31 Ekim 2011 Pazartesi

YILLAR SONRA KADIKÖY KIZ LİSESİ



1978 - 1979 Öğretim Yılı başlarken; ürkek adımlarla okulun kapısından içeri girmiştim; altı yıl boyunca yaşayacağım her şeyin günün birinde anıya dönüşeceğini bilmiyordum.
İlk okulu siyah önlük, beyaz yaka giyerek okuyan bir kuşağın çocuğuydum.
 Lacivert etek ve hırka, beyaz gömlek, çorap ve ayakkabılarımla pek bir havalı hissediyordum kendimi !!!

Çocuktum, yeni bir hayata adım atıyordum ve o günlerde etek boyunu belden kıvırarak kısaltmak aklımın ucundan bile geçmiyordu !!!

Sınıfım 1 - G, uçsuz bucaksız okulumun " Yeni Bina " denen deniz manzaralı binasının zemin katındaydı.

 Kalabalıktık, benim gibi lacivert formaya bürünmüş bir sürü kız vardı sınıfımızda ve o gün hiç birimiz kız lisesinde okumanın ayrıcalığının farkında değildik.

Altı yılı bir arada geçirince  birer kız kardeş haline dönüşeceğimizi de bilmiyorduk.

Yıllar geçti, orta okul bitti, lise dönemleri başladı.

Liseyi bitirdiğimizde,  üniversite telaşının içindeydik.

Okulun konferans salonunda mezuniyet balosu yapmıştık.

Şimdiki gibi otellerin havuz başında, şahane tuvaletler giyerek değil; kendi çapımızda, küçük mutlulukları sevince dönüştürerek eğlenmiştik.  Bir de ağlamıştık, vedalaşırken ...

Yıllar sonra, anıların içine girdiğim zaman,  yazılı ve sözlü sınavların stresinden çok, bol kahkaha ve neşe düşüyor aklıma.

O zamanlar teknoloji ile bu kadar haşır neşir değildik, çoğumuzun evinde telefon bile yoktu ve koptuk birbirimizden.

Hatıra defterlerimize yazdığımız gibi  "  hayatın sarp ve dikenli yollarında " yürümeye başladık, epeyce yol aldık ve 28 yıl sonra teknoloji hayatımızın ayrılmaz parçası olduğunda   birbirimizi bulduk.
Eski günleri özlemle anarak el ele tutuştuk.

Ekim ayında,  Kadıköy Kız Lisesi 1984 mezunları buluştular yeniden; ben oğlumun hastalığı yüzünden aralarında olamadım, sesim ve yüreğimle eşlik ettim onlara.

Kadıköy Kız Liseli olmak ayrıcalıktı.
Düşünüyorum da, belki de ayrıcalık Kadıköy Kız Lisesi 1983 - 1984 yılı mezunu olmaktaydı kimbilir. . .

*****
NOT : Bu yazı tüm KKL 1983 - 1984 yılı mezunu arkadaşlarıma ve aramızdan çok  erken ayrılan gülen yüzlü arkadaşımız Hülya Özkara'ya ithaf olsun ...

27 Ekim 2011 Perşembe

ASIL ADI NATALIA

Onunla  kuaför salonunda karşılaştık. Önce saç makyaj gibi  kadınsal konuları konuşmaya başladık, sonra adaş olduğumuzu öğrendik, gülüştük.

Uzun kahverengi saçları, düzgün bir fiziği vardı. 1990 doğumluymuş, 21 yaşında yani. Akdeniz Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde okuyormuş.
Adaşımın kendine has bir duruşu vardı  ayakları yere basan, kendine güvenen, hanım hanımcık bir kızdı.

Bir süre sonra kuaföre Rus bir kadın geldi. Kadın fazla Türkçe bilmiyordu. Bir de baktım benim adaş; kadınla Rusça konuşmaya başladı, gayet akıcı ana dili gibi.

Kadının derdini anladı çalışanlara söyledi. Ben şaşkınlıkla Rusça'yı ne zaman öğrendiğini sordum ve asıl hikaye o zaman  başladı.

