29 Haziran 2009 Pazartesi

ŞEHİR YORGUNLARI

boga_z67 Bizi İstanbul’a götüren uçak iniş için alçalmaya başladığı sırada, oğluma uçağın penceresinden İstanbul’u göstererek, - “ İçinden deniz geçen tek şehir İstanbul’dur oğlum, bu bile İstanbul’u büyülü bir şehir yapmaya yeter” dedim. Çocuk aklı ile ne düşündü bilmiyorum, anlattıklarıma, - “ Vaaaavvv ” diye cevap verdi.

İstanbul’a indiğimizde, sıcağın merkezinden gelen yolcular olarak, limonata kıvamında bir hava ile karşılaştık. Esen ılık rüzgarı Antalya’da kullanmak üzere ceplerimize doldurduk anne oğul.

Uzun zamandır görüşemediğimiz akrabalarımızla kavuşma sevincini yaşadıktan sonra oğlumla kendimizi İstanbul sokaklarına attık.

Önce, belki tatil programında daha sonra fırsat bulmayız diye, sevgili Özlem’le buluştuk, bu buluşmaya sevgili Sema Şener de eşlik etti. Böylece blog ortamında başlayan dostluğumuzu ete, kemiğe büründürdük, tabii doyamadık sohbete ve Antalya’da tekrar görüşme kararı aldık hep birlikte.

Ertesi gün, soluğu Altıyol, Bahariye ve Moda’ da aldık.

Doğduğum, büyüdüğüm, yerleri bir bir gezdirdim oğluma.
Bahariye’ye gidip de Saray Muhallebicisi’ne, Moda’ya gidip de Ali Usta’ya uğramamak olmazdı. Diyetime ara vermek zorunda kaldım bir süre:)

Tatilimizin bonusu ise Şile gezimiz oldu.

Bu kez Karadeniz’in o eşsiz havasını doldurduk ciğerlerimize. Bol bol fotoğraf çektik oğlumla birlikte.
Akşamları ateş böceklerinin muhteşem gösterilerini izleyerek bitirdik sayılı günlerimizi.

İstanbul’a gidip de adalara gitmemek olmazdı.

Tercihimizi Heybeli Ada’dan yana kullandık.
Oğlum ilk kez gittiği adaya bayıldı. Ben de motor sesinden, şehir gürültüsünden uzak şahane bir gün geçirdim.

Sayılı gün çabuk geçer, hafta sonu Antalya’ya döndük.

Gezinin sonunda oğluma İstanbul’u sevip sevmediğini sordum.

Verdiği cevap büyük şehirde yaşamanın külfetini özetler gibiydi :

- “ Sevdim anne çok sevdim ama çok yoruldum ben İstanbul’da, arabaların içinde ne kadar çok bekledik öyle, sadece ondan sıkıldım “.

Haklıydı. İstanbul o kadar büyümüş, o kadar kalabalıklaşmış ki, günlük hayat şehirde yaşayanlara bile külfet gelmeye başlamış. İnsanlar farkında olmadan şehir yorgunu olmuşlar.

Gelin görün ki İstanbul özlenen bir şehir. Tuhaf bir büyüsü de var. Ne onla oluyor ne onsuz.

Bu durumda İstanbul’a sadece tatil için gidip, özlem giderip dönmek yeterli sanırım.

Not: İstanbul’la ilgili yazılarım devam edecek, fotoğrafları henüz bilgisayara yüklemediğimden yayına veremiyorum, en kısa sürede onlar da bu sayfalarda olacak.

17 Haziran 2009 Çarşamba

YOLCULUK

images1

Benim gibi doğuştan leyleği havada görmüş birinin yıllardır hiçbir yere gidememesi kadar can sıkıcı bir durum olmasa gerek.

Öğrencilik yıllarımın ailemden ayrı geçmesi nedeniyle herkesin harıl harıl ders çalıştığı üniversite yıllarım, vizeler ve finaller arası tüm fırsatları değerlendirerek, her an her yere gitmeye hazır bir şekilde geçmiştir benim.

“ Yolculuk ”, “ seyahat ” gibi kelimelerden çıkardığım iki anlam vardır; yeni ve bilmediğim yerleri görmek, deliler gibi o yerlerin fotoğraflarını çekmek, bir de ayrı düştüğüm sevdiklerime kavuşmak.

Bunun için hayatımın bir döneminde hep bir yerlere gitme heveslisi olarak yaşadım.

Gelin görün ki son birkaç yıldır tipik bir ev kuşu modunda geçirmekteyim hayatımı.

