31 Aralık 2012 Pazartesi

DİLEK AĞACI


Bu yıl ki dilek ağacımda,
Sağlık,
Huzur,
Mutluluk,
Neşe,
Sevinç,
Coşku
Seyahat,
Bol kitap ve kitap okuyacak zaman var.





2013 2012'yi aratmasın. Yeni yıl mutluluk getirsin hepimize :)





25 Aralık 2012 Salı

ARTA KALAN ZAMANDA

Geçen gün arkadaşım M. 2012'nin benim için nasıl geçtiğini sordu?

E valla güzel geçti dedim kendisine.
Güzeldi gerçekten.
En önemlisi sağlığım yerindeydi ya yeter bana.

Kitap okuma konusunda çok iyi bir yıl olamadı benim için 2012.

O kadar çok başlayıp yarım bıraktığım kitap oldu ki.
Severek okuduklarımı da kitapsesleri. blogspot.com da paylaştım zaten.
Şimdi " Paris'teki Eş " i okuyorum.
Çok sevdim. Çeviri  güzel. Ben yabancı kitap okurken çeviriye çok önem verir oldum. Kitabı kitap yapan da, yerin dibine batıran da çeviri bence.
Hayat hızla akıp gidiyor . Arkadaşım M. 2012 hakkındaki fikrimi sorduğunda şaşırdım, ne kadar çabuk geçti bu yıl.
Yeni yıl kartı etkinliğine katılamadım. O kadar yoğunum ki.
Hepimize güzellikler getirsin bu yıl. Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun.

AÖF kitaplarını yeni baştan yazıyorum sanki. Akademik dille yazılan kitapları öğrencilerin anlayacağı dilden yazmak sabır işiymiş anladım bir kere daha.
Arta kalan zamanda oğlumla yeni yıl hazırlıkları yapıyoruz.
Evde de şekilde görüldüğü gibiyiz. Aramızda yılbaşı çekilişi yaptık. Ben ona çıktım ama ikimiz de  haberimiz yokmuş gibi davranıyoruz .
Ders aralarında kitabımın yanında tarçınlı kış çayı ve yeni keşfettiğim pudingden kurabiyeler eşlik ediyor bana.
Çok güzel un kurabiyesi tadında oluyor, malzemenin içine şeker yerine bir paket pişmemiş puding ilave ediliyor. Yalnız fazla pişirmemek lazım, azıcık altı kızarana kadar pişecek.

Bu aralar böyleyim işte, bıraktığım gibi yani :)

10 Aralık 2012 Pazartesi

E - KİTAP KİTABA KARŞI !!!


Öğretmen arkadaşım A'nın elinde geçen gün tablet bilgisayar gördüm.
A  teknoloji ile fazla haşır neşir biridir; teknoloji faresi derim ona.
Tablet bilgisayarla ne yaptığını sorduğumda kitap okuduğunu söyledi!!

Sonra okuduğu kitabı gösterdi. Bir sürü kitap indirmiş internetten, bilgisayarına yüklemiş. Tablet bilgisayarın sayfaları da kitap gibi çevriliyordu. Bizim teknik fare A. büyük bir zevkle kitabını okuyordu.

İçim burkuldu. Teknoloji faresi olmasam da benim de aram teknoloji ile fena sayılmaz. Ama şu e- kitap işini sevemedim sanki.
Ben kitabı koklaya koklaya, arasına ayraçlar koya koya okumalıyım.
Gece uyurken, yastığımın altında olmalı mutlaka kitabım.
Çok mu duygusalım neyim?

Akşam eve geldim, eşimle konuştuk bu konuyu. Eşim daha gerçekçidir. Benim gibi değildir. Bana dedi ki " unutma matbaa hayatımıza girince bir çok insan el yazması kitaplardan vaz geçemeyceğini söylemiş ama bak şimdi el yazması kitap tarihe karıştı, bir kaç yıla kadar kitaplar da tarihe karışacak sen istesen de istemesen de bu böyle ". Haklı olabilirdi !!!

Ertesi gün teknik fare A ile bir daha konuştuk bu konuyu. A tablet bilgisayarda ayrıca ışıklandırma olduğundan söz etti, bizim gibi yakın gözlüğü kullananlar için de bu durum bir avantaj diye ekledi.

Kendimi 2 - 0 mağlup olmuş gibi hissettim.
Şu yağmurlar dinsin gidip kitap alışverişi yapacağım. Bolca da ayraç alacağım kendime; e - kitaba kolay kolay teslim olmayacağım !!!

3 Aralık 2012 Pazartesi

DENGE !!

 


Uzayla, gezegenlerle ilgim ayın hallerini gökyüzünden izlemekle sınırlıdır !!!

Çocukluğumdan beri ayın  hilal, dolunay, yarım ay şeklindeki görüntülerine bayılırım . Haaa bir de konuşmaya yeni başlayan çocuklara, ayı neden ay dede diye öğrettiklerini merak ederim. "Ay " ve " dedenin " ne ilgisi var değil mi ama?

Güneş sistemindeki en sevdiğim gezegen " Venüs " tür. "Satürn" ü de severim, burcumun gezegenidir; ondan belki iltimas geçerim...
Platonu soğuk bulurum, zavallım zaten güneşe en uzak gezegen o; sıcak olmasını da beklemek ayıp olur !!!

Bunları nereden öğrendim ilk okul dörtteki fen dersinden !!! Sonra da bir daha ne uzayla, ne gezegenlerle işim olmadı.
Oğlum geçen gün " asronot olmaktan vazgeçtim anne, uzaya gidicam da ne olacak; in çık in çık yazık bana " dedi, haklı çocuk;  bence tabii !!!

Eee ben bunları niye yazıyorum?
Şu 21. 12.2012 senaryolarına hiç inanmadım.

Zaman yaklaştıkça da bende bir rahatlık, bir rehavet sormayın gitsin.
Yok dünya kara deliğe çok yaklaşacakmış, ( kara delik ne onu da bilmiyorum ), yok uzun süren elektrik kesilmesi olacakmış, dünyada dengeler değişecekmiş.
Dünyanın ve doğanın dengesini zaten biz elbirliği ile bozmadık mı?
Bir karış toprak için kan dökmedik mi? Suyu, havayı toprağı kirletmedik mi?
Ne bekliyoruz ki? Sonuçlarına katlanırız artık !!!!

Valla ben hayatımdan gayet memnunum. İşim halen çok yoğun ama insanoğlu değil miyiz tembelliğe de alışıyoruz; çalışmaya da. Alıştım  bu yoğun tempoya da.
Araya kitaplar sıkıştırmaya devam ediyorum.

