24 Kasım 2014 Pazartesi

TÜRKÇE ÖĞRETMENİ



Uzun yıllar önceydi.


On yaşını doldurmuş küçük kız, o yıl ortaokula başlamanın heyecanı içindeydi.
Uçsuz bucaksız bir alana kurulu olan, 6 yıl boyunca orta okul ve lise eğitimi göreceği okul hem tarihi binasıyla küçük kıza çok çekici geliyordu, hem de yeni bir çevreye girmekten ötürü çekingenlik yaşıyordu.

Beş yıl boyunca birlikte olduğu ilk okul öğretmeni ve arkadaşlarından ayrılıp, yeni bir hayata başlamanın tedirginliğini fazlasıyla hissettiği bir dönemdeydi.
Onun gibi ortaokul birinci sınıf öğrencileri, değişik dersler ve değişik öğretmenlerle yavaş yavaş tanışıyorlardı.
Öğretmenlerini sevmişti,
hele Türkçe öğretmeni, etkileyici ses tonu, öğrencilere yumuşak ve sevgi dolu yaklaşımı ve mükemmel Türkçe’si ile küçük kızın gönlünde taht kurmuştu.

Türkçe öğretmeninin değişik bir ders anlatış biçimi vardı.

Özellikle dilbilgisi derslerinde konuyu bir hafta önceden öğrencilerine verir, ertesi hafta konuya hazır olan bir öğrenciyi derse kaldırır, önce ona dersi anlattırır sonra da kendisi eklemeler yaparak derse devam ederdi.

Bir gün, yine ertesi haftanın ödevini verdi öğretmen öğrencilerine.
Konu, “ İnceltme İşareti ” idi.

 Kız, eve gidince dersine güzelce hazırlanmaya başladı.
Konuyu önce okudu,  sonra bir kaç kere annesine anlattı, ardından oyuncak bebeklerini karşısına alarak onlara da öğretmen edasıyla inceltme işaretini anlattı.

Ertesi hafta ders başladı; öğretmen her zamanki gibi : “Konuyu kim anlatmak istiyor?” diye sorduğunda, kız derse hazır olmasına rağmen yine de çekinerek parmağını kaldırdı.
Öğretmen arka sıralardan kalkan bu çekingen parmağı gördü ve kızı tahtaya çağırdı.
Küçük kızın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.

Heyecan içinde tahtaya geldi ve konuyu anlatmaya başladı, anlatırken örnekler de verdi;
“ kar, kâr – hala, hâla – adet, âdet- kağıt, kâğıt ”.

Anlattıkça  öğretmen dahil bütün sınıfın onu dinlediğini fark etti; heyecanı geçti.

Sunum bittikten sonra öğretmenine baktı.
Öğretmen yüzüne memnuniyet ifadesi yerleşmiş bir tebessüm içinde şunları söyledi:
“ Evet çocuklar, arkadaşınız bu konuyu o kadar güzel anlattı ki, benim bir şey eklememe gerek kalmadı. Hepinizin önünde O’na teşekkür etmek istiyorum, arkadaşınıza kocaman bir aferin.,,
Kıza ismini ve okul numarasını sordu, kız da ismini ve okul numarasını söyledi...
O gün küçük kız hayatının dönüm noktalarından birini yaşamıştı.
Kendine daha çok güvenmiş, o ürkek serçe çekingenliği azalmış, okuluna, yeni arkadaşlarına daha da alışmıştı artık.
* * * *
Sevgili Öğretmenim;
Açık mektup nasıl yazılır bilmiyorum, tıpkı bu mektubun size ulaşıp ulaşmayacağını bilmediğim gibi.
30 yıl geçti aradan ama bazı şeyler unutulmuyor.
Siz yıllar önce o gün, belki de farkında olmadan, o çok bilinen “ deniz yıldızı ” hikayesindeki gibi okyanusa bir deniz yıldızı fırlattınız ve şimdi o deniz yıldızı da eğitim yolunda bir çok deniz yıldızını okyanusla buluşturmaya devam ediyor.

ÖZLEM ÖZAD
1 - G 2449
KADIKÖY KIZ LİSESİ
*****
Not : Sevgili Türkçe öğretmenim Nurdoğan Cabi'nin, vefat ettiğini öğrendim. Bu yazı yıllar önce yazdığım bir yazıydı, kendisine ulaşamayacağından emin olduğum için sayfamda, öğretmenler gününde paylaşmak istedim ...
Mekanı cennet olsun ...

14 Kasım 2014 Cuma

YAĞMUR, KABAK TATLISI VE GÖZ KIRPAN FIRIN SÜTLAÇ



Cumaları çok severim, çocukluğumdan beri haftayı sanki yedi değil de beş gün gibi kabul ettiğimden haftanın son iş günü benim için de haftanın son günüdür.


Bu haftanın son günü hepimiz için sıradan bir gündü aslında.
Sabah oğlumu servise bindirdikten sonra azıcık yürüyüş yaptım;  gökyüzüne bakınca yine  bir dolu yağmur bulutu gördüm. Bu aralar güneş ve bulut fotoğraflarını sosyal medyada o kadar çok paylaşıyorum ki, eminim takipçilerime fenalık gelmiştir.

