16 Ağustos 2010 Pazartesi

YATAK ODASINDAKİ DOLAP

untitled2

Yeni taşındığı için eşyalarını yerleştirmekte olduğu evinin balkonuna çıktı.
Kendine bir yorgunluk kahvesi yapmıştı.

Birkaç yıl önce birileri ona yıllar sonra çocukluğunun geçtiği yerlere geri döneceksin ve tekrar buralarda yaşamaya başlayacaksın deseydi inanmazdı.
Oysa ani bir kararla on beş yıldır yaşadığı şehri terk edip, kızını da yanına alıp geri dönmüştü işte.

Kahvesini içerken etrafa gözü takıldı.
O eski evler kalmamıştı artık, hep çok katlı yeni binalara dönüşmüştü o güzelim geniş bahçeli evler.

Havanın çok sıcak olduğunu düşündü sonra. “Ne yapalım yaz ayları tabii sıcak olacak” diye geçirdi aklından.

Kahvesi bitince kalktı, balkondan içeriye girip eşyalarını yerleştirmeye devam etti.

Her şey iyi güzel yerleşmişti de yatak odasındaki dolap gözüne takılıyordu.

Yeni evinin geniş bir salonu, mutfağı ve banyosu vardı ama yatak odası aynı genişlikte değildi.

Elbise dolabını yatağın ayak ucuna koymak zorunda kalmıştı.

Dolap öyle eğreti duruyordu ki gece uyurken üzerine devrilecekmiş gibi hissediyordu.
Dolabın yerine çare aramayı düşündü, sonra vazgeçti; hele iyice bir yerleşsin ona da bir çare bulurdu elbet.

Biraz sonra kızı Ada geldi. Anneannesi ve dedesiyle çok güzel vakit geçirmişti.

Buraya geldiğimiz iyi oldu diye düşündü, anneaanesi  ve dedesi  küçük Ada’ya doyacaklardı artık. Ada da burada olmaktan mutluydu.

Sonra ardında bıraktığı şehri ve hayatını düşündü, eşinden ani bir kararla ayrılmasını, iş değişikliğini, son bir kaç yılda ardarda gelen sorunlarını düşündü.

Yeni evine yerleştiği, bu gün hayatında milat olacaktı.

Takvime işaret koydu, 2. hayatım diye not düştü. Ayın onaltısıydı, günlerden pazartesiydi.

Akşam saatlerinde Ada’ya yemek hazırladı, banyosunu yaptırdı bütün günü oyunla geçirmiş olan küçük kız - “ Yarın yine dedemlere gideceğiz di mi anne?” diyerek uyudu. Kızını yatağına yatırdı.

Havadaki acımasız sıcak giderek artmıştı. Sıcaktan öte tuhaf anlamlandıramadığı bir şeyler vardı, gece geçmek; sabah olmak bilmiyordu.

Odasına çekildi, yaz aylarında televizyon hiç izlenmiyordu, zaten televizyonla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı.

Yatağın baş ucundaki abajuru açtı, kitabını okumaya başladı.

Gözü ikide bir, devrilecekmiş gibi duran dolaba takılıyordu. Buna yarın mutlaka çözüm bulmalıyım diye geçirdi aklından.

Ne kadar zaman geçti bilemedi. Ada’nın yanına geldiğini gördü. –“ Anne uyuyamadım korktum karanlıktan birlikte uyuyalım mı?” diyordu küçük kız.

Saatine baktı saat 02.30’du.

-“ Ada’ cığım hadi gel bu gece salonda uyuyalım, bu oda çok sıcak “dedi.

Kızını alıp salona geçti, Ada uyumaya devam etti ama onun uykusu bölünmüştü bir kere; “sabaha kadar otururum artık” diye söylendi kendi kendine. Bu uyku bölünmesi Ada’nın doğumundan kalmıştı ona.

Ada’yı salondaki çek-yatın üzerinde bırakıp mutfağa geçti, kendine bir bitki çayı yaptı. “Papatya çayı uyku verirmiş deneyelim bakalım” diye düşündü.

Çayını yavaş yavaş içmeye başladı.

O sırada beklenmedik bir şey oldu.

Birden her yer sarsılmaya başladı, ne olduğunu anlayamadı; sadece sarsıntıyla birlikte derinlerden gelen bir uğultu duyuyordu.

Kızını kucakladığı gibi evden dışarı attı kendini. Daha sonra düşünüce bunu nasıl yapabildiğine kendi de şaşacaktı.

Küçük kız olup bitenin farkında değildi.

Çocukluğunun geçtiği o güzel sokaklar insan çığlıklarıyla dolmuştu.

Binalar domino taşları gibi yıkılıyordu.

Heyecandan titremeye başladı. Annesini babasını düşündü.

Kucağındaki kızına sıkı sıkı sarıldı, sürekli kendi kendine; ” iyi ki uyumamışım; iyi ki “ diyordu .

