29 Kasım 2011 Salı

BİR İSTANBUL MASALI

Hafta sonu İstanbul'daydım. Cuma günü saat üç gibi ulaştım İstanbul'a .
Önce ortaokuldan beri aynı sınıf ve sırada oturduğum, lise birde farklı sınıflara düştüğümüz için, aylarca ağladığımız, canım Tülay'ım ve Filiz'imle buluştum.



Tülay bizi Cafe London'a götürdü. Çok sıcak, insanın kendini evinde hissettiği bir  mekandı.

Tatilde diyet, rejim olur mu? Tabii ki olmaz. Açılışa, cafe latte eşliğinde,  aşağıda gördüğünüz kestaneli ve muzlu pastayla başladım. Bu  pastaların özelliği, yağsız ve unsuz yapılmasıymış. Tabii ben sadece kestaneli olanını yedim, muzlu olan Filiz'indi; o kadar obur değilim:))



 Akşam Kadıköy Kız Lisesi'nden arkadaşlarımla buluştum. Şahane bir gece oldu.
Üzerinden 27 yıl geçmiş ama kaldığımız yerden devam ettik eskisi gibi.
Bu kız lisesinde okumanın ayrıcalığı mı bilmiyorum? Arkadaşlarımı yıllar sonra yeniden görmek; o bir kaç saat bende doping etkisi yarattı.


İstanbul'a gelince blog arkadaşlarımı görmeden gitmem olmazdı.
Lale'nin Bahçesi, Yaşamın Kıyısında, Baykuş Gözüyle, Macera Kitabım yani Lale, Nur, Natali ve Özlem'le Alkım Kitapevi'nde Kahve Dünyası'nda buluştuk.

 Zamanım kısa olduğundan, bir de ulaşım sorunundan  görüşme de çok uzun olamadı. Yine de tadı damağımda kalan bir buluşma oldu. Tekrarını çok istiyorum; hatta Antalya'da bir buluşma gerçekleştirsek diyorum:)
Kitaplar arkadaşlarımın hediyeleriydi. Hepsi okunmak için sıraya girdiler. Okudukça tek tek paylaşacağım sayfamda ...
Bu arada Alkım Kitapevi'ne bayıldım. Sürekli İstanbul'da yaşasam çıkmam herhalde oradan ...

Pazar akşamı Antalya'ya döndüm, blog arkadaşlarımdan ayrıldıktan sonra kalan günümü de gördüğünüz Spider Man'lerin en güzeli şenlendirdi.

Antalya'ya döndüğümde mutluydum; yine bir sürü anı doldurmuştum yüreğimin ceplerine, İstanbul Masalı güzel bitmişti ...

24 Kasım 2011 Perşembe

TÜRKÇE ÖĞRETMENİM



Uzun yıllar önceydi.


On yaşını doldurmuş küçük kız, o yıl ortaokula başlamanın heyecanı içindeydi.
Uçsuz bucaksız bir alana kurulu olan, 6 yıl boyunca orta okul ve lise eğitimi göreceği okul hem tarihi binasıyla küçük kıza çok çekici geliyordu, hem de yeni bir çevreye girmekten ötürü çekingenlik yaşıyordu.

Beş yıl boyunca birlikte olduğu ilk okul öğretmeni ve arkadaşlarından ayrılıp, yeni bir hayata başlamanın tedirginliğini fazlasıyla hissettiği bir dönemdeydi.
Onun gibi ortaokul birinci sınıf öğrencileri, değişik dersler ve değişik öğretmenlerle yavaş yavaş tanışıyorlardı.
Öğretmenlerini sevmişti,
hele Türkçe öğretmeni, etkileyici ses tonu, öğrencilere yumuşak ve sevgi dolu yaklaşımı ve mükemmel Türkçe’si ile küçük kızın gönlünde taht kurmuştu.

Türkçe öğretmeninin değişik bir ders anlatış biçimi vardı.