" İmza Kızın"ı okuyorum. bitmesine az kaldı. Çok çok sevdim.
Bir kaç arkadaşıma hediye etmek için sipariş verdim. Sanırım bu yılbaşı dostlara yeni yıl hediyem "İmza Kızın" olacak.
Nar Ağacı'na başladım bir de.
Tereddüt ettim başlarken ama kurgusu ve yazarın akıcı dilini sevdim.

Yani büyük patlamaymış, dünya kara deliğe yaklaşacakmış, dengeler bozulacakmış umrumda değil!!!
Şairin dediği gibi ;
** " Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne?
Benim dengemi bozmayınız "
hallerindeyim.

Haaa bütün teoriler gerçek olur da; telef olur gidersek, " keşke" lerimi değil; " iyi ki" lerimi yanıma alırım; bir de yanarım yanarım,okumadığım ve yarım kalan kitaplarıma  yanarım.

** Turgut UYAR/ DENGE


 







18 Kasım 2012 Pazar

İYİLİK GÜZELLİK !!!



Üniversiteden arkadaşım C. nasılsın diye hatırı sorulduğunda,  " N'olsun iyilik güzellik " derdi.

Onun için iyilik güzellik demek; " hayat devam ediyor işte, rutine bağladık " demekti.

Yıllar sonra,  5 yıl beraber çalıştığım iş arkadaşım F.'ye nasılsın diye sorduğumuzda " Normal" diye bir cevap alırdık.
F. normal olmayan bir tipti.
Hayatın kıyılarında dolaşmayı severdi. Onun için de " normal " demek rutin demekti.

Bu günlerde C. ile F. 'nin kulaklarını çınlatıyorum.
Hayatım " Normal " seyir halinde. C.'nin deyimiyle de  " N'olsun, iyilik güzellik " işte.

Dersler, öğrenciler, evi ziyaret edip üzerimize mikropları, virüsleri serpiştiren hastalık rüzgarı yuvarlanıp gidiyoruz işte.

Bir de üzerinizden uzak bilgisayarımda arıza var. Diz üstü bilgisayarım, açıldığında ötüyor; cidden, sinyal sesi gibi bir ses çıkarıyor. Anlayamadım ne olduğunu? Bizden kıskandı; hasta oldu galiba :)

Bu kadar rutinin içinde yüzümü güldüren bu gördüğünüz ev ekmeği oldu.

Dersler başlayınca bizim evde roller değiştiğinden, ekmeği ekmek makinesinde bizzat sevgili eşim yaptı. Pek de güzel oldu haaa, ekmek kokusu evin her yanını sardı.

Yoğun tempoda yeni bir arkadaşım oldu. Kati Hirşel !!!
Kendisi Alman aslında, İstanbul'u kendi ülkesi kabul etmiş. Acemi dedektif.
Uyumadan önce  renk katıyor yorgun gözlerime.

Geç keşfettiğim Esmahan Aykol'un kitaplarını Tango İstanbul'dan sonra aldım. Bu ne güzel üsluptur, ne sıcak bir kalemdir. Şimdi hepsini teker teker okuyorum. Yorgun, sesi kısık hallerimde bir fincan dolusu ıhlamur çayıyla da eşlik ediyor bana Kati'nin maceraları :)

İşte böyle beni sorarsanız " iyilik güzellik " bu aralar.
Özlemişim blog yazmayı da okumayı da, umarım bundan sonra yazmaya zaman bulabilirim. Şimdi kaçıyorum hayatımın " normal " akışına !!!!


13 Kasım 2012 Salı

ÖNCE SAĞLIK ...



Blog yazmak meğer hayatımın önemli bir parçası olmuş da haberim yokmuş !!

Bir kaç gündür yazamadım hiç bir şey.

Ev yine revire döndü çünkü.
Kasım ayını bu yüzden sevmem pek. Gelirken bütün eve hediye olarak hastalık getirir.
Önce eşim, sonra oğlum, şimdi de ben teker teker hastalıktan aldık nasibimizi.

Hadi eşim ve ben neyse de; oğlum çok şiddetli geçiriyor bu süreci, ben başında nöbetçi anne sabaha kadar istesem de uyuyamıyorum.

Hal böyle olunca yazamadım tabii. Oysa yeni o kadar çok yazı var ki aklımda.

Fazla kitap da okuyamıyorum ve bekleyen çok da  kitap var sırada.

Neyse yazmanın da okumanın da sırası gelir elbet. Sağlık hepsinden önemli, o olmayınca hiçbir şey olmuyor ...

30 Ekim 2012 Salı

BAŞIMA GELENLER !!!!!

Bu bayram ailecek kafamıza göre takılıp, canımızın istediğini yapalım dedik. Arife günü yola çıktık. Cep telefonumdan blog sayfama girmek istedim. ( Cepte internet işini sevdim ben; gerçi sınırlı bir kullanım var, blog okuyorum, yorum yazamıyorum falan ama olsun ) " blogunuz kapatıldı " diye bir yazı çıkmasın mı karşıma?
kitap sesleri.blogspot.com sayfama girdim yine aynı yazı !!!!

Ne olabilir?
Acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşünürken ve ne yapacağımı  bilmez haldeyken,  aklıma arkadaşım F. geldi.

F tam bir blog uzmanıdır; aynı olay yakın  bir tarihte onun da başına gelmişti.

F. şifremi değiştirmem gerektiğini çünkü şifremin çalınmışş olabileceğini söyledi.
Ben de biraz uğraşarak şifre değişikliği yaptım ve sayfama geri kavuştum.

Blogun kapanmasına mı, onca yazının kaybolmasına mı üzüleyim bilemedim. Şimdi her şey yolunda .
Blog sayfama girip çıkarken daha özenliyim artık. Bir de yazılarımın bir yedeğini oluşturmam lazım galiba.

****

Eve döner dönmez ayağımızın tozuyla Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katıldık. Bütün Antalya Cumhuriyet Meydanındaydık.
Ben ülkemden umutluyum hâlâ. Atam doğru demiş zamanında;
" Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcut  " inanıyorum buna ...

****

Bayrama iki kitap sığdırdım. Biri  " Hayaller içinde bir düş ". Umutcan Ceppioğlu'na ait.
Kitapta uzun öyküler  var. Derya'nın öyküleri bunlar.
Her öyküde birbirinden farklı Derya'lar ile tanışıyoruz okurken.
Çocuk Derya, genç kız Derya, yaşlı Derya. . .
Akıcı ve değişik bir üslup denemiş yazar. kitapsesleri.blogspot.com'da da anlattım.

Diğer kitap " Tango İstanbul".

