9 Aralık 2017 Cumartesi

HÜZÜNLÜ BİR HİKAYE

** 1969 yazında hikayenin kahramanı olan adam uzun bir seyahate çıkar. 

Yolu California’dan geçerken dinlenmek için Hotel California’yı bulur.

Ufak sevimli bir oteldir. Sıcak bir havası vardır.
Bir odaya yerleştirilir.

Oteldeki ikinci gününde, odasının hemen yanındaki odada kalan kızla tanışır, arkadaş olurlar.

Birlikte gezmeye başlarlar, çok fazla zaman geçmeden birbirlerine aşık olurlar ve tatili Hotel California’da birlikte geçirmeye karar verirler.

Çok severler birbirlerini, bütün bir yaz hep beraberdirler. Otelin sıcak insanları, sevimliliği sadeliği onları çok etkilemiştir. Unutamayacakları bir yaz yaşarlar.

Yazın bitiminde bir karar vermek zorundalardır ayrılık için   ve şöyle derler : ‘ Eğer bir sene sonra birbirimizi unutmaz ve yine bu kadar çok sevecek olursak, gelecek yazın ilk gününde (tanıştıkları günü kastederek) Hotel California’da buluşacağız ‘ diyerek sözleşirler.
O zamana kadar birbirlerini hiç aramayacaklardır. ( bu aşk bir yaz aşkı mı yoksa gerçek bi aşk mı anlamak için yaparlar bunu)…

Tam bir sene geçmiştir.

Adam sözleştikleri gibi bir sene sonra otelde buluşmak için yola çıkar.

Tanıştıkları ilk gündür o gün. yol uzundur bitmek bilmez adam için ve sonunda California’ya varır.

Otelin oraya geldiğinde kapkara bir bina bulur..otel bir gün önce yanmıştır…

Hemen sevdiği kıza haber vermek ister. Onun da gelmiş olabileceğini düşünerek olması muhtemel yerlere bakar.
Ancak bulamaz ve sonunda çok acı bir şey öğrenir ve bu şarkı ortaya çıkar.

Acı gerçek ne mi?

Sevgilisi süpriz yapmak için bir  gün
önceden otele gelmiştir ve çıkan yangında ölmüştür…

*** İnternette okuduğum çok sevdiğim gençlik yıllarımın şarkısı HOTEL CALIFORNIA 'nın hüzünlü hikayesi.


6 Aralık 2017 Çarşamba

GEÇİP GİDEN GÜNLERİM









Okuduğum kişisel gelişim kitaplarından birinde - bu tür kitapları çok sevmem toplasan bir elin parmak sayısını geçmez bu arada - ; birşeyin alışkanlık haline gelmesi için 21 gün yeterlidir diyordu.
21. günden sonra o yaptığımız şey alışkanlık haline gelirmiş.

Ben de sabahları hane halkını okula yolladıktan hemen sonra
devrile devrile  yeniden uyumanın 4. günündeyim.  Yani 17 gün sonra içime kış aylarında kaçan küçük ayıyı iyice uyandırmış olacağım. Tembellik diz boyu ...

***
Hafta sonu oğlumla Aile Arasında 'yı izledik. Filmi sonuna kadar götüren Engin Günaydın 'dı. Demet Evgar'ın da hakkını teslim etmek lazım. Demet Evgar 'ın sesinin bu kadar güzel olduğunu hiç farketmemiştim.

Oğlum çok eğlendi, çok güldü.  Onu gülerken görmek de bana iyi geldi .
Film güzel miydi?  
Evet ...
Son dönem komedi filmleri arasında içinde en az küfür barındıran bir filmdi. 
E bu da Gülse Birsel farkı .

***
Antalya 'dan bir kitap fuarı daha geçti.  Geçen yıl annemin sağlık sorunları yüzünden kapalı sistem şeklinde yaşadığım için fuara da gitmemiştim.  İçimden gelmemişti.  Bu yıl geçen yılın acısını çıkartmak için 4 kere gittim fuara. İlk iki gün inanılmaz kalabalıktı  hiç bir şey anlamadım. 
Diğer iki gün gezme fırsatı buldum . Fuarda en çok İş Bankası Kültür Yayınları dikkatimi çekti.  Fuara gitmenin gereği olarak bir sürü kitap aldım; oysa ben kendim evdeki kitaplarımla mini kitap fuarı olmuşum farkında değilim. Evde artık kitap koyacak yer yok durum vahim yani.

***
Domestic ev hallerim halen devam ediyor.  Ekmek yaptım geçen gün.  İlk deneyim olmasına rağmen sonuç fena değildi. 
Haa bir de örgüye tam gaz devam ediyorum.  Evde her biri diğerinden ayrı sekiz çift atkı ve bere var . Şimdi de değişik bir saçaklı çanta örüyorum. Bitince ayrıca paylaşırım.
Örgü ciddi bir terapi benim için.