Hafta sonu ya da günü birlik gezileri saymazsak, yolculukla arama farkında olmadan derin uçurumlar koymuşum.

Planı programı sevmesem de, sırf bu ev kuşu hallerime bu yaz son vermek için Tatil Planları yapmıştım kendime, bunu da sayfamda paylaşmıştım zaten.

Şimdi bu tatil planlarımın benim için en önemli olanını hayata geçiriyorum, yarın İstanbul’a gidiyorum.

İstanbul özlemiştir beni diye düşünmek istiyorum, çok zaman geçti aradan.

Ben onu özledim mi?

Eh onu da dönünce anlatırım artık :)

16 Haziran 2009 Salı

BİR KADIN, BİR ADAM

love_by_darunia_art“ Kalabalık bir caddede
Bir gün batımı
Günün yorgunluğu üzerlerinde, evlerine dönerken insanlar
Biliyorum karşılaşacağız seninle…
Kalabalık bir caddede
Yüklenip omuzlarımıza yalnızlığımızı
Göz göze geleceğiz.
Belki de…
Sadece birkaç saniye içinde
Bir yaşam anlatacağız birbirimize
Gözlerimizle… “
diye yazmıştı kadın yıllar önce o ayrılık acısını yaşarken sevgiliye.

Hiç karşılaşmadılar ve hayat farklı yönlere savurdu her ikisini de.
Farklı insanlarla birleştirdiler hayatlarını birbirlerinden habersiz.

Yüreklerinin bir köşesinde birbirlerinin izleri kaldı ve bunu sadece kendileri bildiler.

Adamın önce bir oğlu hemen ardından bir kızı, kadının da kızı oldu geçen zaman içinde .

Yıllar sonra çeşitli olumsuzluklar yaşadılar eşleri ile ve yine birbirlerinden habersiz noktaladılar evliliklerini.

Bir gün, kadın kızı ile birlikte tam da kendine yeni bir düzen kurmuşken, ummadığı bir anda, güneyde iş yerindeki seminer için gittiği bir otelde karşısına çıktı adam.

Göz göze geldiler, uzun süre konuşamadılar, şaşkındı ikisi de, duyguları ise karmakarışık.

İlk heyecanı atlattıktan sonra oturup sohbet ettiler bir süre. Konuştukça birbirlerine olan duygularının değişmediğini anladılar.

Deniz ve gün batımı da tanık oldu konuştuklarına.

- “ Yaş aldıkça ilişkilerin ve kaybettiklerinin değerini daha iyi anlıyor insan” dedi gür saçları seyrelmiş, şakaklarına ak düşmüş adam.
- “Hayat ilişkileri tüketmemeyi öğretiyor insana ” dedi, yüzünde ilk yaşlılık belirtisi kırışıklıklar belirmiş kadın.

Elleri birleşti, yürekleri zaten hep birlikteydi ve bir daha ayrıl-a-madılar.


Fotğraf : www.deviantart.com

12 Haziran 2009 Cuma

ULAŞIM SORUNLARI

magic_school_bus_by_demondeloupAntalya’da geçen yıl uygulamaya konulan yeni minibüsler getirdiği modern görünümle, ulaşım konusunda şehrin çehresini önemli ölçüde değiştirdi. O dönemde başlatılan bu uygulamayı çok yerinde bulmuştum.

Her toplu taşıma aracında klima oluşu mükemmeldi, çünkü bahar aylarında sokakları portakal çiçeği kokan bu güzel şehir, özellikle Haziran’ın 15’inden sonra kendini boğucu sıcaklara teslim eder.
Şehirde yaşayanların sıcakla başa çıkmak için iki seçeneği vardır. Güneş ışınlarının yoğun olduğu saatlerde mecbur olmadıkça sokağa çıkmayıp evde oturmak ya da bu dönemleri “yayla” adı verilen Antalya’nın yakın ilçelerinde geçirmek.

Şehrimizde bu seçenekleri değerlendiremeyip, yaz aylarını çalışarak geçirmek zorunda olan insan sayısı da az değil. Bu insanların çoğu ulaşımlarında toplu taşıma araçlarından yararlanıyor. Bunları düşününce, klimalı otobüs ve minibüslerin şehrimiz için çok ideal olduğunu ilk bakışta söylemek mümkün.

Bu durum, sadece madalyonun görünen yüzü.
Ne yazık ki, minibüslerin yenilenmesi, Antalya’da yaz aylarında sağlıklı ve huzurlu şehir içi ulaşım için yeterli değil.