Özlem yani adaşım, aslında Bulgar'mış. Bulgarca ve Rusça'yı ana dili gibi konuşması bu yüzdenmiş. Annesinin küçük yaşta yaptığı evlilikten dünyaya gelmiş, babasını hiç tanımamış, annesi hamileyken ayrılmışlar çünkü.

Asıl adı Natalia'ymış.

Daha da dramatik olanı, bir gün annesiyle birlikte yolu Türkiye'ye düşmüş.

Annesinin hayatına başka bir adam girmiş ve adamla evlenmişler, ancak adam Natalia'yı istememiş ve Natalia anneannesi ve annesi tarafından 11 yaşında yetiştirme yurduna bırakılmış !!!!

Günlerce ağlamış, yemeden içmeden kesilmiş, doğru dürüst Türkçe'si de yokmuş o zamanlar.
Annesine çok düşkünmüş aslında, yanına annesinin bluzunu almış günlerce annesinin bluzunu koklayarak uyumuş.

Bir süre sonra şimdiki anne ve babası koruyucu aile sıfatıyla Natalia'nın bakımını üstlenmişler ve ona gerçek anne baba olmuşlar.

Çocukları olmadığından Natalia'nın adını Özlem olarak değiştirip,  zamanı gelince de nüfuslarına geçirmişler.

Özlem orta okul ve liseyi bitirmiş, sonra da üniversiteyi kazanmış. Natalia'yı ve geçmişini tamamen silmiş. Biyolojik annesi de geçen yıl ölmüş zaten.

Hikayesi bittiğinde birlikte ağlıyorduk. Babasını merak edip etmediğini sorduğumda :
"  İnsan bilmediğini merak etmez ki, hem ben şimdiki anne ve babamı çok seviyorum abla " diye yanıtladı beni.

Kuaförden ayrılırken "  Hoşçakal Özlem " dedim ona. Natalia demek gelmedi içimden.
O da zaten Özlem'i benimsemişti, çünkü sevgi emekti ve  annelik bir çocuğu sadece dünyaya getirmek demek değildi...






Görsel : www. deviantart.com

24 Ekim 2011 Pazartesi

SINAV

Bu bir sınav olabilir mi?

Bir ülke üst üste acılarla sınanabilir mi?

Allah sabır versin, hepimize.

Her gecenin sabahı vardır ve her acının bir sonu.

Geçecek ve güzel günler görecek benim ülkem de ...

22 Ekim 2011 Cumartesi

HAYATTAN KISA KISA ...

 *****
Halen suskunum, hiç bir şey yapmak gelmiyor içimden. Nasıl bir acıdır bu?
Göğsümün ortasına ağır bir taş oturmuş gibi. Gencecik bedenlerin toprağın altına girmesini kabullenemiyorum. Allah ailelerine, geride kalanlara, hepimize sabır versin.

 *****
Oğlum yine hastalandı.
Bulaşıcı anjin olmuş bu kez.
Allerjik bünyeli çocuklarda bronşit gibi hastalıkları tetiklermiş bu tür rahatsızlıklar. Bu arada allerji testi sonuçlarımızı aldık, ev tozu, hamam böceği ve zeytin ağacına allerjisi varmış.
Ev tozu için ıslak süpürge önerdiler. Kullanan var mı? Kullanımı kolay mı acaba?

Okul salgın halindeymiş, hasta çocuk doluymuş. Anneliğimi sorgulamaya başladım eni konu, ben neden bu çocuğu iyileştiremiyorum? Antibiyotiksiz atlatmaya çalışıyoruz şimdilik; hafta içi kontrol var ...

*****
Browni  yaptık oğlumla bu gün, keyif aldık mutfakta olmaktan. Oğlum hiç bir zaman hasta çocuk modunda olmadığından mutfakta yardım etti bana ...



