28 Şubat 2011 Pazartesi

KİTAPKOLİK


Arkadaşınız, eşiniz, sevgiliniz ya da çocuğunuz kitap kolik olabilir.
Yok telaş etmeyin bu aslında şahane bir durumdur.
Peki bir kitapkoliği nasıl anlarsınız?

İşte ip uçları :

1-  Kitapkoliklerin her yerde kitapları vardır ( çantasında, baş ucunda, ayak ucunda falan; çünkü çoğu zaman onlara tek kitap okumak yetmez !!!)

2-  İyi bir kitap koliğin gittiği muhtelif kitap evleri vardır, bu kitap evlerinden içeri girince neredeyse ayakta karşılanırlar, çünkü çalışanlar bilirler, kitap kolik  bir sürü kitap satın alarak çıkacaktır.

3- Bir kitap koliğin kitap satın alma konusundaki hızına yetişmek mümkün değildir.
Aynı anda okuduğu üç kitap, baş ucunda sırasını bekleyen yedi sekiz kitap olsa da o mutlaka yeni kitaplar alacak, hızını alamayıp kitap alışverişine sanal alemde devam edecektir.

4- Kitapkolikler kitap kokusunu da çok severler.
Kitap sayfalarının  kokusu, en pahalı parfümlerden daha değerlidir onlar için!!

5-  Asla kitap sayfalarını kıvırmazlar!! Sayfaları kıvırınca kitabın canı acırmış gibi düşünürler bu nedenle aynı zamanda her kitap kolik "ayraçkoliktir"  de !!!


6-  Anne kitap kolikler çocukları da kitap okusun diye çırpınırlar; minik bebekleri  henüz "agu" derken onları karşılarına alıp kitap okurlar. Bu abartının çocuklar üzerinde ters tepki yapacağını akıllarına bile getirmezler.

7- Okuma alışkanlığı edinmemiş insanları yadırgar, onlara başka bir gezegenden gelmiş gibi bakarlar.

8- Yaşlandıklarında yakını görememek onları etkilemez. Hatta yakın gözlüğünü takıp daha da fazla okurlar.

9- Kitap hediye etmeye ve almaya bayılırlar, ancak onlara herkes kitap hediye edemez, çünkü bilirler, onlar hediye edilecek kitapları  mutlaka önceden  okumuşlardır.

10- Aslında kitapkoliklik halleri madde madde anlatılmaz, daha yakından tanımak için mutlaka bir kitap kolikle yaşamak gerekir.


Not : Rapunzel kitap ayraçları Gönül'ün Dünyası' ndan.

25 Şubat 2011 Cuma

İNCİR REÇELİ

Aslında sinemaya gidecek hiç vaktim yoktu.
Bu filmle ilgili o kadar olumlu eleştriler aldım ki, sadece merak ettiğim için izledim.

Sonuç mu?

Şahane .

İncir Reçeli' ne bayıldım.

Filmin konusu, senaryonun bütünlüğü, oyuncuların performansı çok iyiydi.

Hiç bir oyuncuyu tanımıyorum, senarist ve yönetmen isimlerini de ilk kez duyuyorum ama filmde her şey mükemmeldi bence.

Küfür, erotizm, aşk vardı elbette ama dozundaydı.

İzlediğim iflmlerin konularını yazarken anlatmayı sevmem ben.

Tadı kaçar diye düşündüğümden olmalı.

Söyleyebileceğim tek şey İncir Reçeli' ni ne yapıp yapın  izleyin.

Sonra da kaderin anlamını bir kere daha sorun kendinize ...

23 Şubat 2011 Çarşamba

TAAAAAAAAAAAAAAAAAR TAAAAAAAAAAAAAAR !!!


Gece yarısı uykumun en tatlı yerindeyim.
Taaaaaar taaaaaar şeklinde bir ses duyarak uyanıyorum.
Sesi sadece ben duyuyorum galiba çünkü eşim de oğlum da derin uykudalar.