***
Bir süredir evde dört kişiyiz.  Yeni bir muhabbet kuşumuz var . Bence bundan önceki hayatında kedi imiş.
Kafes hiç ona göre değil.  Evin içinde akla gelmeyecek yerlerde uçmayı ve akla gelmeyecek yerlere konmaya pek seviyor.
Oğlumun omzunda bütün evi geziyor falan.

Aralık geçip giderken benim de günlerim böyle geçiyor .






26 Kasım 2017 Pazar

P . T . T.

Tabii ki bildiğimiz Posta Telgraf Telefon değil yazımın konusu.

Hemen başlıyim anlatmaya.

Tam evde oturmalık bir hava vardı bugün. 
Şöyle uzuuuun bir sabah kahvaltısı ve ardından kitapla pazar keyfi yapma zamanıydı. 

Fakat cuma günü kitap fuarı başlamıştı, ben de evde kitabımla pazar keyfi yapmaktansa arkadaşlarımla buluşup kitap fuarı keyfi yapmaya karar verdim. 

Yağmur falan demeden düştük yollara. 
Aslında dün de gitmiştim fuara ama benim gibi birinin fuar bitene kadar hergün gitmesi gerek başka türlüsü düşünmem bile .
Hele bir de oğlum istemiş gitmez miyim ? Meğer hiç değilse pazar günü gitmemem gerekiyormuş.  Evde PTT fikri daha iyi olacakmış.

Neyse yazımın gidişinden anlamışsınızdır gittiğime gideceğime pişman oldum .

Önce aşırı kalabalık nedeniyle park sorunu yaşadık. 
Araba araba üzerine,  insan insan üzerineydi. 

Canım Ataol Behramoğlu 'nu bile sadece uzaktan görebildim. 

Arkadaşımın kızı Jane Austen'ın Aşk ve Gurur 'unu okumak istiyordu.

Kitabı İşbankası Kültür Yayınları" Gurur ve Önyargı " adıyla yani orijinal adıyla yeniden basmış.
Çevirisini de  Hamdi Koç yapmış.
 
Kıza kitaptan o kadar övgü dolu söz ettim ki, bu yeni  basımı alıp tekrar okuyacağım. Ne de olsa Jane Austen'cım genç kızlık yazarım . Onu ve kitaplarını unutmak ne mümkün?

Dünkü fuar gezimde de Genç Bir Doktorun Anıları'nı aldım.  O da İş Bankası Kültür Yayınları'nın modern klasikler serisinden  ve kitaba bayıldım .
50 yaşımdan sonra klasiklere dönüş yapıyorum galiba.

Neyse bunlar kısa gezimizin kârı oldu. Kısa diyorum çünkü aşırı kalabalıktan bir ara bayılacak gibi oldum.
Apar topar çıktık fuardan eve gelir gelmez de PTT yapmaya karar verdim .

Pijama, Terlik, Telefon !!!

Bakın televizyon değil telefon diyorum çünkü telefonum 3. Bir uzvum gibi oldu.  Kitabımı okurken aklına birden  blogum geldi.  Telefonum yanımda ya
kısa fuar maceramı yazmasam olmazdı.  ☺☺


8 Kasım 2017 Çarşamba

DİL ÇORBASI, ANILAR, DOSTLAR VS.

Bugün mayıstan kopartılıp kasıma yapıştırılmış bir hava vardı; pastırma yazı da tarihleri şaşırmış olmalı .

Bu güzel havanın keyfini çıkartmalıydım; bu yüzden hane halkını işe ve okula gönderir göndermez  önce güzel ve uzun bir yürüyüş yaptım. Bu arada evde oturmaya bir alıştım ki sormayın.  Bundan sonra kalan ömrümü okuyarak, gezerek ve örgü örerek yaşamak istiyorum.

Ondokuz yaşımdan beri çalışınca önce biraz boşluğa düşsem de keyfim iyi şimdilerde.
Neyse konumuz  bu değil tembelliğim ayrı bir yazı konusu olsun.

Yürüyüşten sonra eve dönüp biraz kitap okudum.
Bu ara misinalı şişle örgü örmeye kafamı taktığım için şehrin en büyük yün mağazasına gitmeye karar verdiğim sırada telefonum çaldı .

Arayan uzun süredir görüşmediğim  bir arkadaşımdı. 
Hadi bana kahveye gel dedi.

Ben misina şişle kafayı bozduğum için;- biliyorum zor gelecek beceremeyeceğim ama olsun- önce mırın kırın ettim ama bak dil çorbası da yaptım sen seversin deyince dayanamadım çünkü gerçekten iyi pişirilmiş dil çorbasına bayılırım. 

Anneanem çok güzel  dil çorbası yapardı. 
Biz aslında ailecek sakadat  sever bir aileydik.
Dedem bilumum paça, işkembe, dil vb. şeylerin çorbasına bayılırdı; anneanmem de bunları hakkını vererek hazırlardı .