Özellikle dilbilgisi derslerinde konuyu bir hafta önceden öğrencilerine verir, ertesi hafta konuya hazır olan bir öğrenciyi derse kaldırır, önce ona dersi anlattırır sonra da kendisi eklemeler yaparak derse devam ederdi.

Bir gün, yine ertesi haftanın ödevini verdi öğretmen öğrencilerine.
Konu, “ İnceltme İşareti ” idi.

 Kız, eve gidince dersine güzelce hazırlanmaya başladı.
Konuyu önce okudu,  sonra bir kaç kere annesine anlattı, ardından oyuncak bebeklerini karşısına alarak onlara da öğretmen edasıyla inceltme işaretini anlattı.

Ertesi hafta ders başladı; öğretmen her zamanki gibi : “Konuyu kim anlatmak istiyor?” diye sorduğunda, kız derse hazır olmasına rağmen yine de çekinerek parmağını kaldırdı.
Öğretmen arka sıralardan kalkan bu çekingen parmağı gördü ve kızı tahtaya çağırdı.
Küçük kızın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

Heyecan içinde tahtaya geldi ve konuyu anlatmaya başladı, anlatırken örnekler de verdi;
“ kar, kâr – hala, hâla – adet, âdet- kağıt, kâğıt ”.

Anlattıkça  öğretmen dahil bütün sınıfın onu dinlediğini fark etti; heyecanı geçti.

Sunum bittikten sonra öğretmenine baktı.
Öğretmen yüzüne memnuniyet ifadesi yerleşmiş bir tebessüm içinde şunları söyledi:
“ Evet çocuklar, arkadaşınız bu konuyu o kadar güzel anlattı ki, benim bir şey eklememe gerek kalmadı. Hepinizin önünde O’na teşekkür etmek istiyorum, arkadaşınıza kocaman bir aferin.,,
Kıza ismini ve okul numarasını sordu, kız da ismini ve okul numarasını söyledi...
O gün küçük kız hayatının dönüm noktalarından birini yaşamıştı.
Kendine daha çok güvenmiş, o ürkek serçe çekingenliği azalmış, okuluna, yeni arkadaşlarına daha da alışmıştı artık.
* * * *
Sevgili Öğretmenim;
Açık mektup nasıl yazılır bilmiyorum, tıpkı bu mektubun size ulaşıp ulaşmayacağını bilmediğim gibi.
30 yıl geçti aradan ama bazı şeyler unutulmuyor.
Siz yıllar önce o gün, belki de farkında olmadan, o çok bilinen “ deniz yıldızı ” hikayesindeki gibi okyanusa bir deniz yıldızı fırlattınız ve şimdi o deniz yıldızı da eğitim yolunda bir çok deniz yıldızını okyanusla buluşturmaya devam ediyor.

ÖZLEM ÖZAD
1 - G 2449
KADIKÖY KIZ LİSESİ
*****
Not : Bir kaç ay önce, Sevgili Türkçe öğretmenim Nurdoğan Cabi'nin, vefat ettiğini öğrendim. Bu yazı yıllar önce yazdığım bir yazıydı, kendisine ulaşamayacağından emin olduğum için sayfamda, öğretmenler gününde paylaşmak istedim ...
Mekanı cennet olsun ...


22 Kasım 2011 Salı

ARABESK İTİRAF



Aslında çoktan itiraf etmeliydim.

Pazar günkü yazımda da yazmalıydım; o zaman da çok uzun bir yazı olacaktı, okuyanı düşünmek gerek :))

Ben eskiden; çok eskiden arabesk de dinlerdim.
Hem de orta okula giderken 11 - 12 yaşlarımda yani !!!

Yetmişli yılların sonlarına doğru Orhan Baba'nın şarkılarıyla tanıştım.

 " Yarabbim Sen büyüksün, Yarabbim Sen Gönülsün " diye bağıra bağıra şarkı söyler; Batsın Bu Dünya ile kahrolur; Uslan Artık Deli Gönül'le coşar; teybi sonuna kadar açıp bütün apartmana Orhan Gencebay dinletirdim.

O zamanlar dünyanın batmasından; deli gönülün uslanmasından ne anlıyordum halen bilmem !!!