 
Neyse kız kardeşimle buluşup alışveriş yapacaktık. Sabah aramızda bu programı erteleme konusunda  kısa bir telefon konuşması geçti ve fakat işin ucunda alış veriş olunca, hava da zaten günlerdir bulutlu  olunca ertelemedik.
Tedbir için şemsiylerimizi yanımıza alarak çıktık yollara. İyi ki almışız !!!


Buluştuk, önce hadi bir yerlerde  kahve içelim dedik; kahvemizi höpürdeterek içerken, birden bire nereden geldiğini anlamadığımız bir sağanak yağmur başladı. Hava karardı, yer ve gök birleşti.

Ben yağmuru fırsat bilerek gittiğimiz yerde kardeşimle kendime bir porsiyon kabak tatlısı söyledim.
- Biz ikimiz böyleyiz. sözüm ona az yiyoruz ya, bakın dikkat edin; diyet yapıyoruz bile diyemiyorum bu yaptığımız diyet değil zira, sevdiğimiz şeylerden ortaya bir tane söyleyip iki çatal veya kaşık  istiyoruz. Bu yüzden ya adımız geri zekalıya çıkacak ya da gittiğimiz yerlerden kovulacağız; bu ayrı bir yazı konusu -  .

Kabak tatlımızı yedik; üzerine iki bardak çay içtik, yağmur dinecek diye bekliyoruz !!! I ıhhh , yok böyle bir şey, Dineceğini umduğumuz yağmur şiddetini arttırarak devam etti. Kabak tatlısını yediğimiz yerde mahsur kaldık. Hiç bir yere kımıldayamadık. Trafik allak bullak oldu.

Tam o sırada gözüm, vitrinde duran fırın sütlâçlara ilişti ama kardeşimin " aklından bile geçirme" bakışlarıyla karşılaştığım için sustum.

Tüm iyi niyetimizle beklemeye devam ettik. Ben hatta bulunduğumuz yerde yağmur fotoğrafları falan çektim. İnsanlar bana tuhaf tuhaf tuhaf baktılar; deli herhalde falan diye düşünmüş olmalılar. Olsun, düşünsünler, benim içimde bir sanatçı ruhu var kimse bilmiyor benden başka !!!

Neyse çekilen fotoğraflar, içilen kahve ve çaylar, mideye inen kabak tatlısı, bize göz kırpan fırın sütlaça rağmen yağmur dinmedi.
Eve dönme zamanı çoktan gelmişti. Çok zekiyimdir ya;  otobüse bineceğime aklıma taksi çağırmak geldi.
Taksi çağırdım fakat taksi de tam 45 dakika sonra geldi.
Bindim. On beş dakikalık yolu bir saat içinde geldik.

Taksi şoförü etrafı acımasızca ıslatan ve bu yağmurda hız yapan sürücülere bol miktarda söylendi.
Saygılı biriymiş pek küfür etmedi neyse ki.
Söylenmekten vaz geçtiği kısa anlarda da klasik taksici muhabbeti yaparak Antalya'nın eski Antalya olmadığından dem vurdu. Ahh amcam ahh, artık hiç bir şey eskisi gibi değil ki.

Neyse eve geldim. Üzerimi değiştirdim, klasik ve geleneksel yağmur keyfimi yaptım kısacıktı ama olsun, yapmalıydım. Kısa süren, battaniye ve kitap keyfim güzeldi.

Magda Szabo'nun Kapı'sını bitirdim; çok az bir sayfa kalmıştı ve hemen Handan'a başladım.
Kapı'yı çok beğendim.  Birazcık kitap blogumda anlattım.
Handan'la  da yeni tanışıyoruz.

Bir yandan oğlumu bekleyip, bir yandan kitap keyfi yapıp, bir yandan yazı yetiştirirken, kitap fotoğraflarında ayağımı ve terliğimi de çekmişim, yeniden fotoğraf çekmeye de zamanım yok, kusura bakmayın artık, zaten siz de yabancı değilsiniz ki di mi ama ? :)

Alışveriş için başlayan günüm yağmurun gazabına uğradı ama olsun; yağmurlu bir gündü ve ben mutluydum :)





5 Kasım 2014 Çarşamba

YENİ YAZI ...

Bugün, bahardan kalma bir hava var yine.
Dün de böyleydi, önceki günde...

Sabah yürüyüşlerime eşlik eden bu güzellikler beni pek mutlu ediyor bu aralar. Başka bir şehirde olsa bu yapraklar çoktan sarıya döner ve hatta dökülürdü; buralarda bu şekilde ...

Deniz her daim böyle bakmaya doyamıyorum. Akdeniz aslında çok tuzlu bir denizdir. Ben galiba Akdeniz'i görsel olarak daha çok seviyorum. Denizden çıkınca kirpiklerime kadar bembeyaz olmuşluğum vardır zira.

Bu gün günlerden UNUTURSAM FISILDA günü. Çağan Irmak'ın bütün filmlerini  beğenerek izledim; bakalım bu filmi için fikrim ne olacak ? 



Ne zamandır okumak istediğim bir kitap var. Moskova'da Yanlış Anlama. Ona başladım. İncecik, çok güzel. Yavaş yavaş okuyorum. Nedense bu aralar okumak için acelem yok. 
Akşama da da dersim var. Biraz kitap, biraz ders notu ...
Böyleyim bu aralar. Gezerim, sinemaya da giderim, kitabımı da okurum, ders de anlatırım; hepsi bir arada yani. Bence hayat böyle güzel :)