Her şey bir tülün arkasında saklı şimdi.
Bildiğimiz, pencerelerimize astığımız bembeyaz bir tül.
. . .
Onları tanıdığımda 3- 4 yaşlarımdaydım.
Moda’da ilk oturduğumuz Akasya Apartmanı’nda komşularımızdı onlar bizim.
Beş katlı apartmanın en üst katında otururduk, hemen bir alt katımızda da Onlar.
İkisi de uzun sayılabilecek bir yaşamı birlikte paylaşmışlar ve evliliklerinin üzerinden hatırı sayılır yıllar geçmişti.
Hiç çocukları olmamıştı bu süre içinde. En büyük özlemleri de buydu işte.
Şimdi, yaşlılık demleri kapıya gelip dayandığında, yıllar süren çocuk özlemine bir de hiç sahip olamayacaklarını bildikleri torun özlemi eklenmişti.
Yine de birbirlerine yetmeye çalışıyorlardı karı koca.
Zaman zaman annemden izin isteyip beni yanlarına alıyorlardı, ya da ben “ Aşağıdaki babaanne ve büyük babaya gidebilir miyim anne?” diyerek izin alıyordum annemden.
- Ben doğmadan uzun yıllar önce vefat ettiklerinden, hiç tanıyamadığım babaannem ve büyük babamın yerine koyuvermiştim onları bir çırpıda.-
Evlerine gittiğimde, çocuk akımla ilk dikkatimi çeken, eski eşyalar ve temizlik kokusu olurdu. Bir de duvarda asılı duran, o zamanki gözlerime çok büyük gelen kocaman bir ut.
Büyük bir kitaplıkları vardı ve içinde ciltli kitaplar. “ Bunları istiyorum” dediğimde, “ Okula git, biraz büyü, okuma yazma öğren o zaman” derdi, büyükbaba yerine koyduğum yaşlı amca.
“ Babaanne” ise, reçelli ekmekler ve taze sıkılmış portakal suyu getirirdi her seferinde.
Sonrasında annemle şu konuşmalarına tanık olurdum: “ Aaa , içti mi portakal suyunu, bak ben evde içiremiyorum” .
“ Evet evet içti valla. Reçelli ekmek verdim, iki dilim de ondan yedi.”
Nasıl yemezdim o reçelli ekmekleri, baharda çilek reçeli, kışın ayva reçeli, kokusuna, tadına doyamadığım çeşit çeşit ev yapımı reçeller.
Bu yüzdendir, şimdi bile ev yapımı reçelleri, hazır reçellere tercih etmem.
Babam özellikle cumartesi günleri tatil olduğundan, beni alır Moda’daki çocuk parkına götürürdü, evden çıkınca o iki ihtiyar balkondan ya da pencereden bakar, bana sevgiyle el sallar “Çabuk gel ama, geç kalma” derlerdi.
İkisinin, çoğu kere de “Büyük Baba” nın yaptıkları şey, sokak dondurmacısından bana dondurma almaktı.
Dondurmacının sesini duyduklarında, özellikle “ büyükbaba” üşenmeden aşağıya iner, dondurma alırdı.
Kendilerine ama mutlaka bana.
Bu yaşlı ve kimsesi olmayan komşularımla ilişkimiz biz o apartmandan taşınana kadar devam etti.
Yeni evimiz, yeni başlangıçlarımıza sahne olmuştu. Benim için en önemli başlangıç, hayatımı bundan sonra kardeşimle paylaşacak olmamdı.
Yeni eve taşınırken annem ve babam sevinç içindeydiler.
Ben, içten içe üzülüyordum babaannem ve büyükbabam yerine koyduğum o güzel yürekli insanlardan ayrılmaktan.
Eşyalarımız apartmanın önündeki kamyona yüklendiğinde, vedalaşmak için annemle evlerine gittiğimizde, ikisi de göz yaşları içinde sarıldılar bana.
“Biz unutma olur mu?” dediler.
“ Tamam unutmam” dedim.
Unutmadım da.
Zaman zaman annem ya da babamın eşliğinde ziyaret ettim onları.
İlk okula başlarken, bu kez okul kıyafetlerimle gittim evlerine, ellerini öptüm ikisinin.
Saçlarımı okşadılar, gözleri dolu dolu.
Yalnız, bu sefer yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. “ Babaanne “ hastaydı.