Apartman sakinleri sayemde ayrıca Tülay'ın sesinden satır satır " İkimiz Bir Fidanın Güller Açan Dalıyız" ını da ezberlemişti.

O zamanlar zannederdim ki; benim sevdiğim müziği herkes seviyor, ya da sevmeli işte o kadar !!!! !!!
Orhan Baba'dan hemen sonra; bunu itiraf ederken halen çok gülüyorum ama Gülden Karaböcek dinlemeye başladım. Orta bire gidiyordum ve Dilek Taşı ile Sürünüyorum en favori şarkımlarımdı . Orta okula giden bir kız ne dileyebilir, ya da nasıl sürünür bunu da anlayabilmiş değilim !!!

Sonra İbrahim Tatlıses'le tanıştım. Yani şahsınla hiç bir zaman tanışmadım ama " Bir kulunu çok sevdim" , "Mutlu ol Yeter"  bayılırdım bunları dinlemeye.
Nebahat Çehre  o zamanlar  Firdevs Hanım ve Valide Sultan olacağını bilmiyordu; o Yılmaz Güney'in güzel ama eski eşiydi. Büklüm Büklüm'ü söylerdi, ben yine bangır bangır dinlerdim !!!

Sonra Nilüfer bir albüm çıkartmıştı. Tamamen arabeskti, bayıla bayıla onu da dinle-
dim.

O zamanlar herkes hem bana, hem Nilüfer'e kızıyordu.
Nilüfer'e kızma nedenleri, onun gibi bir sanatçının arabesk müziğe yenik düşmesiydi. Bana kızma nedenleri arabesk dinlememdi. Oysa ben arabesk yanında Beatles, Pink Floyd ha bir de canım Erol Evgin'i  falan da dinlemeye başlamıştım.

Nilüfer arabesk şarkıları yüzünden bana kızıldığını, hiç bir zaman bilemedi, kendine yapılan eleştiri ve sitemi de çok ciddiye aldığını sanmıyorum ...

Aradan yıllar geçti, dinlediğim müzikler de değişti. Arabesk müzik 15 yaşımdan itibaren beni terk etti, daha doğrusu ben onu terk ettim. Neyse; böyle tuhaf bir ayrılık oldu aramızda.
Peki şimdi ne dinliyorsun diye sorsanız kulağıma hoş gelen her müziği dinlerim diye yanıtlarım ve bu kulağıma hoş gelen her müzik; klasik müzikten Türk Sanat Müziği'ne kadar geniş bir yelpaze içinde yer alır.

Bize bir dönem öcü gibi gösterilen arabesk halen dinleniyor aslında. Bu yazıyı yazma sebebim de Işın Karaca albümleridir. Ben de dahil, herkes eski şarkıları onun yorumuyla şu an bile dinliyoruz valla.
Dinlerken geçmişe gidip geliyorum ara sıra, aklıma o zamanlardan bir anı geliyor misal.
 Belki de bu nedenle müzik geçmişle bu gün  arasında bir köprüdür bence ...

20 Kasım 2011 Pazar

BENİM ŞARKILARIM

Müzik hep önemli oldu hayatımda. Ayırım yapmadan her müziği dinledim.

Türk Sanat Müziğine olan sevgimi sanırım  dedeme borçluyum.

Çocukluk anılarımda, dedemin sesi, şarkıları ve güzel gözlerinin izi hep saklıdır.

Anneanneme aşık bir adamdı dedem;  oysa asıl aşık olunacak kişi kendisiydi, mavi gözlü beyaz tenli bir adamdı. Ölürsem Yazıktır Sana Kanmadan anneannemin gözünün içine bakıp söylediği şarkılardan biridir.

O dönemlerde ne Türk Sanat Müziğinden, ne de aşktan anlardım.
Mahalledeki kızlarla sokakta şarkıcılık oynardık, ben nedense Seyyal Taner olurdum, söylediğim şarkı da hep Son verdim Kalbimin İşine olurdu.
Çocuk aklı işte, kalbin işine öyle hemen son verilmeyeceğini bilemezdim tabii.