Esmahan Aykol'un Kati Hirşel polisiye dizisinin son kitabı ve ben, bu kadar okuma düşkün ben; Esmahan Aykol ve kitaplarıyla yeni tanışıyorum iyi mi?

Kitap hakkındaki düşüncelerim; "Bundan sonra  Kati Hirşel 'in maceraları hariç başka polisiye okumam arkadaş" şeklinde.
Bu kadar gırgır şamata bir polisiye okumadım inanın bana. Bunu da kitap blogumda anlatacağım.

İki kitabı da çok sevdim.

****

Ve  bu gün.
Ömürlerimizden bir kurban bayramı ve Cumhuriyet Bayramı daha geçmişken; sonunda yine günlük hayata dönmüşken, Cumhuriyet Bayramı bu güne kadar Antalya'da gördüğüm en coşkulu bayram kutlaması olmuşken, dünün onca  yorgunluğu üzerine acaba temizlik mi yapsam; ders notu hazırlamaya
devam mı etsem; yoksa çay ve kahve eşliğinde Kati Hirşel'in macerasının son sayfalarına mı gömülsem?
Bilemedim...

22 Ekim 2012 Pazartesi

DİŞ İŞLERİ ...



Unutmuşum ...
Beni nasıl uykulardan uyandırdığını, öldürmeyip süründürdüğünü cidden unutmuşum.

Demek ki iyi bakmışım onlara ama zaman işte, e biraz da ihmal tabii.

Geçen haftadan beri sürünüyorum. Canımdan can çıkıyor sanki.

Öyle böyle değil; iğrenç bir diş ağrısı parmağında oynatıyor beni.

Doktora gittim en sonunda.
 Diş doktorumuz şeker mi şeker bir hanım.
İnsanı rahatlatan, eli hafif e daha ne olsun? Korkumu biraz hafifletti sağ olsun.

Benimki de çok normal değil; sırf dişçi koltuğuna oturmayayım, sırf o kompresör sesi çıkaran dişi oyan aletin iğrenç sesini duymayayım diye kaçıyorum doktordan ayıp ama !!!!

Neyse 3 dişim birden hastalanmış!!!!

Canım dişlerimi günde 3 kere fırçalarım  ama insan 10 yılda bir diş doktoruna giderse sonuç böyle oluyor işte !!!

Neyse gereken tedaviyi yaptı; bir de çarşamba günü kontrolüm olacak, sanırım bu saçma sapan ağrıdan kurtulacağım.

Yıllar sonra diş ağrısı yaşamak, sevmediğim ve yıllardır görmediğim  bir akrabanın eve yatıya gelmesi gibi bir his bıraktı bende.

Neyse ağırladık misafirimizi yolcu ediyoruz yakında. E malum önümüz bayram başka gelen giden misafirler de  olabilir.

Bu arada bu diş işleri yüzünden bu hafta sonu hiç kitap okumayarak kitap okumam konusunda kendimi tarihe geçirdim :(((

Oysa ne çok kitap var elimde bekleyen. Neyse okunacaklar elbette...

*****
Antalya yağmura teslim oldu. Fırtına da eşlik etti yağmura.
 Zaten bu şehrin yağmurları böyledir; fırtınasız olmaz illa ki fırtına çıkacak bir yerler uçacak.
Az zararla atlatılır umarım ...

Hava da eni konu serinledi.
" Yaz bitti ekimin hüznü çöktü üzerime "  falan demek isterdim ama hiç de öyle hissetmiyorum.
Bu yıl sıcaktan o kadar çektim ki; hava serinledikçe  dans etmek, göbek atmak, halay falan çekmek istiyorum !!!!!

****
Belki bayram için yeni yazı yazamam. Herkesin bayramını kutlarım şimdiden.
Huzurlu, mutlu, sağlıklı bir bayram olsun bu bayram.
Neşemiz hiç eksik olmasın ...

16 Ekim 2012 Salı

ADRES : KADIKÖY - MODA / İSTANBUL

- Çocukluğun Moda'da geçmesi demek Moda Çocuk Parkı'nın her karış toprağını çok iyi bilmek demektir !!!!

- Bayramlarda, özel günlerde Zeynep Bebe'den giyinmek, okul formalarını illâ ki Türkmen'den;  okul ayakkabılarını   Reis 'ten almaktır.

- Altıyol'dan Bahariye'ye, Bahariye'den Moda'ya çıkmak; nostaljik tramvay yolunda keyifle yürümektir.

-  Sabahları 08: 15 vapuruna yetişmektir.

- Kadıköy Vapur İskelesi'nin önündeki çingenelerden çiçek almak; vapur iskelesinden Moda'ya yürümektir.

- Reks ve Süreyya sinemalarının daimi müşterisi olmaktır.

- Kadıköy Sahafları'nın eski kitap kokusunu içine çekmektir.

- Alkım ve Nezih Kitap Evleri'nden çıkamamaktır.

- Balık pazarına özellikle babayla gidip; balık ve yanına yeşillikler almaktır.

- Mercan'da midye tava yemek; Baylan'ın müdavimi olmaktır.

- " Moda Çay Bahçesi" nde çay içmek; " Kemalin Yeri "nde ilk birayı yudumlamaktır.

- Doğum günlerinde doğum günü pastasını Elif Pastanesi'ne yaptırmak, pastanenin önünden geçerken Cevdet Amca ile selamlaşmaktır.

- Ali'nin dondurmasının tadını bilmek; Moda Burnundan adaları seyretmektir.

-  Yılda bir ya da iki kere, mahalledeki   arkadaşlarla Ayazma'ya gidip, mum yakmak, dilekler tutmaktır.

- Meri, Sophi, Yorgo ve Tanya ile mahalle arkadaşı olmak; Raşel Teyze'nin hamursuzundan yemek, rengarenk paskalya yumurtalarını ve paskalya çöreklerini mahalle arkadaşlarıyla paylaşmaktır.

-  Moda İlkokulu veya Bahariye  İlkokulu'nda okumaktır.

- İlkokul sıralarında her Moda'ya inişte, gıpta ederek bakılan Kadıköy Kız Lisesi'nin öğrencisi olmak ve bu efsane okulda altı sene okumaktır.

- Ölümüne Fenerbahçeli olmak; Rüştü Saraçoğlu'ndan yükselen sesleri duymak; mahalleye arkadaşlarla boydan boya Fenerbahçe Bayrağı asmaktır.

- Çayır Güzeli'ni görmek, ona acıma ile korkma arası duygular hissetmektir.

- Gü aşırı mahalleye gelen " Sütçü Amca " dan süt almak; " Yoğurtçu Amca" dan yoğurt almaktır.

