. Üzerimi değiştirdim, klasik ve geleneksel yağmur keyfimi yaptım kısacıktı ama olsun, yapmalıydım. Kısa süren, battaniye ve kitap keyfim güzeldi.

Magda Szabo'nun Kapı'sını bitirdim; çok az bir sayfa kalmıştı ve hemen Handan'a başladım.
Kapı'yı çok beğendim.  Birazcık kitap blogumda anlattım.
Handan'la  da yeni tanışıyoruz.

Bir yandan oğlumu bekleyip, bir yandan kitap keyfi yapıp, bir yandan yazı yetiştirirken, kitap fotoğraflarında ayağımı ve terliğimi de çekmişim, yeniden fotoğraf çekmeye de zamanım yok, kusura bakmayın artık, zaten siz de yabancı değilsiniz ki di mi ama ? :)

Alışveriş için başlayan günüm yağmurun gazabına uğradı ama olsun; yağmurlu bir gündü ve ben mutluydum :)





5 Kasım 2014 Çarşamba

YENİ YAZI ...

Bugün, bahardan kalma bir hava var yine.
Dün de böyleydi, önceki günde...

Sabah yürüyüşlerime eşlik eden bu güzellikler beni pek mutlu ediyor bu aralar. Başka bir şehirde olsa bu yapraklar çoktan sarıya döner ve hatta dökülürdü; buralarda bu şekilde ...

Deniz her daim böyle bakmaya doyamıyorum. Akdeniz aslında çok tuzlu bir denizdir. Ben galiba Akdeniz'i görsel olarak daha çok seviyorum. Denizden çıkınca kirpiklerime kadar bembeyaz olmuşluğum vardır zira.

Bu gün günlerden UNUTURSAM FISILDA günü. Çağan Irmak'ın bütün filmlerini  beğenerek izledim; bakalım bu filmi için fikrim ne olacak ? 



Ne zamandır okumak istediğim bir kitap var. Moskova'da Yanlış Anlama. Ona başladım. İncecik, çok güzel. Yavaş yavaş okuyorum. Nedense bu aralar okumak için acelem yok. 
Akşama da da dersim var. Biraz kitap, biraz ders notu ...
Böyleyim bu aralar. Gezerim, sinemaya da giderim, kitabımı da okurum, ders de anlatırım; hepsi bir arada yani. Bence hayat böyle güzel :)

22 Ekim 2014 Çarşamba

BİR DE BAKTIM EKİM BİTMİŞ !!!

" Eylül toparlandı gitti işte,
ekim de gider bu gidişle " diye boşuna söylememiş şair.

Tüm naifliği ile eylül geçip gitti hayatlarımızdan ekim de gitmek üzere  ve ben bloguma yazmayalı yaklaşık bir ay olmuş.

Okulların açılmasıyla birlikte oğlum kendini bodoslama 6. sınıfın içinde buldu.

Dersler inanılmaz zor. Müfredat çok hızlı ilerliyor. Artık benim de ona ders konusunda verebileceğim bir şey kalmadı.
Kendi kanatlarıyla uçma vakti geldi. Ders düzeni kurmak, çalışma planı yapmak çok zor oldu. Tatilden çıktıktan sonra hemen okul hayatına adapte olamadık.

Müfredat zor dedim ya, Din dersi soruları çok ilginç.
Çocuklar nasıl altından kalkar, velilerin tepkisi ne olur ? Bilmiyorum.
Dilerim ve umarım amaç üzüm yemek yerine, bağcıyı dövmek olmaz !!!




Eylül ve ekim aylarında kendimi güzel sanatların iki dalına adadım adeta. Edebiyat ve sinema.
Altın Portakal'ın 51. si geçti hayatımızdan. Arkadaşlarımla bol bol film izledim. Tadı yoktu festivalin,  Artık neyin eski tadı var ki ? Bize de  her şeye rağmen yaşadıklarımızdan keyif almaya çalışmak düşüyor :)
Oğlumla Pek Yakında'ya gittik. Bizimki Cem Yılmaz'a bayılır. filmi de sevdi tabii. Ben çok bayılmadım ama itiraf etmeliyim.

Uzun yürüyüşler yapıyorum bu ara. Üzerinizden uzak topuk dikeni olmuşum. 

Doktora gittim, topuk filmi çekildi, gerçekten de topukta diken gibi bir çıkıntı var. Doktor özellikle üzerine basmam gerektiğini söyledi ben de yürüyüş sayımı artırdım. 
Topuk dikeni ne ki ? Biz bu 2014 'de ne acılar yaşadık; bunu da atlatırız evelallah !!!



Yürüyüş yaparken de sürekli fotoğraf çekiyorum. Bu günlerde fotoğraf  çekmek beni çok rahatlatıyor.
yazının içinde gördüğünüz kareler yürüyüş fotoğrafları. Bir gün Antalya'dan ayrılıp başka bir şehirde yaşamaya başlarsam sanırım bu şehrin en çok denizini özlerim.






Gün Zileli'nin Mevsimler adlı romanını  okuyorum.

Bir dönem kitabı ve ben dönem kitaplarını çok severim.
Bunu da beğendim, keyifli gidiyor.

Leylak Dalı'nın sayfasında görmüş olmalıyım. Zaten, Leylak Dalı, Lale'nin Bahçesi, Aydan Atlayan Kedi, Macera Kitabım ve Baykuş Gözüyle, Hece Ajandam benim kitap referansı  arkadaşlarım. Blog dünyasını da tüm sosyal medyadan ayrı olarak sevme nedenlerimden biri de bu.

E ben kaçayım artık. Söz bir daha bu kadar uzun ara vermeyeceğim :)



29 Eylül 2014 Pazartesi

VAZİYETLER !!!



Bana göre eylülle vedalaşmak geçtiğimiz cumartesi gecesi oldu.
Aniden bastıran yağmur gelmekte olan ekimin habercisiydi.

Antalya diğer şehirlerden daha farklı. Mevsim geçişlerini değişik yaşıyor.
Yağmuru da, sıcağı da, rüzgarı da kendiyle kavga eder gibi.


Önce göz gözü görmeyecek denli şiddetli yağar buralarda yağmur.
Ertesi gün, güneş hiç bir şey olmamış gibi gök yüzünden gülümser .


Hafta sonu da böyle geçti ...

