24 Kasım 2009 Salı

YENİ AY

new-moonun-yeni-fragmani-yayinda
18. Yaşına gireceği doğum gününü kutlamakta olan Bella Swan heyecan içindedir.
Heyecanı alışkın olduğumuzun aksine, büyümek istememesinden kaynaklanmaktadır.

Esas kız Bella 18. yaşına girdiğinde, 17 yaş görünümünde olan ancak yeryüzündeki ikameti 100 yıl öncesine dayanan vampir sevgilisi Edward’dan daha büyük olacaktır.

Bu düşünceler içerisinde zaten her fırsatta vampir olmaya niyetlenen Bella yine niyetini bozmak üzeredir.

Edward Cullen’in vampir ailesi tüm iyi niyetleriyle Bella’ya doğum günü partisi düzenlerler. Adetten olduğu üzere herkes Bella’ya hediyelerini sunar.

Hediye paketlerinden birinin kağıdı Bella’nın işaret parmağını keser ve o minicik kesikten oluk oluk kan akmaya başlar.

Kanın akışı o kadar şiddetlidir ki, o anda sinema salonundaki herkesin aklından “ akacak kan damarda durmaz “ ata sözü geçer.

Tam bu sırada vampir kardeşlerden Jasper kanın akışına dayanamayarak Bella’nın üzerine atlar.

Bella tam da vampirlik mertebesine erişmek üzereyken Edward ve Alice bu duruma engel olurlar.
Bu arada Bella daha da çok yaralanır. Evin reisi Doktor Carlisle büyük bir irade örneği göstererek Bella’nın kanayan yarasını diker. ( Sanırım doktor kimliği vampir kimliğinden daha ağır bastı )

Tüm bu olaylardan sonra Cullen Ailesi artık o diyarda kalmamaya, başka bir şehre gitmeye karar verirler.

Edward ve Bella ayrılırlar. Muhteşem aşık Edward Bella’yı ormanda bir başına bırakıp kaybolur.

Bella için zor günler başlamıştır. Bu zor günlerde onu teselli eden arkadaşı Jakop’tan başkası değildir.

Jakop’un da bir sırrı vardır.

Jakop aslında kurt adamdır.

Macera sever, esas kızımız Bella vampirlerden tam olarak kendini kurtaramamıştır, canavar ruhlu, kızıl saçlı afet vampir Victoria intikam için Bella’nın peşindedir. Ne çare ki vampirlerin korkulu rüyası kurt adamlardır. Jakop zaman zaman kurt adam olacak ve Victoria’nın Bella’ya yaklaşmasına engel olacaktır.

*****

Yok yok filmi sonuna kadar anlatmadım, çünkü asıl film bundan sonra başlıyor.

Eğer, Alacakaranlık Serisi’nin dört kitabını da bir hafta içinde bitirdiyseniz, Alacakaranlık filmini de çok beğendiyseniz, gözleri fazla alkolden kan çanağı içinde kalmış görünümünde olan porselen yüzlü Edward Cullen’ de favorileriniz arasındaysa, Yeni Ay’ı muhtemelen izleyeceksiniz, belki de izlediniz.

Ancak, Kurt adamlar, vampirlerle hiç işim olmaz diyorsanız bence vizyondaki diğer filmleri görün. Yeni Ay bu durumda hayatınıza bir şey katmayacaktır.

21 Kasım 2009 Cumartesi

HOŞ BULDUM!

images

Günlük hayatın içinde Domuz gribi virüsünden korunmaya çalışarak steril steril yaşarken sevgili bilgisayarıma bilgisayar virüslerinin en kötüsü girmiş de haberimiz olmamış.

Bu o kadar kötü bir virüs ki, hard disk kullanılamaz hale gelmiş. Böylece ben de istemeden bilgisayarımdan ve internet ortamından bir süre uzaklaşmak zorunda kaldım.

Hard diski bulmak birkaç günümüzü aldı. Koskoca şehirde bizim bilgisayara uygun hard disk bulamadık. Neyse şimdi sorun çözüldü, artık yenilenmiş bilgisayarıma kavuştum.

Bilgisayarsız ve internetsiz geçen on gün içinde neler yaptım?

