28 Mayıs 2010 Cuma

ÖLÜMSÜZ

fotograf-00211
fotograf-0017
fotograf-0006


Dünya denen mavi gezegende gökyüzünde kavga vardı o gün.

Rüzgar esiyor, yağmur yağıyordu ve aynı anda güneş bulutların arasından uzatıyordu başını.

Üçü de bulundukları yeri paylaşamıyorlardı.

Az sonra güneşin renkleri yansıdı mavi bulutların üzerine ve gökkuşağı şöleni selamladı yer yüzünü.

Renkleriyle haydi artık barışın da kendinize gelin der gibiydi gök kuşağı.

* * * *

Mavi gezegenin yüzünün güneşe dönük olan kısmında, o an için her şey yolunda görünüyordu.

Hayat aynı hayat işte; devam ediyordu.

İki minik yavru büyümeğe uğraşıyordu.

Biri bir kadının bacaklarına dolanan kedi yavrusu,

Diğeri sarı saçlı, ela gözlü insan yavrusu.

Gökyüzünde, yağmurla güneşin kavgasını gökkuşağı renkleriyle bitirmeye çalışırken;
bir kadın, deliler gibi yaşadığı anı fotoğraflarla ölümsüzleştiriyordu.

Yaşanan an ölümsüzleşirse eğer, insan da ölümsüz olurdu ve kadın bunu biliyordu !!!

23 Mayıs 2010 Pazar

DÜNYA DÖNÜYOR SEN NE DERSEN DE!

resim-078
000120031111000400051

Eve geldi, formasını çıkartıp ev giysilerini giydi.

Çok acıktığını söyledi. Bir şeyler hazırladım ben de .

Yerken sohbet ettik biraz.

- “ Biliyor musun dünya dönüyormuş anne “ dedi.

Hayat Bilgisi dersinde öğretmiş öğretmeni ama o bunu büyük bir keşif yapmış gibi söyledi.

Sonra devam etti :

- “ Ama yavaş yavaş dönüyormuş dünya, zaten hızlı dönse bizim de başımız döner di mi anne ? “ dedi. – işte o muhteşem sorularından biri daha !!- Güldüm söylediklerine; yediği tabağı toplayıp, bulaşıkları yıkadım sonra.

O’na : - “ Ah be oğlum, şimdi küçüksün anlamıyorsun, bir zaman gelecek o kadar hızlı dönecek ki dünya, senin de başın dönecek, ben ne ara büyüdüm de bu yaşa geldim diyeceksin” demek istedim . . . vazgeçtim erteledim.

Sonra birlikte mevsim kartı yaptık, dünya döndükçe değişen mevsimleri anlattım ona.
Bir de geceyle gündüzün oluşumunu.
Kara gözlerini kocaman aça aça dinledi beni.

Şimdilik bu kadarı yeter bence.

Dünyanın aslında çok hızlı döndüğünü şimdiden bilmesin o değil mi?

Benim ne zaman kendimi kırklı yaşların içinde bulduğumu, kendisinin ne zaman doğup büyüdüğünü bilmesin o; dünyayı yavaş dönüyor sansın, hızlı döndüğünü anlayınca annesi gibi şaşırıp kalmasın !!!

1. FOTOĞRAF 42 YIL ÖNCE KARLI BİR İSTANBUL AKŞAMI
2. FOTOĞRAF 7 YIL ÖNCE ANTALYA'NIN SICAK TEMMUZ GÜNLERİNDEN BİRİ

17 Mayıs 2010 Pazartesi

BİR DE BAKTIM YOKSUN

61140

Çocukken çok sevdiğim diziler vardı benim.

Haftada bir yayınlandığı için gününü iple çekerdim.

Televizyonun tek, radyonun üç kanallı günlerine tanıklık ettiğimden kendimi hep şanslı bulmuşumdur nedense.

TRT 1 radyolarında yayınlanan Arkası Yarını hiç unutmadım, yayın saati her sabah saat 10:00 ‘du.

Annem sayesinde ben de tiryakisi olmuştum ama en çok Arkası Yarın bittikten sonra başlayan Okul Radyosu’ydu bende ayrıca tiryakilik yaratan.

Sabahçı olduğumda öğleden sonra 16:00’daki yayını, öğleci olduğumda sabah 11:00’deki yayınını mutlak izlerdim.

Yaşar vardı okul radyosunda hatırladığım, bir de Pınar.

Onların kim olduğunu çok merak ederdim, bir de gerçek adlarını.

Görünmez arkadaşlarım derdim onlara. Sanki aynı mahallede oturuyormuşuz da, okula falan birlikte gidiyormuşuz, sokağa çıkıp birlikte oyun oynuyormuşuz gibi hissederdim.

Selma Yeşilbağ, Meral Babacan, Sungun Babacan, Yeşim Kopan, Yekta Kopan sesleriyle can verirlerdi Okul Radyosu’nun kahramanlarına.