Sağa sola dönüyorum, başımı yorganın içine gömüyorum; yok ses geçmiyor.
Gecenin sessizliğinde o garip sesle başbaşa kalıyorum, baş ucumdaki okuma lambamı açıp Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü'nden bir kaç öykü okuyorum. İyi geliyor.

Ne ara uyumuşum bilmiyorum. Uyandığımda sesin kesilmiş olduğunu fark ediyorum.

Gündüz ev işleri ile uğraşırken kapım çalınıyor, üst katta oturan tek başına yaşayan yaşlı komşu teyzenin salondaki ampulü patlamış, değiştirmemi istiyor.
Birlikte evine çıkıyoruz. Ampulü değiştiriyorum.
Teyze bana minnetar kalıyor ( Yaşlanıp başkalarına muhtaç olmak ayrı bir yazı konusu, bu aralar çok düşündürüyor beni)

Çay yaptım kızım bir bardak iç deyip hemen çay getiriyor, ardından sen üşürsün hava soğuk diyerek klimayı açıyor ...

O da ne ?
Klima açılır açılmaz dün gece duyduğum ses geliyor kulağıma, taaaaaaaar taaaaaaaar taaaaaar diye.

Teyze odun sobalarının özlemi içinde olduğunu ama artık yerini klimaların aldığını gece çok üşüdüğü için de klimayı açıp uyuduğunu anlatmaya başlıyor.

Teyzeyi yarım yamalak dinliyorum çünkü beynimimn içinde o ses var taaaaaaaaar, taaaaaaaaar, taaaaaaaar.
.
Teyze incinecek diye bir şey de diyemiyorum, yalnız kapıdan çıkarken  : - " Teyzecim sen yine de geceleri klimanı kapat bence, hem elektrik parası çok gelebilir, hem de tek başınasın sabaha kadar çalışmasın klima " diyorum.

Teyze arkamdan kafa sallıyor, - " Doğru valla 250 TL dan aşağı gelmiyor bu elektrik faturası zati " diyor.

Söylediklerim etkili olacak ki  ertesi gece ve ondan sonraki gecelerde komşu teyze klima açmıyor.
 Nereden mi anlıyorum?
Beynimin içine işleyen o ses duyulmuyor !!!!

21 Şubat 2011 Pazartesi

GÖZÜMÜN GÖRDÜĞÜ

Bazen fazla söze gerek yoktur, gözümüzün gördüğü yeter bize ...
Huzur, mutluluk heyecan ve özlem gibi  ...







Hayatı içimize çekmek  gibi ...
KAŞ gibi AŞK gibi ...

18 Şubat 2011 Cuma

BENİMLE EVLENİR MİSİN !!!!!!!!


Öğleden sonra televizyonda  hangi kanalı açsam evlilik  programlarıyla karşılaşır oldum son zamanlarda.

Bu kadar kolay demek ki evlenmek !!!!!!!!!!

İnsan yirmi yıllık eşini bile tanıyamıyorken, bu kadar kolay demek ki bir programda tanıdığı biriyle hayatını birleştirmesi insanların !!!!!!

Üstelik çok da talep alıyormuş bu programlar.

Demek ki evlilik güzel şey, olması gereken şey,  lay lay lom yani !!!

Bu kadar bakışı açısı dar bir toplum  haline ne zaman geldik biz?

Her önümüze gelene güvenmek ne kadar doğru?

Ben anlayamıyorum artık yurdum insanını.

Yeni dünya düzeni bu mudur acaba?

Yoksa ben mi farklı bir dünyada yaşıyorum ısrarla ve inatla ?

15 Şubat 2011 Salı

GÜNLÜK YAŞAM MASKELERİ



Bay A maaşlarımızın yatırıldığı bankada çalışan bir memurdur.

Tertemiz ütülü takım elbisesi ve gömleği, bunlarla bütünleşen kravatı ile bildiğimiz klasik bankacılardandır.

Ne zaman o bankaya yolum düşse, onca yoğunluğunun arasında mutlaka Bay A’nın sıcak “ Hoşgeldiniz” le başlayan, güler yüzlü “nasılsınız”la devam eden “ nezaket sözcükleriyle karşılaşırım. Bu da bir müşteri olarak elbette beni memnun eder.