O kalabalığın içinde birkaç saat sonra anne babasını buldu, neyse ki onlara da bir şey olmamıştı.

Yüzyılın coğrafya değiştiren depremlerinden birini yaşıyorladı. Kendilerini çok zor günlerin beklediğini henüz hiç kimse bilmiyordu.

Birkaç gün sonra oturdukları daireye girdiler.

Bina hafif çatlaklar olsa da yıkılmamıştı.

Evin içindeki bütün eşyalar bir yerlere savrulmuştu.

Yatak odasına girdiğinde kendisini rahatsız eden elbise dolabının yatağın üzerine düştüğünü ve yatağın kırıldığını gördü.

Hayat böyle bir şeydi işte, yaşadıkları şans mıydı, tesadüf müydü?
Bilemedi.

İnce bir ip üzerinde yürümek miydi hayat?

Ne yazık ki herkes o ve küçük kızı kadar şanslı değildi.

İp acımasızca kopabilirdi, bazıları için çoktan kopmuştu bile...

* * * *

Blog Not : 17/ Ağustos/1999 Marmara Depreminde tüm gidenlerin, ama en çok henüz dört yaşında olan ve deprem sırasında uyurken üzerine elbise dolabı düştüğü için hayatını kaybeden küçük bir kızın anısına… …

13 yorum:

melis pamuk dedi ki...

Teyzecim senin sonunu daha çok sevdim.Ne kadar korkunç bir şey keşke sabitleselermiş allah korusun kimsenin başına gelmez bi daha umarım tüylerim diken diken ...

DİLEK dedi ki...

O acılar zamanla unutuluyor.Her zaman hatırlamak gerek oysa.Nelere dikkat etmemiz gerekenleri ne çabuk unuttuk.Oysa her şeyi dinliyorduk o dönemlerde.Depreme çantamız,başucumuzda duran düdüklerimiz....Ahh ahh...
Gerçekten zamansız yakalanılan şeyden kurtulmak mucize çoğu zaman.
İkisinin de kurtulmasına çok sevindim...

Özlem dedi ki...

Sanırım en çok çaresiz kalmak üzdü hepimizi.
Acının karşısında hiç bir şey yapamamak.
bir daha tekrarlanmaması hepimizin dileği.
Sevgilerimle Özlem'cim.

Özlem dedi ki...

Çok büyük bir trajediydi yaşanan Dilek'cim, benim hikayemdeki gibi kolay kurtulan olmadı hiç.
İki ay sonra bile Gölcük, Değirmendere sokakları ölüm kokoyordu hâlâ.
Ders alındı mı?
Zor bir soru değil mi?
Başka acılar görmeyelim, güzel şeyler düşünelim hep Dilek'cim.
Sevgilerimle...

Özlem dedi ki...

Gelmesin Melom öptüm kocaman seni:))

mavianne dedi ki...

canımmmmm
çok etkilendim hikayenden
herşey güzel olsa değil mi kaç yıl oldu yitip gidenler unutulmadı
ama kalanlar bir şekilde devam ediyor bu hayata
küçük nazana Allahtan rahmet diliyorum
arkadaşım Ayşe de malesef depremde değirmenderede evinde yatağında vefat etti
ona da buradan Rahmet diliyorum
Mekanı cennet olsun

Elif dedi ki...

Sonunun böyle biteceğini tahmin etmeden okumuştum. çok etkilendim. 17 ağustos bizim içinde yüreğimizin yandığı kapkara bir gün. Annemizi kaybettik biz depremde. 11 yıl oldu ama acısı hiç dinmiyor. Allah birdaha böyle acı yaşatmasın. Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın..

Özlem dedi ki...

O depremde o kadar çok kaybettiğimiz yakınımız oldu ki Fatma'cım, ben on bir yıl sonra bile
ne 16, ne de 17 Ağustos günlerini yaşamak istemiyorum hâlâ.
Dualarımız onlarla.

Ramazan Işık dedi ki...

O günler bir daha gelmesin.

Özlem dedi ki...

Kesinlikle Ramazan Bey, kesinlikle gelmesin.
Katlanamayacağımız acılar yaşamayalım.

Ezgi dedi ki...

Erzincan'da okuduğumda bolca depremle karşılaştım.1992 Erzincan depremini de yaşayan birisi olarak,ne kadar can sıkıcı,üzücü ve korkutucu olduğunu biliyorum...
İnşallah bir daha gelmez o günler...

Rürup Rente dedi ki...

selam ben senay, gercekten super bir site, eger facebook veya twitter varsa eklemek isterim...

kız oyunları dedi ki...

Hocam blogunuzu inceledim gayet güzel bir blog yapmışsınız. Eğer mümkünse msn veya r10 dan size ulaşmak ve tanışmak isterim..