Orta okulda Pink Floyd'la tanışmış, unutulmaz şarkısı The Wall' ı marş haline getirmiştik arkadaşlarla. Öğretmenler de  bize sinir olurdu.

 Erol Evgin'e aşıktım.
Çiğdem Talu söz yazar, Melih Kibar besteler, Erol Evgin söylerdi. Şimdi geriye bir tek Erol Evgin kaldı, bir de şahane şarkılar.
Nedenini halen bilmem; İşte Öyle Bir Şey' i dinlemek çok duygulandırırdı beni.
Lise yıllarımda Beatles takıntım olmuştu. Eni konu Liverpool'a falan gitmeyi düşündüğüm dönemler o zamana rastlar. :))
Yesterday en unutamadığım Beatles şarkısı, İmagine'sa yine unutamadığım John Lennon şarkısıdır.

Hotel California, Self Control, Big in Japan, Hello, Knife üniversite sınavlarına hazırlanırken eksik olmasınlar beni hiç yalnız bırakmadılar. Stresimi atmamda kendilerine çok şey borçluyum.

Sonra Careless Whispers, ahh George Michael, ona da aşıktım, cinsel kimliğini öğrendiğimde ağzımın bir karış açık kaldığını hatırlıyorum.
Bu hayal kırıklığına uğradıktan sonra aslıma dönerek kendi müziğimizi dinlemeye başladım.

Üniversitede ders çalışırken Zülfü Livaneli şarkıları ki  en çok Gözlerin bana  eşlik etmiştir.

Yeni Türkü Şarkıları, Olmasa Mektubun, Çember, Yağmurun Elleri.

Grup Gündoğarken, Sen Benim Şarkılarımsın, MFÖ, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da ilk aklıma gelenler.

Tabii artık şarkılara ve söyleyenlere aşık olmayı çoktan bırakmıştım. E birazcık aşkla da tanışmıştım, işte o dönemlerde Sezen Aksu, kendisi bilmez ama,  sağ olsun imdadıma yetişmiştir.
Git -me-, Beni Unutma, Yalnızca Sitem, biraz daha abartayım; Beni Yak Kendini Yak, Gidiyorum...

****
****
Bu yazıyı Leylak Dalı'nın mimini okuyunca yazmak geldi içimden. Mim kurallarını azıcık aştım biliyorum.
Konu müzik olunca benim anlatacaklarımın sonu gelmez, oturduğum yerde yazarken şarkı söylemeye de başladım; hane halkı bilgisayar başında delirdiğimi düşünüyor arkadaşlar.

Yeni haftanız güzel geçsin ...

18 Kasım 2011 Cuma

BİRİ BENİ DURDURSUN ...



Bayramın ilk günü, oğluma almam gereken bir kitap olduğunu bahane ederek kendimi D&R'a atıp, önce D&R'daki  kitaplar arasında kaybolup, içlerinden iki kitap seçen ben; oğluma da kitabını alarak olay mahallinden ayrıldım.

 İnternet üzerinden yeni kitap siparişleri verdim, gelmelerini bekliyorum.


Ay sonuna doğru iki günlük İstanbul seyahatim olacak. Alkım Kitapevi'ne ve en azından Kadıköy'deki sahaflara gitmek için şimdiden yanıp tutuşuyorum. Gün farkıyla Tüyap Kitap Fuarı'nı kaçırdığıma üzülüyorum.
Bir kaç hafta  önce yine internetten sipariş ettiğim kitaplarım geldi.

Koliyi açarken yanımda olan babam, tuğla ağırlığındaki kitabı nasıl okuyacağımı sordu; eşim; ben ona artık hiç karışmıyorum baba diye benden önce babamı yanıtladı, annem kendine has edasıyla anlamlı cümlesini kurdu :  Karışmayın kızıma o yolda yürürken bile kitap okur !!!

Hayır, derdim kitap okumak değil de; ben kitap alma isteğime engel olamıyorum.
Gördüğüm, beğendiğim, bloglarda konusunu okuyup beğendiğim; kitapçıda elime alıp dokunduğum bütün kitapları almak istiyorum.

