18 Eylül 2010 Cumartesi

ÖLÜRSEM YAZIKTIR

untitled2

Ben beyaz dut severdim, sen inadına ve illa ki kara duttan vazgeçmezdin.

Dutları topladıktan sonra, kıtlıktan çıkmışçasına dut yerken, sana “ Yavaş ye biraz !! Senden kaçıran mı var? Bak karnın ağrır sonra!!! “ dedirtmek en büyük keyfimdi, sen hiç bilmedin.

Şimdi düşünüyorum da, şairin sevgilisine yazdığı o şiiri sevme sebebim sen misin ve senin bahçendeki dut ağaçları mı acaba?

“ Kara dutum çatal karam çingenem,
Nar tanem nur tanem bir tanem… “


* * * *

Benim için bahar demek senin bahçen demekti.

Dut ağacı, kiraz ağacı, elma ağacı demekti.

Ortancalar, akşam sefaları, hanım elleri demekti.

Dutun rengi değil de toplanış biçimi hoşuma giderdi en çok.

Ağacın tepesine çıkıp aşağıya serilen kalın ve geniş bir örtünün üzerine dalları sallamak.
Dutların pıtır pıtır örtünün üzerine dökülmesini ağacın tepesinden izlemek.

Sana, “İn kızım aşağıya düşeceksin!!! Yok bu normal değil, bir kız çocuk bu kadar haylaz olamaz, bunda bir yanlışlık var “ dedirtene kadar ağaçta kalmak.

Ne şanslı çocuklardık biz.

Meyveyi dalından kopartıp yiyebildik.

* * *

Nereden nereye değil mi?

Sana yazmayı hep çok istedim ben.

Yazdım da üstelik. Hem de satırlar dolusu.

Sonra beğenmedim yazdıklarımı, seni anlatmaya yetmeyeceklerini düşündüğümden klavyemin “ delete ” tuşuna kurban verdim o satırları .

Biliyorum bu yazdıklarım da yetmeyecek de, yazdım yine de.

“ O kadar cümleyi beğenmeyip, o- bilmem ne- tuşuna kurban etmişsin ya, şimdi nereden aklına geldi yazmak? “ diye sorduğunu duyar gibiyim.

Buralarda dut zamanı şimdi.

Bu şehrin sokaklarında o kadar çok dut ağacı var ki görsen inanamazsın.

Dutların hepsi de yerlere, dökülmüş ve ezilmişler, yolda yürüyen insanlar tarafından acımasızca üzerlerine basılmış ama gel gör ki pazarda bir küçük kutusunu 2 TL’ye satıyorlar. ( Sen 2 TL’yi de bilmezsin şimdi. Sen gittikten çok zaman sonra o bol sıfırları attılar paraların üzerinden, sizin gençliğinizde olduğu gibi paraların sıfırları azaldı artık, hiçbir şey değişmedi ama, hayat hâlâ o zamanlardaki gibi senin deyişinle pahalı ).

Sokaklarda ağaçlardan dökülerek ezilmiş, sahipsiz kalmış dutların pazarlarda bu fiyata satılması tuhaf geldi bana. Bunun için yazmak istedim sana.

Ne alakası var diye sorma sakın. Çok alakası var.

Sana teşekkür etmek istedim ben.
Bize çok mutlu bir çocukluk yaşattığın için, meyveleri dalından kopartıp yememize sebep olduğun için.

Ağaçlarını, çiçeklerini, bahçeni, herkese, gönlünü açtığın gibi bize de açmış olduğun için.

Yıllar çok çabuk geçiyor. Geride sadece anılar kalıyor.

Ben de seni o güzel bahçenle ve yaşadığın tüm acılarını göğüsleyen güzel yüreğinle hatırlıyorum.

Haa bir de zaman zaman sesini özlüyorum.

Sevdiğin kadının gözlerinin içine bakarak söylediğin o şarkıları, senin sesinden dinlemek istiyorum.

