24 Eylül 2012 Pazartesi

ANTALYALI OLMAK

- Antalyalı olmak için Antalya'da doğmaya gerek yoktur. Pekâlâ sonradan da Antalyalı olunabilir .

- Antalyalı olmak, varyanttan yürüyerek Konyaaltı Sahili'ne inip denize girip; sonra da aynı şekilde yürüyerek eve dönmektir.

- Antalyalı olmak, tatil ile günlük hayatı birleştirmektir .

- Antalyalı olmak, başını uzattığın bir yerden mutlaka Bey Dağları'nı görmek, hatta bu dağları hafta sonu yürüyüşleriyle fethettmektir.

- Antalyalı olmak, şimdiki Yat Limanı'nın " İskele" hallerini bilmektir.

- Antalya'lı olmak, bir dönem Kale İçinde yaşamış olmak ve Kale İçini de avucunun içi gibi bilmek demektir.

- Antalyalı olmak,  'Beach Park' a teslim olmuş Konyaaltı sahillerindeki obalarda mutlaka bir kaç yaz geçirmiş olmaktır.

- Antalyalı olmak, " TİRMİS " in ne olduğunu bilmek ve " TİRMİS " sevmektir.

- Antalyalı olmak, yanık sütten yapılan  dondurmanın tadına bayılmaktır.

- Antalyalı olmak, kışın soğuk poyrazına teslim olmaktır.

- Antalyalı olmak,  "  Haziran 15 -  Ağustos 15 "  tarihleri arasında klima, vantilatör ve benzeri serinletici cihazlarla gereğinden fazla samimi olmak; sudan çıkamamak demektir.

- Antalyalı olmak, yazın balkonda uyumaktır.

- Antalyalı olmak, tahini fasulye piyazının içinde ve kabak tatlısının üzerinde
yemektir.

- Antalyalı olmak, karma karışık bir trafiğe teslim olmaktır.

- Antalyalı  olmak, baharda sokakları portakal çiçeği kokan bir şehirde yaşamaktır .

-  Antalyalı olmak Toros Dağları'nın eteklerinde denizin dağlarla birleştiği çizgiye  - özellikle sabahları -  bakıp mutlu olmaktır ...

21 Eylül 2012 Cuma

BEŞ BUÇUK ...



Ben okula 5,5 yaşımda başlamışım.
Benim zamanımda okula başlama yaşı 7 idi.
 O zamanlar  boyum yaşıtlarımın iki katı olduğundan ve kalem, kitap kırtasiye ile 4 yaş itibarı ile haşır neşir olduğumdan; canım annem babam beni -dahi- sanmış olmalılar ki okula erken başlatmışlar.

Devlet okulları 5,5 yaşındaki sübyanı okula almadığından ve fakat annem ve babam bu konuda inat ettiğinden beni özel okula vermişler.

Sonuç bana göre fiyasko !!!

İlk okulun ilk üç senesini  hiç hatırlamıyorum.
Hatırladığım, sınıfta sık sık çişimin gelmesiydi, öğretmenin de ikide bir tuvalete gitmeme  izin vermemesiydi. Yemekhanede yemek yemekten de nefret ederdim.

Ders durumumu hiç sormayın, ben de anlatmayayım.
Matemetiği 5. sınfta öğrendim.
Orta okul ve lisede çok değerli öğretmenlerim oldu ve ben akademik başarımı onlara borçlu olduğumu düşünürüm hep.

Benim yaşadıklarımı kuzenim de yaşadı. Aralık ayının sonunda doğmasına rağmen o da ilk okula 5,5 yaşında başladı ve çok sıkıntı çekti.
Oğlum ilk okula 6 yaş 2 aylık olarak başladı ki ben; onu bir yıl sonra okula başlatmak istedim. Mahalle baskısı yaşadım bolca.