****
Pazar akşamı oğlum şiddetli boğaz ağrısıyla kıvrım kıvrım kıvrandı.
Bu annelik acayip bir duygu. Bu çocuk askere bile gitse benim nöbetçi anneliğim hep devam edecek gibi.

Onu karnımda taşırken; bu sürecin hep devam edeceğini; hamileliğimin hiç bitmeyeceğini düşünürdüm. E haksız da değilmişim hani. Aramızda onunla halen gizli bir göbek bağı var sanki, bir türlü kopamıyor.

Neyse sabah okula göndermedim doktora gittik.
Hiç sevmediğim bir şey yaptım mecburen. Haftaya hastanede başladım.

Son zamanlarda tuhaf bir inancım oluştu benim. Haftaya hastalıkla başlarsam, bütün bir hafta böyle devam edermiş gibi geliyor.
Oysa çok da itibar etmem böyle şeylere. Misal önümden kara kedi geçmesine bayılırım. O minik siyah güzellikleri aksine şirin bulurum.
Merdiven altından çok geçmişliğim vardır. Hiç de bir şey olmadı bu güne kadar.
Fakat özellikle babamdan sonra böyle oldum ben ...

Bizimki tipik okul hastalığı olmuş. Ne yapmamız gerektiğini öğrendik ve eve döndük.

Eve dönerken yolumuzun üzerinde yazımın başındaki bu  güzelliğe rastladık. Benim bu minik göleti  görünce bütün sıkıntım, kasvetim geçti gitti.
Antalya'yı sevme nedenlerimden biri de bu güzellikler işte. Polyanna'dan hallice bir hayat sürüyoruz böylece...

***
Hastanenin yakınındaki D&R' a uğradım. Hayır yani kitaptan da  eksik kalsam olur mu? Olmaaaz !!!!

Ne zamandır merak ettiğim bir kitap vardı. İlk gördüğüm zaman adı itici geldi; itiraf etmeliyim.
" E o zaman sadece o kız okusun bu kitabı"  dedim. Sonra bende bir merak bir merak. Aldım; okumaya başladım. Fikrimi yazarım bitince ...

Oğluma da iki tane film aldım izlemesi için. O benim gibi kitap kurdu değil. Sinema, tiyatro, film de onun vazgeçilmezi.





Vaziyetler ben de böyle bu aralar.
Haftamız mutlu; hastalıktan ve  hastaneden uzak geçsin.


20 Eylül 2014 Cumartesi

KISA KISA



İkiye bölünmüş durumdayım bu aralar.
Cidden ...

Bir yarım yazdan kalma, sıcağa alışmış, tembelliği neredeyse yaşam biçimi haline getirmeye başlamış ve fakat ameliyat sıkıntılarından kurtulmuş.

Diğer yarım oğlanın okulu - dersane - ev arasında günlük koşuşturmaya başlamış.

Bazen iç seslerimi  aralarında konuşurken duyar gibi oluyorum.
Tembel iç sesim çoğunlukla diğerine baskın çıkmaya çalışıyor ve itiraf edeyim  başarıyor da...

Bu arada eylül tüm güzelliği ile geldi Antalya'ya. Gündüzleri sıcak olsa da insanı yormayan bir hava var. Okullar açıldıktan sonra denize bile gittim. Deniz sevmeyen ben, bu yaz ameliyatım için eve kapandım ya, deniz özlemim  depreşti.

****

Kitap fuarı başladı dün itibarı ile. Konyaaltı Belediyesi düzenlemiş. E bi gidip görmek lazım. Çok da okuyacak kitabım var ama merak ettiğim kitaplar da var tabii.

****

Bu arada ev işi !!!!
 Bitmiyor kardeşim bu ev işi. Ne yıkanacak çamaşır, ne ipten alınıp ütülenecekler, ne yemek, ne temizlik yok yok. Ev sınırları içinde sabah 08 :00 akşam 23:00 ağır işçi gibi hissediyorum kendimi.

****

Eylül gelince yeni diziler de başladı fakat ben yazdan kalma olduğum için yazdan kalan dizilerimi Ulan İstanbul ve Güzel Köylü'yü tercih ediyorum. Çünkü her ikisi de ameliyat sonrası dönemimde yüzümü güldürmeyi başarmış dizilerdir. "Benim Adım Gültepe" de içinde İzmir olduğu için ilgimi çekiyor. Roman tadında bir dizi ben beğendim ama ağır ilerliyor gibi. Bekleyelim görelim...
****

Albümlerin arasında bu fotoğrafı buldum dün. Kardeşim bebek ve ben dört yaşımdayım. Annem ve babam ne kadar gençler.
Kırk iki yıl önce. Eski fotoğrafları görünce yazacak o kadar çok şey  geliyor ki aklıma onlar da bir sonraki yazımın konusu olsun.

****
Hep söylemiş ve yazmışımdır. Cumartesi günlerini çok seviyor, ardından gelen pazardan nefret ediyorum diye. Durum hiç değişmedi.
Kaçıyorum şimdi ben. En sevdiğim günün keyfini sürmeye.
İş güç dursun bir kenarda; bu gün günlerden cumartesi ...

Bakın gördünüz mü yine tembel yanım galip geldi :)



1 Eylül 2014 Pazartesi

YENİ BAŞLANGIÇLAR


Dün gece uyurken beni uykumdan boynumdan aşağı dolaşan bir şey uyandırdı.


Uyku sersemi; eyvah dedim böcek falan dolaşıyor üzerimde. 

Kalktım meğer akan ter damlalarıymış !! Pes dedim, bu kadar mı olur ? 


Uyurken saunaya girmiş gibi kalkan, terleyince ter damlalarını üzerinde dolaşan böcek sanan canlı varlık dilerim ve umarım tek ben değilimdir !!!!!

Böyle bir şehir işte Antalya. Temmuz ağustos, vıcık vıcık, rezalet. Hani hepimizin hayatında sinir olduğumuz gıcık tipler vardır ya. Bunlar ya iş yerimizdedir, ya aileden biridir, ya apartman komşumuzdur. Hareketleri, davranışları hiç hoşumuza gitmez ama atsak atamayız, satsak satamayız. Kaçsak kurtulamayız, gelir yapışırlar üzerimize ...