-  Farklı bir şehirde yaşansa da, artık her şey fazlasıyla değişse de her gidişte sanki halen Kadıköy ve Moda'da yaşıyormuş gibi hissetmektir.








10 Ekim 2012 Çarşamba

GRİNİN ONBEŞ TONU ...


Bu gün kafamı kaldırıp gök yüzüne bakınca grinin elli tonu olmasa da grinin on ya da onbeş tonunu gördüm diyebilirim !!!!
Sonuç olarak yağmur yağdı elbette. Üşümeyi de yağmuru da özlemişim bu şehirde !!!
* * *

Grinin Elli Tonu diye bir kitap var. Aman ne övgü, ne övgü bu kitaba, bildiğiniz gibi değil. Neyse eksik kalmayayım diye aldım okumaya başladım.
Sonuç; bizim genç kızlık dönemlerimizde okuduğumuz  " Beyaz Dizi" serileri gibi. Hani okusanız da oluuur, okumasanız da bir şey kaybetmezsiniz.
Grinin elli tonu ile kitabın bağlantısını bulamadım henüz, esas oğlanın gözleri gri belki esas kız grinin tonlarında kendini kaybetmiştir ne bileyim ben !!!
Fakat bakın görün Alacakaranlık gibi bunun da filmini çekerler yakında !!!
* * *

Antalya'dan gümbür gümbür bir festival daha geçiyor.
Evim cadde üzerinde olduğundan festivalle aramdaki ilişki balkondan festival kortejini izlemekle sınırlandı bu yıl. Türkan Sultan evimin önünden geçti de kafasını kaldırıp bir yukarı bakmadı. Teessüf ederim kendisine :))
Her yıl festival dönemlerinde çok yoğun çalıştığımdan bu durum sık sık geliyor başıma; alıştım artık. İnsan zaten ya alışıyor içindeki duruma ya da kendini aşıyor.
* * *

Gülenay'a üzülüyorum günlerdir. Belki basından ya da sosyal ağlardan duymuşsunuzdur. Dolaylı olarak tanırım kendisini. Hayata nasıl bağlı olduğunu da bilirim. Gençler uzun yaşasın ne olur. Hiç hasta olmasınlar. Gülenay sağlığına kavuşsun  bir an önce...
* * *
Bu gün öyle yoruldum ki, bu gece erkenden uyumak istiyorum. Battaniyemin altına girip; yağmur sesi dinleyerek uyumak; kitap bile okumak istemiyorum; sadece dinlenmek istiyorum, şarjı bitmiş cep telefonu gibiyim çünkü ...



6 Ekim 2012 Cumartesi

ÇİKOLATA AŞKINA ...


Kendimi bildim bileli çikolatayı sevdim ben.

O da beni sevmiş olmalı ki yıllar geçti halen birlikteyiz.

Ne zaman çikolata yiyen bir çocuk görsem arkasından ona dur diyen bir anne de görürüm, annem gelir aklıma; " yeter kızım karaciğerin bozulacak".

Karaciğerim bozulmadı ama yıllarca uğraştığım sivilcelerimin nedeni vaz geçemediğim çikolatalar mıdır diye düşünmüşümdür hep.

Şimdi de aram bitter çikolatayla pek iyi. Portakallı olanları özellikle tercihim. Ama azıcık minik bir parça sadece. Fazlasının kilo olarak dönme olasılığı yüksek çünkü ...

Bu yazıyı niye yazıyorum?


 Çok koşturmaktan mıdır nedir içime çikolata canavarı kaçtı sanki.
Süt içiyorum; meyve yiyorum yok hiç biri onun yerini tutmuyor. Çikolatayla aramızdaki aşk hiç bitmeyecek her halde.

Neyse ben bari yazımı yayına verdikten sonra gidip biricik aşkımla buluşayım. Çikolata aşkıyla, çikolata aşkına ...

4 Ekim 2012 Perşembe

H A Y I R !!!!!!


"  Güzel bir gün bu gün.
Gökyüzü masmavi ve fazla yakmayan güneş gülen yüzü ile selamlıyor sabahı.
Çok mutluyum, şahane gidiyor her şey  " demek isterdim !!!!

Diyemiyorum ne yazık ...

Birileri anlamsız bir oyuna alet etmek istiyor bizi.
Üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibiyiz inadına.

Adım adım savaşa sürükleniyoruz ve kimse inanamıyor olanlara.

Bütün savaşlar inşallah savaş çıkmaz dilekleriyle başlar; halklar savaş istemez çünkü; bu tıpkı çok sevdiğimiz birinin ölmek üzere olduğunu kabullenmek istemememiz gibidir.

Umarım bu sefer yanılıyorumdur; umarım savaş çıkmaz.

Onca savaştan; onca acıdan sonra öğrenilmedi mi halen savaşın kötülüğü çok yazık çokkkk !!!!


1 Ekim 2012 Pazartesi

KUĞU, KİTAP, YAĞMUR

Bundan 18 yıl önce bu gün, sabahtan itibaren ciddi bir telaş içindeydim.

Bir gece önceden hiç uyumamıştım, sabah güzel bir kahvaltı yapıp, kuaföre gitmiştim. Kuaförden çıkmam da nerdeyse akşam üzerini bulmuştu.

Sonrası zaten bildik seromoni. Beyaz gelinliğin içinde kuğu gibi olduğumu söylemişti herkes.

Şimdi bakıyorum da üzerinden ciddi ciddi 18 yıl geçmiş. Bu gün evlilik yıldönümümüz
Eskiyoruz; yaş alıyoruz vesselam. Bu akşam karşılıklı sürprizlerle geçecek gibi ...

***
İnanması güç ama hava serinledi buralarda. Hani kendini sıksa yağmur yağacak. Şimdi limonata havalarını yaşıyor Antalya.

***
Bu aralar iki kitabı aynı anda okuyorum. " Asma Pansiyon " ve " Dahiler ve Aşkları".

Asma Pansiyon konusu Bozca Ada'da geçen sıcacık bir roman. Kısa, kolay okunuyor, bitmesin istiyorum okurken. İlk roman mı bilmiyorum ama başarılı buldum romanı.

Dahiler ve Aşkları okumaya geciktiğim bir kitap.
Sayfalarını çevirdikçe şaşırıyorum. Bu yüzden onu da merakla ve hızla okuyorum.

***
Ders notları ile haşır neşirim bir de. Arada molalarda sosyal medya kaçamağı ve blog yazılarımı da katarsak bu aralar diz üstü bilgisayarıma parmaklarım; bilgisayar koltuğuna da bizzat kendim yapışmış durumdayız.

