22 Kasım 2013 Cuma

MASKE

Sıradan bir gündü. Günlerden cumaydı.
Kadın kocasını işe, oğlunu okula gönderdi.
Ev şimdi kendine kalmıştı.

Kadın, -aramızda kalsın- yalnızlığı pek severdi .
İnsanın arada bir kendinle baş başa kalmasının ruha iyi geleceğini düşünürdü.

Dışarıda henüz başlamış bir yağmur vardı.
Yağmur kasım ayına ve cuma gününe yakışıyordu.

Son günlerde etrafında, - bir aylık yağmur bir günde yağacak - söylentileri dolaşıyordu. Yağsın bakalım dedi; kendine bir Türk Kahvesi yaptı.
Kahve eşliğinde yeni kitabına başladı.

Bu kitabı en çok Komiser Nevzat'ın Rum sevgilisi Evgenia'nın hikayesini okumak için almıştı.

Elindeki gazetenin haftalık kitap ekini okudu. O anda yüzündeki bütün maskeleri çıkartmıştı.
Ne anne, ne eş, ne ev kadını maskesi yoktu yüzünde. Bu maskesiz, doğal  hali çok hoşuna gitti.

Sonra mutfağa girdi; öğlen yemeği için kendine erişte makarna ve fırında kremalı patates pişirdi.
Fırında kremalı patatesin tadı çok hoşuna gitti.


Yemeğini yedi. Ardından hazırlandı.
Dersaneye gitmesi gerekiyordu. Öğlen dersi vardı. Giyindi, öğretmen maskesini taktı. evden çıkmaya hazırlandı.

Dışarıya şöyle bir başını uzattı; yağmur şiddetini arttırmıştı. Neyse ki evi ile işi birbirine çok yakındı. Kendini mutlu hissetti ...

19 Kasım 2013 Salı

HAYAT KOŞUCUSU

Sonbaharın en hüzünlü ayı bence kasımdır.
Yerini kışa bırakmaya hazırlandığı için mi  hüzün barındırır bilmiyorum ?
Artık ağaçlar yapraklarını çoktan dökmüştür. Yerler sarı, kırmızı sonbahar yapraklarıyla doludur kasım ayında. Hüznü belki de bundandır.

Sonbahar ve kışa en çok direnen şehir de bence Antalya'dır.

Yaz aylarının boğucu sıcağı için, sanki içinde yaşayan insanlardan özür dilercesine, sonbahar daha keyifli geçer.
Şu gülhatmilere bakar mısınız? Gelemeyen kış mevsimini kovalıyor sanki ...

Hele bu yıl, azıcık kendinizi sıksanız rahat rahat denize bile girebilirsiniz şu anda Antalya'da...

2013 tüm mevsimleriyle son baharın ve gidişlerin yaşandığı bir yıl oldu.
Hiç beklemediğimiz kayıplar yaşadık bu yıl. Son halkaya Nejat Uygur da eklendi.
Gidenin ardında kalmak da zormuş. Yaşayınca daha iyi anlıyor insan. Bir de hayat kaldığı yerden devam ediyor ya; en çok da bu etkiliyor beni. Bu yüzden daha bir üzülür oldum bu gidişlere ...

***
Hafta sonu aşure yaptım. Hem de iki arada bir derede. Cumartesi ve pazar günleri benim için mesai günleri olduğundan hazırlıklara bir gün öncesinden başladım.
Ders aralarımda eve gelerek bütün aşure malzemelerini hazırladım. -Dersane ve ev arasında bir sokak mesafe olmasının avantajlarını iyice kullanır oldum .-

Buğdayı da elimden geldiğince sıcak suyla yıkadım ki aşure açık renkli olsun. Tabii içine koyduğum incir ve üzümleri de sıcak suda bekletmek gerek. Neyse amacım tarif vermek değil tabii, sonuçta oluyor mu oluyor işte. Ortaya böyle bir görüntü çıktı.
****
Hakan Günday'ın yeni romanı DAHA 'yı bitirdim. Daha da yazsa okurum ben Hakan Günday'ın yazdıklarını.


Bence okuduğum en iyi Hakan Günday romanı DAHA. Sarstı, çarptı, şaşırttı ama okuttu kendini ve Daha'dan sonra Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ne yatay geçiş yapmayı düşünüyorum. Fakat bende adet haline geldi, Hakan Günday romanlarından sonra bir süre kitap okumaya ara veriyorum. İçimden gelmiyor bir şey okumak.
Geçen yıl Tüyap'ta imza gününde bunu yazarın kendine söylemiştim ve çok şaşırmıştı.

****
Sinemaya gitmek istiyorum. Ne kadar ihmalciyim film konusunda yeni bir film gösterime girecek  Erkek Tarafı  Testesteron. Mert Fırat var oyuncular içinde. Mutlaka izlemeliyim.

****
Gökyüzünde açık mavi bir hava var. Kasıma yakışıyor ve ben -kasım gökleri altında- ( bunu da Sezen Cumhur Önal söylerdi eskiden ) hayat maratonuna devam ediyorum, sıkı bir hayat koşucusu olarak !!!

12 Kasım 2013 Salı

MİNİK YARIŞ ATLARI

Geçen hafta sonu oğlumun okulunda veli toplantısındaydık.

Malum bu yıl 5. sınıf oldular, yeni sisteme göre orta okullular artık !! Fakat hiç biri henüz bu duruma alışabilmiş değil. Branş öğretmenleri ile yeni yeni kaynaşıyorlar. Bu arada ilk sınavlarını oldular. Sonuçlar bana göre güzel.


Bana göre güzel dedim ama  toplantıdaki velilerin anlamsız tavırlarından cidden rahatsız oldum. Rahatsız olmanın ötesinde endişe duydum.

Bir anne oğlunun matematik sınavından 75 almış olmasını kabullenemiyordu. " Mümkün değil; oğlum 75 alamaz !!!! Ben ondan daha fazla performans bekliyordum " gibi cümleler kurdu. Bir kısım veli doğrudan öğretmene yüklendi . Eşim ve ben olup biteni şaşkınlıkla izledik.

Konuyla ilgili yorum yapmasam olmaz ben de; o veliye öğrencilik döneminde hiç düşük not alıp almadığını sordum. Bir başka veli  " Not çok mu önemli ? " diye sordu, önemli olanın çocuğun dersi, öğretmeni sevebilmesi dedi. Fakat söz ettiğim veliyi ve diğerlerini durdurmak olanaksızdı.
O anda kendimi at yarışında hissettim. Çocuklarının notlarını birbirlerine sormalar; kendi çocuğu ile diğerlerini kıyaslamalar. Toplantıdan çıktıktan sonra düşündüm, sistem mi velileri bu hale getirdi ? Minik yarış atları yetiştirmenin ne yararı olabilir ki?

Eve geldik. Oğlum toplantıyı sordu.
" Senle ilgili duyduklarım güzeldi "dedim ona, öğretmenlerinin onu çok sevdiğinden söz ettim.
Sevgi önemli benim için. İlk okul 5. sınıfa gelen bir çocuk bir şekilde nasıl ders çalışması gerektiğini bilir çünkü.

Dünyaya getirmek için, sonra da büyütmek için uğraştığım, emek verdiğim çocuğumu yarış atı kategorisine koymaya hiç niyetim yok vallahi...