Cevabım kesinlikle, “ Bol bol uzun yürüyüşler yaptım, okunmak için birikmiş kitaplarımı okudum, sinemaya, tiyatroya falan gittim, bilgisayar başında vakit geçirmek meğer ne kadar zaman kaybıymış, kendimi buldum vallahi” şeklinde bir cevap olmayacak, çünkü bu süre içinde bilgisayarın ve internetin hayatımın ayrılmaz parçası olduğunu test edip onayladım:):)

Yazdıklarımı okuyanlar, “ Hadi canım sen de, daha önceleri nasıl yaşıyordun? Hayatında bu zamana kadar bilgisayar ve internet mi vardı?” diye bir soru sorabilirler.

Onlara da cevabım ; “ Evet yoktu ama şimdi iyi ki var” şeklinde kısa ve öz bir cevap olacaktır.

Sözün özü, teknolojiyi seviyorum. Bu teknoloji sayesinde tanıdığım, yüzünü görmediğim halde yazılarını merakla okuduğum arkadaşlarımı ve yazılarını özledim.

İnternet üzerinden gazete okumayı, google da gezmeyi, müzik dinlemeyi, yeni yazılar yazmayı özledim.

Neyse uzatmayayım, hoş geldim, hoş buldum. Bundan sonra kovulsam da gitmem sanırım.

Yaşasın teknoloji.

9 Kasım 2009 Pazartesi

CUMHURİYET TÜRK MUCİZESİ

ataturk-logo-bf487f94b0-seeklogo_com

“ Küçük hanımlar, küçük beyler !

Sizler geleceğimizin gülü, yıldızı, talih ışığısınız.
Memleketi asıl aydınlığa sizler boğacaksınız.
Ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek, ona göre çalışınız.
Kızlarım, çocuklarım, sizlerden çok şey bekliyoruz.

Durdu, sordu : “ Çok çalışacaksınız değil mi? “

Çocuklar avaz avaz avaz bağırdılar : “ Söz”


“ Arkadaşlarımla birlikte ne yaptıksa sizler için yaptık. Sizin mutluluğunuz, onurunuz için yaptık.
Başınız dik gezin, kimsenin kulu kölesi olmayın diye yaptık.
Bir daha bu acı günleri yaşamayın diye yaptık.
Ödülümüz, sizin temiz, güzel sevginizdir.

* * *

“ Öğretmenler,
Ordularımızın kazandığı zafer, sadece eğitim ordusunun zaferi için zemin hazırlamıştır. Gerçek zaferi bilgisizliği yenerek siz kazanacak, siz koruyacaksınız.
Çocuklarımızı ve geleceğimizi ellerinize teslim ediyoruz. Çünkü aklınıza ve vicdanınıza güveniyoruz. “

* * *

Su gibi okuduğum bir kitap ver elimde.
Tam da bu günlerde okunması gereken.
CUMHURİYET TÜRK MUCİZESİ ( Turgut Özakman Bilgi Yayınevi )

Özellikle gençlerin, sıkılmadan tarihlerini öğrenerek okuyacakları bir çalışma olmuş Cumhuriyet.

Gençlerimizin tarihlerini öğrenmesi yarınlarına sahip çıkmaları açısından hep önemli olmuştur benim için.

Türkiye Cumhuriyeti’nin “ ilelebet payidar kalması”
bilgisizliği yenmekle” mümkün olacaktır ki, bir ulus için en önemli olan da budur.

4 Kasım 2009 Çarşamba

BİR GÜN EVİN İÇİNDE...

foster__s_home____crayons__by_youkaiyume Fırtına alarmı yüzünden okullar tatildi oğlumla evdeydik bu gün.
Bu şehir ne fırtınalar gördü, okulları tatil etmeye pek gerek yoktu ama neyse…

Oğlum sinüzit, ben grip olduğumuz için iyi geldi bize bu tatil.
Bu arada benim gribim domuz gribi değil ama sanırım paçavra gribi, savurdu attı beni.:))
Hasta olup çocuk bakmak da çok zormuş.

Bütün gün bergamut aromalı yeşil çay içtim.
Sanırım ben de alışkanlık olacak bergamut aromalı yeşil çay.
Denemeyenlere tavsiye ederim.

Evdeyiz ya televizyon izledik bütün gün.
Başbakan domuz gribi aşısı olmayacakmış . . .
Şaşırmadım, ne güzel, artık bu ülkede yaşarken sinirlerim alınmış gibi davranmayı öğrendim.