Bay A’nın sürekli gülümseyen yüzü, iş arkadaşları ve müşterilere olan tutumu bende hep işini seven bir insan izlenimini uyandırmıştır. Öyle ya, bankacılık zor meslektir, başarılı olmak için gerçekten her işte olduğu gibi bankacılığı da sevmek gerekir.

Oğlum okula giderken sabah servis bekledğimiz dönemlerde birkaç kez Bay A’ya rastladım.

Bay A yanımızdan hızla, asık suratla, hiç etrafına bakmadan geçip gitti.

Yüzünde yorgun ve mutsuz bir ifade vardı.

Bu durumun o güne özgü olabileceğini düşündüm önce, bir hafta boyunca her gün gördüğüm Bay A aynı bay A olduğu için şaşırdım.

Bankadaki Bay A ile yoldan geçen adam birbirine hiç benzemiyordu çünkü.

Sonra kendi kendime şöyle düşündüm;

 “ İnsanlar günlük hayat içinde binbir çeşit maske takıp, binbir türlü roller üstleniyorlar;


- İşini seven adam ya da kadın maskesi


- İşini sevmeyen adam ya da kadın maskesi,


- İş arkadaşlarının kaprislerine katlanmak zorunda olan ya olmayan maskesi


- Anne, baba, abla abi, kardeş, eş ya da sevgili rolleri … “


Bu sıralamayı dilediğimiz kadar uzatabiliriz istersek.

Bay A da bankadan içieri girdiğinde yorgun asık suratlı maskesini çıkartıp yerine mutlu bankacı maskesini takıyor olmalı.

Peki biz biz takıyor muyuz bu maskelerden yüzümüze uyanları ?

Haa bir de günlük yaşam maskelerimiz içinde gerçek yüzümüz hangisi hatırlıyor muyuz acaba?

11 Şubat 2011 Cuma

HAYAT GEÇİP GİDERKEN

Onbeş gün boyunca hayat; evde zaman zaman TRT çocuk vb. çocuk kanalları ya da  dönüşümlü olarak Shrek Serisi, Araba vb. çocuk filmleri izleyerek, bol bol kurabiye yaparak ( fotoğraf yükleme tembeli olduğum için kurabiye faslımızı ayrıca yayınlayacağım ), Ayı Yogi, Pinokyo, Don Kişot gibi sinema ve tiyatroları izleyerek geçti.

Anne, Sahilde Kafka içinde kaybolup, Murakami'nin aklına şaşarken,  oğul güç bela bir tane kitap bitirebildi.

Anne hızını alamayıp oğlunu sinemaya götürdüğü günlerin birinde, kendine üç tane daha  kitap alırken, oğul dergi almayı tercih edip kitapların yüzüne bile bakmadı :((

Gerekçe olarak da  - " Ee ama ben bir kitap okudum işte, özetini de yazdım, zaten tatil kısa dinlenmek ve oyun oynamak istiyorum"  dedi.

Gerekçesi anne tarafından biraz buruk karşılansa da makul kabul edildi...

Pazartesi okullar açılıyor; anne çocuklu hallerinden çıkacak ve önce "Aşk Tesadüfleri Sever" i izleyecek.

Oğul okula gidecek yine evde okul koşuşturması ve ödev yapma günleri başlayacak.

Ve hayat böyle geçip gidecek, bunların hepsi anı zincirinin halkalarına eklenecek...

7 Şubat 2011 Pazartesi

İNCE İP ÜZERİNDE

Pazar sabahları herkes evinde hafta sonu tatilinin  keyfini çıkarırken ben erken saatlerde kalkıp, gün boyu sürecek deslerim için hazırlık yapar, sonra da dersaneye giderim.

Cep telefonumun saatini  07.50'ye ayarlar ve mümkün olan en kısa sürede hazırlanıp evden çıkarım.

Evdekilerin kahvaltısını önceden hazırlamak, bir de kendimi hazırlamak pazar sabahları  zor geldiğinden biraz zamanımı alır.