Ölürsem yazıktır sana kanmadan
Kollarım boynunda halkalanmadan
Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan,
Gönüller durulmaz dalgalanmadan


* * * * * *

Artık yaşlanmış olan kadının “ Amaaaan beeey, torunların yanında söylediğin şarkılara bak. “ demesine rağmen, inatla söylemeye devam ettiğin o güzel şarkıları dinlemek istiyorum senin sesinden.

Öpüyorum ellerinden ve pamuk yanaklarından. Sevdiğin kadına da selam söyle benden.

Torunlarının içinde haylazlıklarından bıkmış olduğun torunlarından kız olanı. :)

Ne tuhaf değil mi?Artık bu dünya üzerinde olmasanız bile, bir biçimde bizimle yaşamaya devam ediyorsunuz her zaman.




NOT : Çok eski bir yazımdır bu, dut zamannı yazmıştım yıllar önce.
Dedem o kadar işlemiş ki yüreğime yayına veremedim bir türlü.
Leylak Dalım sağol senin paylaşımın sayende yayınladım bu yazıyı, gözlerim nemli okuyarak kısaltmaya kıyamayarak...

17 Eylül 2010 Cuma

ÇAKMA İŞKEMBE ÇORBASI

6bac650c8206ef3ec2306d02c91dfb7a
Ramazan ve bayram geçti gitti bu tarif de ne demeyin sakın.

Her zaman rahatlıkla yapılıp keyifle içilecek bir tarif bu.

Televizyondaki yemek programlarından birinde izledim ben de.
Hemen denedim çok güzel oldu.

Çorba sevenler ve denemek isteyenler için işte tarifi :


MALZEMELER:-

1 tane tavuk kalça,
- 2 çorba kaşığı un,
- 3 çorba kaşığı süzme yoğurt,
- 3 çorba kaşığı sıvı yağ,
- 1 çay kaşığı tane kara biber, ( tane bulamadım toz karabiber ekledim böyle de güzel oldu )
- tuz,
- 1,5 litre su,

HAZIRLANIŞI:-

Tavuk kalçayı tuz, karabiber ve 1,5 litre su katarak haşlayıp ılımaya bırakalım.
Diğer taraftan 3 çorba kaşığı sıvı yağda 2 kaşık unu kavuralım.
Un kokusu çıkınca üzerine ılımış tavuk suyunu ve didiklenmiş tavuğu ilave edip karıştırarak pişirelim.
3 kaşık yoğurdu su ile inceltelim.
Üzerine 1 kepçe çorbanın suyundan ekleyip yoğurdu ılıştıralım.
Yoğurdu yavaş yavaş çorbaya ekleyelim ve 5- 10 dakika daha kısık ateşte pişirelim. Ocaktan aldıktan sonra içine 1-2 diş dövülmüş sarımsak koyup sıcak olarak servis yapalım…

Emin olun sahici işkembe çorbasına yakın bir lezzet ortaya çıkıyor.

Bu çorba işkembe sevmeyenler için de bir alternatif olabilir.

Afiyet olsun :)

14 Eylül 2010 Salı

BAZEN ...

untitled1

Bazen hayat istediğimiz gibi gitmez.

O zamanlarda hayatın dibine vurmakla denizin dibini boylamak arasında çok fark yoktur.

Her ikisi arasındaki en önemli benzerlik ise, ayaklarımızı dibe güçlü vururduğumuzda yukarı daha hızla çıkabileceğimizdir.

Bu nasıl mı olur?

KENDİ GÜCÜMÜZLE . . .

İçimizdeki gücün farkında olmak, sadece hayatın yolunda gitmediği anlarda değil, her an hayat yolunda yürürken yolumuza ışık tutar.

Önemli olan hayatı koyun modunda güdülmeye müsait değil, kartal uçuşuyla yaşayabilmektir.

Yapabileceklerimizin farkında olmak ise cebimizdeki en büyük anahtardır.