Antalya'da yaşanan Temmuz ve Ağustos aylarını  bu tip insanlara benzetiyorum. Katlanmak zor ama mecburuz onlarla olmaya. Bu yüzden ne yazık ki, temmuz ve ağustos aylarını sevemiyorum. Üstelik klima, vantilatör falan da bir işe yaramıyor bu iki yaramaza ...
Gidişlerinden hiç şikayetçi değilim.

Eylülü ise pek naif, pek kırılgan bulurum.

Yeni başlangıçların ayıdır bana göre eylül. Sıcaklar hafifler, okullar açılır, yazlıklarda insan sayısı azalır. Abilerinin dağıttığı evi derleyen, toplayan, düzenleyen evin küçük kızı gibidir benim gözümde eylül.

Bu yaz ameliyatım nedeniyle genelde evde geçti ve ben okuma rekorumu kırdım. 2014'ün temmuz ve ağustos aylarını pek iyi anılarla hatırlamayacak olsam da kitap okuma rekorum hoş bir anı olarak kalacak aklımda.

Ve şimdi eylül hüznüne yakışan bir romana başladım. Uzun zamandır okumak istediğim, fakat cesaret bulamadığım bir romandı. Şimdi zamanı geldi diye düşünüyorum. 


Sırça Fanus. Cesaret bulamadım çünkü Silvia Plath trajik ölümü ile aklımda kalan ama sevdiğim bir edebiyatçı. Bir insan neden kendini öldürmek ister ? Neden ölümü seçer ? Okuyalım bakalım bir de hayata onun gözünden bakalım.
Kırmızı Kedi Yayınları'nın özel baskısını çok beğendim. Sırça Fanus'u benim gibi henüz okumamış olanlara öneririm.

Gelişiyle güzellikler getirsin bize eylül .
Sıcakları ve bütün dertleri götürsün. Yeniden başlasın her şey ve bu yeni başlangıçlar hepimize iyi gelsin.


25 Ağustos 2014 Pazartesi

KÜFÜR KÜFÜR



Oğlum doğduğunda onu büyütürken bir karar vermiştim.

Çocuğum küfürsüz bir ortamda büyümeliydi, saygılı ve terbiyeli bir çocuk olarak yetişmeliydi. Bu nedenle özellikle evde çok dikkat ettim. On en kızdığım zamanlarda " çilek kafalı ", " domates kafalı " gibi eğlenceli kelimeler kullandım ve sandım ki bu çocuk hiç küfür öğrenmeyecek !!!!!

Derken kreşe ve ana okuluna gitmeye başladı. Bir gün eve geldiğinde, oyuncaklarından birine " eşşoğlu eşşek " dediğini duydum. Dünya başıma yıkıldı !!!!

Oğlum nereden öğrendin deyince; arkadaşım A. dan duydum dedi. Tabii koruyucu, kollayıcı anneyim ya hemen yetkili öğretmenlerle konuştum. Benim oğlum küfür öğrenmemeliydi zira !!!

Ne kadar yanılmışım . Biz istesek de istemesek de dışarıdaki hayat çok farklı ve bu hayatın içinde küfür, kavga, dövüş ne ararsan var. Ne yazık ki, evde çok iyi yetiştirsen bile çocuk dışarıdan illa ki bir şeyler öğreniyor.

Şimdi tablet bilgisayarlar var artık. Orada oynadığı bir oyun var. Bu oyunda bir kaç kişi bir araya gelip klan oluşturuyor. Bir savaş ve strateji oyunu. Oyunu incelediğimde pek kötü bulmadım, sesim çıkmadı ama kurdukları klanda hiç tanımadığı çocuklarla oynuyorlar ve bir sürü ağza alınmayacak küfürler ediyorlar. Bir de bu küfürleri kısaltıyorlar.

Çocuk bana ikide bir anne AMK, ne demek ? O.Ç. ne demek diye sormaya başladı. Ben şimdi bunların açılımını nasıl anlatayım henüz 10 - 11 yaşındaki bir çocuğa ? Şimdilik sadece ayıp diyorum, hoş değil diyorum. Sen bu kelimeleri kullanma oğlum diyorum. Başka bir şey elimden gelmiyor. Daha doğrusu nasıl  bir açıklama yapmalıyım onu da bilmiyorum.

Bazen düşünüyorum da; dışarıda öyle acımasız bir hayat var ki; acaba kurtlar sofrasına kuzu mu yetiştiriyorum? İnanın cevabını ben de bilmiyorum !!!!

11 Ağustos 2014 Pazartesi

KORKULARIM



Hayata dair korkularım var benim.
Neler mi?

- Evsiz kalmak,
- Bulunduğu ülkeyi terk etmek zorunda kalmak,
- Başkalarına muhtaç olmak,
- Sevdiklerini birer birer kaybetmek,
- Sevdiklerini zamansız kaybetmek,
- Dostlarımı kaybetmek.

Şükretmeyi her zaman bildim ben.
Nelere mi ?

- Başımı sokabildiğim bir evim olduğu için,
- Ana dilini konuştuğum ülkemde yaşadığım için,
- Hayatımı kimseye muhtaç olmadan yürütebildiğim için,
- Sağlıklı olduğum için,
- Dostlarımla birbirimizin değerini bildiğimiz için.
- Sevdiklerim yanımda olduğu için.
- Okuyacak bir sürü kitabım, bunları alabilme gücüm, sağlam sayılabilecek gözlerim olduğu için.

Hayat böyle birşey işte; sahip olduklarımız ile, kaybetmek istemediklerimiz arasında gidip geldiğimiz  ince bir çizgi.

Haftamız güzel geçsin. Her şeye rağmen, aydınlık günler görelim ...

24 Temmuz 2014 Perşembe

DAHA ÇOK !!!!


Bu sabah ameliyattan sonra ilk kez sokağa çıktım.

Doktora kontrolüm vardı ve hastaneye gitmeliydim. İnsan bir haftada sokakları, bindiği otobüsü unutur mu? Unutmuşum !!! Yanlış otobüse bindim; gideceğim yere gitmekte olan fakat öncesinde şehir turu yaptıran bir otobüstü bu.
Neyse dedim keyfini çıkarayım bari.
Bir başka keyif de otobüsün içinde ben dahil beş kişi kişi olmasıydı !!! Zor bulunur bir durumdur bu;
 ramazan nedeniyle  uyku saatleri tersine döndüğünden; benim yolda olduğum saatlerde şehrin yarısı uykuda olabilirdi. Diğer yarısı ya çoktan iş yerlerine varmış, ya da sıcak nedeniyle sokağa çıkmamayı tercih etmiş olmalıydı.