Sonra sevdiğim dizilerdeki kahramanlara da ses verdiler hep.

Şeker Kız Candy Selma Yeşilbağ’ın sesiyle hayat bulmuştu.
Kuzen Balki’yi, Şirinler’deki Güçlü’yü Yekta Kopan seslendirirdi.

Hay Allah, ne yazacaktım, nerelere geldim?

70’li 80’li yılları neden bu kadar çok özlüyorum acaba?
Konu açıldı mı, ne dilime ne klavyeme hakim olamıyorum.

Yekta Kopan’ın ayrıca yazar olduğunu yeni öğrendim ben.

Geçtiğimiz günlerde Yunus Nadi öykü ödülünü kazandı.

Öykü Kitabının adı Bir de baktım Yoksun.

Biraz internetten araştırdım, meğer ne kadar çok kitabı varmış sevgili Yekta Kopan’ın.

Çocukluk arkadaşlarımdan biri ödül almışcasına sevindim.

Hemen kitaplarını edinmeye başladım. Kitaplığımda O’nun kitaplarından oluşan bir köşe yapacağım.

Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarından biriyle aynı döneme tanıklık etmek gurur verici.

Yekta Kopan’ın başarılarının devamını dilerim, hem de tüm kalbimle…






Kitap Resmi : www.kitapturk.com

12 Mayıs 2010 Çarşamba

PAPATYA TARLASI

ssa42322

Kendi anlatmadı, nedense sevmiyor kendinle ilgili konuşmayı.

Pazar günü öğretmenini anneler günü için birlikte aradığımızda öğretmeni anlattı.

Cuma günü öğretmen sınıftaki öğrencilere “ Anneniz sizin için ne ifade ediyor söyleyin ve bununla ilgili bir de resim yapın “ demiş.

Benimki parmak kaldırıp; – “ Öğretmenim annem deyince aklıma koskocaman bir sevgi geliyor “demiş.

Sonra kendisi ile benim resmimi yapmış, ikimiz de gülen surat halindeyiz resimde ve birlikte papatya topluyoruz.

Öğretmen çok beğenmiş resmini.

Parmak kaslarındaki problem yüzünden yazması çok da verimli olmayan oğlum bir de resmin arkasına “ Canım anneme “ yazmış.

O gün okuldan geldiğinde resmi elinde tutarak bana verdi ve “ – Bak anne biz burada senle papatya tarlasında papatya topluyoruz “ dedi hepsi o kadar, diyorum ya sevmiyor kendi ile ilgili konuşmayı.

Öğretmeni “ Onlar bu yıl okuma ve yazmayı öğrenmekle çok büyük bir dağ devirdiler, yaptıkları çok önemli, senin oğlan ise bu dağın iki iç kat büyüğünü devirdi ” dedi.

Oğlum okuyor, yazıyor artık; dönem başına göre kendini aştı ya, budur benim bu yıl ki anneler günü hediyem . . .

6 Mayıs 2010 Perşembe

MİYOP GÖZLER

animal_in_me_8d_by_royaled

Dün arkadaşlarım A ve S sabah kahvesine bana geldiler.

Çarşamba günü boş günlerimden biri olduğundan, onlarla Türk Kahvesi eşliğinde sohbet etmek bana da iyi geldi.

A öğleden sonra göz doktoruna randevusu olduğunu söyledi.

6. sınıfa giden kızının gözleri bozukmuş, uzağı göremiyormuş miyopmuş.

Sorun çocuk rahatsızlığı olunca her anne gibi A da biraz telaşlıydı.

Bizim S ise her zaman rahat bir kadındır,
A’ya - “ Görme bozukluğunun çaresi çok telaş etme dedi, hele miyop tedavisi şimdi çok kolay, dilerse gözlük kullanır, dilerse lens, hatta lazerle tamamen göz bozukluğunu ortadan kaldırma olanağı bile var sen kızının uzağı görebilmesini sağla, önemli olan bu bence “ dedi.

Ben ikisini sessizce dinlerken A’nın şaşırdığını gördüm, -“ Doktora götürüyorum ya işte daha ne yapabilirim? dedi.

S uzağı görme konusunda mecazi bir anlam kullanmıştı, A’ya açıklamaya çalıştı:

- “ Kızının bu günkü tercihleri geleceğinin belirleyicisi olacak.
Okuyacağı okul, seçeceği meslek, o mesleği sevmesi ya da sevmemesi, hayatını birleştireceği insan ve bunun gibi kararlar alırken uzağı görebilme yeteneği olmalı bunu sağla bence “
dedi.

A şaşkın bakmaya devam ederek : - “ İyi de bu nasıl mümkün olur? “ diye sordu.