Kendimle başa çıkamıyorum.
Okuyor muyum aldıklarımı?
Evet;  o an olmasa bile zamanı gelince mutlaka okuyorum.

Eeee o zaman sorun yok değil mi? 
Ortada endişe edilecek bir durum yok değil mi?

Biri bana akıl versin, ya da biri beni  durdursun  ne olur !!!!!

16 Kasım 2011 Çarşamba

ADINI TOPAK KOYDUM

O bir sokak kedisi, bütün mahalleyi peşinden koşturan  böylelikle, kendine ev kedisi gibi davranılmasını sağlayan bir kedi.

Henüz yavru, kendisine hiç benzemeyen gri renkte bir annesi var -  annesinin bebeğine çok düşkün olduğunu belirtmek isterim. -

İkiz kardeşini hain bir araba çarpması sonucu kaybetmiş akıllı bir kedi.

Yaptığı maskaralıkları burada anlatsam sayfalar yetmez.

Doğallığı hoşuma gidiyor en çok, insanların yanına sokulup, kendini sevdirmek en belirgin özelliği. Bunun için adını Topak koydum.

Yaşasın kediler :)))

15 Kasım 2011 Salı

ANLADIM Kİ ...


Anladım ki; bahar kadınıyım ben, ne çok sıcağa gelebiliyorum, ne çok soğuğa,

Anladım ki; yüreğimde de ılık rüzgarlar esmeli, ne  çok acıya katlanabiliyorum, ne çok coşkuya,

Anladım ki; zamanın kocaman dişleri var, geçtikçe çiğniyor, öğütüyor bizi,

Anladım ki; yazmak insanın kendini ifade ediş yollarından biri, bu yüzden ne çok sessiz kalmalı, ne de çok konuşmalı;  yazmalı, hep yazmalı,

Anladım ki, hayat yolunun da sonu var, " keşke " yerine " iyi ki "  ile başlayan cümlelerimiz çoksa eğer,  yaşadığımız hayat bizim ...


Blog Not : Çok yakından tanımıyordum, Kara Kalem ini okumayı seviyordum. Yaşadığı acılar karşısındaki duruşu, bir de kızına ve  zamansız giden eşine duyduğu sevgiye saygım sonsuzdu.
Mekanı Cennet Olsun cümlesini sık  kullanmaya başladım bu ara.
Uzunca bir zamandır,  erken gidenin ardından bu cümleyi kurmak ağır geliyor ...

11 Kasım 2011 Cuma

TARİFLER, ANLAR, ANILAR

Arkadaşım A.'ya sabah kahvesine gitmiştim.
Kahvenin yanında bir gün önceden hazırladığı şahane irmik tatlısını ikram etti bana.
Oldum olası sütlü tatlılarla aram iyi olduğundan, hayır diyemedim.

İrmik tatlısını yerken tarifini istedim.
A. mutfağın çekmecesinden bir kutu çıkarttı.
Kutunun içinde farklı el yazılarıyla yazılmış yüzlerce tarif vardı.
İçinden irmik tatlısının tarifini buldu. O da bir arkadaşından almış tarifi ve arkadaşı kendisi yazıp vermiş A.' ya  tatlının tarifini.

Ben de böyleyim !!
 Arkadaşlarımdan aldığım tarifleri asla temize çekme huyum yok.
Mutfakta tariflere ayrılmış bir çekmecem var hepsi orada duruyor.
Ne yeni bir defter oluşturabiliyorum, ne de tarifleri en azından bilgisayara aktarıyorum.

Nedenini düşündük A ile.
Sahi, neden böyleydik biz?

" Tembellik " dedim ben, o " Zamansızlık " dedi. " Dağınıklık olabilir mi? " diye sorduk birbirimize ve yanıtı aynı anda verdik.
" Biz o tarifleri özellikle kutular veya çekmeceler içinde saklayıp , temize çekmiyor ve  arkadaşlarımızdan kalan anıları saklıyorduk. "
Her tarifte bir dostun yazısı, kiminin üzerine sinmiş vanilya kokusu veya dökülen bir şeylerin izi vardı ve bunlar bizi geçmişe götürüyordu.