Ben hariç herkes çocuğun boyunun çok uzun olduğundan okula vaktinde başlaması gerektiğini söyledi.
Hayatımın en büyük hatasını yaparak onları dinledim ve sonuç yine fiyasko oldu.
Oğlum 1. sınıfı pas geçti, ikinci sınıfa geçtiği yaz okumayı söktü.
Hayatımın en kötü dönemleriydi o dönemler.
Şimdi atlattık çok şükür. Herşey yolunda ama yaşadığım stresi bir ben bilirim.

Diyeceğim o ki; çocukları 2007 ve sonrasında doğan anneler, gerçi okullar açıldı ama yine de zaman var. çocuklarınızı okula 5,5 yaşında vermeyin;
5,5 yaşında bir çocuk oyun çocuğudur bence. Eğer bir uyumsuzluk varsa da öğretmenle müşterek hareket edin, zorlamayın çocukları.

Mutlaka istisnalar vardır ama bu yaşadıklarım  da tecrübeyle sabittir. Eğer tam yaşımda okula gitseydim bu gün çok farklı yerlerde olurdum bundan eminim.

72 ay geç değil tam zamanı ama 5,5 yaş  da çok erken ...

17 Eylül 2012 Pazartesi

ORGANİK EV KADINI!!!

 
 

Ben pek bilmem evde, ev yapımı ürünler yapmayı !!!!!!
Misal, evde salça, tarhana, zeytin yapmayı falan  hiç denemedim.
Bak reçelin hakkını yememem lazım. Bazı reçelleri güzel yaparım da; bir yere kadar işte.

Antalya'da öyle bir arkadaş  çevrem var ki; maşallah haklarını yemeyeyim hepsi hamarat ev kadını. Ben onlara organik ev kadınları diyorum !!!

Kendi salçalarını yaparlar, muhteşem tarhana yaparlar, reçellerinden hiç söz etmiyorum. Mevsim geçişlerinde buzdolaplarının buzlukları onların hazırladıklarıya dolup taşıyor.

" Ben hayatımın bir bölümünü öğrenci; hatırı sayılır bölümünü de çalışan ve öğretici olarak geçirdiğimden böyle şeylere zaman bulamadım " dersem inanmayın !!!!!
Çünkü artık anladım ki yapmak için istemek lazım.

Kendimi söz ettiğim arkadaşlarımın yanında " hadi len sen de ev kadını mısın ?" şeklinde görmeye başladığımdan, bu hafta sonumu kışlık hazırlıklarına ayırdım. Valla kendi çapımda becerdim de.

Haaa, öyle salça, tarhana falan yapamadım ama, evde ne kadar patlıcan varsa küp küp doğrayıp kızarttım; soğuduktan sonra poşetlere doldurdum.

Domatesleri blendırdan geçirip, içine biraz da tuz atıp kaynattım.
Tarif edildiği üzere  kavanozlara doldurdum. Dolabıma yerleştirdim.

Haa bir şey öğrendim, hemen paylaşayım; domatesler kaynarken diğer yandan bir kabın içine domatesleri koyacağınız kavanoz kapaklarını da koyup kaynatıyorsunuz; kaynamış domatesleri sıcak sıcak kavanozlara koyup hemen kapağı kapatıp kavanozu ters çeviriyorsunuz.

Bir gün böyle bekliyor ve ertesi günden itibaren o domatesleri salça ile eş değer lezzette kullanabiliyorsunuz.

Bu arada evde yoğurt denedim; itiraf edeyim lezzetli ama çok sulu oldu. Neyse onun da püf noktasını öğrendim, bir dahakine başaracağım inşallah !!!

Bu hızla ve bu hevesle gidersem sanırım önümüzdeki yaz kendi salçamı ve tarhanamı yapıyor olacağım :)))))

Demek ki neymiş?
Organik ev kadını olmak için istemek önemliymiş :)))

10 Eylül 2012 Pazartesi

YOLCU YOLUNDA GEREK..


Kırk yıllık hayatımın bana öğrettiği yegâne deneyim; insanın rahata ve tembelliğe çabuk alışmasıdır !!!