Oğlum ressam olmaya karar verdi. Sürekli resim yapıyor, kalem tutuşu daha düzgünleşti, bildiği harfleri birleştirip okuyor, ama çok uğraşmak lazım.

Facebook’daki farmville çok hoşuma gidiyor ama çiftlikle ilgilenecek zaman yok, üzülüyorum. Bana davet gönderen arkadaşların sadece komşusu olabiliyorum özür dilerim:))

Televizyondaki bilumum yarışmalardan çok sıkıldım, hele “Yemekteyiz” den iyice fenalık geldi.

Sanırım Türkiye’de tatlı olarak herkes ”tiramisu” dan başka bir şey bilmiyorlar. İtalyanları tebrik etmek lazım.

Bir sonraki yemekteyiz yarışması Antalya’da olacakmış, kimler katılır acaba?

Bütün gün yatmaktan sıkılan oğlum, “anne harf tombalası oynayalım” diyor.
Öğretmeni her bir çocuğa yapıp vermiş. Okuma öğrenmeyi teşvik için.
Bildiğiniz tombala, rakam yerine heceler ve harfler var. Tombala oynar gibi oynuyoruz. Nedense hep oğlum kazanıyor.
Bence çok zevkli ama şu an başım çok ağrıyor.

Bir gün evin içinde böyle geçti işte.

Grip, sinüzit, oyun, resim, ders, dışarıda fırtına, ben de fırtına vs. vs...



Resim : www.deviantart.com

3 Kasım 2009 Salı

NEFES

nefes-vatan-sagolsun-1254813237***

“ Basımda saçlarım kardı
Deli rüzgarlarım vardı
Ovalar bana çok dardı
Benim meskenim dağlardır dağlar

Şehirler bana bir tuzak
İnsan sohbetleri yasak
Uzak olun benden uzak
Benim meskenim dağlardır dağlar ...
Bazı filmler tanıtıma, reklama ihtiyaç duymadan vizyona girer girmez izleyici ile buluşmayı başarır.

Tıpkı kitaplar gibidir filmler de. Okurun sessiz sedasız okumak istediği kitabı kendisinin bulması gibi, seyirci de izlemek istediği filmi bulur.

Antalya Altın Portakal Film Festivali başlamışken, fazla reklam yapılmadan vizyona sessiz sedasız giren Nefes adlı filmi geçtiğimiz günlerde izledim.

Film terörün kana doymadığı 1993 yılında Güneydoğu’da Karabal Tepesi’nde bir karakolda geçiyor. Savaşmanın çözüm için tek çare olmadığını bilen, askerlerinin gözlerinin önünde öldürülmesinin etkisiyle hayata duruşu katılaşmış bir komutan ve onun idaresindeki kırk askeri anlatıyor.

Askerler ne zaman ve nereden geleceği belli olmayan bir saldırının bekleyişi içindeler.

Bu nedenle hep “uyanık” olmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Bu bekleyişi yaşarlarken ölümle hayat arasındaki o ince çizgiyi de aşmaya çalışıyorlar, ölüme alışmaya mecbur kalıyorlar.

Oysa hepsi çok genç ve hepsinin ardında bıraktıkları hayatları, aileleri, hayalleri, sevgilileri var.
Hayat onların bıraktıkları yerden devam ediyor.

* * *

Film bittikten sonra, Nefes’in neden sessiz sedasız, fazla tanıdık oyuncu kadrosu olmadan bu kadar izleyici ile buluşmayı başardığını sordum kendime.
“ Türkiye’nin en önemli gerçeklerinden birini yansıttığı için” diye yanıtladım sorumun cevabını.

Sonra bir başka yönetmenimizin geçen yıl yurt dışında aldığı bir ödül sırasındaki cümleleri düştü aklıma;

“Kazandığım ödülü tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum.”

Gerçekten tutkuyla sevilecek kadar güzeldi bizim ülkemiz.

Peki ne zaman bu kadar yalnız bırakıldık?

Tıpkı dağları kendine yurt edinmiş , geldikleri hayatlarında daha önceden silah bile görmemiş, savaş nedir bilmeyen genç askerlerimizin yalnızlığı gibi.

Belgesel tadındaki Nefes, mutlaka izlenmeli.



*** Sabahattin Ali ‘yi okuma sebebim olan şiiri