***
Bu kadar kaçamak yeter. Akşam sürprizlerine ve ders notlarıma döneyim; zamanıdır.

Haa bir de yağarsa sonbaharın ilk yağmurunu izleyeceğim büyük bir keyifle :))

24 Eylül 2012 Pazartesi

ANTALYALI OLMAK

- Antalyalı olmak için Antalya'da doğmaya gerek yoktur. Pekâlâ sonradan da Antalyalı olunabilir .

- Antalyalı olmak, varyanttan yürüyerek Konyaaltı Sahili'ne inip denize girip; sonra da aynı şekilde yürüyerek eve dönmektir.

- Antalyalı olmak, tatil ile günlük hayatı birleştirmektir .

- Antalyalı olmak, başını uzattığın bir yerden mutlaka Bey Dağları'nı görmek, hatta bu dağları hafta sonu yürüyüşleriyle fethettmektir.

- Antalyalı olmak, şimdiki Yat Limanı'nın " İskele" hallerini bilmektir.

- Antalya'lı olmak, bir dönem Kale İçinde yaşamış olmak ve Kale İçini de avucunun içi gibi bilmek demektir.

- Antalyalı olmak,  'Beach Park' a teslim olmuş Konyaaltı sahillerindeki obalarda mutlaka bir kaç yaz geçirmiş olmaktır.

- Antalyalı olmak, " TİRMİS " in ne olduğunu bilmek ve " TİRMİS " sevmektir.

- Antalyalı olmak, yanık sütten yapılan  dondurmanın tadına bayılmaktır.

- Antalyalı olmak, kışın soğuk poyrazına teslim olmaktır.

- Antalyalı olmak,  "  Haziran 15 -  Ağustos 15 "  tarihleri arasında klima, vantilatör ve benzeri serinletici cihazlarla gereğinden fazla samimi olmak; sudan çıkamamak demektir.

- Antalyalı olmak, yazın balkonda uyumaktır.

- Antalyalı olmak, tahini fasulye piyazının içinde ve kabak tatlısının üzerinde
yemektir.

- Antalyalı olmak, karma karışık bir trafiğe teslim olmaktır.

- Antalyalı  olmak, baharda sokakları portakal çiçeği kokan bir şehirde yaşamaktır .

-  Antalyalı olmak Toros Dağları'nın eteklerinde denizin dağlarla birleştiği çizgiye  - özellikle sabahları -  bakıp mutlu olmaktır ...

21 Eylül 2012 Cuma

BEŞ BUÇUK ...



Ben okula 5,5 yaşımda başlamışım.
Benim zamanımda okula başlama yaşı 7 idi.
 O zamanlar  boyum yaşıtlarımın iki katı olduğundan ve kalem, kitap kırtasiye ile 4 yaş itibarı ile haşır neşir olduğumdan; canım annem babam beni -dahi- sanmış olmalılar ki okula erken başlatmışlar.

Devlet okulları 5,5 yaşındaki sübyanı okula almadığından ve fakat annem ve babam bu konuda inat ettiğinden beni özel okula vermişler.

Sonuç bana göre fiyasko !!!

İlk okulun ilk üç senesini  hiç hatırlamıyorum.
Hatırladığım, sınıfta sık sık çişimin gelmesiydi, öğretmenin de ikide bir tuvalete gitmeme  izin vermemesiydi. Yemekhanede yemek yemekten de nefret ederdim.

Ders durumumu hiç sormayın, ben de anlatmayayım.
Matemetiği 5. sınfta öğrendim.
Orta okul ve lisede çok değerli öğretmenlerim oldu ve ben akademik başarımı onlara borçlu olduğumu düşünürüm hep.

Benim yaşadıklarımı kuzenim de yaşadı. Aralık ayının sonunda doğmasına rağmen o da ilk okula 5,5 yaşında başladı ve çok sıkıntı çekti.
Oğlum ilk okula 6 yaş 2 aylık olarak başladı ki ben; onu bir yıl sonra okula başlatmak istedim. Mahalle baskısı yaşadım bolca.

Ben hariç herkes çocuğun boyunun çok uzun olduğundan okula vaktinde başlaması gerektiğini söyledi.
Hayatımın en büyük hatasını yaparak onları dinledim ve sonuç yine fiyasko oldu.
Oğlum 1. sınıfı pas geçti, ikinci sınıfa geçtiği yaz okumayı söktü.
Hayatımın en kötü dönemleriydi o dönemler.
Şimdi atlattık çok şükür. Herşey yolunda ama yaşadığım stresi bir ben bilirim.

Diyeceğim o ki; çocukları 2007 ve sonrasında doğan anneler, gerçi okullar açıldı ama yine de zaman var. çocuklarınızı okula 5,5 yaşında vermeyin;
5,5 yaşında bir çocuk oyun çocuğudur bence. Eğer bir uyumsuzluk varsa da öğretmenle müşterek hareket edin, zorlamayın çocukları.

Mutlaka istisnalar vardır ama bu yaşadıklarım  da tecrübeyle sabittir. Eğer tam yaşımda okula gitseydim bu gün çok farklı yerlerde olurdum bundan eminim.

72 ay geç değil tam zamanı ama 5,5 yaş  da çok erken ...

17 Eylül 2012 Pazartesi

ORGANİK EV KADINI!!!

 
 

Ben pek bilmem evde, ev yapımı ürünler yapmayı !!!!!!
Misal, evde salça, tarhana, zeytin yapmayı falan  hiç denemedim.
Bak reçelin hakkını yememem lazım. Bazı reçelleri güzel yaparım da; bir yere kadar işte.

Antalya'da öyle bir arkadaş  çevrem var ki; maşallah haklarını yemeyeyim hepsi hamarat ev kadını. Ben onlara organik ev kadınları diyorum !!!

Kendi salçalarını yaparlar, muhteşem tarhana yaparlar, reçellerinden hiç söz etmiyorum. Mevsim geçişlerinde buzdolaplarının buzlukları onların hazırladıklarıya dolup taşıyor.

" Ben hayatımın bir bölümünü öğrenci; hatırı sayılır bölümünü de çalışan ve öğretici olarak geçirdiğimden böyle şeylere zaman bulamadım " dersem inanmayın !!!!!
Çünkü artık anladım ki yapmak için istemek lazım.

Kendimi söz ettiğim arkadaşlarımın yanında " hadi len sen de ev kadını mısın ?" şeklinde görmeye başladığımdan, bu hafta sonumu kışlık hazırlıklarına ayırdım. Valla kendi çapımda becerdim de.