*****
Katalin Sokağı'nı okuyorum.
Çok, çok, çok beğendim. Yazarın üslubuna bayıldım.
Savaş ne kötü, insanların hayatını nasıl da kökünden değiştiriyor.
Savaşsız günler görecek miyiz acaba? Herkesin birbirine özen gösterdiği, barış içinde bir dünya mümkün müdür?

*****
Kaddafi'ye üzüldüm bir de -  başka derdim yokmuş gibi -
Ne bileyim diktatör de olsa, kırk iki yıl bir ülkeyi yöneten ve yeri geldiğinde dünyaya  kafa tutan bir liderin  sonu böyle olmamalıydı. Bu mudur yani ?
*****
Epeydir satranç oynamadığımızı fark ettik oğlumla.
Bende yeni dönem ders hazırlıkları, onda ödev ödev ödev... Biraz da satranç oynadık bu gün, unutmuşum iyi mi?
E kırkından sonra satranç öğrenirsen böyle olur işte ...

*****

Bu günlerde böyleyim.
Suskun, yorgun, kendini hayatın akışına bırakmış ...

20 Ekim 2011 Perşembe

UTANIYORUM ŞEHİDİM

 
Utanıyorum Şehidim,
Utanıyorum,
Yemekten,
İçmekten,
Senin annen ağlarken
... Gülmekten Utanıyorum!
 
Sanma ki;
Unutuyor,
Unutturuyoruz.
Unutanları barındırmaktan utanıyorum.
SEN; vatan için bizim için şehit olurken,
Seni Görmezden Gelenlerden Utanıyorum.
 
AZİZ NESİN

17 Ekim 2011 Pazartesi

AKTARDA !!!!

 
Geçen günlerin birinde  yolum bizim evin arkasındaki aktara düştü.

Yaş ilerledikçe doğal hayata daha çok önem verir olduğumdan mıdır nedir bir süre dükkandan çıkamadım.

Bu bitkisel ürün satan mağazalar tamamen kendilerini aşmışlar.
Bir kere aklınıza gelen her çeşit yağ mevcut.

Ben iki yıl önce "karınca yumurtası yağı" diye bir yağın varlığından haberdar olduğumda "pes"in biraz daha kaba telaffuzunu kullanmıştım; " karıncanın yumurtasının yağı,"  " tavşanın suyunun suyu " gibi gelmişti kulağıma ama " çörek otu yağı " nı da görünce iyice şaşırdım.

Meğer çörek otu yağı  tırnaklara iyi geliyormuş, tırnağı besliyormuş, ayrıca idrar ve süt arttırıcıymış, saçı besler dökülmesini önlermiş. Saçlarım ve tırnaklarım için denemek istedim.

"Karınca yumurtası yağı"nı anlatmama gerek yok; sanırım bütün hanımlar kendini tanımışlardır, epey zaman oldu hayatımıza ve aktarlara gireli :))

Sandal Ağacı yağı, çatlamış ve yıpranmış ciltlere iyi gelirmiş, üstüne üstlük afrodizyakmış.

Çilek yağı, cildi ve gözenekleri sıkıştırırmış, bir de pasta ve keklerde bir iki damlası koku verici olarak kullanılırmış. - Çileğin yağının nasıl çıkarıldığını da anlayabilmiş değilim aslında !!!! -
Bunlar aklımda kalanlar, ben aktardan " karınca yumurtası yağı ", " çörek otu yağı " ve " sandal ağacı yağı " aldım. Eve gelir gelmez sandal ağacı yağını kardeşime kaptırdım.
Sonbaharın gelişi ile birlikte yine koşturmaya başladığımdan umarım  o yoğunluk içinde  özellikle karınca yumurtası yağı ve çörek otu yağını kullanırken birbirine karıştırmam;  aksi takdirde sonucu düşünmek bile istemiyorum :)))

14 Ekim 2011 Cuma

SONBAHAR İZİ

Bu şehirde sonbahar izine rastlamak mümkün değildir. Güneş gördüğünüz gibi usul usul gülümser size.
 ,

Sararmış yaprak bulamazsınız, ağaçlar bile bir anda dökmez yapraklarını. görebildiğiniz sarılık ancak bu kadardır işte ...
Hatta bazen çiçekler ilkbaharını gelişini müjdeler gibidir.