Dili haşlamak zordur; e o zaman düdüklü tencere de yok,  zavallı kadın saatlerce mutfakta tencerede kaynatırdı.  Küçük bir mutfağı vardı ve bilumum zahmetli yemekleri hiç üşenmeden bu mutfakta yapardı. Belki de ona göre zahmetli değildi hiçbir yemek çünkü bizim ailenin kadınlarının misyonudur yedirip içirmek.

Evine gittiğim arkadaşım anneannemi de tanıdığı için dil çorbası sayesinde onu da anmış olduk. Eskileri konuşmak eski dostlarla güzel, eve geri dönerken  bunu düşündüm; para pul hepsi boş insan birikecek, dost birikecek hayatlarımızda ... dost gerisi hikaye ...

****

Blog not : Bu arada hatırı sayılır bir yolu yürüyerek geldim eve.
Aldığım kalorileri yakmam lazım.
İnsülin direncimi yeneceğim ya dikkatli olmam lazım .
Sanırım açlık kan şekeri 80 civarında olup insülin direnci yüksek çıkan insan türü benim,
böyle konularda kendi türümün son örneği olduğum  da doğrudur.
Telefonum  tebrik etti beni  eksik olmasın, 10.200 adım atmışım, günüm de güzel geçmiş e daha ne isterim ?

12 Ekim 2017 Perşembe

2. GÜN

Bugün bir kere daha anladım ki evde olmayı seviyorum. 

Böyle domestic ev halleri. Temizlik, yemek, çamaşır ve hatta ütü .

Meğer ben iş hayatım boyunca evi otel gibi kullanmışım. Evle ilgim en fazla  ertesi günün yemeğini  bir gün  önceden hazırlamak olmuş.

Şimdi hane halkı işe ve okula gidince evle başbaşa kalıyorum yaaa ohhh benden iyisi yok.

Çekmece düzenlemekten kışlık domates ve kırmızı biber sosu yapımı ve hatta evde elma sirkesi denemelerine kadar uzanan geniş bir yelpazem var. ☺ Yakın zamanda probiyotik peynir denemesi yapacağım.  Mayasını buldum ama 10 litre süt gerekiyormuş.  Becerebilir miyim acaba?



Bu arada örgü işlerini de unutmayayım.  Kitaplarım da olmazsa olmaz.  Bu arada Tsundoku diye bir hastalık varmış.  Japonlar araştırmışlar.     Bir çeşit kitap alıp alıp okuyamama hastalığı. Hah işte o hastalık bende de var.

Olsun ama ben memnunum halimden .
Keşke her hastalık böyle olsa değil mi ama ?





10 Ekim 2017 Salı

İÇİMDEKİ KAVGALAR




Vefasız eski bir dost gibiyim bloguma karşı.

Haniçok sevdiğin eski ama eskimeyen dostlarından biri
vardır, aramak istersin de bir türlü zaman bulamazsın  oysa çok ayrı yerdedir o eski dost kalbinde .  
Bloğum da öyle benim için bu aralar.

Benim de kendime göre nedenlerim vardı elbet.

Şimdi hemen anlatayım :

Bu yazı hep uyuma isteği ile ve aşırı yorgunlukla geçirdim.
Misal tatilde herkes denize gitse de ben uyusam diyordum; denize gidince de iki kulaç atıp nefes nefese kalıyordum.

Artık yaşlanıyor olduğuma inandırmaya  başlamıştım kendimi.
Aklıma bundan başka birşey gelmiyordu.  Bir de yaş kemale eriyor ya menopoz belirtileri sanıyordum.

Rutin  kontrollerimi yaptırmak için doktora gittim geçen gün.
Bir de ne göreyim? Meğer insülin direncim tavan yapmış !!!

Zavallı pankreasım  ve sevgili karaciğerim  yorulmuşlar, çok değerli canım  kalbim de onlara ayak uydurmak, arayı bulmak için ritmini hızlandırmış ve fakat ben iç organlarımdaki bu huzursuz kavganın farkında olmadan tatil modundayken gelsin tatlılar, gitsin dondurmalar
şeklinde hayatıma devam etmişim yani yangına körükle gitmişim.


O yorgunluk, çarpıntı    ve ani ter basmalarını da menopoza hazırlık ve sıcağa  bağlamışım.
Bu arada kilomu sormayın  tavan yapmış !!!

Neyse ki doktorum duruma hemen el koydu. Sıkı bir diyet ve ilaç tedavisine  başladı ve ben 2 haftada 3 kilo verdim.  O ani sıcak basmaları ve yorgunluk hali geçti.
 Bu arada şeker hayatımdan pat diye çıktı.
Sadece şeker mi? Un, patates, pirinç aklınıza ne gelirse. ..

Sonuç mu? Şu an yeniden doğmuş gibiyim.
Buradan Canan Karatay Hoca'ya Selam olsun.
Şeker için söyledikleri  çok doğruymuş.
Neredeyse içimdeki kavgalara teslim oluyormuşum.
Bir ay sonra tekrar kontrolüm var.