Önce yanlış bindiğim otobüsle Konyaaltı Caddesi'ni gezdik. Nemsiz,  pırıl pırıl  bir hava vardı dışarıda. Deniz ve dağların görüntüsü muhteşemdi.

 Hani otobüste az yolcuyduk ya; şoförü durdurup fotoğraf çekesim geldi. Böyle bir şeye teşebbüs etsem, yolcuların ve şoförün yüz ifadesi nasıl olurdu acaba?  - Şehir aynı şehir manzara aynı manzara ya; eski fotoğraflarımı paylaşayım bende yazımda, eksik kalmasın :) -

Antalya'nın muhteşem doğası bana aramıza hoş geldin der gibiydi. Ben de içimden onlara hoş buldum dedim.

Yolumuz o kadar uzundu ki, bu güzel manzarayı geçtikten sonra da bitmedi..

 Önümde oturan kıza gözüm takıldı cep telefonunda Candy Crush Saga oynuyordu.
Benim de hafta sonumun büyük bir kısmı bu oyunla geçmişti.
İnternet oyunlarını sevmiyorum diye bangır bangır bağıran ben; eni konu Candy Crush Saga, Farm Heroes Saga falan oynar oldum . Hey haaat, ameliyat nelere kadirsin?

Candy Crusha Saga oynayan kızın yanında tombalak bir oğlancağız vardı.
Kulaklığı kulağında, önce müzik dinledi. Fakat nasıl bir dinleyişse o; biz de onunla dinledik aynı müziği.

Otobüs şehir merkezine yaklaştıkça dolmaya başladı ve benim inme zamanım geldi.

Doktora muayene oldum. Her şey yolundaydı. Taşların fazla ve küçük olması safra kanalına kaçma olasılığı yapabilirmiş. Bu da ciddi ağrılar yaparmış. Takip  edelim dedi doktor ama şükür ki; ağrım falan yok.


Sanırım iyileşiyorum, her şey yolunda gibi ve gerçekten bu sefer hoş buldum.
 Bundan sonraki kararım " daha çok yaşamak ".
Daha çok gezi, daha çok film, daha çok eğlence,sağlığa daha çok dikkat ve  daha az gam, keder, tasa.

Vücudundaki bir organ kendine çaktırmadan bu kadar taş biriktirebilen birinin başına her an her şey gelebilir çünkü :)



18 Temmuz 2014 Cuma

BİR AMELİYAT HİKAYESİ



Akşamdan eşyalarımı topladım. Sabah saat onda hastanedeydik. Sakince yatış işlemlerimizi yaptık, odamıza çıktık.

Benden önce iki ameliyatı daha vardı doktorumuzun.

Bekleteceğiz biraz sizi, saat 15:00 gibi ameliyata alırız dediler.

Aman canıma minnet dedim; yanımda Deli duman vardı bir güzel onu okudum. - Bazen bu okuma alışkanlığımı seviyorum. İnsanın gerginliğini üzerinden atıyor.-

Neyse zaman geldi saat 14 : 45 'de hadi Özlem hanım dediler; bir baktım sedyeyle gelmişler. Üzüldüm o an. Yaa dedim, elim ayağım tutuyor  ameliyathaneye yürüyerek gidemez miyim? Olmaz dediler, kural bu, illa sedyeyle ineceksiniz !!!!

Neyse bindim sedyeye girdim ameliyathaneye.

Ameliyathanenin soğuk ortamını görünce bendeki o rahat hava kayboldu; bir gerildim, bir gerildim anlatamam.
Her zaman 10 ya da 11 'den yukarı çıkmayan tansiyonum birden 16'ya çıktı, kalp atışlarım hızlandı falan.

 Önceki yazımda doktora güven çok önemli dedim ya, doktorum geldi. Beni o halde görünce anestezi başlamadan önce bana iyi gelen bir konuşma yaptı :
" Ben  bu ameliyat masalarında çok böbrek nakli yaptım biliyor musun? Bir böbreği aldım, diğerinin yanına taktım. Hayat böyle bir şey, güven bana ameliyatın çok iyi geçecek "  dedi.

Sonra gözümü tekrar odada açtım.

Feci şekilde midem bulanıyordu. Kimseyi görmek istemiyordum. Kapalı olmasına rağmen çok zor bir ameliyat olmuş. Safra kesesi tamamen minik taşlarla dolmuş. Taşlar çok küçük olduğu için birbirine sürtmüş, safra kesesi duvarı aşırı kalınlaşmış, neredeyse kapalı ameliyatı açığa dönüştüreceklermiş. Dönüşmediyse, eminim ki bu da doktorun başarısıdır.

Ertesi gün taburcu oldum. Bu gün evdeki ikinci günüm, düne göre çok daha iyiyim. Ayakta ev içinde dolaşabiliyorum. biraz ateşim oldu, şimdi o da iyi. Sanırım vücudum tepki verdi. İç organlarım bir arkadaşlarından ayrıldılar kolay mı ama?

Kendime, sağlığıma daha çok dikkat etme kararı aldım bu ameliyatla birlikte. Sağlık gitti mi hiç bir şeyin önemi yok çünkü.

Ve bir kere daha anladım ki, dertler, sıkıntılar paylaştıkça azalıyor.
Arayan, soran, yorumlarıyla destek olan tüm arkadaşlarım çok teşekkür ederim. İyi ki blog sayfam var; yüz yüze gelsek de gelmesek de iyi ki tanıdım sizi ...



14 Temmuz 2014 Pazartesi

ŞAKA GİBİYİM


Bu gün korka korka doktorumu aradım.

" Hani  safra kesesi ameliyatı olacaktım ya, çarşamba ya da perşembe olayım artık ne dersiniz ? " dedim.

Bana verdiği cevap kısa ve netti :  " Ben sizin için yarın saat 10 : 00' u ayarladım zaten. Sabah burada olun !!! "

Hık, mık, falan filan diyemedim. Tamam dedim sadece.

Sonra çantamı hazırladım.