8 Eylül 2010 Çarşamba

ŞEKER TADINDA

untitled

Bu bayram farklı olsun.

Yüreğimize neşe dolsun.

Dertleri, kederleri, sorunları bir kenara atalım.

Bayram şekeri tadında, ev yapımı bayram tatlıları kıvamında geçsin bu bayram.

Hatta biraz hayal kurmayı ve dilek tutmayı abartıp, her günümüzün böyle geçmesini umalım.

Belki gerçek olur.

Haa aklıma gelmişken hadi bu bayram yeniden çocuk olalım.

Çoktan anıya dönüşmüş çocukluğumuzun ellerinden tutalım, abartıp lunaparka gidelim, eğlenelim.

Kilo aldık verdik diye düşünmeden karnımız ağrayana kadar çikolata ve şeker yiyelim.

Daha da abartıp; eğer etramızda kaldı ise büyüklerimizden bayram harçlığı bile bekleyelim, vermezlerse üzüldüğümüzü belli etmeyelim -ayıp olur sonra- böyle öğrendik ya:)

En azından bayram süresince yeniden çocuk olmanın kime ne zararı var ki?

O saf coşkuyu yeniden yaşayalım, hatta çocuklarımıza yaşatalım.

Hepimizin bayramı kutlu olsun:))))

5 Eylül 2010 Pazar

KİM TRAFİK CANAVARI?

traffic_lights Hafta sonu tatili bitip de Pazar akşamı Antalya’ya dönerken trafik canavarının bizzat kendimiz olduğunu bir kez daha anladım.

Antalya Alanya karayolunun dönüş istikametinde tüm araçlar olması gerektiği hızla yollarına devam ederken birden yola iki tane adam fırladı.

Adamlar yavaşlamamız için bütün araçları uyarıyordu. Biraz hızlı araç kullansak bu adamlara çarpma olasılığımız çok yüksekti, çünkü yol o kadar karanlıktı ki, ilk anda önümüze fırlayanın ne olduğunu bile anlayamadık.

Önce trafik kontrolü var sandık; ancak daha sonra farkına vardık ki kaza olmuş.
Bir özel otomobil motosiklete çarpmış, motosikleti kullanan adam yerde yatıyordu, önümüze fırlayanlar da bizi adamcağızı ezmememiz için uyarıyordu.

Bana garip gelen, trafiğin bu kadar yoğun olduğu bu ana yol üzerinde hiç bir aydınlatma aracının olmamasıydı.

Hani televizyonlarda izliyoruz ya zincirleme kazalar, ezilen kişilere tekrar tekrar çarpan araçlar; işte bu kazalar bu şekilde oluyormuş meğer; tecrübeyle sabitlemiş olduk.

Yaralı adam bir kenarda yatarken ben o telaşla 112’yi aradım. Telefona çıkan görevliye kazayı haber verdim. Bana verdiği cevap da ilginçti : “ İyi ki aradınız, az önce aradılar ama tam adresi alamadık !!!”.

Yani ben aramasam oraya ambulans ulaşacak mıydı doğrusu sonradan çok merak ettim.
Umarım telefonum ve kaza yerini görevlilere ayrıntılarıyla tarif edişim işe yaramıştır.

Yolumuza devam ederken kendi kendime konuşuyordum : – “Turizm cenneti bir şehrin ana yolunda hiç aydınlatma olmaması kazaya davetiye değil de ne?
Bu şimdi trafik canavarının oyunu mu yoksa hepimiz birer canavar mı büyütüyoruz içimizde?
O canavarı ihmalle, ciddiye almamakla, dikkatsizle adam sendecilikle besleyerek …”

İnsan hayatı zaten pamuk ipliğine bağlı, Türkiye koşullarında gün geçtikçe pamuk ipliğinin kopmak üzere olan ucunda yaşıyoruz.

Fotoğraf : www.deviantart.com