Yaa işte böyle ... Vefasız değilim aslında.  İnsülinim inatçı çıktı.
Görecek ama o; bakalım kim daha inatçı ? :)




















30 Ağustos 2017 Çarşamba

YAZ BİTERKEN...















Ömürlerimizden bir yaz daha geçti.  Hoş bu yıl yaz mıydı sonbahar mıydı çoğu insan anlayamadı . Çoğu insan diyorum çünkü biz Antalyalılar olarak farklı bir gezegende yaşıyoruz artık iyice eminim.

***
Bayram tatili için Kaş'a geldik.  Kaş bizim için vazgeçilmez bir tatil mekanı . Her tatil yeri gibi bayram öncesi  inanılmaz kalabalık. 

Ben eş durumundan Kaşlıyım.  Hal böyle olunca kalacak yer sıkıntımız da yok .

Sabah erken kalkıp uzun yürüyüşler yapmasam bu küçük ilçenin güzelliklerini fark edemeyeceğim neredeyse .
Misal her sabah erkenden kalkıp boş sokaklarda elindeki bastondan kuvvet alarak  yürüyen  yaşlı teyzenin farkına varamayacağım.

Ya da,  ben yürürken ve yürüyüşten dönerken halen  uyumakta olan bir türlü uyanmayan  kediyi hiç göremeyeceğim. 

Çarşının ortasında kalmış kral mezarının M.Ö. 4. Yüzyıldan kalma olduğunu bilemeyeceğim.

Sokaklarda akşamdan kalma akşam sefalarının doğal parfüm kokusunun yerini minik ful ağaçlarının muhteşem kokusuna bıraktığını ise asla fark edemeyeceğim.

Çok uzatmayayım; yukarıdaki fotoğrafları çekmek bana pek iyi geldi. 
Blogumda Paylaşmasam olmazdı.

****
Bu arada Kaş 30 Ağustos Zaferini çok büyük bir coşku ile kutladı.  Benim halen ümidim var güzel ülkeme dair .

Emperyalizmin yenik düştüğü en önemli bayramımız -artık kullanılmayan adı ile; 30 AĞUSTOS BAŞ KOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ ' nin - 95. Yılı kutlu olsun.


14 Ağustos 2017 Pazartesi

ABBAS



Cahit Sıtkı askerliğini yedeksubay olarak yapmak üzere birliğine gider.

O yıllarda yedeksubay sayısı az olduğundan her  yedeksubaya emir eri verilmektedir.
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister.
Sırayla isimlere bakmaktadır bir isim dikkatini çeker.
Abbas oğlu Abbas..

Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas..

Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister.Öğle saatlerinde kapı çalınır.

Karşısında civan mert yiğit biri selam çakıp;
-Abbas oğlu Abbas Emret komutan!.. der..

Aralarında söyle bir konuşma geçer.
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!.

Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister.

Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir.

Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı'ya kahvaltı hazırlar.

Öğle yemeğini sormadan hazırlar.
Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir.
Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı'nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar..

Akşamları olunca Cahit Sıtkı'nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar..

Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur.

Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı..

Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda gizli şeyleri keşfeder..

Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas..Araları ndaki duygu bağları güçlenir.Böyle bir keyif gecesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;

-Sen İstanbul'u bilirmisin Abbas?
-Bilir komutanım..
-Orda bir Beşiktaş var bilirmisin?
-Bilir komutan!
Ben orda acemi birlikteydim. .
-Orda benim bir sevgilim var..Sen bana kaçırıp onu getirirmisin?
-Elbet komutan!

Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş traş olmuş hazırlanmış.

Cahit Sıtkı sorar;
-Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben istanbula gidecek komutan!..
-Ne yapacaksın sen İstanbulda?
-Sen söyledi bana..Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek !!!!

***
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı..Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır..

Akşam olur..
Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas'ı karşısına oturtur..
Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme döker!......

" Haydi abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan. "

Cahit Sıtkı TARANCI


28 Temmuz 2017 Cuma

CÜZDAN

Kaş tatilinde düzenli olarak yaptığım şeylerden biri erken saatlerdeki sabah yürüyüşleri oldu. Sabah 6.30 itibariyle sahil yolunda hemen her sabah yürüdüm. Sahil Yolu yürüyüş için çok elverişli . Benim gibi bir sürü insan bu yolda yürüyor.