Dünya döndükçe, yaşadığımız her an hızla  anıya dönüşüyordu,  farkında olsak da olmasak da böyleydi bu.

 Belki de geçen zamana direnmek için bu şekilde koruyorduk anılarımızı, tarifleri temize çekmeden; tarifleri anılara,  anıları tariflere dönüştürerek ...

10 Kasım 2011 Perşembe

BÜYÜK MİLLİ MATEMİMİZ






Senin kurduğun çağdaş, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin evladı olmaktan onur  duyuyorum.

Fikirlerin, ilkelerin yoluma ışıktır.

İyi ki geçtin bu dünyadan ...

9 Kasım 2011 Çarşamba

BAYRAM ARASI KİTAPLARI VE BİR FİLM

Düşük tempolu geçiyor bu bayram.
Sanki bayram değil de tatildeymiş gibi.


Bayram kitaplarım;  Mino'nunSiyah Gülü ve Kediler Güzel Uyanır.

Kediler Güzel Uyanır beklentilerimi pek  karşılamadı. Bir de Baktım Yoksun'un tadını bulamadım.  Böyle bir kıyaslama yapmam  ne kadar doğru bilmiyorum? Öyküden çok denemeye kaymış sanki yazar. Bu da bana samimiyetsiz geldi . Öyküyse öykü, denemeyse deneme biz hepsini okuruz sonuçta, hele içinden  kedi geçiyorsa :)

Mino'nun Siyah Gülü'ne bayıldım. Bu yıl okuduğum en mükemmel kitaplardan biri diyebilirim.
Hüsnü Arkan'ın sesini  Ezgi'nin Günlüğünden bilirim ama yazarlık gibi bir yeteneği olduğunu bilmiyordum. Bütün kitaplarını en kısa sürede okuma kararı aldım.


Bir de film sıkıştırdım bayram günlerinden birine;

Hani şeker gibi filmler olur ya; izlerken dinleniriz, eğleniriz film bitince de ruhumuzda filmin tadı kalır, ya da o  anki ruh halimize iyi gelir bu da öyle bir filmdi işte.

Diyorum ya temposu düşük bir bayram oldu bu bayram, içine kitaplar, filmler bile sığdı.

Dün gece rüyamda buralara kar yağdığını gördüm; portakal ağaçları, palmiyeler bembeyazdı.

Uyandığımda güneş yine sonbahar haliyle şehrin üzerinden gülümsüyordu.

Sonbahar dediğime bakmayın, yazdan kalma bir bayram yaşadı Antalya, bugün de bunun keyfini çıkartmak lazım, tatilin son günü nerede olursak olalım iyi geçmelidir çünkü, nasıl olsa hayat, bayram ertesi  kaldığı yerden devam etmeyecek mi?
Yaşadığımız anın tadını çıkartmak gerek  :))

5 Kasım 2011 Cumartesi

MUTLU BAYRAMLAR ...



Bu bayram bayramımız MUTLU olsun.

Ulusça mutluluğa belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz bayram olacak bu bayram ...

Kara bulutlar dağılsın üzerimizden, hayat bayram olsun ...

3 Kasım 2011 Perşembe

ÇAM KOZALAKLARI ...


Çocuk okuldan gelir, çantasını bir kenara koyar ve ; " Hayat ders çalışmaktan ibaret değildir; okuldan gelince bi şeyler yapmak lazım anne !! "  der .
Topladığı çam kozalaklarını sulu boya ile boyar.
Anne şaşırır; bir süredir klasik anne tipi olmamaya karar vermiştir ; oğlunu destekler ve ortaya fotoğraftaki boyanmış kozalaklar çıkar :))))
Çocuk mutludur, çocuk mutlu olduğu için anne de mutludur ve anne kendine  o küçücük  beyinden yeni bir hayat dersi çıkartır. . .