S : - “ Onun önce kendini tanıyıp anlamasına izin ver, sonrası ardından gelecek. Bak mesela kendi hırsına kapılıp okul hayatında çocuğa yarış atı muamelesi yapma, gelecekte ne olmak istediğine bırak o karar versin “ dedi.

Ben de onları dinlerken konunun uzağı görme yani miyop sorunundan buralara kadar nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordum.

A, S’ye dedi ki : –“ İnsan kendini çoğu zaman tanıyamıyor bile, çünkü sürekli bir değişim içindeyiz, bu gün sağlıklı karar verdiğimizi düşündüğümüz konular yarın pişmanlıkla sonuçlanabiliyor, çünkü hayat denen şey çok karmaşık, nerede ne olacağı bilinmeyen uzun bir yolda yürümek gibi hayat.

Bunları pratikte konuşmak çok kolay peki uygulamaya gelince ne olacak?
İnsanın önlenemez değişimine hiç kimse dur diyemez ki.
Sanırım benim de, senin de bu konuda yapacağımız fazla bir şey yok, miyop gözlerden kurtulmanın anahtarı bence sadece kızımın elinde ve biz bu anahtara hayat tecrübesi diyoruz .


Kahveler bittiğinde benim de aklım karışmıştı.

Kendimi düşündüm.

İlk gözlük kullandığım yaşlarım 15 16 yaşlarımdı, şikayetim önceleri miyoptu, yıllar içinde miyopa bir de astigmat eklendi, gözlerim cisimlerin görünümünü de karıştırıyordu yani , öte yandan yıllar içinde sevdiğim bir işim, güzel bir evim, güzel dostlarım olmuştu.

Bunu nasıl sağlamıştım?

Taa o zamanlardan uzağı görerek mi, yoksa A’nın sözünü ettiği hayat tecrübesi denen anahtarı kullanarak mı?


Resim : www.deviantart.com

2 Mayıs 2010 Pazar

YAZACAK NE ÇOK ŞEY VAR ...

bodrum-8-241008-300x225

Yazacak ne çok şey var aslında. . .

Birikti hepsi birer birer.

Hava mesela, çok dengesiz bu ara.
Ne yaptığı belli olmayan insanlar gibi.
Bir sıcak ve samimi, bir serin ve mesafeli.
İnsan nasıl davranacağını bilemiyor kendisine.

* * * *
İşçi bayramı bu yıl çok coşkulu kutlandı Antalya'da, bu bile ayrı bir yazı konusu olabilir.

* * * *
Ya Siirt'te yaşanananlar, güzel yurdumun acınası, içler acısı halleri?

* * * *
Haa bir de İzmir' deki seri katil var, bir insanın nasıl bu hale geldiğinden başlanıp, önüne gelenin silah kulllanmasının doğurduğu sonuçlardan şahane bir yazı ortaya çıkabilir.

* * * *
Oğlum anneler gününde çok güzel bir şiir okuyacak, evde hazırlanıyoruz birlikte, o okuyor ben duygulanıyorum; bak bu da uzun bir yazı konusu olabilir.

* * * *
Bu gün kitap kurdu yeğenim Melis'e çok şeker bir kitap aldık, o kitabı bitirir bitirmez ben de okuyacağım, haa karar verdim biraz çocuk kitapları okumak istiyorum ben, hiç de fena fikir değil. Nedenleri mi? O da bir yazı konusu işte.

* * * *
Diyorum ya yazacak o kadar çok konu var ki ...

Eeee, yaz o zaman diyorsunuz değil mi?

Yok yazamıyorum ki, sorun burada başlıyor işte...

Açık öğretim final sınavları havasına girdim ben, öğrencilerime bol bol soru hazırlıyorum.

Strateji, misyon, vizyon, sermaye bütçelemesi kararları, uluslar arası piyasalar, arz eğrisi, talep eğrisi derdim bunlarla bu aralar.

Kafamı toparlayamıyorum bir türlü.

Klavyenin başına oturunca soru yazasım, konu özeti çıkarasım geliyor.

Başka bir şey yazmaya koşullandıramıyorum kendimi.

Neyse çok sürmeyecek bu durum çünkü mayıs sonunda final sınavları, var sonra yine kendimle başbaşa kalacağım elbette.

Öğrenciler mi?

Onlar benden rahat vallahi, sanki yer değiştirmiş gibiyiz, ben öğrenci onlar öğretmen.

Bu da böyle değişik bir duygu işte.

Demem o ki buralardayım aslında, üstelik mayıs coşkusu her yanımdan taşıyor.

Eğer ay sonuna kadar yukarıda söz ettiğim ders konuları ile ilgili yazılar görürseniz sakın şaşırmayın olur mu?

Ne de olsa vizyonum da, misyonum da yazmak, öğrenmek, bir de naçizane öğrencilere bir şeyler öğretmek üzerine kurulu değil mi?