Bu sabah ilginç bir olay yaşadım .Eve dönerken donus yolum üzerindeki benzin istasyonunun çıkışında eski bir cüzdan buldum.
O kadar eskiydi ki sanki biri kullanmaktan bıkmış da atmış gibiydi. 
Göz ucuyla baktığımda cüzdanın içinde kredi kartlarının olduğunu gördüm. Biraz daha bakınca da eski dediğim cüzdanın içinde hatırı sayılır miktarda Türk Lirası ve döviz olduğunu fark ettim.
Cüzdanı zaman kaybetmeden aldım saat sekizi çeyrek  geçiyordu - vay be bir buçuk saat yürümüşüm demek -
Neyse konu dışına çıkmayayım; cüzdanı Kaş Belediyesi 'ne teslim ettim. İçindeki parayı saydırdım,  tutanak tuttular bir de Kaş küçük bir yer olduğu için bu gibi durumlarda belediye anons yapıyor .
Bir saat sonra anons yapıldı .
Akşam üzeri belediyeye uğradım . Cüzdanın akibetini sordum.
Cüzdan sahibi cüzdanı teslim aldı dediler .
Kimlik görerek teslim etmişler .
Geçen gün arkadaşlarla böyle bir konuyu konuşmuştuk.  Yolda cüzdan bulsak ne yaparız diye; tereddüt etmeden karakola teslim ederim demiştim.  Ha karakol ha belediye ...
Umarım cüzdan sahibi içinden insanlık ölmemiş demiştir sayemde.  ☺


2 Temmuz 2017 Pazar

ÖZLEM



Sen bunları örerdin hatırlıyorum; incecik bir tığın vardı benim de elimde bebeklerim ...
Ve sonradan hayatıma çıkmamak üzere giren kitaplarım.

Sen örerken aklıma bile gelmezdi örgü örmek .

Zincir çekmeyi öğretmiştin bana ondan bile sıkılırdım; diyorum ya varsa yoksa bebeklerim ve kitaplarım.
Şimdi yıllar sonra tam da örmeye bu kadar heveslenmişken eski eşyaların arasında  da buldum bu örneği.  Yastık kırlentiydi bu, sen gittiğinde  çocukluk sarayımdan, senin evinden almıştım. 
Artık ne sen varsın ne evin.

" İçinde yaşayan birileri varsa, mutfağında kaynayan aşı varsa o ev yaşayan evdir "  derdin .
Haklıymışşın ... hem de çok ...

Keşke yaşasaydın da bana bu örneği öğretseydin.

Ne tuhaf, bedenler toprağa karışıyor ama eşyalar hep  ölümsüz !!!
Seni hep çok özlüyorum anneannem. ..



10 Haziran 2017 Cumartesi

SEVGİ NEYDİ?

Hamileyken selam verene hatırımı sorana bile ağlardım .
Hiç unutmam ; "Vücudumuzu hormonlarımız yönetiyor " demişti doktorum.
Doğumdan sonra da  yavrusunun yanına kimseyi yaklastırmayan anne kediler gibiydim.  Oğluma dokunana sinir olup bunu da açık açık belli ederdim. 
Bir de hamilelik dönemim hiç bitmeyecek çocuğum hep içimde kalacak gibi tuhaf bir his yaşamıştım .
***
Yıllar sonra oğlumun orta okulu bitirdiği şu an itibariyle yine duygusala bağladım.
Onun büyüdüğünü kabullenmek yılların su gibi geçtiğini de kabullenmek aslında.

Hayat bana annelik duygusunun  bebeği karnımda taşımaktan çok daha büyük bir duygu olduğunu öğretti. 
Hormonlarımın halen beni yönetiyor olduğuna inandığım şu anda evlat sevgisinin ne olduğunu bir kere daha anlıyorum.

Sevgi neydi?

Sevgi emekti.

Yolun açık başarıların daim olsun oğlum ...❤❤



9 Mayıs 2017 Salı

İSMİMLE MÜSEMMA

Bahar çok güzel geldi bu yıl bu şehire.

Çocukluğum aklımda günlerdir. 
Dedemin evi çocukluk sarayım.
Bu evin çocukluk sarayım olduğunu o zamanlar bilmiyordum yıllar onu da öğretti.
Hanimelleri, güller, ortancalar .
Kanarya sesleri ve horoz ötüşleriyle güne uyanmak ...

Şehirde yaptığım küçük bir yürüyüş  bugün 
beni o günlere götürdü.
Bahar doğanın dirilişi bir nevi yeniden uyanış; benim için de geçmişe özlem sanırım ...
İsmimle müsemma olduğumu düşünürüm hep, özlemlerim hiç  bitmez benim.


4 Mayıs 2017 Perşembe

GÜNLER GEÇERKEN...

Nisan ayının son haftası 8. Sınıf ailelerinin hepsinde olduğu gibi TEOG fırtınası ile geçti. 
Oğlum sınavdan sonra konuyu özetledi.  "Anne üzerimden yük kalktı . "

Yük ... Küçük bedenlere yüklenen yük .
Ben bu ülkede sınav sistemini sevemeyenlerdenim  ama çark böyle dönüyor ve biz de dönüyoruz o çarkın içinde. 
Neyse sonuç bizim için şahane . Benim oğlum planlı programlı çalışan bir çocuk olmadığı için ben sevinçten havalara uçtum sonucu görünce.
Annemin vefatından sonra yüzümü güldüren tek olay bu diyebilirim.
  Oğlum sınavla ilgili  vurucu cümlesini kurdu ; " Anne demek ki ben gizli çalışkanmışım bunu ispatladım.  "
Ona aman oğlum sen hep gizli çalışkan ol desem de çok mu kastım acaba çocuğu diye suçlamadı değilim kendimi.
Yukarıdaki fotoğrafta kuzu kuzu sınava gidiyor bizimki.