İçine havlu, çamaşır, ıslak mendil, diş fırçası ve okuduğum kitabı koydum. Bu arada Deli Duman'ı okuyor ve mutlaka öneriyorum. Kitapla ilgili düşüncelerimi Kitap Sesleri  blogumda da paylaştım zaten.

Yani, yarın ben ameliyata gidiyorum !!! Safra kesemde biriken minik taşlardan kurtulup hafiflemek için.

Ve fakat ameliyattan çok sanki tatile gidiyor gibiyim.Sanırım bu durumdan doktor sorumlu. Doktora güvenmek çok önemli. Hasta üzerinde o güveni sağlayabilmek de ...

Yine de kendime  şaşıyorum. Şaka gibiyim. Hoş ben oğlumun doğumuna da  da böyle gitmiştim ...

Hadi hayırlısı !!!!

26 Haziran 2014 Perşembe

HİPER MİYİM AKTİF Mİ?

İçinde hiper ve aktif  kelimelerini  barındırsa da bilimsel bir yazı olmayacak bu yazı ...

Zaten ben bilimden ne anlarım ki? Olsa olsa kadınsal ya da annesel bir yazı olabilir ancak !!!



Son zamanlarda kendime bakıyorum da bir günün her saat ve dakikasını hakkını vererek geçiriyorum.

Misal evdeyim diyelim. Eş zamanlı olarak yemek yapıp, bilgisayarda ders notu hazırlayabiliyorum. Ara sıra sosyal medya ile haşır neşir olup; bu arada elimdeki kitaptan iki üç sayfa okuyabiliyorum.

Ya da dersaneye gittim diyelim. Öğrencilerle girdiğim bütün dersler hakkında dakikalarca konuşabiliyor; hatta onların kendi sorunlarını falan  da dinleyebiliyorum.

Sabah oğlumu okulun servisine bindirdim diyelim. Hava da soğuk, dön eve; gir yorganın altına biraz daha uyu değil mi? I ıhhh !!! Çocuk servise ben yürüyüşe. İlla ki bir saat yürümem lazım !!!!

Bu durumun çocukluğumdaki hareketliliğimle bir ilgisi olabilir mi acaba? Çocukken ben şimdinin deyimiyle hiperaktifmişim ama ailemdeki herkes - tabii o zaman hiperaktif kelimesi bilinmediğinden bu kızın kıçında kurt kaynıyor derlerdi.

Hani yani dur biraz, dinlen, otur bir soluklan di mi? Yok bende bu mümkün değil.

E şimdi böyle bir annenin çocuğundan da ağır hareketler beklemek doğru olmaz. Okullar kapandığından beri; denize gidelim anne, spor yapalım anne, ev  aktivitesi yapalım anne diyen bir ergen adayı ile baş başayım.

Şu safra kesemdeki taşlardan bir kurtulayım; ana oğul hem hiper hem aktif  bir yaz daha geçireceğiz sanırım;
yakıcı cehennem sıcaklarına rağmen !!!!



18 Haziran 2014 Çarşamba

TAŞ VE ÖBÜR ŞEYLER ...


Her şey geçen yaz bu zamanlar başladı.

Sabahları ve günün ilerleyen saatlerinde şiddetli mide ağrısı çekiyordum. Bu ağrı sırtıma yayılıyor ve beni kıvrandırıyordu.

Doğal olarak soluğu bir gastroloji uzmanında aldım ve yine doğal olarak doktor benden endeskopi istedi. Önce korktum açıkçası. Kocaman bir hortumun yemek borumdan aşağı sallanması bana tuhaf gelse de kahramanlar gibi çektirdim. Midemde sorun olmadığını gördük; o uzun ucunda ışık olan hortum sayesinde.
Doktorum da bana sabahları aç karnına içmem gereken bir ilaç verdi. bir ay süreyle kullanmam gerektiğin söyledi. bir ay sonra her şey yolun girdi ve bu böylece bir yıl devam etti.

Şimdi bu şikayetlerim yeniden başladı, tekrar doktora gittim doktorum bu sefer üst batın ultrasonu istedi. Ultrason çekildiğinde safra kesimin taşla dolduğunu gördük hep birlikte. Safra kesenizde bir tek boş yer kalmamış siz nasıl yaşıyorsunuz dedi doktor ameliyat olmam gerektiğini söyledi.

Haziranı güzel geçirmek istiyorum. Doktorun verdiği tarih temmuzun ilk haftası. Dilerim beni çok yormadan atlatırım bu süreci.

Ameliyata kadar neler yapıyorum kısaca özetleyeyim.

Oğlumla aynı anda tatile girdiğimiz için evde kuduruyoruz. Hafta sonu itibarı ile deniz sezonunu da açtık.

Denize aşırı tutkum yoktur benim. İlişkimiz " seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli " boyutundadır. Fakat oğlum tam bir su adamı. Onun hatırına ben de denizle daha yakın ilişkiler içindeyim.


Evi minik bir hayvanat bahçesine çevirdik. Pazardan aldığımız civcivler piliç oldular. Akvaryumdaki balıklarımız ve canımız ciğerimiz muhabbet kuşumuz Selami'nin yanına, şimdi bir de fotoğrafını gördüğünüz Bitter eklendi. Aslında adı karamel olması gereken bu tüylü şey, öğrencilerimden birinin oğluma hediyesi. O adını Bitter koyunca biz de değiştirmedik. Çok nazlı bir kız  ama. Fotoğraf çektirmekten hiç hoşlanmıyor. Hemen gözlerini kısıyor.



Bu arada okumaya devam ediyorum. Yüz Yıllık Yalnızlık'ın tekrar okuması bitti ve ben bir daha tekrar kitap okumamaya karar verdim. Okunacak onca şey varken, aynı kitabı bir kere daha okumayayım ben :)

Şimdi bibliyomanyaklar.com'un hediyesi olan Oktay Rifat'ın romanı var elimde. Bir Kadının Penceresinden .

Şiirlerini sevdiğim değerli şairin kaleminden roman okumak ayrı bir keyif. Onca okuduğum kitap üzerine edebiyat şöleni gibi geldi bana çok sevdim. Okumayı yaşam biçimi edinmiş beş özel kadının kurduğu bu sitenin müdavimi oldum ben, belirtmek isterim.