Haaa, öyle salça, tarhana falan yapamadım ama, evde ne kadar patlıcan varsa küp küp doğrayıp kızarttım; soğuduktan sonra poşetlere doldurdum.

Domatesleri blendırdan geçirip, içine biraz da tuz atıp kaynattım.
Tarif edildiği üzere  kavanozlara doldurdum. Dolabıma yerleştirdim.

Haa bir şey öğrendim, hemen paylaşayım; domatesler kaynarken diğer yandan bir kabın içine domatesleri koyacağınız kavanoz kapaklarını da koyup kaynatıyorsunuz; kaynamış domatesleri sıcak sıcak kavanozlara koyup hemen kapağı kapatıp kavanozu ters çeviriyorsunuz.

Bir gün böyle bekliyor ve ertesi günden itibaren o domatesleri salça ile eş değer lezzette kullanabiliyorsunuz.

Bu arada evde yoğurt denedim; itiraf edeyim lezzetli ama çok sulu oldu. Neyse onun da püf noktasını öğrendim, bir dahakine başaracağım inşallah !!!

Bu hızla ve bu hevesle gidersem sanırım önümüzdeki yaz kendi salçamı ve tarhanamı yapıyor olacağım :)))))

Demek ki neymiş?
Organik ev kadını olmak için istemek önemliymiş :)))

10 Eylül 2012 Pazartesi

YOLCU YOLUNDA GEREK..


Kırk yıllık hayatımın bana öğrettiği yegâne deneyim; insanın rahata ve tembelliğe çabuk alışmasıdır !!!

Bu yaz tam anlamıyla ağustos böceği kıvamındaydım ve bundan asla pişman değilim.
Biliyor musunuz ağustos böceklerinin hayatları da kelebeler kadar kısaymış; eminim onlar da yaz aylarını şamatayla geçirdiklerine pişman değillerdir !!!

Tembelliğin rehavetine bir de tatil eklenince en kötü an, eve dönüş anı bence.

Daha da kötüsü hemen ertesi gün işe başlamak olmalı.

Esnek ve evden de yürütebildiğim bir işim olması bence büyük şans.
İşe başlama konusunda ciddi sıkıntılar yaşamıyorum amaaaa, evde çalışmak daha doğrusu tatil dönüşü çalışmak bence KADIN ruhunu zedeleyici bir şey.
Çünkü evin işi de  hiç bitmiyor ...

Hafta başı bu yıl ki zorlu maraton başlıyor.
Daha önce yazmıştım, " Açık Öğretim Fakültesi " yeniden yapılanmaya gitti.  Kırk farklı ders var bu yıl ve benim payıma düşen on beş ders. Bu da masa başından kalkmadan çalışmam demek.

Ve ben halen ağustos böceği havamdan kurtulamadım.
Kurtulmanın  bir yolu var mıdır? Onu da bilmiyorum.

Yazı başlığında gördüğünüz fotoğrafın yazıyla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz .
Onlar eylül ayı kitaplarım.
Yol arkadaşlarım, kısa molalarda bir fincan kahve veya çay eşliğinde sığınacağım kitap limanlarım.

Tabii bu koşuşturmada hepsini eylülde bitirebilir miyim onu da bilmiyorum !!!

Eee, yolcu yolunda gerek. Hayat devam ediyor ve biz  de hayat yolunda yürümeye devam ediyoruz.

5 Eylül 2012 Çarşamba

DÖNÜŞÜM

Hayat bir dönüşümden ibaret aslında ve bu dönüşüm biraz da insanın kendisiyle ilgili.
Eğer keyif alıyorsak yaşamaktan, üretmekten denizin içinde pırıl pırıl görünen taşları
 
 
böyle güzel bir aynaya dönüşterebiliriz mesela.

Sayılı günler çabuk biter; tatilimiz de çabucak bitti.
Hızla akıp giden hayatın içinde 2012 yazı anılarında yerini aldı.

Kaş öyle bir yer ki; bir kartpostalın içine bodoslama dalıyor gibi hissediyor insan.
Hangi manzarayı izleyeceğini, nerelerin fotoğrafını çekeceğini şaşırıyor doğal olarak.

Ben bu sefer gün bitimi ile başladım fotoğraf çekmeye. Kaş'a indiğimizde çoktan güneş batmıştı ve ay nazlı nazlı gösteriyordu yüzünü.

Kaş'a inince buzlu badem yemeden olmaz; hemen soluğu bizim emektar bademcide aldık tabii..
Gündüzleri denizden çıkmak gelmedi içimizden...
Güneş kaldığımız evin penceresinden dört gün boyunca böyle battı.
Tatilde kitap okumamak olur mu? Bu iki kitap eşlik etti bana.
Ayıcık nostaljik; eşimin, görümcemin çocukluğundan kalma. Kaldığımız evin sahipleri benim gibi anıları korumaya meraklı olmalılar, bir sürü çocuğun oyuncağı olan ayıcığı kıyamamışlar atmaya...
 
 
Diyorum ya, hayat bir dönüşümden ibaret aslında. Her ne kadar deniz taşlarını aynaya dönüştüremesem de; tatilde, iyot, taze nane, fesleğen kokularını ciğerlerime çekip, yeşilin mavinin her tonundan nasibimi alıp, ruhumu dönüştürmeyi, iyileştirmeyi  başardım sanırım ...
Eh bu da bana bir kış yeter ...
 

29 Ağustos 2012 Çarşamba

EYLÜL ve TATİL

 
 
 
Sanılanın aksine bitiş değil başlangıç ayıdır EYLÜL.

Okullar açılır, yıllık izinlerden dönülür; iş başı yapılır, tatil yerleri eylülde daha az kalabalıktır artık.
Yavaş yavaş terk edilmeye yüz tutmuştur tatil mekanları.
Deniz artık biraz daha serindir ve kendine has bir güzelliği vardır eylülün.
Sonbaharın naif kızıdır bence eylül.

Bu yıl okul ve iş açısından çetin bir yıl olacak bizim için. AÖF yeniden yapılanmaya gitti. Dersler tamamen değişti. İşim çok zor.
Oğlum 4. sınıfı okuyacak bu yıl ve söylenenlere göre 4. sınıf hayli zormuş.
Yaşayıp göreceğiz biz de.

Kendimize biraz doping yapıp enerji toplamak için kısa bir tatile çıkıyoruz bu gün. KAŞ'a gidiyoruz.

Kaş, Kalkan, Kekova, Patara huzurlu topraklar bizim için. Eş durumundan yarı Kaş'lı sayıldığım için; aslında bana kalsa bütün bir yaz yaşarım Kaş'ta.
 Bakalım geçen yaz sonu bize Kaş Marina'da hoş geldin şöleni sunan Kaz orada mı hâlâ?