Yenilenmiş minibüslerde geçen yıldan beri çözüm getirilemeyen, yolcuları bekleyen iki büyük sorun var.

İlki, bu minibüslere kapasitelerinin çok üzerinde yolcu alınması; minibüslerde azami yolcu sınırlaması yok, bu da olası trafik kazalarına davetiye çıkartıyor.

İkinci sorun ise, seyahat sırasında taşıtların klimalarının şoförler tarafından özellikle açılmaması. Sadece, klimaların fanlarının çalıştırılması yoluyla yolcu taşınması.

Minibüs şoförlerine klimaların neden açılmadığı sorulduğunda verilen cevap ise şaşırtıcı; kulağa yaz aylarında sıcağa teslim olmuş bir şehir için anlamsız geliyor; minibüs şoförleri “ Klima açılması ile ilgili herhangi bir genelge yayınlanmadığını ” söylüyorlar.

Bu cevabı alınca insan ister istemez şu soruyu sorma gereği duyuyor :
“ Antalya gibi bir şehirde toplu taşıma araçlarında klima çalıştırılması için genelge yayınlamaya gerek var mıdır? “

Antalya’da yaşayan bir vatandaş olarak, Büyükşehir Belediyesi’nin ulaştırma sorumlularının, ya da Minibüsçüler Odası’nın bu soruya verebilecekleri cevabı ve sorunların çözüm önerilerini merak ediyorum.

Umarım bu sorunlar Antalya halkı için ciddi boyutlara ulaşmadan çözümlenmiş olur.

9 Haziran 2009 Salı

" HİÇ BİR ŞEY "

hands_by_peeteey1

- “ Hayatın peşinde koşmayı sevmiyorum” dedi

- “ Neden, çok mu yordu hayat seni ? “ diye sordum.

- “ Hayatın peşinden koşarken, ayrıntıları kaçırıyoruz ya kimi zaman, o ayrıntılarda
küçük mutluluklar gizli aslında, fark edemiyoruz “ dedi.

Haklı olabilirdi.

- “ En son kendin için ne yaptın ? “ diye sordu

- “ Çalışmadığım yerlerden soruyorsun ama :) “ diyerek sorusunu espri ile geçiştirmeye çalıştım, O’nun soruyu geçiştirmeye niyeti yoktu.

- “ Düşün bakalım, şu son bir ay içinde kendini özel hissedecek, sana ait olan ne yaptın?” dedi.

Kendi kendime aklımdan saymaya başladım : Dersler yeni bitti…, öğrencilerimin sınav telaşı vardı …, oğlumun okulu, ev ödevleri, sosyal aktiviteleri…, ütü, çamaşır, bulaşık, yemek ve temizlik beşlisinden oluşan ev kadını hallerim… .

Gerçekten kendim için, kendimi özel hissetmem için ne yapıyorum ki ben?

Benden gelecek yanıt gecikince, konuşmaya başladı:

- “ Budur sana anlatmak istediğim, kendini bul, kendini yaşa, sen ya da ben ne kadar didinirsek didinelim, bu koca gezegen bize aldırmadan dönmeye devam ediyor.
Günler hızla geçip giderken avuçlarına bak bakalım hayat avuçlarına neler bırakmış ve bıraktıklarının ne kadarı senin ?” dedi.


Düşündüm, haklıydı.

Sorduğu soruya cevap aradım bir süre, bulamadım, sonra cevabımın “ HİÇ BİR ŞEY “ olmasından korktum, sustum, sustum…

4 Haziran 2009 Perşembe

DUT ZAMANI

images Ben beyaz dut severdim, sen inadına ve illa ki kara duttan vazgeçmezdin.

Dutları topladıktan sonra, kıtlıktan çıkmışçasına dut yerken sana,
“ -Yavaş ye biraz !! Senden kaçıran mı var? Bak karnın ağrır sonra!!! “ dedirtmek en büyük keyfimdi, sen hiç bilmedin.

Şimdi düşünüyorum da, şairin sevgilisine yazdığı o şiiri sevme sebebim sen misin ve senin bahçendeki dut ağaçları mı acaba?

“ Kara dutum çatal karam çingenem,
Nar tanem nur tanem bir tanem… “

* * * *

Benim için bahar demek senin bahçen demekti.

Dut ağacı, kiraz ağacı, elma ağacı demekti.

Ortancalar, akşam sefaları, hanım elleri demekti.

Dutun rengi değil de toplanış biçimi hoşuma giderdi en çok.