Bu aralar böyleyim işte ...
Taş, tatil, kitap ve öbür şeyler ...


14 Haziran 2014 Cumartesi

SEVMİYORUM !!!


- " Hanım bunlar bana ne alacak acaba, bırak bir şey almayı akıllarına gelir miyim acaba? "

- " Amaaan sen hep böylesin. Niye akıllarına gelmeyesin, unuturlar mı seni çocukların? "

- " E ne bileyim ben ? Neyse canım bir şey almasalar da olur, boş ver ..."

Yarım saat sonra ;

- " Hanım, söyle onlara eğer hediye olarak tişört falan alacaklarsa, mutlaka önünde cebi  olsun, giyemiyorum sonra."

- " Ayyyy ayyyy, taktın sen de hediyeye yahu; ne adamsın !!! "

***
Haziranın üçüncü haftası gelmeden önce, annemle babam arasında  mutlaka bu konuşmalar olurdu bizim evde.

Özünde hediyeye falan çok önem veren bir adam değildi de; yaşlandıkça duyguları değişmeye başladı sanki.
Geçen yaz hastanede geçirdik babalar gününü. Son kutlamaymış; bilemedik. Bilsek de yakıştıramadık belki de ...

Özel günleri sevmiyorum.

Hiç bir zaman da sevemedim. Benim için en özel günler doğum günleridir. Dünyaya gelmenin bir şans olduğuna inanmışımdır çünkü ...

Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü biraz da yeni dünya düzeninin dayatması gibi gelir ...

Yarın zor geçecek;  babamın acısının hafifleme nedeni olan Soma faciasını düşünüyorum, kendimi düşünüyorum ...

Diyorum ya; bu özel günleri sevmiyorum !!!!

5 Haziran 2014 Perşembe

BU DA BANA KAPAK OLSUN !!!!

Akşam üzeri bir telaş dersaneye gidiyorum.

Hava sıcak ama kapalı. Kendini nisan zanneden bir haziran günü daha bitmek üzere.


Bizim dersanenin olduğu mahalle, çocuğu bol bir mahalle.
Çocuk sesi, oynadıkları oyunlar falan filan.

Mahalle sakinleri çocukların sokaktaki oyunları için ikiye bölünmüş durumda. bir taraf gürültüden rahatsız, diğer taraf çocukların oyun oynamasından yana.

Ben de anne olarak çocuğun enerji atmasına ihtiyaç duyacağına inandığımdan ikinci tarafın yanında yer aldım bu güne kadar. Çocuklarla dün yaşadıklarımdan sonra; özelikle  ailelere olan fikrim değişti.

Neyse çok uzatmayayım; tam sokağa girdim, sokak ortasında ne olduğunu anlayamadığım bir top oyunu oynadıkları için ( futbol desem değil; basketbol desem hiç değil ) attıkları top yüzüme; alnımın ortasına çarpacaktı; son anda kafamı eğdim de toptan kurtuldum.

E bu durumda tepki gösterdim tabii.
Çocukları uyardım; yaptıklarının saygısızlık olduğunu söyledim. Gözlüğüm kırılsaydı ne olacaktı dedim.

İçlerinden biri; muhtemelen oğlumla yaşıt ;  - " Teyze senin gözlüğün kaç para ki ? " diye sordu !!!!
soruya şaşırdım, çünkü özür falan bekliyorum; biraz abartarak  -  " 2000. TL " dedim. 

Bana verdiği cevap ülke olarak geldiğimiz durumun özeti gibiydi : - " E n'olacak ki ? Babama söylerim sana yenisini alır. Bizde çok para var !!!! "

Artık sinirim yerinden iyice oynamıştı. - " Peki gözüme bir şey olsaydı ne yapacaktın? Özür dileyeceğine bir de terbiyesizlik yapıyorsun. Üstelik hem terbiyesiz, hem de saygısızsın. Baban tabii saygı ve terbiye parayla alınmadığı için sana bunları alıp verememiş ." dedim.

Çok sinirlendim. Biz bu kafayla çocuk yetiştirdiğimiz müddetçe, gelecekte yaşayacaklarımız için kimseyi sorumlu tutmayalım bence.

O çocuğun dünkü sözleri bana ciddi bir kapak oldu ...

26 Mayıs 2014 Pazartesi

ÖLÜRSEM YAZIKTIR ...



Ben beyaz dut severdim, sen inadına ve illa kara duttan vazgeçmezdin.

Dutları topladıktan sonra, kıtlıktan çıkmışçasına dut yerken; sana 
“ -Yavaş ye biraz !! Senden kaçıran mı var? Bak karnın ağrır sonra!!! “ dedirtmek en büyük keyfimdi, sen hiç bilmedin.

Şimdi düşünüyorum da, şairin sevgilisine yazdığı o şiiri sevme sebebim sen misin ve senin bahçendeki dut ağaçları mı acaba?

“ Kara dutum çatal karam çingenem,
Nar tanem nur tanem bir tanem… “

* * * *

Benim için bahar demek senin bahçen demekti.

Dut ağacı, kiraz ağacı, elma ağacı demekti.

Ortancalar, akşam sefaları, hanım elleri demekti.

Dutun rengi değil de toplanış biçimi hoşuma giderdi en çok.

Ağacın tepesine çıkıp aşağıya serilen kalın ve geniş bir örtünün üzerine dalları sallamak.
Dutların pıtır pıtır örtünün üzerine dökülmesini ağacın tepesinden izlemek.

Sana, “İn kızım aşağıya düşeceksin!!! Yok bu normal değil, bir kız çocuk bu kadar haylaz olamaz, bunda bir yanlışlık var “ dedirtene kadar ağaçta kalmak.

Ne şanslı çocuklardık biz.

Meyveyi dalından kopartıp yiyebildik.

* * *

Nereden nereye değil mi?

Sana yazmayı hep çok istedim ben.

Yazdım da üstelik. Hem de satırlar dolusu.
Sonra beğenmedim yazdıklarımı, seni anlatmaya yetmeyeceklerini düşündüğümden klavyemin “ delete ” tuşuna kurban verdim o satırları .

Biliyorum bu yazdıklarım da yetmeyecek; yazdım işte ...

-“ O kadar cümleyi beğenmeyip, o- bilmem ne- tuşuna kurban etmişsin ya, şimdi nereden aklına geldi yazmak? “ diye sorduğunu duyar gibiyim.