Pazar günleri de dahil  her gün evimizin karşı caddesinde bulunan gazeteciden günlük gazeteleri alır  dersaneye geçerim.
Bu pazar da aynı şey oldu. Sadece yataktan bir kaç  dakika geç kalktım. Hazırlandım, gazete almak için
evden çıktım.

Her zamanki yolumda yürürken, benim yaklaşık 10 adım ötemde bir gürültü koptu.
Biraz sonra altından geçecek olduğum  binadan aşağı kocaman bir spot lamba düştü; kafasına düşeni anında öldürecek kadar büyük ve ağır  bir lamba!!

Karşıya  baktığımda şaşkın yüz ifadeli bir adam gördüm, adamcağız da karşımdan geliyordu ve benim gibi lambanın kafasına düşmesinden son anda  kurtulmuştu.
( Evimiz cadde üzerinde olduğundan binaların altıında mağazalar var. Düşen lamba bu mağazalardan birine ait.
Lamba düzgün mü takılmamış, bina mı çok eski bilmiyoruz artık? )

Düşündüm de incecik bir ip üzerinde yürür gibi yaşıyoruz.

Ne zaman, nerede, neyle,  karşılaşacağımızı bilmiyoruz. İhmaller silsilesi ile dolu her yanımız.


Birşeyler olup bittiğinde sadece bomboş ve aptalca konuşuyoruz, üstelik bu konuşmayı da bir halt
sanıyoruz.


Canımız yandığında ağlıyoruz, üzülüyoruz ama sonrasında unutuyoruz.


Asıl olanın sorun çözmekten çok soruna sebebiyet vermemek olduğunun farkında bile değiliz.


Diyorum ya; ince bir ip üzerinde yürümeye devam ediyoruz, düşmemek için aşağı değil karşıya bakıyoruz...

4 Şubat 2011 Cuma

BABA OLMAK SANATTIR

3 ya da 4 yaşlarımda olmalıyım.


Babamla birlikte Moda’daki evimizden Kadıköy Vapur İskelesi’nin karşısındaki çocuk parkına gidiyoruz.
Karşımızda deniz, denizin üzerinde şehir hatları vapurları; çook uzaklardan gözüken Sultan Ahmet Camii.

Yol boyunca babamla saklambaç oynuyoruz.

Ben yolumuzun üzerindeki apartmanların kenarına saklanıyorum; babam beni arıyor, kahkaha atarak ortaya çıkıyorum ve bu oyun sıklıkla devam ediyor.

Bana çok eğlenceli geliyor; babamdaysa kocaman bir sabır.

Sonra konuşmaya başlıyoruz .

Babama –“ Baba bana denizi alabilir misin ? “ diye soruyorum.

Babam ya, asker ya, güçlü ya alabilir bence !!



O da , - Alırım kızım diyor ; ne desin adam!!!



İsteklerim bitmiyor - “ Denizi al ama içindeki gemileri de al tamam mı? “ diyorum.

- “ Tamam diyor babam alırım kızım sen iste yeter ki… “

Sonra çocuk parkına gidiyoruz ; denizi, gemileri değil ama dondurma ve kağıt helva alıyor babam, parkta saatlerce oynuyorum, o da beni bekliyor sabırla …

Oysa tek tatili hafta sonu, işi yorucu ; bilmiyorum tabii o zamanlar, yine de bana sürekli zaman ayırabiliyor.

Kardeşim doğup büyümeye başladıktan sonra bu gezilerimiz daha da artarak iki çocukla her hafta sonu devam ediyor.


Yıllar sonra annemin hastalığı sırasında babamla sohbet ederken geçmişe dönüyoruz.

Babam gemileri ve denizi istediğimi hatırlıyor.

- “ Keşke biraz daha genç olsam da senin oğlanla da gezebilsem kızım diyor, çocuklara zaman ayırabilmek çok önemli.” diyor.



82 yaşındaki adamın gözlerinde çocuk deyince yanan o ışığı görüyorum.