Kısa bir süre sonra da öldüğünü öğrendim. Eski komşularımızla annem konuşurlarken duydum, benden sakladılar üzülmeyeyim diye. Oysa sakladıklarını sandılar sadece.
Kısa bir süre sonra “ büyükbaba” nın da ölüm haberi geldi. Dayanamamıştı hayat arkadaşının gidişine.
Kimseleri olmadığından, konu komşu cenazeyi kaldırmış, evlerine de öylece kilit vurmuşlardı.
Yeni taşındığımız ev, eski evimize çok yakın olmasına rağmen, uzun bir süre o sokaktan geçemedim.
İkisinin de ölümü üzerinden neredeyse beş yıl geçmişti, ilk okulu bitirmek üzereydim.
Evlerinin ne olduğunu merak ediyordum.
Onca yıldan sonra, kalbim o sokaktan geçmek istemese de, meraklı ayaklarım beni götürüverdi sokağa, meraklı gözlerim ise hemen onların oturduğu apartman katına takıldı.
Ev öylece duruyordu.
“ Babaanne” nin reçel ve temizlik kokan evi, o zamandan bu zamana kapalıydı.
Sakız gibi temiz olan tüller koyu gri bir renk almış, yavaş yavaş siyaha dönmeye başlamıştı.
Kitaplar, ut, eşyalar kimbilir ne hale gelmişti?
Gözümde yaşlarla uzaklaştım oradan.
Bir daha da o eve ne olduğunu, ne merak ettim, ne de kimseye sordum.
Bilmek istemedim.
Benim anılarımdaki haliyle kalması sanki daha iyi olacaktı.
Üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti ve ben çocukluğumun ilk komşularını hiç unutamadım.
Bildiğimiz, pencerelerimize astığımız bembeyaz bir tül.
. . .
Onları tanıdığımda 3- 4 yaşlarımdaydım.
Moda’da ilk oturduğumuz Akasya Apartmanı’nda komşularımızdı onlar bizim.
Beş katlı apartmanın en üst katında otururduk, hemen bir alt katımızda da Onlar.
İkisi de uzun sayılabilecek bir yaşamı birlikte paylaşmışlar ve evliliklerinin üzerinden hatırı sayılır yıllar geçmişti.
Hiç çocukları olmamıştı bu süre içinde. En büyük özlemleri de buydu işte.
Şimdi, yaşlılık demleri kapıya gelip dayandığında, yıllar süren çocuk özlemine bir de hiç sahip olamayacaklarını bildikleri torun özlemi eklenmişti.
Yine de birbirlerine yetmeye çalışıyorlardı karı koca.
Zaman zaman annemden izin isteyip beni yanlarına alıyorlardı, ya da ben “ Aşağıdaki babaanne ve büyük babaya gidebilir miyim anne?” diyerek izin alıyordum annemden.
- Ben doğmadan uzun yıllar önce vefat ettiklerinden, hiç tanıyamadığım babaannem ve büyük babamın yerine koyuvermiştim onları bir çırpıda.-
Evlerine gittiğimde, çocuk akımla ilk dikkatimi çeken, eski eşyalar ve temizlik kokusu olurdu. Bir de duvarda asılı duran, o zamanki gözlerime çok büyük gelen kocaman bir ut.
Büyük bir kitaplıkları vardı ve içinde ciltli kitaplar. “ Bunları istiyorum” dediğimde, “ Okula git, biraz büyü, okuma yazma öğren o zaman” derdi, büyükbaba yerine koyduğum yaşlı amca.
“ Babaanne” ise, reçelli ekmekler ve taze sıkılmış portakal suyu getirirdi her seferinde.
Sonrasında annemle şu konuşmalarına tanık olurdum: “ Aaa , içti mi portakal suyunu, bak ben evde içiremiyorum” .
“ Evet evet içti valla. Reçelli ekmek verdim, iki dilim de ondan yedi.”
Nasıl yemezdim o reçelli ekmekleri, baharda çilek reçeli, kışın ayva reçeli, kokusuna, tadına doyamadığım çeşit çeşit ev yapımı reçeller.
Bu yüzdendir, şimdi bile ev yapımı reçelleri, hazır reçellere tercih etmem.
Babam özellikle cumartesi günleri tatil olduğundan, beni alır Moda’daki çocuk parkına götürürdü, evden çıkınca o iki ihtiyar balkondan ya da pencereden bakar, bana sevgiyle el sallar “Çabuk gel ama, geç kalma” derlerdi.