Buralarda dut zamanı şimdi.

Bu şehrin sokaklarında o kadar çok dut ağacı var ki görsen inanamazsın.

Dutların hepsi de yerlere, dökülmüş ve ezilmişler, yolda yürüyen insanlar tarafından acımasızca üzerlerine basılmış ama gel gör ki pazarda bir küçük kutusunu 2 TL’ye satıyorlar. ( Sen 2 TL’yi de bilmezsin şimdi. Sen gittikten çok zaman sonra o bol sıfırları attılar paraların üzerinden, sizin gençliğinizde olduğu gibi paraların sıfırları azaldı artık, hiçbir şey değişmedi ama, hayat hâlâ o zamanlardaki gibi senin deyişinle pahalı ).

Sokaklarda ağaçlardan dökülerek ezilmiş, sahipsiz kalmış dutların pazarlarda bu fiyata satılması tuhaf geldi bana. Bunun için yazmak istedim sana.

Ne alakası var diye sorma sakın. Çok alakası var.

Sana teşekkür etmek istedim ben.
Bize çok mutlu bir çocukluk yaşattığın için, meyveleri dalından kopartıp yememize sebep olduğun için.

Ağaçlarını, çiçeklerini, bahçeni, herkese, gönlünü açtığın gibi bize de açmış olduğun için.

Yıllar çok çabuk geçiyor. Geride sadece anılar kalıyor.

Ben de seni o güzel bahçenle ve yaşadığın tüm acılarını göğüsleyen güzel yüreğinle hatırlıyorum.

Haa bir de zaman zaman sesini özlüyorum.

Sevdiğin kadının gözlerinin içine bakarak söylediğin o şarkıları, senin sesinden dinlemek istiyorum.

" Ölürsem yazıktır sana kanmadan
Kollarım boynunda halkalanmadan
Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan,
Gönüller durulmaz dalgalanmadan... "


* * * * * *


15 Mayıs 2014 Perşembe

SABIR


Blog sayfamı yazı yazmak için açtığımda hep neşeli yazılar yazmak istiyorum aslında. Hatta kendime söz veriyorum bu konuda. Fakat olmuyor. Hayat hep pürüzsüz yüzünü göstermiyor bize.

Bir kaç gün öncesinde, oğlumun civciv sevdası yüzünden eve aldığımız civcivlerin annesizlikten ölmesine üzüldüğümü yazmıştım. Annesiz büyüyen bir canlıya dayanamıyorum çünkü.

Salı gününden beri sıkıntım, üzüntüm kömür karası.
Yanarak karbon monoksit gazından zehirlenerek gidenlere mi, geride kalan ailelerine mi, babasız büyüyecek çocuklara mı, 15 yaşında yedi yüz elli bin liraya talim etmek için yerin yedi kat dibinde çalışmak zorunda kalan çocuğa mı üzüleyim bilmiyorum?

Acılarımızı yaşamımıza katık etmiş bir ulusuz biz.

Tek dileğim; unutmayalım ne olur. Balık hafızamıza yenilmeyelim.

Yaşananlar  tarihe kömür karası olarak geçecek.

Acı ve özlem birbirine karışacak yine.

Güzel yurdum sabır !!!!

8 Mayıs 2014 Perşembe

MUTLU GÜVERCİNLER ÖKSÜZ CİVCİVLER


Önce eşi ile birlikte ciddi bir fizibilite çalışması yaptı. Evin, balkonların, pencerelerin etrafında epeyce dolandı.

Balkondaki boş saksılardan birinin içini beğendi olmadı nedense; vazgeçti, yatak odasının pencere pervazında karar kıldı. Pervaza bir kaç çerçöp koydu.
Artık yeni evi hazırdı. İki yumurtasının üzerine oturdu. Günlerce yumurta üzerinden kalkmadı. Arada sırada eşi olacak er kişi onun yerine yumurtaların üzerine oturdu -bu da insan neslinin erkek cinsi sorumsuz babalarına kapak olsun !!!! -

En sonunda yumurtalardan iki minik yavru çıktı.
İş yavruları yumurtadan çıkartmakla bitti mi? Bitmedi tabii.
Bir kaç gün yavrularını ısıttı. Ağzıyla onları besledi. Bu aşamada eşi de hep yanındaydı.

 Fotoğraflarını çekmek istedikçe bana kızdı. Pencere camını "defol git" dercesine gagaladı.
Yavruyu koruma duygusunu iyi bildiğim için  fazla üzerine gitmedim.
Yavrular şimdi büyüdü. Her sabah anneleri kahvaltıların yaptırmaya devam ediyor, baba hiç yalnız bırakmıyor. Pervazdaki güvercinler mutlu; akşama sabaha uçmayı öğrenecekler ...

*****

Bahar gelince bizim evde alışkanlık oldu. Mutlaka bir kaç tane civciv alınıp beslenir. Neyse ki eşim bu işlerden iyi anlıyor da sıkıntı yaşamıyoruz. Evde hayvan seven bir çocuk olunca, anne baba olarak onun bu sevgisini destekliyoruz.

Bu bahar da öyle oldu. Önce üç tane civciv alındı pazardan ... ve fakat bu yavruların anneleri yok, çok minikler, sıcağa ihtiyaçları var, üç gün içinde iki tanesi öldü. Ben penceredeki güvercinlerin anne sıcaklığını duyarak büyümelerine tanık olurken bu civcivler için çok üzüldüm.  Bunları  üç kuruş para kazanmak için satanlara demediğimi bırakmadım.

 Eşim civcivlerin kuluçka makinesi civcivi olduklarını söyledi, dolayısıyla anneleri bir makine ama olsun. Yine de dünyaya gelen her canlı anneye ihtiyaç duyar diye bütün annelik duygularımla civcivlerin ölüp gitmesine tepki gösterdim.
Eşim onlara sıcak ortam vermek için civcivleri önce bir koliye koydu, sonra minik bir ampulle ısıtma düzeneği kurdu. yavrular o ampulün altında yaşıyorlar şimdi, ben de halen söyleniyorum. Ampul anne sıcaklığını veremez diye ...