Bir önceki yazımda paylaştığım kitap kulemin altlarında duran, Tanrı Daima Tebdili Kıyafet Gezer tatilde yol arkadaşım olacak benim.
Asla kişisel gelişim kitaplarını sevemedim,  kitaba da bu yüzden çok ön yargılı yaklaştım.

Bir kaç sayfa okuyunca kişisel gelişim kitabından çok farklı olduğunu gördüm. Kişisel gelişimden çok; güzel bir roman bence.
Tam yaz kitabı tatil kitabı ...

Neyse bu kadar gevezelik yeter. Ben kaçıyorum.
Yeni anılar biriktirip, fotoğraflar çekip, biraz da enerji depolayıp döneceğim. Dönünce hepsine çok ihtiyacım olacak çünkü ...


27 Ağustos 2012 Pazartesi

BENİM KULEM

Gecikmeli de olsa evdeki kulelerimden birini paylaşmak istedim.
Bir kısmı okundu; bir kısmı sırasını bekliyor.

Kendimce okunmayanlar için şöyle bir sıralama yaptım :

1- Tanrı Daima Tebdili Kıyafet Gezer : Sanki yaz kitabı gibi geldi bana; bu gün yarın başlarım.
2- Sen Dünyaya Gelmeden : Hüzünlü bir hikayesi var anladığım kadarıyla; sonbaharda okuyayım dedim.
3- Anna Karenina : Filmini izlemiş, çok beğenmiştim. Anna'nın trajik sonunu bildiğim için de geçen seneden beri elime alıp alıp bırakıyorum ama " Tolstoy Aşkı" na okumak lazım. Sanırım o da kış kitabı olacak.
4- 1Q84 : Yazıın plajda, denizde tuğla gibi kitabı taşımak zor olacağı için o da kışın baş ucu kitabım olacak.
5- Kalan : Çok istediğim bir kitaptı. Blog arkadaşım sevgili Gülşah'ın hediyesidir bana 1Q84'den önce onu okuyup bitirmek istiyorum. Sanırım o da son bahar kitabım olacak .
Diğerleri okundu ve kitaplığımda yerini çoktan aldı zaten :))

22 Ağustos 2012 Çarşamba

HAYAT GÜZELDİR !!!!

Bu bayram böyleydim; bizim yazlıktaki kedimiz  Zeytin gibi.

Ye, iç, keyif yap.
Sadece ilk günü ziyaretlere ayırdım. Yaşam biçimlerimiz değişse bile bayramlarda sevdiklerimle olmak benim için çok özel ve fakat sürekli çalıştığımız için dinlenmeye de ihtiyacım var ... Eylülün ilk haftası asıl iş maratonu başlayacağından tembelliğimin sınırlarını zorladım desem yeridir.

***

Esasen denizi pek sevmem.
Tatil şehrinde yaşıyor olmama bağlarım bunu, bir de Akdeniz'in tuzlu oluşuna.
Buralarda denize  girince kirpiğine kadar bembeyaz çıkar insan.
Nedense bu yaz, denize doyamadım. Hemen hemen gün aşırı denizdeydim. Vücudumun iyota ihtiyacı var herhalde, bedenim bana çaktırmadan sinyal gönderip duruyor galiba. Bayramın ikinci ve üçüncü günü bu sahilden kopamadım ...
***

Arife günü kendime kitaplar aldım, bayramda okumak için. Yazlığa giderken hepsini evde unutmuşum, oralarda kitapsız kaldım derken imdadıma komşumun kitaplığı yetişti.

Gözüme çarpan ilk kitabı aldım. Tarzı bana biraz uzak gibi duruyordu ama konusu çok ilginçti. Havai'de altı yaşında cüzzam hastalığına yakalanan bir kızın öyküsüydü. Türkiye'de de çok yaygın olan ve Türkan Saylan tarafından kökü kazınan bu hastalıkla ilgili bilgiler öğrendim kitaptan.

***
Sonra tam da keyfim yerindeyken Gaziantep ve Hakkari'de olanları duydum.
Sustum... Korktum ...

Savaşı başlatmak kolay. Birileri artık barışı başlatsın mümkünse. Çünkü hayat güzel; insanca yaşamak hepimizin hakkı; çok şey istemiyorum aslında ...

17 Ağustos 2012 Cuma

BİR SEVİNÇ, BİR NOSTALJİ, BİR HÜZÜN



Farkındayım, yazının başlığı Zülfü Livaneli'nin " Bir Adam, Bir Kedi ,Bir Ölüm "  romanına benzedi ama konu tamamen farklı.

İnsan hayatı ne tuhaf bir gün içinde sevinç, hüzün, nostalji yaşayabiliyor insan  ve hayat hızla akıp gidiyor.

Tam da bayram telaşı içinde ömrümden bir ramazan ayı daha eksiltmiştim ki bu gün itibarı ile SBS sonuçları açıklandı. Bu yıl sınava giren yeğenim istediği Anadolu Lisesi'ni kazandı. Sabahın erken saatlerinde haber gelince hepimiz sevinçten havalara uçtuk !!!
***
Bir kaç saat sonra annemlere gelen bir telefon; onları İstanbul'a ilk geldikleri yıllara, beni de çocukluğuma götürdü.

Telefonun öbür ucunda annemlerin İstanbul'a yerleştikleri ilk yıllardaki komşuları vardı ki onlar; karı koca, benim ve  kardeşimin doğumlarımıza ve çocukluğumuza  tanıklık etmiş çok özel insanlardı.

Yıllar önce Kanada'ya yerleşmişlerdi ve şimdi Türkiye'ye kesin dönüş yapmışlar; tatil için de Antalya'yı seçmişler.
Eeee gelmişken eski dostları da ziyaret etmek istemişler.

Evde bir nostalji havası esti bir anda. Herkes yaşlanmış, hepsinde çeşitli hastalıklar oluşmuş, onlara göre biz büyümüşüz, oğlum bana benziyormuş falan filan ...

Ayrılırken hüzün, anılar  ve neşe bir aradaydı. Kimbilir bir daha ne zaman göreceğiz birbirimizi ?

Eski dostlar; temelli dostluklar bence. Hiç bitmiyor, yıllarca görüşülmese de karşılaşıldığı anda kaldığı yerden devam ediyor. Gittiklerinde  balkondan onlara el sallarken bunları düşündüm.
***
Akşam üzeri saatlerinde aldığım bir haber çok canımı sıktı.
Ciddi bir hastalıkla bir  kaç yıldır  uğraşan bir arkadaşımdan geldi haber. O ciddi hastalıkda yayılma olmuş. Tıp dilinde metastaz diyorlar.