***
Bir sürü kitap aldım.
Hazirana kadar bitirme niyetindeyim ama evdeyim ya bu yıl; ev işi ile uğraşmaktan okuma hızım düştü.
Bu arada göz doktoruna gittim. Meğer yakınım ilerlemiş o yüzden normal puntolu kitapları bile küçük puntolu görüyormuşum.  Kendimi o kadar ihmal etmişim ki aklıma doktora gitmek gelmiyor o derece  yani.

****
Mayıs ayını bile dört gün geride bıraktık.  Zamanın hızına yetişilmiyor. En sevdiğim ay mayıs keyfini sürmek lazım. 

***
Mayıs geldi ama ben örmelere doyamadım bu yıl.  Tığ işine merak sardım.
Ben solak olduğum için kimse çocukken tığ işi öğretmedi ama öğrenmenin yaşı yok tabii.☺

***
Benden haberler bu kadar .
Yazmayalı bir ay olmuş.
Ah bu sosyal medya, ah bu akıllı telefonlar blogcum ihmal ettim seni. Ama hiç unutma sen ilk göz ağrımsın.  💖💖


3 Nisan 2017 Pazartesi

NİSANA GÜZELLEME

Mart ayını sevmem. Nedenini de şöyle açıklayabilirim;

baharın ilk ayıdır ama kışın izlerini taşır,

gitmesine yakın da kocakarı soğukları ile altın vuruşunu yapar öyle gider,

haa bir de çok uzun bulurum Mart ayını bitmek bilmez,

vergi ayıdır. Babam "Mart ayı dert ayı derdi " bunların  etkisinde kalmış olabilirim.

Oysa nisan denince yüreğim kıpır kıpır olur.

Doğanın canlanışını izlemeye doyamam.

Hele Antalya turunç ve portakal ağaçlarının çiçeklenmesiyle  hem bembeyaz bir görünüme kavuşur hem de mis gibi kokar ve böylece nisan mart ayının üzerimde bıraktığı tüm kasveti siler süpürür.

Bu yıl da böyle oldu.

Henüz nisanın 3. günü olmasına rağmen bahar havasına girdim bile.

Bugünlerde özellikle annemden sonra daha iyi hissediyorum kendimi.

Bir kere daha eminim ki ben bahara aitim bahar da bana .

Yüreğimde bahar tomurcukları açtırıyorsa nisan; e daha ne isterim hayattan?

21 Mart 2017 Salı

TATLI ÇARŞAMBA


Size bir sır vereyim; mi ?

 Ben 30 yıllık iş hayatım boyunca hiç  pazartesi sendromu yaşamadım.

Çünkü pazartesi gününe gelene kadar; "arife günü bile  çalışma sendromu", "yılbaşı gecesinin ertesi günü öğleden sonra çalışma sendromu", "cumartesi günleri ve tüm milli bayramlarda tam gün çalışma sendromu" gibi miniş sendromlarım oldu benim. Örnekleri daha da çoğaltabilirim.
Misal 23 nisan veya 19 Mayıs tatillerini fırsat bilip kısa süre de olsa bir yerlere kaçanları acayip kıskanırdım. 

Hal böyle olunca pazartesi günü ile barış imzalamaktan ve uygulamaktan başka şansım olmadı.

Fakat nedense haftanın günleri içinde çarşamba gününü tüm çalışma hayatım boyunca çok sevdim. Bu yıl çalışmıyorum, halen de en sevdiğim gün çarşamba.

Neden olabilir?  Cevabını bulamadım.

Hafta ortası olduğu için mi?
Tek tatil günüm olan pazar gününe 3 gün kalması yüzünden mi?

Bilmiyorum ...

Çarşamba günü en sevdiğim günlerden biri oldu daima.
Kendimi çarşamba günleri daha enerjik, daha dinamik hissettim hep.
Tuhaf olan da bu çarşamba sevgimin halen devam etmesi.
 Yarın çarşamba ya seviniyorum gizli gizli ...
Hele bir de bahar geldi, doğa canlanıyor, arpa çiçeklerinin kokusu genzimi yakıyor.
E daha ne isterim yaşadığım her ana şükretmekten başka ?