İkisinin, çoğu kere de “Büyük Baba” nın yaptıkları şey, sokak dondurmacısından bana dondurma almaktı.
Dondurmacının sesini duyduklarında, özellikle “ büyükbaba” üşenmeden aşağıya iner, dondurma alırdı.
Kendilerine ama mutlaka bana.
Bu yaşlı ve kimsesi olmayan komşularımla ilişkimiz biz o apartmandan taşınana kadar devam etti.
Yeni evimiz, yeni başlangıçlarımıza sahne olmuştu. Benim için en önemli başlangıç, hayatımı bundan sonra kardeşimle paylaşacak olmamdı.
Yeni eve taşınırken annem ve babam sevinç içindeydiler.
Ben, içten içe üzülüyordum babaannem ve büyükbabam yerine koyduğum o güzel yürekli insanlardan ayrılmaktan.
Eşyalarımız apartmanın önündeki kamyona yüklendiğinde, vedalaşmak için annemle evlerine gittiğimizde, ikisi de göz yaşları içinde sarıldılar bana.
“Biz unutma olur mu?” dediler.
“ Tamam unutmam” dedim.
Unutmadım da.
Zaman zaman annem ya da babamın eşliğinde ziyaret ettim onları.
İlk okula başlarken, bu kez okul kıyafetlerimle gittim evlerine, ellerini öptüm ikisinin.
Saçlarımı okşadılar, gözleri dolu dolu.
Yalnız, bu sefer yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. “ Babaanne “ hastaydı.
Kısa bir süre sonra da öldüğünü öğrendim. Eski komşularımızla annem konuşurlarken duydum, benden sakladılar üzülmeyeyim diye. Oysa sakladıklarını sandılar sadece.
Kısa bir süre sonra “ büyükbaba” nın da ölüm haberi geldi. Dayanamamıştı hayat arkadaşının gidişine.
Kimseleri olmadığından, konu komşu cenazeyi kaldırmış, evlerine de öylece kilit vurmuşlardı.
Yeni taşındığımız ev, eski evimize çok yakın olmasına rağmen, uzun bir süre o sokaktan geçemedim.
İkisinin de ölümü üzerinden neredeyse beş yıl geçmişti, ilk okulu bitirmek üzereydim.
Evlerinin ne olduğunu merak ediyordum.
Onca yıldan sonra, kalbim o sokaktan geçmek istemese de, meraklı ayaklarım beni götürüverdi sokağa, meraklı gözlerim ise hemen onların oturduğu apartman katına takıldı.
Ev öylece duruyordu.
“ Babaanne” nin reçel ve temizlik kokan evi, o zamandan bu zamana kapalıydı.
Sakız gibi temiz olan tüller koyu gri bir renk almış, yavaş yavaş siyaha dönmeye başlamıştı.
Kitaplar, ut, eşyalar kimbilir ne hale gelmişti?
Gözümde yaşlarla uzaklaştım oradan.
Bir daha da o eve ne olduğunu, ne merak ettim, ne de kimseye sordum.
Bilmek istemedim.
Benim anılarımdaki haliyle kalması sanki daha iyi olacaktı.
Üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti ve ben çocukluğumun ilk komşularını hiç unutamadım.
4 yorum:
Şimdi ne öyle özel komşuluklar kaldı ne de özlemle anılan komşular... Yazdıklarını okuduğumda yıllar önce Balıkesir'de yaşarken komşumuz olan Muzaffer Teyze geldi aklıma. Bana hep "şekerparem" derdi. Ben de "şeker fare " diyor diye üzülürdüm:)Güzellikleri hiç unutmamız dileğimle. Hoşgeldin:)
Ne yazık ki kalmadı yeşom o komşular ve ilişkiler.
biz d ecebimizde anılarımızla öylece kalakaldık işte.
Hoş buldum. Çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Merhaba Özlem hn,
Blogunuzu bir öykü kitabı okur gibi okudum. Ben de ailemin anı toplayıcısıyım, tıkış tıkış anılarla dolu cepler ve bunları paylaşacak dostlarla dolu bir yaşam dileğiyle...
Sevgiler
Gün
Anılarımız, bizi ayakta tutan en değerli hazinelerimiz Gün Hanım.
özenle saklamamız gerek onları.
Çok teşekkürler ederim.
Sevgi ve dostluk dileklerimle...
Yorum Gönder