Fırtına, rüzgar uğrasa da, yıksa da her yeri,  ertesi gün hiç bir şey olmamış gibidir. Küllerinden yeniden doğan  insanlar gibidir bu şehir .

Yazlıkçılar gider yavaş yavaş...
 En ünlü plajlarda  insanlar azalır, buradan anlarsınız sonbaharın geldiğini,  oysa deniz halen ılıktır ve kucaklamaya hazırdır sizi...


Antalya'da sonbahar yaşlanmanın güzelliğini keşfeden yaşlılar gibidir.
İlk bahar kadar coşkulu ve her şeye rağmen umut dolu...

11 Ekim 2011 Salı

FIKRA GİBİ



Sıradan bir gün; oğlumla bir konuda anlaşamamışız, ona biraz kızmışım ve nasihate başlamışım.

 Nasihatlerim öyle bir hale gelmiş ki; TV'deki kredi kartı  reklamında olduğu gibi "vada vada" kıvamında...

Oğluma bakıyorum; çocuk sabırla beni dinliyor ama bir kulağını tıkamış.

Ben"  vada vada " ya ara vererek; neden kulağını tıkadığını soruyorum oğluma ve oğlum tarihe geçecek bir cevap veriyor :

- " Söylediklerin bir kulağımdan girip; öbür kulağımdan çıkmasın diye anne !!! "

Fıkra dinlemiş gibi gülüyorum; hem ona, hem o anki halime !!!

Kıssadan Hisse :  Ne yapsak boş; çocuklar bizim bir kaç adım önümüzde yürüyorlar !!'''

9 Ekim 2011 Pazar

YAĞMUR


Eski bir dosta kavuşmak gibiydi yağmurla buluşmak bugün.

Oğlumun, hadi yağmurda yürüyelim anne serzenişlerine anne maskemi yüzüme takıp, hayır oğlum daha yeni iyileşiyorsun diye karşı çıksam da; yağmurda yürümeyi çok istedim aslında.

Yüremedim, evden bile çıkmadım hatta, pazar ve yağmur keyfi yaptım kendimce.
Bütün işi gücü pazartesine yükleyerek, uzun bir aradan sonra üçümüz battaniyem, kitabım ve ben buluştuk bu gün.

Güzeldi yağmur ve yağmurun sesini dinlemek, uzun bir aradan ve sıcaklardan sonra güzeldi...

İnsana  uzak kalan her şey güzel değil midir zaten ?

Dilerim tadı kaçmaz yağmurun azı karar şeklinde kalır da çoğu zarar vermez umarım ...

5 Ekim 2011 Çarşamba

GELİNCİK İNSAN ÖMRÜ GİBİDİR



Bu dünyadan geçen herkesin bir öyküsü var.

Onun da  sadece kendinin bildiği, kimsenin bilmediği bir öyküsü vardı.

Dünya ikinci  bir savaşa hazırlanırken; kasaba görünümündeki sahil kentinde doğmuştu.  İki erkek çocuktan sonra kız olduğu için annesinin kıymetlisiydi.

Annesi devlet hastanesinde terziydi.
 Kendini çocuklarının geçimine adamıştı.
Babası da geçimini denizden sağlıyordu.
Eğer iyi bir balık tutarsa kazandığı paraları, gromofon, taş plaklar ve şaraba yatırmaktan çekinmiyordu. Üç çocuğun yükü annenin üzerindeydi.

Babasından göremediği sevgiyi en büyük ağabeyinden gördüğünden ona ayrı bir düşkünlüğü vardı. Ağabeyi askeri okula gittikten sonra günlerce sessizce ağlamasının nedeni buydu.

Gelincikleri çok severdi; bu çiçeklere neden gelincik dendiğini merak ederdi, bir gün annesi eski gelinliklerin kırmızı olduğundan söz etmişti ; belki de ondan adı gelincikti bu kırmızı çiçeklerin. Gelincikleri bu kadar severken, hiç bir zaman gelin olamayacağını henüz bilmiyordu.