Anneliğin kutsallığını savunan, anneliğin özel bir duygu olduğuna inanan ben

ısrarla diyorum ki; “ Baba olmak sanattır ve bütün kızların ilk aşkları babalarıdır… “




Not : Bu yazı tüm babalara ama özellikle kız babalarına ithaf edilmiştir.

1 Şubat 2011 Salı

ÇOCUKLUK ve İLK GENÇLİK KİTAPLARIMIN RESMİ GEÇİDİ


Tatile girdik ya oğlumun okuyacağı kitaplara göz attım geçen gün.

Şirin  öyküler  hepsi de, onun en çok sevdiği de Duman adlı bir köpeğin öyküsü.

Bir çırpıda kitap bitiren bir çocuk değil benim oğlum ama eline alıyor ya okuyor ya bu da bir şeydir.

Onun kitaplarla ilişkisini gördükçe çocukluk kitaplarım resmi geçit yapar gibi geçmeye başladı gözlerimin önünden.

Ayşegül serisi uzunca bir süre oldu hayatımda benim. Köpeği Fındık'la maceralarını unutmam mümkün değil ki.



İlk okul ikinci sınıfta Altın Masallar adlı bir masal kitabı almıştı babam. Altın Kitaplar Yayınevi'nin çıkarttığı masal serilerinden biriydi. Orada Danseden Oniki Prenses adlı masal çok etkilemişti beni.
( Neyinden etkilendiysem artık? :))

Milliyet Yayınları'nın cep kitapları vardı. İlkokulu bitirene kadar bu kitaplar en iyi arkadaşım olmuştu.
Gülten Dayıoğlu, Kemal Bilbaşar gibi yazarlarla farkında olmadan o dönemde tanışmıştım.
Yonca Kız ve Fadik çok severek okuduğum kitaplardandı.

Hiç unutmam, ilkokul 4. sınftayken şubat tatilimi  İzmit'te anneannemlerde geçirmiştim.
Dışarıda lapa lapa kar yağarken ben odun sobasının karşısındaki divanda merakla Küçük Kadınlar'ı okuyordum. Beth'in ölümünden çok etkilenmiştim.


Bir ara Fatoş, Basri ve Güngörmüşler'e takılmıştım ve her çocuk gibi Tommiks, Teksas'a.

Lise 2. sınıfda Beyaz Dizi çılgınlığına ben de dahil olmuştum. Ne zaman ki gerçek aşkın bu kitaplarda yazılanlar gibi olmadığını fark ettim bu beyaz dizi merakı da geçti gitti.

Beyaz dizi okuyan biri cep fotoromanları okumaz mı? Okur hem de âlâsını okur !!!

Franco Gasparri'miyidi neydi -adını yanlış yazmış olabilirim - aşıktık bütün mahalledeki kızlar ona.
Taaa ki mahallemizdeki yaşlı Ermeni Teyze bizi azarlayana kadar sürdü bu cep fotoroman maceramız.
-" Fransa'da okuma yazma bilmeyen kızlar okur cep fotoları o da resimlerine bakmak için, görmeyeyim bir daha elinizde " .
Severdik o teyzeyi  de, haklı buldum ve elime bile almadım o  zamandan beri!!

İlk aşkımı tanıdığımda klasikler de tanışmış oldum, benden beter bir kitap kurduydu kendisi.
Rus, Fransız, İngiliz Edebiyatı ile bu sayede tanıştım.
- " Unutma kendi ülkenin yazarlarını  da tanı mutlaka onları  da oku " derdi bana.
Genç yaşta gitmeseydi bu dünyadan, eminim halen iyi bir kitap kurdu olmayı sürdürürdü.

Karşıma hep okuma alışkanlığı edinmiş değerli arkadaşlar çıkardı hayat.
Blogspotta  da bu devam ediyor, ne yalan söyleyim bu durum beni inanılmaz mutlu ediyor.

Benim kitap konusundaki yazılarım hiç bitmez, utanmasam sabaha kadar yazarım.

Biraz sonra dört saat dersim var, üstelik sınav yapacağım, bu yüzden yazımı bitirir kaçarım:))