Tatlı çarşamba dilerim hep tatlı kalırsın hayatımda .☺☺

15 Mart 2017 Çarşamba

LİMON ANTLAŞMASI

Bizim ailenin kadınları arasında gelenekti illa ki ve mutlaka ikinci çaylarını limonlu içmek. 
Neden ikinci bardağı limonlu istediler inanin hiç aklıma sormak gelmemiş. 
Çocukluğumdan hatırladığım ikinci bardak çaylarına oflaya puflaya dolaptan limon çıkarır minicik keser çayın içine atıp servis yapmamdır.  Çünkü ben hiç limon sevmezdim.
Sonra Antalya 'da yaşamaya başladım.  Narenciyenin kucağına düştüm yani.  Ama limonla ilişkim hep mesafeli oldu.
O minik ekşi şeyle yıldızım barışamadı bir türlü.
Hiç unutmam bir arkadaşım vardı.  Yediği her yemeğe limon sıkardı.  Pilavı bile limonla yerdi . Çok yadırgardım onu. O zamanlar yirmili yaşlarımın başındaydım. 
Şimdi elliye merdiven dayadığım şu günlerde limonla ciddi bir barış anlaşması imzaladım. 
Aklınıza gelen bütün bitki Çaylarımı yeşil çay beyaz çay siyah çay ne olursa hep limonla içiyorum. Pilavin üzerine değil belki ama bütün çorbalarıma da limon sıkıyorum mutlaka.  Günlük içtiğim suyun içinde iki dilim limon oluyor illa ki.
Sokaklarda limon ağaçlarını gördükçe mutlu oluyorum. 
Bu şehri limon, portakal ve turunç ağaçlarından ötürü daha da çok seviyorum. 

Size bir sır vereyim . Bu yıl grip olmadım.
Ya yaşlanıyor ve bizim aile kadınları gibi olup geleneğe uyuyorum ya da damak tadım değişti.
Bildiğimse limonla yaptığım anlaşmadan pek bir memnunum. ☺


21 Şubat 2017 Salı

ÇOCUKLUK APARTMANLARIM







Annemin bana hamile kalmasıyla babamın Çanakkale 'den İstanbul'a tayini eş zamana denk gelmeseymiş eminim ki ben
Çanakkale'de doğup oralarda büyürdüm çünkü Çanakkale  sevdası bizim ailede çok özeldir . 

Neyse Çanakkale ayrı bir yazı konusu olsun.  
Gelelim İstanbul 'a. 




1967' nin sonunda Moda 'da oturmaya karar vermiş bizimkiler. 

Moda o zamanlar apartmanların yeni yeni yükselmeye başladığı ahşap cumbalı eski evlerin olduğu bir semt olduğu için bizimkilerin ilk yerleştiği ev de böyle bir ev olmuş ve ben bu eve doğmuşum.

Derken koskoca evi ısıtmak zor olduğundan; e bir de minik bebekleri olduğundan 1 artı 1'in de yarısı gibi bir eve taşınmışlar.

Bu taşındığımız ev bir apartmanın en üst katıydı ve adeta yedi cücelerin sığabileceği  büyüklükteydi. Pamuk Prenses sığmaz o derece yani. ☺
İşte Moda 'da Akasya Apartmanı 'nın en üst katındaki bu minik dairede  çocukluğumun ilk dört yılı geçti.

Alt kat komşularımız yaşlı Rum bir karı kocaydı.  Hiç çocuk sahibi olmadıkları için beni çok severlerdi. 
Annemin işi olduğunda bana anneanne ve dede şefkati ile bakar ; evlerinde konuk ederlerdi. 

O evde kocaman bir telli müzik aleti vardı çok ilgimi çekerdi.  Yıllar sonra bunun ut olduğunu anlayacaktım ve bazı günler o evden gelen müzik sesinin Rum dedenin udundan yükselen nağmeler olduğunu hatırlayacaktım.

Dört yaşımdan sonra babamın ordu yardımlaşma kredisi kullanarak satın aldığı evimize geçtik.
Bu evde  de ilkokul ortaokul ve lise yıllarım geçti.

Mahalle arkadaşlarım , komşularımız, annemin apartman günleri, apartmanın arka bahçesinde beslediğimiz kediler; ( eve kedi sokmak annemin ciddi ültimatomu  ile yasaktı zira ) her biri halen aklımdadır .

Yıllar sonra babam Antalya 'ya yerleşme kararı aldı ve bana göre hayatının en büyük hatasını yaparak o kredi ile bin bir zorlukla  aldığı evimizi tek başına kız kardeşimin üzerine verdi.


 Sonra ne mi oldu? O ev satıldı şimdi her şey tarih oldu anı oldu. ...

Yukarıdaki fotoğraflar  geçen yıl İstanbul 'a gittiğimde çektiğim Akasya Apartmanı 'nın şimdiki hali ve Moda'daki evimizin bu kış İstanbul karlar altında kaldığında oradaki arkadaşlarımdan birinin bana gönderdiği fotoğraf ...
...




