Haftanın ikinci günü rutin kontrollerimi yaptırdım.
Ultrasonu çeken doktor; " sakin olun, rahat olun, panik olmayın ama bunları da ihmal etmeyin" gibi laflar ederek canımı sıksa da, hem doktor hem insan olarak çok sevdiğim kendi doktorum, telaşlanacak bir şey olmadığını hatta mamografiyi bile iki yılda bir çektirebileceğimi söyleyerek beni rahatlattı.
doktorluk böyle olmalı, doktor hastayı rahatlatmalı, panik olmamalı.
Neyse hayatımdan bir altı aylık ultrason macerası da böylece geçmiş oldu.
Ertesi gün soluğu sinemeda aldım. Kelebeğin Rüyası'nı izledim.
Çok hüzünlendim ben filmi izlerken ve film bittikten sonra.
İnsanın genç yaşta öleceğini bilerek yaşaması ne kötü !!
Neden şairler erken ölür acaba? Filmde geçen şu şiir o kadar çok şey anlatıyor ki aslında :
ÖLDÜKTEN SONRA
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan...
Sinemadan özellikle Mert Fırat'ın oyunculuğuna bir kez daha hayran kalarak ayrıldım.
Sonra soluğu kitapçıda aldım. İki kitap daha ekledim kitaplığıma.
Gırnatacı bir doktorun kaleminden çıkan ilk roman oluşu ile dikkatimi çekiyordu zaten. Hemen başladım ve çok da iyi gidiyor.
Fang Ailesi de ayrıca keyifli gibi. Sırayla okumayı düşünüyorum. Zaten bu günlerde ders çalışır, ödev yapar gibi kitap okuyorum.
Bu gün dostlarla birlikteyim. Şubat ayını sevdiklerimle bitireceğim. 2013'ün ocak ve şubat aylarını sevemedim.
Marttan küçük bir dileğim var.
Baharı yaşatsın bize. Yaprak dökümü olmasın. Eksilenler olmasın hayatlarımızdan...