Bu yaz tam anlamıyla ağustos böceği kıvamındaydım ve bundan asla pişman değilim.
Biliyor musunuz ağustos böceklerinin hayatları da kelebeler kadar kısaymış; eminim onlar da yaz aylarını şamatayla geçirdiklerine pişman değillerdir !!!

Tembelliğin rehavetine bir de tatil eklenince en kötü an, eve dönüş anı bence.

Daha da kötüsü hemen ertesi gün işe başlamak olmalı.

Esnek ve evden de yürütebildiğim bir işim olması bence büyük şans.
İşe başlama konusunda ciddi sıkıntılar yaşamıyorum amaaaa, evde çalışmak daha doğrusu tatil dönüşü çalışmak bence KADIN ruhunu zedeleyici bir şey.
Çünkü evin işi de  hiç bitmiyor ...

Hafta başı bu yıl ki zorlu maraton başlıyor.
Daha önce yazmıştım, " Açık Öğretim Fakültesi " yeniden yapılanmaya gitti.  Kırk farklı ders var bu yıl ve benim payıma düşen on beş ders. Bu da masa başından kalkmadan çalışmam demek.

Ve ben halen ağustos böceği havamdan kurtulamadım.
Kurtulmanın  bir yolu var mıdır? Onu da bilmiyorum.

Yazı başlığında gördüğünüz fotoğrafın yazıyla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz .
Onlar eylül ayı kitaplarım.
Yol arkadaşlarım, kısa molalarda bir fincan kahve veya çay eşliğinde sığınacağım kitap limanlarım.

Tabii bu koşuşturmada hepsini eylülde bitirebilir miyim onu da bilmiyorum !!!

Eee, yolcu yolunda gerek. Hayat devam ediyor ve biz  de hayat yolunda yürümeye devam ediyoruz.

5 Eylül 2012 Çarşamba

DÖNÜŞÜM

Hayat bir dönüşümden ibaret aslında ve bu dönüşüm biraz da insanın kendisiyle ilgili.
Eğer keyif alıyorsak yaşamaktan, üretmekten denizin içinde pırıl pırıl görünen taşları
 
 
böyle güzel bir aynaya dönüşterebiliriz mesela.

Sayılı günler çabuk biter; tatilimiz de çabucak bitti.
Hızla akıp giden hayatın içinde 2012 yazı anılarında yerini aldı.

Kaş öyle bir yer ki; bir kartpostalın içine bodoslama dalıyor gibi hissediyor insan.
Hangi manzarayı izleyeceğini, nerelerin fotoğrafını çekeceğini şaşırıyor doğal olarak.

Ben bu sefer gün bitimi ile başladım fotoğraf çekmeye. Kaş'a indiğimizde çoktan güneş batmıştı ve ay nazlı nazlı gösteriyordu yüzünü.

Kaş'a inince buzlu badem yemeden olmaz; hemen soluğu bizim emektar bademcide aldık tabii..
Gündüzleri denizden çıkmak gelmedi içimizden...
Güneş kaldığımız evin penceresinden dört gün boyunca böyle battı.
Tatilde kitap okumamak olur mu? Bu iki kitap eşlik etti bana.
Ayıcık nostaljik; eşimin, görümcemin çocukluğundan kalma. Kaldığımız evin sahipleri benim gibi anıları korumaya meraklı olmalılar, bir sürü çocuğun oyuncağı olan ayıcığı kıyamamışlar atmaya...
 
 
Diyorum ya, hayat bir dönüşümden ibaret aslında. Her ne kadar deniz taşlarını aynaya dönüştüremesem de; tatilde, iyot, taze nane, fesleğen kokularını ciğerlerime çekip, yeşilin mavinin her tonundan nasibimi alıp, ruhumu dönüştürmeyi, iyileştirmeyi  başardım sanırım ...
Eh bu da bana bir kış yeter ...