****
Sahi anneler günü geliyor değil mi?
Doğadaki hiç bir canlı anne hakkını ödeyemez, onu bilir onu söylerim ve annelik sadece çocuğu dünyaya getirmek değildir de ...
Zaten biliyordum da mutlu güvercinler, öksüz civcivlerle tecrübe etmiş oldum  !!!!



29 Nisan 2014 Salı

KANARYA İZLERİ



Dersteyim. Öğrencilerim geçen hafta sınava girmişler; haliyle yorgunlar. Ne onların ders dinlemek geliyor içinden ne de benim ders anlatmak.

Hava sıcak. Bahar bitmeden, çok acelesi varmış gibi şehre yaz gelmiş.   
Yazın acele ettiğinin farkında olmadığımız için, üzerimizde kışlıktan hallice kıyafetler var. Bu biraz bunaltıyor hepimizi.
Lakin havanın bu durumu ciddi ciddi kışkırtıyor bizi. Ders hariç her şeyi yapmaya müsaitiz.
Açık havada bir yerlere gitmek, doğada uzun yürüyüşler yapmak, sokaklarda koşmak, tembelliğin dibine vurmak ilk aklıma gelenler....

Fakat hayat devam ediyor; görev başında böyle ders kırmak gibi düşünceler hoş değil; öğrencileri ciddiyete davet etmek lazım;  onlarla birlik olup kaytarmaya  teşvik etmek olmaz !!!!!
Bu düşüncelerle derse başlıyorum. Öğrenciler de ben de çok isteksiziz. Kimse kimseye belli etmiyor ama öyleyiz. 

Tam bu arada; sesime sokaktan bir kanarya sesi eşlik etmeye başlıyor. 
Nasıl güzel bir ses. Ben konuştukça o da cıvıl cıvıl ötüyor. 
Öğrencileri uyarıyorum; onlar da kanaryanın neşeli ahenkli sesinin farkında. Hep beraber dersi bırakıp kanarya sesi dinlemeye başlıyoruz. 

****
O kısacık sürede gözümün önüne bir ev kapısı geliyor. 

Çocukluğumun geçtiği, anneannem ve dedemin evi. 
Kapıdan içeri girerken bir sürü kuş kafesinin, kafeslerin içinde kanaryaların, saka kuşlarının olduğu; kuş seslerinin  kapıdan girer girmez birbirine karıştığı ev. 
Benim çocukluk sarayım. 

Kapının önünde dedem kuşların kafeslerini temizliyor. 
Merdivenin yanındaki hanımellerinin kokusu genzimi yakıyor.
Bahçede güller ve ortancalar birbirine karışmış. 

Dedem kendini doğaya vakfetmiş ama bunun farkında değilim henüz. Çocuğum tabii yedi ya da sekiz yaşımdayım hoplayıp zıplamak istiyorum bolca.
Şimdikilerin dediği gibi "enerji atmam" lazım. "Hadi bana yardım et" diyor dedem, yardım et de çabuk bitsin bu kafes temizleme işi ". 
"Olmaz dedeeee" diyorum, arkadaşlarımın yanına gidiyorum. 
Kanarya sesleri ile dedemi baş başa bırakıyorum. Bana kızmıştır mutlaka arkamdan söylenmiştir, duymuyorum bile ... 

****
Şimdi sınıftayım, kanarya halen o güzel sesiyle ötmeye devam ediyor.
Çocukluk sarayımın izleri belleğimin albümlerine geri dönüyor.
" Hadi tenefüsse çıkalım !! " diyorum öğrencilerime; ders mi anlatılır  bu işitsel şölenden sonra ?

Hava sıcak, bahar bitmeden yaz gelmiş farkında değilim.
Kalbimde çocukluğumdan  kanarya izleri kalmış onun da farkında değilim !!!



20 Nisan 2014 Pazar

FALAN FİLAN



Evde yaptığımız minik bir tadilattan ötürü yazamadım.

Halen tadilat bitmiş değil, biteceği de yok. Bu minik olanı, büyük olanını düşünmek bile istemiyorum.

Bu tadilat neticesinde kendimle ilgili gözlemlerim şunlar oldu : 

1- Ben iflah olmaz bir eski eşya hastasıyım. Eskileri elimden kolay çıkaramıyorum. Oğlanın bebekliği ile ilgili öyle çok şey saklamışım ki, bir ara neredeyse bir yerlerden poşet içinde ilk kaka yaptığı bez falan çıkacak sandım ama çıkmadı !!!


2- Evde tadilat hiç bana göre değil. Genç kızlığını dağınıklık abidesi olarak geçiren ben; evde düzenin kaçmasına, evin dağılmasına tahammül edemez olmuşum da haberim yok !!! Her şey yerli yerinde olmalı o kadar !!!!

3- Bu tadilatların en güzel tarafı eski eşyaları bulmak. 

Üşenmeden İstanbul'dan Antalya'ya hatıra defterlerimi, lise ve üniversite defterlerimi, kitaplarımı getirmişim. 

Çocukluğumun yegane kitap serisi olan Milliyet Çocuk Serisi'ni getirmişim. Ne hoş bir seriydi. Okuma alışkanlığını kazanma nedenim olan kitaplardı onlar, kıyamamışım İstanbul'da bırakmaya ...
4- Orta okulda bir İngiliz Kalem arkadaşım vardı. "Pen Friend" derdik o zamanlar. Kızın bana yazdığı kartları, gönderdiği hediyeleri buldum. Bir de bunları saklamışım. Bu  penfriendle bir anım da vardır. Kızla böyle mutlu mutlu mektuplaşıyorduk sonra bir ara kurban bayramı girdi araya. Ben de ona dilim döndüğünce Kurban bayramını anlattım mektubumun birinde. O zamandan sonra bu benim "pen firend"den bir daha mektup gelmedi. Kim bilir bayramı nasıl anlattım, ya da o nasıl anladı yazdıklarımı?

4- Eski mektuplarımı buldum. Ne güzel o zamanlar mektup yazardık birbirimize. Şimdi her şey bir tık kadar kolay. Bunların içinde benim için en özel olan anneannemin mektubu oldu. Ne güzel yazardık anneannemle birbirimize.
Söz uçar yazı kalır dedikleri bu olmalı.


Bu günlerde böyleyim. Ev tadilatı, eski eşyalar, anılara yolculuk, eski fotoğraflar falan filan ...