Zaman hızla geçiyordu, ağabeyi okulunu bitirip asker olmuştu.
O da zamanını dikiş dikerek, dantel işleyerek ve yemek yaparak geçiriyordu. Mahallede becerikliliği dillere destandı.
Yalnız bir problem vardı. Büyüyüp gelişemiyordu.

On dokuz yaşına gelmişti ama on yaşında bir kız görünümündeydi. Annesinin götürmediği doktor kalmadı ama hastalığına çare bulunamıyordu.

Kendi de durumunun farkındaydı. Bu arada ağabeyi evlenmişti. Yengesi kendinden bir yaş büyüktü. Çok sevmişti yengesini, yengesi de onu. Şimdi tek dileği ağabeyinin çocuğunu görmekti, hala olmaktı.

Ol-a-madı...

Önce annesini kaybetti, altı ay sonra da babasını.

Küçük, gelişmemiş omuzları bu kadar ağır kaybı taşıyamadı.
Babasının ölümünden bir süre sonra o da gitti bu dünyadan. Öldüğünde yirmibeş yaşındaydı.

Ne büyüyebilmiş, ne gelin, ne anne, ne de hala olamamıştı. Hayat yolunun ilk çeyreğinde gitmişti bu dünyadan.

Yıllar sonra ağabeyinin bir kızı oldu; yıllar geçti, kız büyürken  halasını hep merak etti, onu tanıyanlardan halasını dinledi. Dinledikçe hiç görmediği halasını daha da çok sevdi.
Sonra halasının anısına bir şeyler yazmak istedi; ortaya okumakta olduğunuz satırlar çıktı.

*********

**Gelincik insan ömrü gibidir.
Dünü vardır yaşamıştır.
Bugünü vardır, yaşıyordur
Ama yarını belli değildir ...

** Japonların gelincik için söylediği bir söz.

1 Ekim 2011 Cumartesi

SIFATSIZ İNSANLAR


Onlardan her yerde vardır.
Sıklıkla sokakta, otobüs veya dolmuşta rastlamanız mümkündür.
Bazen hastanelerde muayene sırası beklerken de karşılaşabilirsiniz.
Çok şanssız bir dönemdeyseniz, uzun yol seyahatlerinde size eşlik edebilirler.

Genelde bardağın boş tarafını görme eğilimindedirler. Bu yüzden hiç bir şeyden memnun değildirler ve bu kısa süre içinde sürekli kafa ütülerler.
Komik olan da bu ütü halleri yüzünden kafalarımızın dümdüz olduğunu fark etmemeleridir.

Kendilerini ve çocuklarını anlatmaya bayılırlar.
Çocuklarının eğitim hayatını anlatmaya  ilkokuldan başlayıp yüksek lisans yaptığı üniversiteye kadar devam ederler.
Çocukları evli ve torunları da varsa yandınız; o kısa sürede bir de torun - çocuk; belki sünnet veya askerlik hikayesi dinlersiniz.

Her olumsuzluğun kendi başlarına geldiğine inandıklarından; o kısacık sürede şikayetlerini de dinlemek zorunda kalırsınız.

Sonuç olarak eğer dolmuş veya otobüste iseniz bir iki durak önce inmek istersiniz, hastanede karşılaşırsanız gözünüz numaratördedir, sıranın bir an önce ona ya da size gelmesi için dua etmeye falan başlarsınız.

Bu gün oğlumu sinemaya götürürken otobüste karşılaştığım teyze yazdırdı bana bu satırları. Ben bir durak önce inmeyi düşünürken o inmesi gereken durağı geçtiğini fark ederek apar topar indi otobüsten.

Teyzenin ardından bakarken; bu teyzenin benim hayatımda bir sıfat olarak yeri olmadığına çok sevindim; "komşu", "kaynana", "yenge" gibi. Yoksa mazallah ne yapardım?