Ağacın tepesine çıkıp aşağıya serilen kalın ve geniş bir örtünün üzerine dalları sallamak.
Dutların pıtır pıtır örtünün üzerine dökülmesini ağacın tepesinden izlemek.

Sana, “İn kızım aşağıya düşeceksin!!! Yok bu normal değil, bir kız çocuk bu kadar haylaz olamaz, bunda bir yanlışlık var “ dedirtene kadar ağaçta kalmak.

Ne şanslı çocuklardık biz.

Meyveyi dalından kopartıp yiyebildik.

* * *

Nereden nereye değil mi?

Sana yazmayı hep çok istedim ben.

Yazdım da üstelik. Hem de satırlar dolusu.
Sonra beğenmedim yazdıklarımı, seni anlatmaya yetmeyeceklerini düşündüğümden klavyemin “ delete ” tuşuna kurban verdim o satırları .

Biliyorum bu yazdıklarım da yetmeyecek de, yazdım yine de.

-“ O kadar cümleyi beğenmeyip, o- bilmem ne- tuşuna kurban etmişsin ya, şimdi nereden aklına geldi yazmak? “ diye sorduğunu duyar gibiyim.

Buralarda dut zamanı şimdi.

Bu şehrin sokaklarında o kadar çok dut ağacı var ki görsen inanamazsın.

Dutların hepsi de yerlere, dökülmüş ve ezilmişler, yolda yürüyen insanlar tarafından acımasızca üzerlerine basılmış ama gel gör ki pazarda bir küçük kutusunu 2 TL’ye satıyorlar. ( Sen 2 TL’yi de bilmezsin şimdi. Sen gittikten çok zaman sonra o bol sıfırları attılar paraların üzerinden, sizin gençliğinizde olduğu gibi paraların sıfırları azaldı artık, hiçbir şey değişmedi ama, hayat hâlâ o zamanlardaki gibi senin deyişinle pahalı ).

Sokaklarda ağaçlardan dökülerek ezilmiş, sahipsiz kalmış dutların pazarlarda bu fiyata satılması tuhaf geldi bana. Bunun için yazmak istedim sana.

Ne alakası var diye sorma sakın. Çok alakası var.

Sana teşekkür etmek istedim ben.
Bize çok mutlu bir çocukluk yaşattığın için, meyveleri dalından kopartıp yememize sebep olduğun için.

Ağaçlarını, çiçeklerini, bahçeni, herkese, gönlünü açtığın gibi bize de açmış olduğun için.

Yıllar çok çabuk geçiyor. Geride sadece anılar kalıyor.

Ben de seni o güzel bahçenle ve yaşadığın tüm acılarını göğüsleyen güzel yüreğinle hatırlıyorum.

Haa bir de zaman zaman sesini özlüyorum.

Sevdiğin kadının gözlerinin içine bakarak söylediğin o şarkıları, senin sesinden dinlemek istiyorum.

" Ölürsem yazıktır sana kanmadan
Kollarım boynunda halkalanmadan
Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan,
Gönüller durulmaz dalgalanmadan... "


* * * * * *


" Sesinde şarkısı aşkın
Figan olup gidiyor
Bahara ermedi mevsim
Hazan olup gidiyor
O bitmeyen geceler
Viran olup gidiyor
Bahara ermedi mevsim
Hazan olup gidiyor
Yazık ki şu ömrüm
Ziyan olup gidiyor "


Sevdiğin kadının - “ Amaaaan beeey, torunların yanında söylediğin şarkılara bak. “ demesine rağmen, inatla söylemeye devam ettiğin o güzel şarkıları dinlemek istiyorum ama diyorum ya senin sesinden.

Öpüyorum ellerinden ve pamuk yanaklarından. Sevdiğin kadına da selam söyle benden.

Torunlarının içinde haylazlıklarından bıkmış olduğun torunlardan kız olanı. :)

Not: Bir oğlum oldu sen gittikten birkaç yıl sonra, bazı huyları tıpkı sana benziyor.
Ağaçlar, çiçekler, kedi ve köpekler en iyi dostları daha şimdiden.
Senin beni en çok şaşırtan huylarından birini almış inanamazsın , oturduğu yerde uyuyor tıpkı senin gözünde gözlüklerinle gazete okurken koltukta uyuduğun gibi.

Öyle uyuya kaldığı zamanlarda oğlumun yüzüne bakınca seni görüyorum.

Ne tuhaf değil mi?Artık bu dünya üzerinde olmasanız bile, bir biçimde bizimle yaşamaya devam ediyorsunuz her zaman.