11 Şubat 2017 Cumartesi

ÖRMENİN DAYANILMAZ MUTLULUĞU

Ortaokulda ev ekonomisi dersimiz vardı. 
Yaşı benim gibi kırklarin sonunda olanlar bilir.
Ben o dersin dikiş kısımlarını hiç sevmezdim. Hiç unutmam; öğretmen bize bebek zıbını diktirmiş ve kesinlikle anneleriniz yardım etmeyecek demişti.
O zıbını dikerken ağladığımı hatırlıyorum.
Dikişle aram o kadar kötüdür yani. Ama iş örgüye gelince durum tamamen farklı. 
Sekiz yaşımdan beri hep birseyler örerim ben.  Bebeklerime minik elbiseler, elbezleri falan filan.

Bu yıl evdeyim. Çalışmıyorum ya  bir şeyler üretmem lazım.  Önce bere ve  boyunlukla işe başladım.  Sonra parmaksız eldivenlerle devam ettim.
Annemi kaybetmeden önce üzerinde çiçekler olan bir yün almıştım.
Annemden sonra amaçsızca onu örmeye başladım.  Yüz ilmek attım kenarlarına lastik yaptım dümdüz ördüm  ördüm.
Ne olacağına kara vermedim hatta örmeyi de  abarttım. Uzunca bir şey oldu. Ben de onu lastik kısımlarından birleştirip diktim.  Kol için de kenardan birleştirdim.  Evde iki de düğme buldum.  Hırka gibi panço gibi bir şey oldu.

Nasıl olduğu güzel veya  çirkin  olmasi hiç önemli değil; annemin gidişinden 40 gün sonra kendime ait   birşey  yaptığım için sevindim, mutlu oldum. 

Örgünün böyle de bir özelliği var .
Bir çeşit terapi.
E o zaman kış bitmeden örmeye devam.  ☺☺☺







 


22 Ocak 2017 Pazar

TBT 'NİN DİBİ ...

Çok ufağım o zamanlar. Kemoş Abinin sünnet düğünü.  Dedeman iş arkadaşı ve komşularının oğlu.  Neriman Teyze ve Hilmi Amcalarını  ( ananemve dedem )pek severlerdi.  Hayal meyal hatırlıyorum bu düğünü.

Solda ayakta duran teyzem.  Sağda çömelen annem.  Beyaz saçlı dedem.  Başörtülü anneannem.
Annemin arkasında babam ve eniştem.

Öndeki beyaz elbiseli kız ablam.  Aslında teyzem  büyük kızı ama ben dahil arkasından gelen diğer beş toruna öyle bir ablalık yaptı ki;  bütün kuzenlerin ve hepimizin ablası o.En çalıskanımızdı.
Şimdi profesör oldu . Kendi alanında anabilim  dalı başkanı. 

Dedim ya bu düğünü hayal meyal hatırlıyorum.  Hatırladıklarımdan biri de annem ve teyzemin elbiselerini kendilerinin diktikleri. Her taraf iğne iplik dikiş makinesinin tıkır tıkır sesi. Bu arada ben dikişten hiç anlamam . Ne anneme teyzeme benzememişim yani.

Yıllar ne çabuk geçti . Her şey ne çabuk anıya dönüştü anlayamıyorum. 
Şimdi annemi kaybettim ya sosyal medyada tbt dedikleri nostalji kokan fotoğrafları bol bol paylaşırım artık.  Bu da benim acımı hafifletme yolum.

Adını hatırlamadığım şairin dediği gibi " Anılarımızla güçlüyüz artık.  "






6 Ocak 2017 Cuma

KIRK DOKUZ




O zaman da şimdiki gibi, çok soğukmuş İstanbul.

Öyle soğukmuş ki anneannem hastaneden eve gide gele zatürre olmuş.
Ciddi bir kar fırtınası varmış.

Babam Zeynep Kamil'den eve dönmek isterken Kadıköy'e vasıta bulamamış.
Tam o sırada tesadüf bu ya donanma komutanının arabası durmuş önünde.
Askeri kıyafeti olmasa hali perişanmış  öyle anlatırdı.

Donanma komutanı  babamı hemen arabaya almış; "ne işin var bu soğukta oğlum " demiş; o da gururla"baba oldum hastaneden geliyorum kumandanım " diye cevap vermiş.
 Bir daha da böyle soğuk olmadı İstanbul'da derdi.

Ölene kadar tam 46 yıl; her yıl takvimler 6. Ocak'ı gösterdiğinde bu hikayeyi anlatırdı; yaşasaydı eminim  yine anlatırdı.

Şimdi ikisi de yok; çok acelesi varmış gibi annem de gitti iki yıl içinde.

Ben onlara iyi ve hayırlı bir evlat oldum. Tek tesellim bu bugünlerde.

Annemsiz, babamsız buruk bir doğum günü geçirsem de iyi ki geçiyorum bu dünyadan her şeye rağmen.

Kırklı yaşlarımın yaşlısı; ellili yaşlarımın genciyim bu da bir teselli biçimi. :)

E o zaman iyi ki doğdum !!!!
Doğum günüm kutlu olsun :)