Hayat böyle işte.
Ne yaparsan yap; bir menzil var ve adım adım yaklaşıyor insan o menzile. Farkında olarak ya da olmayarak.
Hayatı içimize çeke çeke yaşamamız lazım.
***
Yarın arife günü, en sevdiğim gün.
O teleşın arsında bir ara  bir yolunu bulup kitapçıya gideceğim, bayram kitapları seçeceğim kendime.
İlk gün sevdiklerimle birlikte olup, bayram coşkusunu yaşadıktan sonra kitaplarımla başbaşa kalacağım.

Bir sonraki yazımda  kitap kulelerimle birlikte paylaşacağım bayram kitaplarımı.

Bayramınız, bayramımız mutlu geçsin.
Sevinç, neşe, sağlık huzur hiç eksilmesin hayatlarımızdan ...
Haa bir de kitap tabii. Her zaman ve her şeye rağmen !!!

14 Ağustos 2012 Salı

SİNEĞİN AHI !!


Geçen gün mutfaktayım; yemek yapacağım, henüz başlamamışım.
 İftar vaktine daha çok var.

Mutfakta kocaman bir at sineği, nereden girmişse yolu bizim evin mutfağına düşmüş. Bunlar bir de acaip ses çıkarıyorlar. Kapkara da bir şey.

Bizim sinek, uçtu uçtu, gidip mutfak penceresine kondu. Ben de kahraman cengaverim ya; elime " detan maxi " sinek ilacını kaptığım gibi azıcık sineğin  üzerine sıktım.
Zavallıcık  oracıkta öldü tabii. Neyse henüz hiçbir  yemek hazır değildi ve ben yemek işini bırakıp mutfak temizliğine giriştim.

Her şeyi çok bilen oğlum, sineği öldürdüm diye kızdı bana. Mutfak penceresini açsaydın da sinekceğiz uçsaydı ya anne dedi. Hani öldürmek günahtı gibi polemiklere de girmek istedi ama pek bulaşmadım.

Antalya'da yaşayanlar bilir.
Yazın sıcağı ile birlikte her türlü sevimsiz hayvan, haşarat dolar evlere. İstediğin kadar önlem al; temizlikten " Steril Selami " gibi dolaş; bu yaratıklar için fark etmez. Tek tük çıkarlar bir yerlerden !!!

Bir de buranın meşhur " kakalak" denen hamam böcekleri vardır ki; Allah hepimizi onlardan korusun !!!!
Kendileri kanatlı olup uçarlar.
Kanadın yakışmadığı tek hayvan da bunlardır.

İşte benim at sineğini imha etmemden bir iki gün sonra eve bu kakalaklardan girdi. Hem de salonun tavanına konmuş; gel de öldür hadi !!!

Ben bu kakalak konusunda çok hassasım, görünce kaşınmaya başlıyorum.
 - Off ya amma gıcık şeyler anlatıyorum di mi?
Neyse, az kaldı bitiyor . -

Kakalağı salonun tavanında görünce kaşınmaya başlamadan banyodan böcek ilacını alıp, bu sefer de  tavana doğru sıktım .

Ne oldu biliyor musunuz? Kakalak uçtu. Sanki o böcek ilacı hayvana doping oldu.
Uçtu ve kayboldu. Eve fare girmiş kadar korkuyorum şimdi.
Evi dezenfekte edeceğim başka çaresi yok.
Bu arada oğlum ve eşim halime gülüyorlar.
At sineğinin ahı tuttu diyorlar.
Nefret ediyorum şu haşarattan ve bu şehrin yapış yapış sıcağından ...

Blog Not  : Fotoğraf ne alaka diyebilirsiniz? Eee, bu kadar sevimsiz şeyi yaşayıp yazdıktan sonra bir de sinek ya da kakalak fotoğrafı koyacak değildim elbet :)))

6 Ağustos 2012 Pazartesi

ARKADAŞIM LAURA

Böyleyim ben !
Geçmişle bağlarını  koparamayan; şu an yaşadığı hayata da sıkı sıkıya bağlı, ama çocukluğuna dair ufacık bir anı kırıntısı gördüğü anda heyecanlanan,  içine küçük kız kaçmış kırklı yaşlarını yaşayan bir kadınım.

Bu gün internette gördüğüm bir fotoğrafla yine zaman yolculuğuna çıktım.
Çocukluğuma gittim.


 " İstanbul'daki evimizdeyim şimdi. Yetmişli yıllardayım.
Yeni aldığımız  siyah beyaz televizyonu en iyi gören koltuğa  oturuyorum. Benim koltuğum o; kimse oturamaz benden başka !!!!!
Ee kolay mı? Haftada bir gün merakla beklediğim bir dizi var ve  dizi gününün gelmesini iple çekiyorum.-  İnsan belleği işte; her şeyi hatırlasa bile bazı ayrıntıları unutuyor. Gününü unuttum dizinin; sanki cuma ya da cumartesi  gibiydi. -

Laura Ingals;  arkadaşım benim !! Ona özeniyorum. Onun gibi saçlarımı iki yandan örüyorum okula giderken. Laura'ya özenen çok kız var  benim gibi, çocuğum farkında değilim.

Nelly var bir de; zengin ve şımarık kız.
Sarı saçlarının lüle lüle oluşu dışında hiç sevmiyorum onu. Arkadaşım Laura'yı  üzüyor, hatta eziyor  çünkü !!!!
Mary için çok üzülüyorum. Anne ve baba Ingals'ların aşklarına, birbirlerine olan o güzel duygularına çocuk aklımla hayran kalıyorum. "
***
Paranın hiç bir şey olmadığını, sevgi ve huzur  varsa küçük bir kulübede bile mutlu olunacağını öğretiyor bu dizi bana. Ben farkında olmadan kişiliğimin temellerini atıyor belki de.
Yetmişli yıllar bu yüzden güzeldi işte. Çocuktuk, saftık, büyümeye özeniyorduk ve yıllar geçmek bilmiyordu.

Sonra büyüdük nasıl olduğunu anlamadan.
 " Yalan Rüzgarları" sayesinde " Cesur ve Güzel " olmayı öğrendik istemesek de.
 O zamanlar yerini bile bilmediğimiz bir Amerikan şehrinde petrol zengini aile kahramanları yüzünden ihanet acısını  ailecek tattık !!!

Hayat çocukluğumuzdaki gibi değilmiş yaşayarak anladık; çoğu kere anılarımıza sarıldık.

Zor anlarımızda mutlu geçen çocukluğumuza sığınmamız bundandır belki de ...